Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 8: "Zengin olduğunda benden bir telefon almayı unutma!"

 

Bunu söyledikten sonra An Zhe onu görmezden geldi ve dümdüz yürüdü.

Odanın kapısını açmak için kimlik kartını kullanana kadar arkasında hiçbir ayak sesi yoktu, sonra Josey ona doğru koştu ve omzunu tuttu. "Sen gerçekten An Ze misin? Ama sen..."

An Zhe masanın üzerindeki genetik test raporu yığınını usulca aldı ve Josey'ye uzattı.

Josey, "Bu..." diye mırıldandı.

An Zhe başını eğdi ve en dıştaki kâğıt parçasında "Yargıcın diktatörlüğüne direnin" cümlesinin yazılı olduğunu gördü.

Kâğıdı yavaşça çekti ve Josey genetik test raporuna baktı.

"Sen..." An Zhe'ye bakmadan önce aceleyle göz attı. "Uçurumdan gerçekten kaçabildin mi?"

"Kurtarıldım." diye yanıtladı An Zhe. "Diğer şeyleri unuttum."

Josey'nin genetik raporu tutan eli titredi, sonra ağzının kenarını çekiştirdi ve gülümseyerek ona baktı. "Ben... ben çok heyecanlandım. Geri dönmeni beklemiyordum."

Genetik raporu masaya koydu ve An Zhe'ye doğru eğildi, kaşlarının ucundaki kaslar bile heyecanla hafifçe seğiriyordu. "Sen... ne kadarını unuttun?"

An Zhe geriye doğru bir adım attı.

"Her şeyi unuttum." dedi. "Lütfen beni yalnız bırak."

"Kim olduğumu hatırlamıyor musun?" Josey'nin sesi biraz alçaldı. "Biz birlikte büyüdük."

"Teşekkürler." dedi An Zhe. "Artık dışarı çıkabilir misin?"

"Ben..." Masanın karşısındaki Josey, belli ki onun kendisine böyle davranmasını beklemiyordu, dondu kaldı ve "Daha önce böyle değildin." dedi.

Ama hemen sonra tekrar tavrını yumuşattı. "Seni yalnız bırakayım, biraz dinlen, yarın görüşürüz. Çok mutluyum. An Ze, biz dünyadaki en yakın insanlarız."

An Zhe sessiz kaldı ve Josey gitmek için dönüp kapıyı nazikçe kapatana kadar da konuşmadı.

Josey'nin onu bu kadar kolay bırakıp odadan çıkması ona gerçekçi gelmemişti ama belki de Josey suçluluk duygusundan kaçmıştı.

Oda yine sessizliğe büründü. Duman gibi hafif bir rahatsızlık hisseden An Zhe, yavaşça yatağa yaslandı ve yastığa sarıldı. Bu rahatsızlık kendisi için değil An Ze içindi.

İnsanlar ile insanlar arasındaki ilişkiler muhtemelen çok kırılgandı ve Josey, An Ze'ye en yakın kişi olmayacaktı. An Zhe sporunu geri aldığında uçuruma dönecek, sessiz mağarayı bulacak ve ve hayatının geri kalanını An Ze'nin bembeyaz iskeletinin yanında kök salmış bir mantar olarak geçirecekti.

…Sporu.

Pencerenin dışında gece derindi ve kutup ışıkları her zamanki gibi karanlık gökyüzünde dalgalanıyordu. An Zhe masasına oturup lambayı yaktı.

Önce açlıktan ölmemek için bir iş bulması gerekiyordu. Ayrıca sporu hakkında bir şeyler bulmalıydı ve tek ipucu pirinç renkli kovandı.

Bunu düşünen An Zhe endişeyle cebini yokladı. Her zaman bu şeyin kaybolacağından korkuyordu -neyse ki hala oradaydı. Bir mantar olarak onu içinde saklayabilirdi ama insan olarak bu mümkün değildi. Çok küçüktü ve her an cebinden düşecek gibiydi.

