Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 7: "Sen An Ze değilsin."

 

O anda hafifledi ve havada süzüldüğünü hissetti. Pencereden gelen güneş ışığı uçsuz bucaksız bir su deryasına, masanın üzerindeki kağıt ve defterler ise uçsuz bucaksız bir beyazlığa dönüştü.

An Zhe gözlerini kırpıştırdı. Rahatsız hissetmiyordu, sadece tüm hareketlerinin çok yavaş ve düzensiz hale geldiğini hissediyordu. Vücudunu kontrol edemiyordu. Sanki uçuyormuş da düşecekmiş gibiydi.

Sonra - önündeki dünya yavaş yavaş karardı ve bilincini tamamen kaybetti.

Soğuktan uyandı. Gözlerini açıp baktığında pencerenin dışındaki gri binaların batmakta olan güneşin altın kırmızısı ışıltısıyla yıkandığını gördü. Uykuya dalmasının -yahut belli ki bayılmasının- üstünden en az yedi sekiz saat geçmişti. MAnlaşılan miselyumunun zehri insanları uykulu hale getiriyordu.

Odanın sıcaklığı akşamları gündüz olduğundan çok daha düşüktü. An Zhe yatağa uzanıp yorganına sarınarak sıcaklığı geri kazandı. Ancak soğuğun verdiği uyuşukluk geçtikten sonra tekrar acıktı.

An Zhe besinleri emmek için mantarlığını kullanmayı tercih ediyordu ancak bu arada tüm üs boyunca bir parça bile nemli toprak bile bulamamıştı. Elinden sadece yemek yemek gelirdi. İnsanlar gerçekten baş belası yaratıklardı. An Zhe bu düşünceyle kaşlarını çattı.

Neyse ki An Ze'nin kalan anıları ona nerede yemek yiyeceğini söylüyordu. Üs sekiz bölgeye ayrılmıştı; 6, 7 ve 8. bölgeler her binanın bir topluluk olduğu ana yerleşim alanlarıydı, zemin katta her gün düzenli olarak su ve yemek servisi yapılan lobi vardı. On altı yaşın altındaki çocukların ücretsiz kotası varken on altı yaşın üzerindeki yetişkinler tek bir R harfiyle ifade edilen üs para birimiyle ödemek için kartlarını kaydırmak zorundaydı.

Lobide çok fazla insan yoktu, bir bakışta elli kadar kişi görünüyordu. Sadece iki vitrinde yiyecek satılıyordu; belli bir bitkinin yumrularından yapılan, püre haline getirilmiş bir yiyecek ve diğeri... aynı bitkinin yumrularından yapılan bir çorba. Hafızasını yokladığında bu bitkinin patates diye adlandırıldığını hatırladı belli belirsiz.

An Zhe ödeme yapmak için kartını okuttu.

Patates püresi, fiyat 0.5, bakiye 9.5.

Patates çorbası, fiyat 0.3, bakiye 9.2.

An Zhe kartındaki bakiyeyi temsil eden sayıya baktı ve birkaç gün içinde açlıktan ölmenin eşiğine geleceğini fark etti; kuru bir toprak parçasına kök salmış ve her an ölümle karşı karşıya olan bir mantar gibi hissediyordu.

Bu his, beşinci kata geri dönüp ortak su odasında su için 0,1 R harcadığında daha da belirginleşti.

Böylece yapılacaklar listesine bir şey daha ekledi, ekonomik bir kaynak bulmak.

An Zhe standart paslanmaz çelik mataranın kapağını kapattıktan sonra matarayı elinde tuttu, tam arkasını dönecekti ki aniden arkasından bir ses duyuldu.

"An Ze?"

Yükses ses, küçük alanda titreyerek yankılanıyordu.

An Zhe arkasını döndü.

Koridorda uzun boylu ve yakışıklı genç bir adam duruyordu. Şu anda bu adamın gözleri kocaman açılmış ona sabit bir şekilde bakıyordu, dudakları titriyordu, ifadesinin sevinç mi yoksa dehşet mi olduğunu söylemek zordu.

"An Ze?" Tekrar haykırdı. "Sen... sen döndün mü? Hayır, sen..."

Bunun üzerine sözlerini aniden kesti, nasıl devam edeceğini bilemiyormuş gibi yüzü renk değiştirdi.

Yine de An Zhe onun ne söylemek istediğini biliyordu, çünkü bu adamı tanıyordu, adı Josey idi.

Josey, An Ze'nin komşusu ve onunla birlikte büyüyen arkadaşıydı. Bazen, Josey An Ze ile ilgilenirdi, çoğu zaman da An Ze Josey'ye bakardı. Bu anıların kalıntıları An Zhe'nin önünde belirdi.

