Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 8: Bana bir öpücük verin, birbirimize borcumuz kalmasın.

 

        Taş duvardaki çatlaklar azar azar yayıldı, birkaç donuk gümbürtünün ardından parçalandı ve dar bir tünel ortaya çıkarken enkaz parçaları yere döküldü. Su Shiyu elini geri çekti, parmaklarının arasında keskin bir şey parladı ve göz açıp kapayıncaya kadar tekrar koluna girdi. Yine de Chu Mingyun'un onu açıkça görmesi için yeterliydi, kolundaki kısa bir hançerdi.


        Az önce yelpazeyi kırmakta tereddüt etmemesine şaşmamalı, kendisinin de bir silahı varmış meğer.


        Su Shiyu duvardaki lambayı aldı ve arkasını dönerek Chu Mingyun'a ayağa kalkması için seslendi.


        Chu Mingyun omzunu oynatmaya çalışırken ayağa kalktı. Su Shiyu'nun yarasını sararken sergilediği mükemmel beceriye kendi kendine iç geçirmeden edemedi. Bakışları Su Shiyu'nun koluna takıldı ve aniden, "Su Bey’in içsel gücüyle, o sırada köşede saklanan devriye muhafızını bulmaması imkansız, değil mi?" dedi.


        Su Shiyu gülümsedi ve "Evet" diye itiraf etti.


        "O halde onu daha önce ifşa etmediğinizde aklınızda ne vardı?"


        Su Shiyu başını salladı. "Aklımda her ne vardıysa artık boş laftan ibaret. Bu konuyu açmanın ne faydası var?”


        Gerçekten çok az hamle yapıyordu, Chu Mingyun onun dövüş sanatlarının derinliğini anlayamıyordu. Sözcüklerle bile, saptırma sanatında yetenekli olduğu için ondan herhangi bir bilgi almak zordu. Bu kişi gerçekten de zorlu bir rakipti. Chu Mingyun bu konu üzerinde düşünerek, "Yolculuk çok sıkıcı. Su Bey birkaç kelime sohbet etmek için bana eşlik eder mi?" dedi.


        Su Shiyu tüneli incelemek için fenerin ışığını kullandı. Onun söylediklerini duymazdan geldi.


        Chu Mingyun omzunu kapattı, ardından taş duvara yaslandı. "Ah... Yaram acıyor."


        Su Shiyu başını çevirdi. Telaşsızca onu tepeden tırnağa süzdükten sonra, "Chu Bey... sizi taşımamı mı ima ediyorsunuz?" dedi.


        "O kadarına gerek yok," dedi Chu Mingyun. "Sohbet etmek için bana eşlik edin." Su Shiyu'nun ağzını açmasını beklemeden bir cümle daha ekledi: "Az çok dikkatimi dağıtırsınız ve muhtemelen çok fazla acı hissetmem."


        Su Shiyu ona baktı. "Chu Bey ne hakkında konuşabileceğimizi düşünüyor?"


        Chu Mingyun gözlerini kıvrarak gülümsedi. "Şuna ne dersiniz; siz ve ben sırayla birbirimize sorular sorabiliriz."


        "..." Su Shiyu içini çekti. "Eğer bir diğerimiz doğruyu söylemeyecekse ne anlamı var ki?"


        "Dediğim gibi, sadece vakit geçirmek için." Chu Mingyun onun yanına giderek yavaşça, "Kişinin yalanla gerçeği ayırt edip edemeyeceği kendisine bağlıdır. Ayrıca, eğer biri yalan söylüyorsa bu onun sorudan kaçtığını kanıtlamaz mı?" dedi. Gözleri çakmak çakmak olmuş, gerçek mi sahte mi olduğu anlaşılamayan bir gülümsemeyle Su Shiyu'ya bakıyordu.


        Su Shiyu çaresizce bir kez daha içini çekti ve tünele doğru yürümek için adımlarını hızlandırdı. "Ne isterseniz sorabilirsiniz."


        Chu Mingyun onu takip etti. "Su Bey, kibar görünüyorken aslında bu kadar ketum biri olacağınızı tahmin edemezdim. Yanınızda bir hançer taşıyorsanız madem, neden hiç kimsenin sizin dövüş sanatlarını bildiğinizden bahsettiğini duymadım?"


