Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 14: "Aptalın önde gideni."

        Nihai rapor sunulduğunda Su Shiyu ne Chu Mingyun'dan ne de Huainan Valisi’nden bahsetti.

        Huainan Valisi derebeyleri arasında inanılmaz derecede güçlü biriydi. Jiangnan müreffeh bir yerdi ve derebeylikler içindeki ihtişamı ile savurganlığı kraliyet ailesininkinden aşağı değildi. Emrindeki mükemmel askerlerle otoriter ve kibirliydi. Tan Jing'in sözleri doğru ya da yalan olsun, sadece Tan Jing'e dayanarak alaşağı etmek mümkün değildi. Şimdi yılanı korkutmak yerine önce tüm resmi yavaşça ortaya çıkarmak daha iyiydi.


        Ancak Li Yanzhen, Su Shiyu'ya saraydan çıktığında imparatorluğun çalışma odasına gitmesini emretti.


        Oraya vardığında Chu Mingyun da şaşırtıcı bir şekilde içerideydi. Az önce bir haritanın kopyasını uzatmış, sonra onu görünce gülümsemişti. Su Shiyu onun bakışlarını sakince karşıladı, başını sallayarak onu selamladı.


        "Raporu okudum. Tan Jing'e verilen ceza biraz fazla ağır değil mi?" diye sordu Li Yanzhen.


        "Yasalara göre ailesinin kellesinin vurulması ve mallarına el konulmasının yanı sıra tüm akrabalarının rütbeleri de sıradan vatandaş seviyesine indirilecek ve üç nesil boyunca saraya hizmet etmeleri yasaklanacak. Bendeniz zaten bütün koşulları göz önünde bulundurdu." diye cevap verdi Su Shiyu.


        "Tan Jing ve karısının meselesini bugünlerde ben de duydum. Aşkları bu kadar derin olduğuna göre neden rütbelerini düşürüp onları sürgüne göndermiyorsun? Hayatlarına devam etsinler." dedi Li Yanzhen.


        "Tan Jing ciddi bir suç işledi. Göstermelik bir muamele gelecek nesilleri caydırmak için nasıl yeterli olabilir?" Su Shiyu gözlerini ona doğru kaldırdı.


        "O nihayetinde zavallı bir adam." Li Yanzhen iç çekti.


        "Tan Jing'in elleri altında masumca ölen sivillerden hangisi zavallı bir adam değil ki?" dedi Su Shiyu sakince. "Hikaye ne kadar dokunaklı olursa olsun, sonuçta bu yanlış. Teftiş Ofisi, her biri kendi acısı ve sebepleri olan sayısız mahkumu yargıladı. Eğer hepsi acınacak haldeyse caydırıcı olan ne olurdu, ülke nasıl güvence altına alınabilirdi?"


        Li Yanzhen çaresizce, "...Sevgili tebaam Su hâlâ çok inatçı ah." dedi.


        "Majesteleri." dedi Su Shiyu. "Suçlular adına merhamet mi dileniyorsunuz?"


        "...Katlanamadığım tek tarafın bu." Li Yanzhen'in nutku tutulmuştu. Gözlerini ondan kaçırarak ona bakmayı kesti. Bakışları itaatkâr bir şekilde yan tarafta duran ve her zaman ilgisiz görünen Chu Mingyun'un üzerine düştü. "Doğru, sevgili tebaam Chu, sen ne düşünüyorsun?"


        Chu Mingyun, Li Yanzhen'in bakışlarına aldırmadan eğilerek, "Bendeniz Su Bey’in söylediklerine katılıyor." dedi.


        Su Shiyu şaşkınlıkla ona baktı.


        Chu Mingyun kayıtsızca devam etti. "Yasanın saygınlığı uygulanmasında yatar."



        Ve böylece Tan Jing'in davası karara bağlandı. Ertesi gün sokaklarda dolaştırıldı ve şehrin batısında başı kesildi.


        Tan Jing infaz alanında diz çökmüş, gözlerini kaldırmış ve etrafına bakmıştı. Işığın dökülmesi tam kıvamındaydı, her şey güzelleşiyordu. Platformun altındaki sıradan insanların öfkeli yüzlerini taramış ve aniden kalbinin huzur bulduğunu hissetmişti. Etrafındaki gürültü, belirsiz sesler, rüzgârın taşıdığı küfürler yanından geçip gidiyor ama o hiçbir şey duymuyordu. Dönüşü olmayan bu yola ayak bastığında bugünü çoktan düşünmüştü.