Ancak Josey hakkındaki tüm bilgisi An Ze'nin anılarından gelmiyordu; bir mantar olarak bu adamı görmüştü. Gözlemleri ile An Ze'nin anıları, An Ze'nin gerçek ölüm nedenini anlamaya yetecek kadar birleşmişti.

An Ze hayatını kelimelerden kazanan bir adamdı, işi insanların eğlenmesi için romanlar, denemeler veya şiirler yazmak ve bunları düzenli olarak insanlara bu tür broşürler veren üsse göndermekti. Ancak sadece üç ay önce üs, giderek azalan insan gücü ve kaynaklarını kurtarmak için bu departmanı lağvetti.

O zaman...

"An Ze, ne çalışıyorsun?" diye sormuştu Josey.

"Üs ikmal istasyonu için seçme sınavına hazırlanmaya çalışıyorum." An Ze kalemle kitapta bir daire çizmişti. "Sanırım orada yapacağım işi seveceğim. Ücreti de iyi."

Buna karşın Josey kaşlarını çatmıştı.

"Sivil statüden çıkmak mı istiyorsun?" diye sormuştu. "Sınavlar zor."

An Ze, "Sorun değil." diye yanıtlamıştı.

"An Ze." Josey'nin sesi sertleşmişti. "Seninle doğaya çıkmak istediğimi her zaman biliyorsun."

An Ze gülmüştü, sesi hafifti, sanki bu inatçı arkadaşını ikna etmek ister gibi ve çaresiz bir iç çekiş gibi. "Dışarı çıkmak için uygun değilim."

"Ben seni korurum." Josey onu omuzlarından tutmuş ve sesini tekrar yumuşatmıştı. "Sensiz olamam. Beni vahşi doğada takip et, tehlikeli yerlere gitmeyiz."

O anların hatırası aşağı yukarı aynıydı. Sonunda Josey'nin yumuşaklığıyla An Ze, onunla vahşi doğada bir maceraya çıkmayı kabul etmişti. Josey epeyce kredi kazanmış, büyük bir paralı asker ekibinin üyesiydi. Sorunsuzca An Ze'nin katılmasını, erzakların dağıtımı ve sayımından sorumlu olmasını sağlamıştı.

Ancak vahşi doğada her şey olabilirdi. O gün ekip yolunu kaybederek uçurumun kenarına doğru sürüklenmişti. Buradaki mantarların olağanüstülüğünün farkına vardıklarında artık çok geçti. Uçurumdaki yaratıklar ağızlarına gelen hiçbir yiyeceğin gitmesine izin vermezlerdi.

İnsanlar için uçurumun sınırı bile korkunç seviyedeydi. Beş zırhlı araçtan üçü hasar görmüştü ve bu üç araçtaki insanlar sağlam olanlara doğru ilerlerken panik halindeydi. Onlar kaçarken An Ze, Josey'yi iterek havadaki kanatlı yaratığın saldırısından zar zor kurtulmasını sağlamış, ancak kendisi yerdeki bir sarmaşığa takılmıştı.

Josey bir anlığına olduğu yerde donup kalmış ve hemen sonra hayatta kalma içgüdüleri diğer her şeyin önüne geçmişti. An Ze'yi yukarı çekmekle kendi canını kurtarmak için koşmak arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığında ikincisini seçmişti. Dişlerini sıkmış, ileri atılmış ve ekip kaptanı tarafından zırhlı araca çekilmiş -o anda ise An Ze'nin, yaratığın sivri uçlu uzuvları tarafından göğsünden sert bir şekilde delinmesini izlemişti.

Paralı askerler ekibi en ağır ateş güçleriyle savaşıyor, savaşıp geri çekiliyorlardı. O kadar çok gürültü yapıyorlardı ki yarı yolda An Zhe'yi uyandırmışlardı -sporunu aramak için dışarı çıkmıştı. Her zaman eli boş dönmesine karşın bu sefer An Ze vardı. Orada çatışma devam ederken An Ze'yi sessizce mağaranın derinliklerine getirmişti.

Bu nedenle, şu anda Josey'nin karşısına çıkan An Zhe'nin söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Ölümle karşı karşıya kalan her canlının ilk tepkisi kaçmak olurdu. Josey yanlış bir şey yapmamıştı. Yine de An Zhe ondan hoşlanmıyordu.

"Sen... biraz farklı görünüyorsun." Josey'nin ademelması hareket etti. "Yaran iyi mi? Uçurumdan kaçabildin mi?"

An Zhe ona sakince baktı.

"Hayır, sen An Ze değilsin. Sen insan değilsin." Yüzü bembeyaz kesilen Josey geriye doğru sert bir adım attı. "Sen farklı bir türsün."

"Özür dilerim." An Zhe Josey'nin yanından geçip giderek dışarı çıktı. "Yanlışlıkla zehirli bir mantar yedim ve senin kim olduğunu hatırlayamıyorum."