        Fasulye tanesi büyüklüğündeki alev, ayaklarının altındaki toprağın sadece küçük bir parçasını aydınlatıyordu. Dar tünelde sadece kısık sesleri yankılanıyordu. Birbirlerine çok yakınlardı, Su Shiyu arkasındaki kişinin sıcak nefesini neredeyse kulaklarında hissediyordu. Konuşmadan önce rahatsız olarak başını başka yöne çevirdi. "Düşündüğünüz kadar karmaşık değil, sadece yıllar içinde edindiğim bir alışkanlık."


        "On beş yaşındayken babama bir seferde eşlik etmiştim." dedi Su Shiyu.


        Chu Mingyun şaşkınlıkla onun yüzünün yanına baktı. Su Shiyu'nun yüzünde bir nostalji parıltısı var gibiydi ama bundan daha fazlası kelimelere dökülmesi zor karmaşık duygulardı. Tünel son derece karanlıktı, yüzündeki ifade bir anda kayboldu. Arkasındaki gerçeği görmek için zaman yoktu.


        Su Shiyu usulca devam etti: "Ondan sonra insanlarla kavgaya girmemi kesinlikle yasakladı, sivil bir memur olmamı istedi. O zamanlar Changan şimdiki gibi değildi, zaman zaman kaos oluyordu ve ben o zamanlar genç ve fevriydim, bu yüzden beni kavgalardan uzak tutmak zordu. Bu nedenle babam beni zapt etmek daha kolay olacağı için beyaz giymemi emretti. Her yakalandığımda atalar salonuna gidip diz çökmek zorunda kalıyordum. Diz çöktüm ve diz çöktüm. Artık öğrenmesine izin vermemek için izleri gizlemek adına hançeri saklamayı öğrendim, böylece birçok kez cezadan kurtuldum."


        "Bu gerçekten şaşırtıcı." Chu Mingyun, Su Shiyu'nun ateşin ışığıyla aydınlanan yüzüne baktı. "Gençken gerçekten şimdikinden çok daha sevimliymişsiniz."


        Su Shiyu bu değerlendirmeye yorum yapmadan gülümsedi.


        "Babanız kavga etmenizi neden yasakladı?" diye sordu.


        Su Shiyu ona baktı ve gülümseyerek, "Bu ikinci soru." dedi.


        Chu Mingyun kayıtsız bir tavırla elini kaldırarak bir davet jesti yaptı. Su Shiyu bakışlarını ifadesizce geri çekerek konuştu: "Hep merak etmişimdir; Chu Bey’in serveti ve mevkisi bu durumdayken, neden ailenizi sizinle birlikte yaşaması için çağırmadınız?"


        Chu Mingyun'un yüzü aniden değişti. Bakışları bir bıçak gibi Su Shiyu'nun yüzünü kesti. Su Shiyu'nun kayıtsız ifadesini görünce gözlerini kaçırdı. Hafifçe, "Ben ustam tarafından alınmış bir yetimim. Aile bende ne gezer?” dedi.


        Su Shiyu başını salladı ve sadece "Affınızı dilerim." dedi.


        Chu Mingyun ile ilk tanıştığı anı hâlâ hatırlıyordu. Başkentte, Daxia ve Hunlar arasındaki savaş sırasında, kökeni bilinmeyen bir gencin girdiği her savaşı kazandığı ve yürürken zafer kazandığı başkentte yaygın bir söylentiydi. Üç eyalet geri alınmış ve yabancılar yüzlerce mil geri sürülmüştü. Büyük salonda, bu genç gururlu bir duruşla içeri girmiş, yüzlerce saray mensubunun meraklı bakışlarının üzerine düşmesine izin vermişti. Yüzünde durgun bir gülümseme olmasına karşın kimse bakmadığında soğuk ve entrikacı bir görünüm sergiliyordu.


        O sırada Su Shiyu'nun babası hala hayattaydı. Büyük general Su Jue uzun bir süre Chu Mingyun'a baktıktan sonra Su Shiyu'ya, "Bu sıradan biri değil," demişti.