Sonunda An Zhe odasındaki bir çekmecede küçük siyah deri bir kordon buldu ve kovanı boynuna astı.

Çekmecede küçük siyah bir makine de vardı. Görünüşünün ayrıntılarını gözlemlemek için uğraştı ve sonunda hafızasından bazı bilgiler buldu; bu bir iletişim cihazıydı, her kişinin kimlik numarası iletişim numarasıydı ve insanlar iletişim cihazını kullanarak uzun mesafelerden iletişim kurabilirdi, ancak yalnızca üssün içinde -çünkü dışarıda sinyal yoktu.

İletişim cihazını şarj etti -kullanacak değildi ama "güce sahip olmak" insana büyük bir zevk veriyor gibiydi.

Bu iş de bittikten sonra nihayet yerleşti ve masayı incelemeye başladı.

Masanın üzerindeki defterde An Ze'nin yazdığı bir şey vardı ve el yazısı çok güzeldi. Duvara yakın tarafta dikey olarak iki düzine kitap duruyordu, muhtemelen hepsi de An Ze'nin geçmişte severek okuduğu kitaplardı. An Zhe kitapların sırtlarındaki isimlere göz gezdirdi ve mütevazı bir şekilde ciltlenmiş, Üs Kılavuzu isimli, gri deri bir kitaba uzandı.

Kitabı çevirip açtı ve başlık sayfasında sadece tek bir cümle vardı.

İnsanlığın menfaati her şeyden önce gelir.

An Zhe bilinçsizce dudaklarını büzdü ve bir sonraki sayfaya döndü. İkinci sayfa içindekiler bölümüydü. Kılavuzun tamamı dört bölüme ayrılmıştı: Üssün yasaları, üsteki yaşam kuralları, işlevsel alanların kısa bir açıklaması ve bir harita.

An Zhe yasalar bölümünü atladı, kendisinin barışçıl bir mantar olduğunu biliyordu, barışçıl bir mantar hiçbir türün yasalarını çiğnemezdi. Yaşam kuralları bölümü, yaşam alanının çalışma saatlerini ayrıntılı olarak açıklıyordu. Elektrik, su ve yiyecek her sabah saat altıdan itibaren bir saat, öğlen saat on ikiden itibaren bir saat ve akşam saat altıdan itibaren akşam yemeği için bir saat verilir, elektrik biraz daha uzun süre sağlanır akşam saat dokuza kadar kesilmezdi. Her yerleşim bölgesi uzun bir alarm kulesiyle donatılmıştı. Üç tür siren vardır: toplanma, tahliye ve acil tahliye. Toplanma sireni kısa ve yüksek frekanslı bir sesti, tahliye sireni dalga benzeri kademeli bir ses sinyaliydi ve acil tahliye sireni uzun ve keskin bir sesti. Üs sakinleri yaşam kurallarına ve alarm kulelerinin talimatlarına uymakla yükümlüydü, yaşam tarzlarının geri kalanı ise kendi tasarruflarındaydı.

An Zhe bunu görünce biraz şaşırdı. Bu tür kurallar altında herkesin sadece odasında uzanabileceğini ve düzenli olarak yiyip içebileceğini düşündü ama kısa süre sonra üssün niyetini anladı.

Herkes yaşamakta özgür olsa da üste yaşamak bir bedel ödemeyi gerektiriyordu. Üste dolaşan para birimini elde etmek için insanların dışarı çıkıp iş bulması ya da paralı asker olup dışarıdan değerli malzemeler toplayarak ödeme karşılığında üsse teslim etmesi gerekiyordu.

Ancak... bu durumda herkes tehlike seviyesinin en düşük olduğu yerlere gidip yiyecek ve su ihtiyacını karşılamak için ne gerekiyorsa alması da yeterli olurdu.

An Zhe kitabı çevirmeye devam etti. Bir sonraki bölüm, üssün işlevsel alanlarına kısa bir genel bakıştı.

