Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 9: Sonbaharın gelişi tek bir yaprağın düşmesiyle haber olunur.

 

        Ertesi gün sabah erken saatlerde birileri bir vakayı ihbar etmeye geldi. Başkentin dış mahallelerinde bir ceset bulunmuştu. Yüzü parçalanmış, eti ve kemiği ayırt edilemeyecek kadar dağılmıştı; o kadar dehşet vericiydi ki görülmesi zor bir manzaraydı. Vali hemen cesedi incelemeleri için adamlarını gönderdi. Nihayetinde ölen kişinin şimdiki sınav birincisi, Song Heng olduğu tespit edildi. Hemen ardından bir adam ortaya çıkarak suçu üstlendi, sınavı geçemediği için kıskandığını ve bunu sadece bir dürtüyle yaptığını iddia etti. Diğer adaylar da Song Heng'e lüks konağı hediye edenin bu kişi olduğunu, başlangıçta bunun bir tür erdem olduğunu düşündüklerini ifade ettiler. Onun bu kadar kötü kalpli olduğunu kim tahmin edebilirdi ki?

        Sağlam kanıtlar nedeniyle yargıç onun boynunun vurulmasına karar verdi. Ardından dava hızla kapatıldı. Sonunda, rapor İmparatorun masasına getirildiğinde, üstün bir bilgin öldürülmüş olsa da sonuçta bu aynı memleketten insanlar arasındaki kişisel kinlerden kaynaklanan bir suçtu. Ülke meseleleriyle hiçbir ilgisi yoktu. İmparator ve tebaası buna iç geçirdi. Song Heng'e yeteneklerinden dolayı hayranlık duyanlar ona acıdılar ve sonra bunu arkalarında bıraktılar. Tıpkı göle düşen küçük bir çakıl taşının belli belirsiz dalgalanmalar yaratması gibi.

        Dünyevi meseleler geçip giderken çayevlerindeki dedikodular bile her gün değişirdi. Song Heng gibi henüz görevine bile başlamamış, kişiler arası ilişkileri zayıf bir bilginle ilgili tartışmalar uzun sürmezdi. Dava kapandı, tıpkı rüzgarın kaldırdığı toz toprağın dinmesi gibi.

        Umursayanlar toplamda yalnızca iki kişiydi.

        Saray salonunda raporu dinleyen Su Shiyu ve Chu Mingyun, içlerinde farklı düşüncelerle birbirlerine baktılar. Her ikisi de o geceki yer altı hapishanesinden hiç söz etmedi. Doğal olarak ikisi de o gece insanları ziyafete davet eden "Song Heng"in onun yüzünü kullanan başka biri olduğunu anlamıştı. Bundan sonra bir şeylerin yanlış gittiğini anladığında her şeyi örtbas etmek için sınav birincisini çabucak öldürmüştü. Ne de olsa komplocu öldüğünde ortada tanıklık edecek kimse kalmayacaktı.

        Sabah divanı sona erdiğinde Chu Mingyun Su Shiyu'nun arkasından seslendi ve kasten "Su Bey, yer altı hapishanesini neden Majestelerine bildirmediniz?" diye sordu.

        "Majesteleri henüz genç, kalbi kararsız, bu yüzden boş tahminlerle onu rahatsız etmeye ne gerek var?" Su Shiyu duygusuzca Chu Mingyun'a bakarak, "Chu Bey de bundan bahsetmedi ya sonuçta? O halde bu olaydan ne çıkardınız?" dedi.

        Chu Mingyun, Su Shiyu'nun gözlerinin içine bakarak gülümsedi. "Su Bey ve ben farklı düşünüyor olabilir miyiz?"

        Su Shiyu hafif bir kahkaha attı ve gözlerini kaçırarak uzaktaki bir binanın yeşil kiremitlerine baktı. "...Sonbaharın gelişi tek bir yaprağın düşmesiyle haber olunur."

        Küçük bir ipucundan bunun nereden geldiği anlaşılabilirdi; bu, hırslı bir oyuncunun satranç tahtasındaki ilk hamlesiydi.

        Changan'ın birkaç düzine li dışında, batı banliyölerinde birçok kıvrımlı dağ ve yeşilliklerle örtülü sıralı tepeler vardı. Kuşlar ve hayvanlar ağaçların arasından, dalların arasından kıvrıla kıvrıla yol alır ve kuş cıvıltıları onlara cevap verirdi. Burası hayat dolu ve insanlar tarafından nadiren ziyaret edilen tenha bir yerdi.

