Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 152: 1992-2020 22

 

Bu ses bir çan kadar yüksek enerji doluydu, Lian Qiao'nun kulak zarlarını titretmişti. Keşişin vecize söylemesinin kötü olmayacağını ve ses dalgalarının muhtemelen hayaletleri bile öldürebileceğini düşündü.


Zorlu fiziksel aşkınlık!


O anda birden Lian Qiao'nun aklına bu örneğin kurgusuna göre Budizm'in hayaletler ve canavarlar için kesinlikle ölümcül olduğu geldi, yani Küçük Elma'nın bedenindeki lanet kalpleri yeterince samimi olmadığı ve güçleri yerinde olmadığı için mi kalkmamıştı?


Bunun yerine sutrayı gerçek bir keşiş okusaydı ne olurdu?


Bunu düşündüğünde, Lian Qiao'nun kalbinde hafif bir burukluk oluştu - Unut gitsin, Küçük Elma zaten öldü, bunu düşünmenin ne faydası var? Ama bu keşişten hâlâ faydalanılması gerekiyor, tek çare bu…


Sihirli saldırı ah!


…Bu keşiş aslında fiziksel mi yoksa sihirli mi sayılıyordu? Lian Qiao biraz kafası karışmış hissetti.


Ne olursa olsun, önce izlenimi geliştirelim.


Lian Qiao başını kaldırdı ve keşişe yürekten gülümsedi. "Kardeşim, sen de mi iş için buradasın?"


Keşiş onun sözleri üzerine başını çevirdi. Kılıç kaşları ve yıldızlı gözleri parlak ve ışıltılıydı. Hani derler ya, küçük düz bir kafa bir erkeğin yakışıklı olup olmadığını test etmenin en etkili yoludur, aslında kel bir kafanın görünüş için daha da yüksek gereksinimleri vardır. Bu sadece yüzle ilgili değil, aynı zamanda kafanın şekliyle de ilgilidir.


Bu keşişin kafası da bir o kadar güzeldi, soyulmuş bir yumurta gibi yuvarlak ve pürüzsüzdü.


Lian Qiao yumurta kafaya bakar bakmaz bir şekilde tanıdık geldiğini hissetti. Ancak keşişin yüzüne yakından baktığında onu daha önce nerede gördüğünü hatırlayamadı.


Kafasının içinde, cevabın üstünde sertleşmiş bir macun bulutu var gibiydi. Bu çok nahoş bir duyguydu, sanki bütün gece kitap ezberlemek için uyumamış ve sonra ertesi gün sınav salonuna gidip sınav kağıdına bakınca ezberlediğini hatırlayamamıştı.


Keşiş de onu bir aşağı bir yukarı süzdü. Tam Lian Qiao keşişin kendisini onunla özdeşleştireceğini düşünürken keşişin gözleri parladı ve heyecanla ellerini sallayarak, "Hayırsever! Hiç paranız var mı! Zavallı keşiş açlıktan ölüyor!" dedi.


…Gerçekten sadece sadaka için mi geldin?!


Lian Qiao, garip bir keşiş tarafından dokunulmaktan biraz tiksinti duydu, bu yüzden elini yavaş yavaş çekti ve öfkeyle konuştu. "Size doğruyu söylemek gerekirse ben de iş arıyorum... Bir dakika?"


Birden keşişin yalvaran gözlerinde tanıdık bir duygunun yazılı olduğunu gördü.


Bir adam hemşehrisini gördü ve gözlerinde yaşlar parıldadı!


Lian Qiao sonunda fark etti: "Sen de mi bir oyuncusun?!"


Keşiş: "Hmn!"


Lian Qiao anında şaşkına döndü. Hâlâ dışarıda yaşayan oyuncular mı var? Bu nasıl mümkün olabilir!


Tam keşişe yetimhane günlerinden nasıl kurtulduğunu soracaktı ki büfenin sahibi mutfaktan çıktı ve elindeki su damlacıklarını silkeleyerek sordu: "Kim? Kim aşçı olarak iş başvurusunda bulunuyor?"


Keşiş anında Lian Qiao'yu yolundan itti ve ellerini havaya kaldırdı. "Ben ben ben! Patron, benim!"


Lian Qiao: “…” Hemşehriler arasındaki sevgiye ne oldu!