Bu bölümde ortaya çıkan ilk alan "ikmal istasyonu" olarak adlandırılıyordu. 1, 2 ve 3 olarak ayrılan ikmal istasyonunun 1 ve 2 numaralı bölümleri orduya aitti ve sırasıyla üssün girişinde ve çıkışında para biriminden, savaşa hazırlıktan, malzemelerin doğrulanmasından ve takasından sorumlu olacak şekilde inşa edilmişti. Bir paralı asker ekibi sahadan her döndüğünde ikmal istasyonundaki personel topladıkları malzemeleri paraya çevirirken silahlara ve zırhlı araçlara el koyar, şehre sokulmasına izin vermezler ve ancak dışarı çıkmak için tekrar başvurduklarında geri verilirdi. Paralı asker ekipleri ise bu para birimini gezileri için gerekli olan silah, mermi, zırh, yakıt gibileri ile takas etmek için kullanıyor ve hatta farklı modelde zırhlı araçlar satın alabiliyordu.

İlk iki ikmal istasyonundan farklı olarak 3. ikmal istasyonu şehrin ortasında yer alıyordu ve sivil malların takasından sorumluydu. Siviller temel para birimini kullanarak yaşam malzemeleri, yiyecek ve malzemeler, alkollü içkiler, elektronik eşyalar ve diğer birçok ürünü takas edebilirler, konut işlemlerini de yapabilirlerdi.

3. ikmal istasyonunun karşısındaki caddede, paralı asker ekiplerinin bazen ordu tarafından ihtiyaç duyulmayan eşyaları getirip serbest ticaret için şehre sokabildikleri serbest pazar vardı. Burası, güvenli olduğundan emin oldukları eşyaları şehre getirip serbestçe ticaretini edebildikleri yerdi.

Bu noktada An Zhe, aşağıda küçük bir not satırı gördü.

Not: Serbest pazar üssün resmi bir tesisi değildir ve tüm eylemlerin riski size aittir.

Not: Serbest pazar aracılığıyla kurulan istihdam ve sözleşme ilişkileri üssün yasaları tarafından korunmaz ve sonuçlarından siz sorumlusunuzdur.

An Zhe'nin gözlerinde diğer hiçbir şey değil, yalnızca istihdam kelimesi vardı.

Diğer bir deyişle, serbest pazar aynı zamanda istihdam sağlayan bir yerdi.

Devamında çeşitli yerleşim bölgelerinin açıklamaları yer almaktaydı. Yoğun nüfuslu bölgeler 6. ve 7. bölgelerdi, kalan bölgelerde çok az insan vardı ve binalar boştu. 8. Bölge ise tam güvenlik tesislerine sahip merkezi bir sığınaktı.

Peşinde Yargı Mahkemesi hakkında kısa bir açıklama yer alıyordu.

Soğuk yeşil gözleriyle albay yargıcı hatırlayan An Zhe iyice yavaşlattı ve kelime kelime okudu.

Yargı Mahkemesi'nin görevi sadece kapılardaki heterogenezleri tespit etmek değil, aynı zamanda şehrin nüfusunun yoğun olduğu bölgelerinde günlük devriyeler düzenleyerek ikincil tarama yapmak ve gizli tehlikeleri ortadan kaldırmaktı. Ana devriye noktası ikmal istasyonunun çevresiydi, buna karşın konutlar da zaman zaman taranırdı -özellikle de dengesiz davranışları rapor edilen insanlar için.

An Zhe, açıklanamaz bir şekilde, "Olsan iyi olur." cümlesini hatırladı.

Mümkünse An Zhe, Lu Feng'in sonsuza kadar kapıda kalmasını ve yargı memurlarının konutlara gelmek zorunda kalmamalarını umuyordu.