        Bir uçurumun üzerinde iki adam atlarını dizginleyerek kırsal bölgeyi yukarıdan gözlemledi. Başı çeken adamın üzerinde rüzgârda dalgalanan mürekkep mavisi bir cübbe, kollarında kat kat kan kırmızısı nilüfer desenleri vardı. Arkasındaki kişiye dönerek, "Burası olduğuna emin misin?" diye sordu.

        Qin Zhao, "Evet ama şu anda tam yerini tespit edemedik." diye yanıtladı.

        Chu Mingyun geriye dönerek rüzgârın savurduğu kuzgun karası saçlarını düzeltmek için elini kaldırdı. Ses tonunda gizlenemeyen bir hoşnutsuzluk vardı. "Ne kadar ıssız bir yer."

        O gün yer altı hapishanesindeyken Chu Mingyun böyle karmaşık bir yapının bir gecede inşa edilmiş olamayacağını fark etmişti. Havadaki ağır kan kokusu orada kısa bir süre önce mahkumların bulunduğunu gösteriyordu. Sahibinin Su Shiyu ve kendisini yakalamak için hapishaneyi boşalttığı açıktı. Yine de daha derine indiklerinde devriye gezen muhafızlara rastlamışlardı. Yer altı hapishanesindeki hareketlerine bakılırsa devriye muhafızları muhtemelen sadece o bölgede dolaşıyorlardı. Bu nedenle Chu Mingyun birilerinin hâlâ hapishanenin içinde kaldığını, zamanında dışarı çıkarılamadığını tahmin etmişti.

        O gece bir ifade göstermeden ayrılırken gölge muhafızlara göz kulak olmalarını emretmişti. Gerçekten de mallarla dolu birkaç at arabası şafaktan önce konaktan ayrılmıştı. Gölge muhafızlar yol boyunca onları sessizce takip etmişti ancak rakipleri inanılmaz derecede tetikteydi. Batı banliyösüne girdiklerinde garip bir şekilde yollarına devam etmişlerdi. Buradaki coğrafya her şeyden önce karmaşıktı ve bir ışık hüzmesi bile gökyüzünü kapatan ağaç örtülerini delip geçemiyordu. Sonunda gölge muhafızlar dağlardaki konumlarını ancak belli belirsiz tespit edebilmişti.

        Qin Zhao, "Bu tür bir yeri araştırmak zaten zor. Karşı tarafın fark etmesine izin vermemek için en üst düzeyde önlemler almalıyız." dedi.

        "Yani, daha fazla insan gücü göndermem ve fazladan on gün ila bir buçuk ay beklemem mi gerekiyor?" diye sordu Chu Mingyun.

        "Evet."

        "Bu çok zahmetli." Chu Mingyun başını salladı ve yeşil ormanın pervasızca uzandığı dağın karşı tarafına baktı. "Enerji tüketiyor ve ayrıca gölge muhafızları fazlasıyla aşağı çektiğinden koordinasyon özgürlüğünü engelliyor."

        “Onların peşini bırakacak mısın abi?” diye sordu Qin Zhao.

        Chu Mingyun hafifçe dudak büktü. "Onları böyle kolayca bırakmak beni epey mutsuz ederdi."

        "O zaman ne yapmalıyız?"

        "Qin Zhao," dedi Chu Mingyunve  gözlerini hafifçe kısarak yukarı baktı. Gün ışığı zayıftı, gök kubbedeki yoğun bulutlar soluk renkler saçıyordu. "Gündüz bile hava böyle. Korkarım yakında sağanak yağmur başlayacak."

        "Ne?" Qin Zhao şaşırdı.

        "Sel baskını." Chu Mingyun açık olarak, "Madem onları bulamıyoruz, neden dağı havaya uçurmuyoruz? Tesadüfe bak ki güzel bir gündeyiz; yağmur çamur, kum ve kayaları sarıp aşağıya doğru akmaya başladığında hiçbiri kaçamayacak. Eğer burada saklanmak istiyorlarsa bırakalım da gömülsünler."

        "Ama..." diye duraksadı Qin Zhao. "Hapsettikleri insanlar da burada olmalı."

        "Bunun benimle ne ilgisi var?" diye sordu karşılığında. Bakışlarını Qin Zhao’ya çevirdi. "Kim bilir nasıl birilerini hapsettiler. Ayrıca Song Hen'e olanlara bakılırsa, inlerini öğrensek bile mahkumlar biz onları kurtaramadan öldürüleceklerdir. Hiçbiri kurtarılamaz."

        Qin Zhao sessiz kaldı.