Kıpırdamadan durmadan önce birkaç kez tökezledi ve kendi kendine, ‘Kaba davranacaksan davranışım için beni suçlama’ diye düşündü. Keşişin yanından sıçrayarak geçti ve patronun önünde parlayarak acınası bir şekilde, "Patron, ben de iş bulmak için buradayım. Şehir dışından geldim. Dün beni gördün değil mi? Yedi yaşında bir çocuğum var. Bu işe ondan daha çok ihtiyacım var!"


Lian Qiao'nun bebek gibi bir yüzü vardı ve şu anda iş bulmak için bir dramatist ruhu onu ele geçirmiş, gözleri hemen kırmızıya bürünmüştü. Patron onun bu kadar genç yaşta ne kadar acınacak halde olduğunu görünce ve dün gördüğü pembe çocuğu hatırlayınca anında kalbini yumuşattı, işin onun olacağını oracıkta belli olmuştu.


Keşiş kavga etmek istemedi, bu yüzden arkasını döndü ve gitti.


Birkaç adım atamadan aniden kafasını tokatladı ve "Hey, hâlâ bir keşiş olduğumu nasıl unutabilirim?" dedi. Geri döndü ve büyük bir beklentiyle "Patron, evde yapman gereken bir ritüelin var mı?" diye sordu.


Patron: "…"


Lian Qiao: "..." Siz keşişler hâlâ bu şekilde iş yapabilir misiniz?


Bu bir insana öylece söylenebilecek bir şey değildi. Patron çok sinirlenmiş ve hesaplaşmak için keşişi yakasından tutmuştu. Keşiş hemen hatasını kabul etti ve patronun önünde eğilerek Buda'nın adını zikretti. Sonunda patrondan af diledikten sonra keşiş büfeden ayrılmadan önce samimi bir cümle bıraktı:


"Gelecekte bana ne zaman ihtiyacın olursa ara!"


Patron o kadar sinirlendi ki merdaneyi aldı ve onu kovaladı.


Lian Qiao kendi kendine bu keşişin hiçbir şeyi doğru bir şekilde nasıl yapacağını bilmediğini ve kolayca birinciliği kazandığını düşündü. Keşiş konusu şimdilik bir kenara bırakılabilirdi, şu an en önemli şey para kazanmaktı.


RenDong okula girdikten sonra saat 4:30'a kadar okuldan çıkmasına izin verilmiyoru. Büfe XX İlkokulu'nun hemen karşısındaydı. Okul kapısının yanındaki kırtasiye dükkanı dışında RenDong'a daha yakın bir yer yoktu.


Lian Qiao bütün günü RenDong için endişelenerek geçirdi.


Büfenin sahibi iyi bir adamdı, ödemelerini çabuk yapıyor ve onun hayatı için endişeleniyordu. Dükkan sahibiyle yaptığı sıradan sohbetten XX İlkokulun’un üç tür sınıfı olan bir devlet okulu olduğunu öğrenmişti: yetenekliler, normaller ve bölge sınıfları vardı. En iyi öğretmenler doğal olarak yetenekli sınıflarda toplanırken RenDong gibi okul bölgesine göre doğrudan okula tahsis edilen çocuklar ancak ebeveynleri ödeme yaparsa normal sınıflara girebiliyor, aksi takdirde bölge sınıflarında idare etmek zorunda kalıyorlardı.


Dolayısıyla okulda birbirini hor görme gibi kötü bir kültür vardı. Yetenekli sınıflar sıradan sınıflara tepeden bakıyor ve hepsinin pislik olduğunu düşünüyordu. Sıradan sınıflar da bölge sınıflarına tepeden bakıyor, bölge sınıflarının ebeveynlerinin yoksul, parasız göçmen işçiler olduğunu düşünüyorlardı. Bölge sınıfı da yetenekli sınıfa karşı bir küçümseme ve özlem kutuplaşması gösteriyordu. Bir yandan onların sadece ders çalışan inekler olduğunu düşünüyorlar, diğer yandan da gelecekte mutlaka önemli ortaokullara kabul edileceklerini düşünerek içten içe onları kıskanıyorlardı.