Biraz daha geriye döndüğünde gördüğü şehir işleri dairesi, şehir savunma dairesi, ana şehir gibi diğer alanlar onun için pek önemli değildi. Öncesinde bahsedildiği gibi üs, dış şehir -veya akropol- ve ana şehirden oluşuyordu. Ana şehir bilimsel araştırmalar için önemli bir üstü. Enerji ve askeri tesisler burada bulunuyordu ve üssün siyasi merkezi konumundaydı. Özel geçiş izni veya oturma izni olmadığı sürece herkese kapalı olduğu yazıyordu.

Sonunda, üssün haritasına göz attıktan sonra An Zhe kitabı kapattı. İnsanların mantarlardan farklı yaratıklar olduğunu bir kez daha anlamıştı.

Açtığı ikinci kitabın adı İkmal İstasyonu Değerlendirme Kılavuzu'ydu ve kapağını görür görmez bu kitapla ilgili anıları diğerlerinden çok daha net bir şekilde gözünün önüne gelmişti. Belki de bu An Ze için ikmal istasyonuna gitmenin önemli bir şey olduğu anlamına geliyordur, diye düşündü An Zhe.

Eğer durum buysa Josey'nin onunla birlikte vahşi doğaya çıkma teklifini neden kabul etmişti?

Bunu uzun süre düşündü ve sonunda An Ze'nin de böyle bir insan olduğuna karar verdi.

An Ze sınavları kaçırmıştı; ikmal istasyonunun bu yılki işe alım sınavı on beş gün önce yapılmıştı ve o zamana kadar An Ze beyaz bir iskelete dönüşmüştü.

Ama önemli değil, diye düşündü An Zhe. Bir yıl sonra ikmal istasyonu yeniden işe alım yaptığında, An Zhe hâlâ insan üssünde hayattaysa bir şansını deneyecekti. Böylece mağaraya döndüğünde An Ze'ye oranın nasıl bir yer olduğunu anlatabilirdi.

Uzun saatler boyunca okumak enerjisinin çoğunu tüketmişti. Değerlendirme Kılavuzu'nun iki sayfasını okumaya çalıştıktan sonra An Zhe'nin uykusu geldi ve sonunda yattı. Ertesi sabah Josey'yle karşılaşmamak için sabahın dördünde odasından çıktı, aşağıya, ulaşım noktasına indi ve ikmal istasyonuna giden trene bindi -bir iş bulmak için serbest pazara geçecekti.

Trenden indiğinde saat sabahın yedisiydi ve havada hala ince beyaz bir sis vardı. Serbest pazar, dört girişi ve çıkışı olan büyük, dairesel bir binaydı. Ona en yakın olandan içeri girdi.

Sert alkol kokusunu aldığında burnunun direği sızladı.

Girişte dört uzun masa kurulmuştu. Paralı asker kılığında insanlar masaya yumruklarını vurarak seslerini sakınmadan konuşuyorlardı, önlerinde içki vardı. Zaman zaman birisi daha fazla içki istiyordu. Bu noktada garson bardağı doldurur ve küçük bir makine çıkarır, kimlik kartını makineye yapıştırır ve ücreti alınca müşteriye verirdi.

Sağlam yapılı, esmer tenli bir paralı asker tek başına içiyordu. An Zhe'yi gördüğünde kaşlarını kaldırıp sırıtarak elindeki bardağı salladı. "Ne arıyorsun evlat? İçmeyi öğrenmeye mi geldin?"

Yanındaki kısa saçlı kadın dirseğiyle hemen göğsüne vurdu, sesi sert ama zevk doluydu. "Madde 32, reşit olmayanlar içemez."

Adam, "İçersen içmiş olursun. Yargıç yine de onu ​​alıp götürür mü?" dedi.

Kadın kahkahayı patlattı. "Reşit olmayan bir çocuk yargıcın gücünü henüz bilmiyordur."

"Yakında öğrenecek."

An Zhe "Ben reşit olmamış değilim" diye karşı çıkmaya çalışarak yanlarında durdu, ancak bir kelime düşünmesi için geçen sürede ikisi çoktan birbirlerinin kollarına sarılmış, dudak dudağa, birbirlerine dolanmışlardı. Kimsenin onu gerçekten umursamadığını fark etti.