        Chu Mingyun gözlerini başka yöne çevirdi ve devam etti: "Harbiye Nazırlığı emirlerimi dinlese de çok fazla barut daima şüphe uyandıracaktır. Tan Jing'in Bayındırlık Nazırı olarak pozisyonunu yasa dışı ticaret yapmak için kullandığını hatırlıyorum. Neden gidip onunla iş konuşmuyoruz?"

        Qin Zhao "Başüstüne." dedi.

        Chu Mingyun ona bir bakış attı ve gülümsedi. "Buz küpü surat, kararımı mı sorguluyorsun?"

        "Hayır." Qin Zhao başını salladı.

        Chu Mingyun'un dudaklarındaki gülümseme soldu. Doğal olarak kardeşinin içini biliyordu. Atını geri döndürdü ve konuyu değiştirdi. "Doğru ya, Su Shiyu hakkındaki soruşturma nasıl gidiyor?"

        Qin Zhao aceleyle atına atlayıp Chu Mingyun'un arkasına takıldı ve "Hiçbir şey bulunamadı." diye cevap verdi.

        "Hm?" Chu Mingyun hafifçe kaşlarını çattı.

        Qin Zhao sözlerini toparlayarak ve net bir şekilde konuştu: "Harbiye Nazırlığı kayıtlarında Su Shiyu'nun adı yok. İlgili kişilere sorduk ve hiçbiri onu savaş alanında gördüklerini söylemedi."

        "Dikkatlice kontrol ettiniz mi?" diye sordu Chu Mingyun. "Su Shiyu benimle aynı yaşta. On iki yıl önce, on beş yaşındayken Hunlar Daxia'ya saldırdığında Su Jue’nin yanındaydı. Aslında kayıtlarda olmaması mantıklı."

        "Kontrol ettik. O zamanki general gerçekten de Su Jue'ydi ancak büyük veya küçük seferlerin hiçbirinde Su Shiyu'nun izine rastlamadık. Büyük General'in tek oğlu olarak sıradan bir asker olamazdı."

        Chu Mingyun bunun üzerine düşündü. "Su Shiyu'nun ses tonuna bakılırsa o sırada bir şey olmuş olmalı. Su Jue'nin otoritesiyle Su Shiyu'nun adını kayıtlardan sildirmesi imkansız değil."

        "Öyle olsa bile o dönemde Su Shiyu komutasındaki ordu yine de kaydedilmiş olurdu. Ama hiçbir şey yok."

        "Kayıtlarda hiçbir şey yoksa ve başka kimse bilmiyorsa neden Du Yue'ye sormaya gitmedin?"

        "Sordum. Ama Du Yue o zamanlar sadece sekiz yaşındaydı ve Jinling ile Changan birbirine çok uzak. O sırada neler olduğunu nasıl bilebilir? Verdiği tepkiye bakılırsa ailesi de ona bundan hiç bahsetmemiş." dedi Qin Zhao. "Abi, Su Shiyu yalan söylüyor olabilir."

        Chu Mingyun sessiz kaldı. Su Shiyu'nun o zamanki bakışını hâlâ net bir şekilde hatırlıyordu. Binlerce düşünce sessiz sedasız suya düşer gibi, hafif dalgalı bir gülümsemeye dönüşüyordu. Yavaşça başını salladı. Ses tonu yersiz bir şekilde kesindi. "Yalan değildi."

        "Nereden biliyorsun?" diye sordu Qin Zhao.

        Chu Mingyun bir an düşündü ve yavaş bir sesle, "Eğer yalan olsaydı Su Shiyu'nun yalanını ortaya çıkarmak çok kolay olurdu. Sorumu, hiçbir şey elde edemeyeceğimizi bildiği için umursamadan yanıtladığını söylemek daha doğru olur."

        Bu sözlerin altında sayısız entrika yatıyordu. Başka birinin bunların ne anlama geldiğini çözmesi için uzun bir süreye ihtiyacı olurdu. Qin Zhao bir an için bu iki adam hakkında nasıl yorum yapabileceğini bilemedi. Sadece ifadesiz bir şekilde "Ah." diyebildi.

        "Böyle bir durumda tam olarak ne olup bittiğini anlamasam da…"

        Changan'ın yüksek duvarları uzaktan belli belirsiz görünüyordu. Bayraklar dalgalanıyordu. Soluk sarı duvarlar şehrin koşuşturmasını gizleyemiyordu. Burası yoksulluk içindeki bilginlerin rüyası, çıkar peşinde koşanlar için altın ve yeşim sermayesi, iktidar peşindekilerin savaş alanıydı.

        Chu Mingyun dudaklarını kıvırdı. Ardından gelen sesinde bir heves tınısı vardı. "Onun ve benim için görecek daha çok gün var."