O yıllarda eğitim bu şekildeydi. Her ne kadar kaliteli eğitimden söz edilse de gerçekte hala notlar ve öğretim kaynakları için bir mücadele vardı. Sonuç olarak sadece ebeveynler ve öğretmenler okulda birbirleriyle rekabet etmekle kalmıyor, aynı zamanda henüz dünyayla tanışmamış olan çocuklar da yetişkinlerin kötü alışkanlıklarını ediniyordu.


Büfe sahibinin kızı da XX İlkokulu’nda okuyordu. O şimdi altıncı sınıftaydı ve ortaokul giriş sınavına hazırlanıyordu.


Okul gününün sonu yaklaşırken Lian Qiao'nun aklı sohbet etmekte değil, çok sayıda RPG oynamanın getirdiği bir alışkanlıkla bilinçaltında dükkan sahibinin söylediklerini ezberlemekteydi. NPC’nin cümlelerindeki ipuçlarını yakalamakta iyi olursa bazı gizli görevleri tetiklemek için bazı gizli bilgiler edinebilirdi.


Okul kapanır kapanmaz büfede büyük bir iş dalgası yaşandı. Dükkân sahibinin kızı okul bittiğinde dükkâna dönüp yardım edebilecek yaştaydı. Lian Qiao'nun RenDong'u almaya ancak o zaman vakti oldu.


Okul gününün sonunda XX İlkokulu’nun kapısında büyük bir kalabalık ve yoğun bir trafik vardı. Lian Qiao insan denizinde boğulduğunu hissetti ve RenDong'un bulamayacağından korktu, bu yüzden okulun içine girebilmek için elinden geleni yaptı.


Çalkantılı kalabalığı gören okul güvenliği düzeni sağlamak için koştu ve Lian Qiao'yu dışarı çıkarmak istedi. İlkokul öğrencileri yığın halinde öğretim binasından çıktı. Lian Qiao'nun gözleri bir makineli tüfek gibi ileri geri kaydı ve kıymetli RenDong'unu bir bakışta gördü.


RenDong’u bu kadar genç yaşta tarzıyla ayrılıyordu, tavuk sürüsünde bir turnaydı, zarif ve endamlıydı, yaşından çok farklıydı, bu ilkokul çocukları gökten inmiş ölümsüzün mizacıyla kıyaslanamazdı bile!


Lian Qiao onu durdurmak için gelen güvenlik görevlilerini kenara itti ve kuyruğunu sallayarak onu bir husky gibi selamladı. "RenDong, RenDong, çıkmışsın!" 


"Hm…" Küçük RenDong ona şöyle bir baktı ve kollarında iki büyük manşet olan çiçekli bir önlükle görünce şaşırdı. "Ne yapıyordun?"


Lian Qiao gülümsedi ve "Caddenin karşısındaki büfede çalışıyorum. Bir daire buldum, böylece otelde kalmak zorunda kalmayacağız!" dedi ve bununla birlikte okul çantasını almak için uzandı.



Beklenmedik bir şekilde küçük RenDong geri çekildi, küçük elleriyle okul çantasının askısını sıkıca kavradı ve tuhaf bir ifadeyle "Sorun değil, kendim taşıyabilirim." dedi.


"...Ah." Lian Qiao onun elini tutmak için uzandı. "O zaman hadi…”


Ancak RenDong yine ondan kaçındı ve yüzü hafifçe kızararak, "Hayır, el ele tutuşmayalım..." dedi.


Lien Qiao şaşırdı ve sonra sadece okulda kendisiyle samimi olmaktan utandığını düşündü, bu yüzden gülümseyerek saçlarını ovuşturdu. "Tamam. Seni yeni evimizi görmeye götüreceğim."


Lian Qiao kolunu onun omuzlarına attı. Bu kez RenDong daha fazla kaçmadı, gizlice dudağını ısırdı ve gözlerinde düşünceli bir bakış belirdi.


Tam okul kapısından çıkarken RenDong aniden "Kırtasiyeye gitmek istiyorum." dedi.


Lian Qiao tek kelime etmeden döndü ve kırtasiye dükkanına girdi. Kırtasiye dükkânı zaten çocuklarla doluydu ve işler patlıyordu. Adı kırtasiye dükkânıydı ama aslında her türlü oyuncak ile atıştırmalık vardı ve dükkân hızla yenileniyordu, bu yüzden her gün okuldan sonra etrafa bakmak için gelen çocuklar için büyük bir cazibe merkeziydi.