Bu yüzden bakışlarını kaçırdı ve diğer tarafa baktı.

Kapının sağından patates çorbası kokusu yayılıyordu -ama bu, yerleşim binasının zemin katındaki lobide servis edilen patates çorbasından çok daha güçlüydü ve bir insanın kendini iyi hissetmesini sağlayacak kadar hoş, etli bir kokuyla doluydu. Bir paralı asker başını beyaz plastik bir çorba kasesine gömmüş, kahvaltısını yapıyordu.

Koku An Zhe'yi biraz acıktırdı, kahvaltı yapmamıştı.

İleride de benzer bir manzara vardı; koridorları dolduran hareketli atmosferin yanı sıra yiyecek ve alkol satılan uzun masalar ve giysi, sırt çantası ve eldiven satılan çok sayıda tezgah vardı. İlerledikçe masa malzemeleri satan tezgâhların sayısı azalıyordu. Bunun yerine, tezgahlarda An Zhe'nin tanıyamadığı pek çok tuhaf ve çeşitli şey vardı.

"Yıkık Şehir 511'den yeni çıkarılmış akıllı telefonlar, elektriğiniz varsa bunları çalıştırabilirsiniz, ah." An Zhe yürürken sırt çantalı, siyahlar giymiş genç bir adam maymun gibi yanına sıçradı. Uzun ve zayıftı, gözleri kısıktı, An Zhe'yi durdurur durdurmaz çantasından siyah bir dikdörtgen çıkarıp önünde salladı. "Bakmak ister misin? Sana %10 indirim yapacağım ve ücretsiz şarj kablosu vereceğim. Bununla oyun oynayabilirsin."

An Zhe, "Teşekkür ederim, gerek yok." diye yanıtladı.

Genç adam çantasından hızla beyaz bir tane daha çıkardı. "Öyleyse cihazı değiştirelim, bu renk sana yakışır. Yeni, felaket döneminden önceki son slot makinesi. O zamanlar 10.000'e satılıyordu, şimdi ise 100."

An Zhe: "Teşekkür ederim, ihtiyacım yok."

Yine de adam başka bir nesne çıkarmaya devam etti. "Hayır mı? Cep telefonun varsa peki, taşınabilir şarj aleti lazım mı? Üste elektrik kesildiğinde şarj etmek için bunu kullanabilirsin, ancak büyük kapasiteli olanlar tükendi, bu yüzden bu sadece iki kez şarj edebilir. Sana indirim yapacağım, sadece 30R." 

An Zhe ona baktı ve dürüstçe, "Hiç param yok." dedi.

Siyah giysili gencin ifadesi katılaştı ve anında eşyalarını sırt çantasına geri koydu. Arkasını döndü, bacaklarını kımıldattı ve gitmeye hazırlanırken alçak sesle mırıldandı. "Paran yoksa neden serbest pazara geldin ki?"

"Bir dakika." An Zhe ona seslendi.

Adam geri döndü ama tavrı son derece olumsuzdu. "Ne var?"

"Ben... ben iş arıyorum." An Zhe, "Nereye gitmem gerektiğini biliyor musun?" diye sordu.

Genç adam kaşlarını çattı. Geri döndü ve An Zhe'yi tepeden tırnağa süzdü. "...Demek iş arıyorsun."

"Evet," diye yanıtladı An Zhe dürüstçe.

"Yani oldukça nitelikli birisin." dedi genç adam. "Paran olduğunda benden bir telefon almayı unutma, bu ay serbest pazarda kalıyorum."

An Zhe: "..."

"Peki nereye gitmeliyim?" diye sordu.

"Şuraya, şuraya," diye köşedeki bir yönü işaret etti genç adam. "Aşağıya in, üçüncü bodrum katına, ve hanımı bul."

An Zhe ona minnetle gülümsedi. "Teşekkür ederim."

Genç adam "Epey iyi görünüyorsun, güvenilir birini bul ve zengin olduğunda benden bir telefon almayı unutma!" dedi.