        Su Shiyu derin düşüncelere dalmıştı. Toplantı dağıldıktan sonra insanlara Chu Mingyun'un geçmişini araştırmalarını emretmişti. Ancak birkaç yıl sonra bir şeyler öğrenmeyi başarmıştı:


        Liangzhou'daki Chu Ailesi çok çeşitli kahramanlara ve kadın kahramanlara sahip, zengin, güçlü ve aynı zamanda prestijli bir aileydi. Hunlar güneyde sayısız şehri katlederken Chu Ailesi elbette ki bu kaderden kaçamadı. Ne var ki Chu Mingyun'un nasıl hayatta kaldığı bilinmiyordu. Bazı insanlar dondurucu bir kış gecesinde münzevi kılıç azizinin kapısının önünde diz çökmüş kanla kaplı bir genç gördüklerini söylüyorlardı. Yüz hatları bugünkü gururlu ve dizginsiz Başkomutan Chu’nunkine çok benziyordu.


        Görünüşe göre Chu Mingyun bu sorudan hiç hoşlanmamıştı.


        "Sıra bende, yine aynı soru: Babanız kavga etmenizi neden yasakladı?" dedi Chu Mingyun.


        Su Shiyu dikkatini toplayarak birbirlerinin yüzlerini net bir şekilde görebilmeleri için lambayı hafifçe kaldırdı. Ardından usulca gülümseyerek, "Muhtemelen... benim insan öldürme tarzımdan pek hoşlanmıyordu." dedi.


        Chu Mingyun şaşırdı. Sözlerinin anlamını dikkatlice kavramaya vakit bulamadan Su Shiyu'nun "Geldik." dediğini duydu.


        Yürümeyi bıraktılar. Su Shiyu dönüp Chu Mingyun'a baktı, lambayı ona uzattı ve ellerini taş kapının üzerine bastırarak yavaşça açtı. Taşların takırtı sesi yankılandı, parlak ışık bir çizgi halinde içeri girdi ve sonra genişleyen yarıkla birlikte içeri aktı. Parlaklığa alışmak için gözlerini bir anlığına kapatmaktan kendilerini alamadılar.


        Gözlerini açtıklarında görüşleri çoktan netleşmişti. Basit ve eski bir oda, pavlonya ahşabından raflar, sarı parşömenler ve yeşil lambalar… Burası aslında bir çalışma odasıydı. Chu Mingyun ve Su Shiyu dışarı çıktılar. Arkalarına baktıklarında taş kapının arkasının tam olarak bir dizi kitap rafıyla saklanmış olduğunu gördüler. Bir kez kapandığında geriye tek bir iz bile kalmayacaktı.


        "...Dışarı çıkmak gerçekten çok kolaymış." Chu Mingyun, Su Shiyu'ya gülümseyerek omzunun üzerinden bakmadan önce etrafı incelemekle vakit geçirdi. "Gidelim, Song Hen'i bulup güzel bir sohbet edelim."


        Çalışma odasından çıkıp uzun koridorda yürüyerek avluya ulaştılar. Ay gökyüzünün ortasındaydı. Müzik sesi çoktan kesilmişti. Uzun zamandır hapishanede oradan oraya savruluyorlardı. Yukarıdaki ziyafet çoktan dağılmıştı. Hizmetçiler başlarını öne eğmiş tabak ve bardakları topluyorlardı, ayak sesleri aceleyle gelip gidiyordu.


        Su Shiyu birini durdurdu ve gülümseyerek sordu: "Hanımefendi, efendinizin şu anda nerede olduğunu sorabilir miyim?"


        Hizmetçi kız gençti. Korkudan titreyerek Su Shiyu'ya baktı ve telaşla başını salladı. “Bendeniz bilmiyor."


        "Peki bu ziyafet ne zaman sona erdi?"


        Hizmetçi kız daha da titredi. "Sadece on beş dakika kadar önce." Neredeyse yalvarırcasına, "Bendeniz sadece ayak işlerine bakan bir çocuk, lütfen beyefendi bana daha fazla sormayın.” dedi.


        Su Shiyu bakışlarını çekerek onu bıraktı. Sonra dönüp Chu Mingyun'a baktı. Chu Mingyun başını sağ tarafa doğru eğdi. "Bu taraftan gelen bazı sesler duydum."


        Sağ tarafta küçük bir orman vardı. Çiçekler ve ağaçlar eşit aralıklarla dizilmiş, ağaçların gölgeleri iç içe geçmiş ve ay gardenya çiçeklerinin üzerinde parlıyordu. Orada birinin olduğuna şüphe yoktu.