        Başını öne eğmiş, on yıl öncesini, hâlâ yoksulluk içinde olduğu zamanları düşünmüştü. Sonunda resmi cübbesini giydiği zamanı, şarap içerken arkadaşlarıyla sohbet ettiği ve muhabbet ettiği zamanları hatırlamıştı. Hırsla dolup taşan kendisini... nilüfer gölünün kenarında kendisine parlayan gözleriyle, sevgiyle bakan kadını düşünmüştü.


        "A-Xiu." Yumruklarını sıkmıştı bilinçsizce. Uzun zamandır kısık olan sesiyle mırıldanmıştı: "...Korkma."


        Seni yalnız başına bırakacağım sadece, korkma.


        Şu anda akıl sağlığın bu haldeyken kesinlikle birkaç gün geçmeden unutabilirsin beni.


        Korkma.



        Malikânede hizmetçi, Tan Jing'in son iki gündür bilinci kapalı olan karısına rehberlik etti. Masanın her tarafı zengin yemeklerle donatılmıştı. Hizmetçi onun önüne bir kase çorba koydu. "Hanımefendi, hadi yiyin."


        A-Xiu sadece karşısındaki boş koltuğa baktı ve başını hizmetçi kıza çevirdi. "A-Jing?"


        "Size daha önce söylemedim mi, efendimiz artık gelmeyecek, bu yüzden hanımefendi kendi başına yiyecek." dedi hizmetçi kız.


        "A-Jing..." A-Xiu boş koltuğa dalgın dalgın baktı.


        Hizmetçi çorba kasesini önüne doğru itti. Ona baktı ve "Hanımefendi efendimizi görmek istiyorsa hemen bunu içmeli" dedi.


        Kadın onu duymuşa benzemiyordu. Tekrar tekrar 'A-Jing' diye mırıldanıyordu.


        Hizmetçi dışarıdaki gökyüzüne baktı ve içinden saati hesapladı. Biraz gergin hissetmekten kendini alamadı. Dönüp inatla kıpırdamayı reddeden aptala baktı ve bir eliyle omzuna bastırdı, bir eliyle de kaseyi aldı.


        "A-Jing, A-Jing..." Aptal, kızın yüzüne baktı ve aniden uzanıp kızın kolunu kavradı. Hizmetçi kız onun dalgın gözlerindeki hüznü görünce bir anlığına donakaldı. A-Xiu onu bırakarak kendi göğsünü tuttu. Gergin bir şekilde derin iki nefes aldı. Bir kez daha başını kaldırdığında parlak gözleri yaşlarla doldu, damlalar yavaş yavaş yoğunlaşarak yanaklarından aşağı kaydı. "A-Jing..."


        "...A-Jing, A-Jing!" Tan Jing'in adını tekrar tekrar söylerken boğulacak gibi hıçkırıyordu. Duyguları gittikçe daha dengesiz bir hal alıyordu.


        Hizmetçi biraz sabırsızlanmasına rağmen dişlerini sıkarak nazikçe konuştu: "Hanımefendi efendimizi mi görmek istiyor?"


        A-Xiu'nun vücudu titremekten kendini alamadı. Hizmetçi kıza baktı. Hizmetçi kaseyi onun eline tutuşturdu. "Bunu için. İçerseniz onu görebilirsiniz."


        A-Xiu bakışlarını yavaşça elinde tuttuğu kaseye kaydırdı, dudakları titredi, gözyaşları çorbanın içine düştü.



        "Öğle oldu!" İnfazı denetleyen memur bağırdı. "İnfaz edin!" 


        Elini sallayarak emri verdi, parıldayan giyotin düştü, ceset ağır bir şekilde yere yığıldı, kıpkırmızı kan kahverengi ahşabın üzerine yayılarak toz toprağa karıştı.



        Su Shiyu gökyüzüne diktiği gözlerini çevirerek kendisine doğru koşan Du Yue'ye baktı.


        Du Yue aniden önünde durdu. Nefes nefese, "Kuzen…” dedi, “beni mi arıyordun?" 


        "Hm." dedi Su Shiyu, perdeyi kaldırıp arabaya bindi. Du Yue içeri girdikten sonra Su Shiyu devam etti: "Sana ihtiyacı olan bir hasta var. Bugün benimle Tan Jing'in malikanesine gidip önce durumuna bak, sonra da teşhisini koymak için evime gel."


        "Tan Jing mi?" Du Yue bir süre düşündü. "Bugün idam edilen kişi mi?"


        "Evet."


        "Kuzen, mallarına bizzat mı el koyacaksın?" Du Yue ona hayranlıkla baktı. "Qin Zhao'nun bütün gün meşgul olduğunu ve oynamak için seni bulmama izin vermediğini söylemesine şaşmamalı."