Lian Qiao kendi kendine ‘Belki de RenDong çocukken bu tür bir dükkanda takılmayı severdi ama o zamanlar hiç harçlığı yoktu, bu yüzden sadece bakabilirdi ama satın alamazdı.’ diye düşündüğünde kalbi yumuşayıp sızladı, bu yüzden küçük RenDong'un başını okşadı ve "Sadece ne almak istediğini söyle, param var." dedi.


"Hm…” Küçük RenDong dalgın dalgın cevap verdi, raflarda bir şeyler ararken gözleri dört dönüyordu.


Hızla rafın en üstünü işaret etti ve "Bir çift eldiven istiyorum" dedi.


…Eldiven mi?


Lian Qiao çok şaşırmıştı.


RenDong soğuktan korkmazdı ve dış dünyada hava ne kadar soğuk olursa olsun eldiven giymezdi. Şimdi birden eldiven almak aklına nereden gelmişti?


Acaba... şımarıklık mı yapıyordu?


Lian Qiao'nun zihninde küçük RenDong'un yün eldivenler ve yün bir şapka giyip karda kardan adam yaptığı sahne beyni tarafından anında filizlendirildi.


"Satın al, satın al, satın al!" Lian Qiao parayı düzgün bir şekilde çıkardı ve hemen dükkandaki en pahalı yün eldivenleri ve şapkayı satın aldı.


"Hayır…” RenDong bu kadar iyisini almasına gerek olmadığını söylemek istemişti ama Lian Qiao'nun üstü kapalı bir şekilde beklentiyle bakan bakışına bakınca RenDong’un yüzü açıklanamaz bir şekilde kızardı ve hayır diyemedi.


Büfe sahibi büfenin birinci katında kalacak yer sağlamıştı. Lian Qiao küçük RenDong’a önce üst kata çıkıp dinlenmesini, kendisinin de alt kata inip büfe sahibine yemek pişirirken yardım edeceğini söyledi. Okul telaşından sonra Lian Qiao çoktan terlemeye başlamıştı. İkisi, o günkü ideolojik görevlerine başlamadan önce hızlıca bir şeyler atıştırdı.


Yemekten sonra ebeveynle yürüyüşe çık.


Lian Qiao artık yaşlı bir baba olmaya çok alışmıştı. Bu sırada zaten kıştı, bu yüzden ikisi yol boyunca yürürken ağızlarından çıkan gece gökyüzünde buğulanan beyaz sisi görüyorlardı.


Sokak lambaları sarı ışığında biri büyük biri küçük olan iki gölge uzanıyordu.


Birbirlerine çok yakın oldukları için uğuldayan kuzey rüzgârı daha az soğuk oluyordu.


Dün zaten tüm sokağı taramışlardı, bu yüzden bugün gerçekten araştırma niyeti olmadan sadece yürüyorlardı. Örneğe girdikten sonra her adımda uyanık ve dikkatli olmuşlar, uzun zamandır bu kadar rahat ve tembel bir ruh haline girmemişlerdi.


Her ikisi de kendini inanılmaz derecede rahatlamış hissediyordu. Büyük elin küçük eli tutuşunda garip ama nostaljik bir şefkat vardı.


Onlar yürürken aniden uzaktan garip bir şarkı sesi geldi. Şarkı bir noktada yüksek, bir noktada alçak sesle söyleniyordu ve dikkatle dinlendiğinde bir tonlama hissi uyandırıyordu.


İki adam gözlerini kısarak uzaklara baktılar. Şarkı sokağın köşesindeki kalabalığın ortasından geliyordu.


Daha yakından baktıklarında, aniden ışıktan kör oldular.


Tek görebildikleri parlak sokak lambasının altındaki parlak bir insan kafasıydı. Elbette kafa havada asılı durmuyordu, altında parlak sarı bir keşiş cübbesi vardı.


Uzun boylu, heybetli keşiş bir elinde kırık bir porselen kâse tutarken diğer eliyle de başparmağını cep telefonunda gezdiriyordu. Sessizce mırıldanarak, "Durun bir dakika, bekleyin, hemen bulacağım… Hah, işte burada!" dedi.


RenDong: “…” Bu çok tanıdık bir sahne.


Lian Qiao: “…” Telefonunun hâlâ şarjı var!