        "Bu dal mı? Yoksa bu dal mı?" Tan Jing gardenyayı işaret edip sormak için arkasını döndüğünde arkasındaki ince ipekten etek giymiş kadın ona gülümseyerek bakarken cevap vermedi. Yine de bir şey duymuş gibi başını salladı. "O zaman istediğin olsun." Kusursuz bir beyaz gardenya dalını kırıp kadının eline tutuşturdu.


        Bayındırlık Nazırı Tan Jing elbisesinin üzerinde uçuşan tozları silkeledi. Gözlerini kaldırdığında kendisine doğru yürüyen iki adamı gördü ve şaşkınlıkla çabucak selam verdi: "Chu Bey, Su Bey."


        Chu Mingyun ve Su Shiyu henüz yaklaşmamışken kadın Tan Jing'in arkasına çekildi hemen. Zarif yüzünün sadece küçük bir yarısını göstererek çekingen bir ifadeyle onlara bakıyordu. Tan Jing arkasını dönüp kadının elini tutarak yumuşak bir sesle "A-Xiu, korkma." dedi.


        A-Xiu Tan Jing'in elini kavradı ve gelenlerin gözlerine bakmaya cesaret edemeyerek başını eğdi.


        Tan Jing onlardan özür diler. "Karım yabancılardan çekinir. Lütfen alınmayın."


        "Zararı yok." Su Shiyu gülümsedi.


        "Song Heng nerede?" Chu Mingyun doğrudan konuya girdi.


        "Bu aciz memur bilmiyor." Tan Jing başını salladı. "Belki de acil bir işi çıkmıştır. Az önce bir hizmetçi Bilge Song'a bir şey bildirmek için geldi. Biraz telaşlı görünüyordu. Bizden özür diledikten sonra ziyafeti sonlandırdı. Karım pek sık dışarı çıkmaz, burayı tuhaf ve ilginç bulduğu için dolaşmak için ondan izin istedim. Aceleyle kabul ederek ayrıldı." Bir süre düşündükten sonra elini kaldırıp bir yeri işaret etti. "Şu yöne doğru gitti. Eğer beyefendilerin onu bulması gerekiyorsa gidip bir göz atabilirler."


        Tan Jing'in işaret ettiği yer tam olarak çalışma odasının bulunduğu yerdi, ancak Chu Mingyun ve Su Shiyu dışarı çıktığında ortalıkta kimsecikler yoktu.


        Chu Mingyun dudaklarının kenarını kıvırarak gülümsedi. "Gerek yok. Sadece ona bir selam vermek istemiştik. Önemli bir şey yok." Dönüp Su Shiyu'ya baktı. "Ne yazık. Görünüşe göre bu gece onu göremeyeceğiz."


        Su Shiyu hiçbir şey söylemeden gülümsedi.


        Song Heng çoktan gittiğinden onlar da Tan Jing'e veda edip ayrıldı. Konağın dışında gece karanlıktı, ışıklar seyrekti. Geriye kalan tek şey bekleyen birkaç at arabasıydı.


        "Chu Mingyun." Su Shiyu aniden arkasından seslendi.


        Chu Mingyun bu ses karşısında durdu, başını hafifçe çevirerek ona baktı, gözlerinin kenarları ışıkla aydınlanmıştı. "Hm?" diye fısıldadı.


        Su Shiyu nadir görülen bir şekilde tereddüt etti. Bakışları onun tarafına düştü. Sesi sakin ve pürüzsüzdü. "Sonuçta, beni bir kez kurtardınız... Gelecekte bir daha böyle davranmayın. Su-mou kendine bakamayacak kadar kötü değil."


[某 -mou: Kişinin kendi adı yerine kullanılır. Ben demenin bir başka yolu.]


        Chu Mingyun uzun bir "oh" çekti, duyguları anlaşılmazdı. Bilmiş bir sırıtışla, "Bana öyle geliyor ki benim gibi birine teşekkür etmek Su Bey gibi saygın bir adam için gerçekten çok zor." dedi.


        Su Shiyu bir an sessiz kaldı. "Su-mou minnettar, gelecekte ülke meseleleri dışında yardıma ihtiyacınız olursa size elbette yardımcı olacağım."