        "Bugün biraz boş vaktim var." Su Shiyu bir an düşündü ve ekledi: "Diğer günlerde de çok meşgul değilim. Ne zaman istersen gelebilirsin; onu dinlemene gerek yok."


        Arabanın oraya varması uzun sürmedi. Yetkililer ve askerler çoktan burayı kuşatmıştı. Su Shiyu arabadan iner inmez, Tan Jing'in mallarına el koymakla görevli Ceza Nazırlığı memuru onu panik içinde karşıladı.


        "Neler oluyor?"


        "Şey..." Memur alnındaki teri sildi. "Tan Jing'in karısı öldü."


        Oda boştu, kadın masanın üzerine yatmıştı, dudaklarından kıpkırmızı bir kan sızıyordu, bedeni çoktan soğumuştu.


        Su Shiyu'nun yüzü hafifçe durgunlaştı. Tek kelime etmeden odayı inceledi. Memur her şeyin onlar gelmeden önce gerçekleştiğini söyleyerek kendini açıklamaya çalışıyordu.


        Du Yue kaşlarının arasını çimdiklerken bir daire çizerek yürüdü. Sonunda gözleri A-Xiu'nun elinin yanındaki boş kaseye takılır. İlerledi ve parmak uçlarıyla çorbadan arta kalanları biraz daldırıp kokladı. Birden gözleri parladı. Tam Su Shiyu’ya seslenmek üzereyken gözlerinin A-Xiu'nun yüzüne kaymasıyla durakladı. Du Yue daha yakına eğilerek dikkatle inceledi.


        Yüzü yeşilimsi beyaz ve solgundu, belli belirsiz bir grilik vardı. Masanın üzerinde duran eli o kadar zayıftı ki kemikleri sayılıyordu.


        "Kuzen." Du Yue daha yakına eğildi.


        "Zehirlenmiş mi?" diye sordu Su Shiyu.


        Du Yue başını salladı ve "Kuzen, her zaman aldığı ilaçların nerede saklandığını sorabilir misin, bir göz atmak istiyorum." diye ekledi.


        Malikânedeki hizmetçi onları ecza dolabına götürdü. Ahşap dolap porselen şişelerle doluydu ama hepsi boştu. Du Yue teker teker açıp baktı. Sonunda köşedeki şişenin içindeki küçük siyah toz kırıntılarını döktü. Bir süre dikkatle inceledi, yüzü yavaş yavaş kasvetli bir renk aldı.


        "İlaçta bir sorun mu var?" diye sordu Su Shiyu.


        Du Yue karmakarışık bir yüz ifadesiyle ona bakarken Su Shiyu arkasına döndü ve önce arkasından gelenlere geri çekilmelerini emredip devam etti: "Bildiğin herhangi bir şey varsa söyle."


        "Bu şey... ilaç olarak kabul ediliyor ama eğer şişenin tamamı bununla doluysa bir kısmı zehir olur."


        "..." Su Shiyu onun ne demek istediğini anlamaya çalıştı.


        "Ay, bu aslında haşhaş. Burada bundan pek bulunmaz. Ben de sadece birkaç kez ustanın evinde görmüştüm. Özellikle pahalı olduğunu duydum!" dedi Du Yue. "Beş taş tozuna biraz benziyor. Çok fazla alınması insanı zihinsel trans haline getirir ve bağımlı olur. Kişi mahrum bırakılırlarsa kontrolünü kaybedip deliliğe bile sürüklenebilir. Hanımefendinin durumunu anlatmana bakılırsa sanırım bu kalıcı bir hastalıktan değil, bundan kaynaklanıyor."


        Su Shiyu'nun gözleri derinleşti ve yavaşça, "Yani kalıcı bir hastalığı yoktu, birisi onun delirterek kendini ifade edememesini kullandı ve zehri ilaç olarak tanımlayıp Tan Jing'i kullandı, öyle mi?" diye sordu.


        "Ha?" Du Yue başını kaşıdı. "O kadar çok düşünmedim. Ama sen öyle diyorsan kuzen, o zaman öyle olmalı."


        "Bahsettiğin bu haşhaş Huainan'da yetiştirilebilir mi?" diye sordu Su Shiyu.


        "Güneyde pek çok zehir var. Bu şey ta en başında orada ortaya çıkmıştır."


        Su Shiyu bunu duyduktan sonra uzun bir süre sessiz kaldı. Tan Jing'in hapishanede karısından bahsederkenki halini hatırlayınca aniden alçak sesle güldü ve hafifçe iç çekti.


        “Aptalın önde gideni.”



        Tosbağa Notu:

        Beş taş tozu, zincifre, realgar, şap, azurit taşı, manyetit gibi taşların kullanıldığı bir tür ilaç (zehir).