An Zhe: "…Tamam."

Üçüncü bodrum katı.

Nemli -An Zhe'nin bu yer hakkında edindiği ilk izlenim buydu. Bir mantarın nem bakımından zengin bu tür bir havayı sevmesi gerekirdi, ancak nemle birlikte gelen keskin koku kaşlarını çatmasına neden olmuştu.

Etrafına baktı. Loş ışıklı alan, dolambaçlı koridorları ve sayısız küçük bölmeler halinde yapılmış basit plastik panellerle kaplı duvarları olan, hava sirkülasyonu olmayan ve su buharının plastik paneller üzerinde küçük damlacıklar halinde yoğunlaştığı bir arı kovanı gibiydi. Tüm alan gelgit dalgası gibi hafif bir uğultu yayıyordu. Dikkatle dinlendiğinde bu sesin fısıltıyla konuşan birçok insanın sesinin birleşmesinin etkisi olduğunu anladı -ara sıra yüksek sesli, tiz kahkahalar yer buluyordu.

An Zhe birkaç adım atmadan önce tereddüt etti.

Her iki yandaki küçük odacıklara baktı; soldaki boştu, sağdakiyse uzun saçlı, başı öne eğik bir kadın tarafından işgal edilmişti; kadın onun ayak seslerini duyunca kafasını kaldırdı ve sonra tekrar aşağı indirdi.

An Zhe yola devam etti ve bir kadının sesini duydu.

"İkinci Ova'da havalar nasıldı?"

"Fena değil." Bu seferki alçak, yumuşak bir erkek sesiydi, biraz yapış yapıştı, sesi o kadar uzuyordu ki An Zhe burnunun tıkalı olduğundan şüphelenmişti. "Hava güzeldi ama çok fazla deprem oluyordu. Bir ay içinde üç depremle karşılaştık. En kötüsü herkesin dışarıda olduğu zamandı, arabada yalnızdım ve neredeyse geri gelemeyeceklerini düşünmüştüm."

Kadın güldü. "Geri gelemeseler bile sen arabayla uzaklaşabilirsin."

"Birlikte olduğum son ekipte kaptan bana araba kullanmayı öğreteceğini söylemişti. Meğer sadece beni geçiştiriyormuş. Bir dahaki sefere beni tekrar götüreceğini söylemişti ama bu da geçiştirmek içindi. Onlarla bir ay kaldım ve toplam sadece 300 kazandım, yine de çok mu?"

"Sadece paralı askerlerin sözlerini dinliyorsun." Kadın, "Sana yalan söylenmesine alışmadın mı daha?" diye sordu.

An Zhe'nin adımları durdu.

Herson'ın yüzü ile açgözlü gözlerini hatırladı ve birden üçüncü bodrum katında ne tür işler yapıldığını anladı.

Ayrıca kılavuzdaki notlar vardı -serbest pazar yoluyla kurulan istihdam ve sözleşmeye dayalı ilişkiler üs yasaları tarafından korunmuyordu, riskli sonuçlardan kişiler kendileri sorumluydu.

Bu, sorumlusu olmak istemediği bir sonuçtu.

An Zhe sessizce ayrılmaya niyetlendi ama arkasını döner dönmez hazırlıksız yakalanarak yumuşak bir bedene çarptı.

"Hey," diye tiz bir kadın sesi yükseldi. "Bebeğim, buraya ilk gelişin mi?"

'Bebeğim' kelimesi onun için öyle derin bir gölge düşürmüştü ki An Zhe bilinçsizce geri çekilmişti.

Karşısında bal rengi teni, turkuaz gözleri, uçları kıvrık uzun kahverengi saçları ve uzun, ince, kalkık gözleriyle uzun boylu bir kadın vardı, alaycı dudaklarıyla ona gülümsüyordu.

"Birini mi satın alacaksın? Yoksa kendini mi satacaksın?" Kadın kulağına üfledi ve gülümsedi.