        Ağır ışıklar ve gölgeler arasında kaşları soğuklukla boyanmış Chu Mingyun elini kaldırarak omzundaki yaraya bastırdı. Aniden döndü ve gülümsedi. "Şimdi sırası. Geleceği beklememiz gerektiğini sanmıyorum."


        Kendi yüzüne dokunarak kocaman gülümsedi. "Bana bir öpücük verin, birbirimize borcumuz kalmasın."


        "..." Su Shiyu kaşlarını hafifçe çattı ve hiçbir hareket yapmadan ona baktı.


        Chu Mingyun derin bir nefes aldı. Omzunu tuttu. Acınası bir yüz ifadesi takınırken bakışlarını indirdi. "Uff, yaram nasıl da acıyor."


        "...Chu Bey."


        "Sanırım kemiklerim bile yaralandı, ahh, bu gerçekten..."


        "...Chu Mingyun." Su Shiyu onun sözünü kesti.


        Chu Mingyun ona bakmak için gözlerini kaldırdı. Sonunda ifadesini daha fazla kontrol edemeyerek kahkaha attı. Omuzlarının titremesini dizginleyerek elini salladı. "Peki, oynamayı bırakacağım." Bir süre durakladıktan ve kahkahasını yatıştırdıktan sonra, "Karşılığında bana gülümseyin. Ama istediğim şey bütün gün takındığınız o sahte gülümseme değil. Tıpkı..." Nasıl tarif edeceğini düşündü. "Tıpkı daha önce Du Yue'nin aptallığına güldüğünüz zamanki gibi, gerçek bir gülümseme, zor değil ya?"


        "...Onun aptallığına hiç gülmedim." Su Shiyu lafını düzeltti. Chu Mingyun'a baktı ve beklenmedik bir şekilde karşı tarafın ifadesinin aslında oldukça ciddi olduğunu gördü.


        Su Shiyu birkaç adımlık mesafeden Chu Mingyun'a uzun süre baktı,  gözlerinin yumuşak kıvrımları ve çaresizlik ifadesi onu son derece narin gösteriyordu. Dudaklarının köşelerini yavaşça kıvırdı, göz bebekleri sıcacık bir ifade gösterdi.


        Chu Mingyun bir an şaşkınlık yaşadı. Karşısındakinin arkasından gelen lambanın ışığı gecenin içinden avucuna düştü, sanki bir parça sıcaklık getirmiş gibiydi.


        "Görünüşe göre daha önce düşündüğüm gibi değilsiniz." dedi Su Shiyu.


        Chu Mingyun onun sözleri karşısında kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Bu pek de iltifat gibi gelmiyor."


        "Öyle mi?" Su Shiyu gülümseyerek yan tarafta bekleyen arabaya baktı. "Vakit çok geç oldu, Su-mou müsaadesini istiyor."


***




        Arabanın yanında Qin Zhao uzun süredir ayakta bekliyordu. Chu Mingyun'un yaklaştığını görür görmez onu selamladı. "Ne oldu?"


        Chu Mingyun ona geceki macerayı kısaca anlattı. Qin Zhao uzun süre suskun kaldı, ifadesiz yüzü karmaşık duygularını belli etmemek için elinden geleni yaptı. Sadece, "Abi, omzundan mı yoksa başından mı yaralandın?" diye sordu.


        Chu Mingyun yumuşak mindere yaslandı ve ona boş bir bakışla karşılık verdi.


        "Ona karşı hissettiklerin konusunda ciddi misin?" Qin Zhao ısrar ediyordu.


        "Bu mümkün olabilir mi?" Chu Mingyun alaycı bir gülümseme takınarak ona bakmak için pozisyonunu ayarladı. "Su Shiyu'nun ne tür bir insan olduğunu düşünüyorsun? Bana bir iyilik yapmaktan bahsetmesi bile bir sınavdan ibaret. Gardını düşürmesi için bir ok yemem gerekti. Bunu böyle boşa harcayamam."


        "Peki bu isteğin sonucunda ne elde ettin?" diye sordu Qin Zhao.


        Chu Mingyun arabanın penceresinden gecenin soluk renklerine baktı. Usulca, "Gülümsediğinde gerçekten yakışıklı olduğunu fark ettim." dedi.


        "..."


Sonraki Bölüm



        Yazar Notu:



        Su Shiyu: Seni umursamak istemiyorum = =



        Chu Mingyun: Heh →_→