Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 29: Öyle olsun, bu gece kalkmayı aklınızdan geçirmeyin.

 

Salonda sadece Chu Mingyun ve Su Shiyu kalmıştı. Maltızdaki kömür yanarken ufak çıtırtılar çıkarıyordu. Kuzey rüzgarı salonun dışında hafifçe uğulduyor ve yoğun kar bir telaş içinde yağıyor, biriken kar gecenin karanlığında parlak beyaz ay ışığını yansıtıyordu. Başkomutan konağı baştan aşağı o kadar sessizleşmişti ki tek bir çıt bile duyulmuyordu.


   "Kendi konağımın halihazırda olabildiğince ıssız olduğunu düşünmüştüm. Sizin evinizin de bu denli kimsesiz olacağı gelmemişti aklıma." dedi Su Shiyu aniden.


   "Ben hiçbir zaman bayram kutlayan biri olmadım." Chu Mingyun alçak sesle güldü ve kayıtsızca şöyle dedi: "Bana hizmet edecek insanlara ihtiyacım olmadığından tüm hizmetkârların gitmesine izin verdim. Benim bir ailem yoksa da ailesi olanların bir araya gelmesine mani olmaya ne gerek var?"


   Su Shiyu bir şey söylemeden başını salladı ve elindeki soyulmuş mandalinayı ona uzattı.


   Chu Mingyun bunu görünce kaşlarını kaldırarak güldü. Almak için uzanmadı. Su Shiyu'ya bakarak, "Su Bey, beni üç yaşında bir çocuk olarak mı görüyorsunuz? Bir mandalina gönlümü yapmaya yetebilir mi?" dedi.


   "..." Su Shiyu gözlerini diğer elindeki yarı soyulmuş mandalinaya indirdi ve onu da uzattı.


   Chu Mingyun'un gülümsemesi genişledi. Kaşlarını çatarak, "İki tane olursa olur mu sanıyorsunuz yoksa?” dedi.


   "Yemek istemiyorsanız sorun değil." Su Shiyu ellerini geri çekti.


   "Yemeyeceğimi kim söyledi?" Chu Mingyun bir anda onun elini tuttu. Su Shiyu sessizce güldü. Her nasılsa elini geri çekmedi.


   Salonun dışındaki rüzgar yavaş yavaş azaldı. Kar sessizce yağıyordu. Saçaklardaki çanların, saçaklardan düşüveren buzun keskin seslerine karışan usul usul çınlamaları duyulabiliyordu.


   Chu Mingyun mandalinanın bir parçasını kopardı. Aniden aklına gelmesiyle, "Bu arada," dedi, "majesteleriyle birlikte yılbaşı arifesinde Doğu Sarayı'na kapatılmanızdan bahsetmiştiniz. O gün ne olmuştu?"


   "Bahsetmeye değecek bir şey değil." Su Shiyu usulca iç çekti.


   "Su Bey’in bu şekilde konuşması dinlemeye daha da değer olduğunu düşündürüyor bana."


   "..." Su Shiyu ona bir baktı. "Majesteleri her zaman başkalarına kolaylıkla güvenmiştir. Henüz veliaht prens iken yanlışlıkla kişisel hizmetkârlardan birinin önünde söylememesi gereken bir şey söyleyerek birilerine fırsat sunmuştu. Merhum imparator, yılbaşı gecesi ziyafete katılmasını yasaklayarak onu Doğu Sarayı'na kapatmakla cezalandırdı ve ben de onun refakatçisi olarak gece boyunca onun yerine kitap kopyaladım. Hepsi bu."


   Chu Mingyun sempatisini göstermek için ona bir mandalina uzatmaktan kendini alamadı.


   Su Shiyu onun gözlerinin içine bakarak güldü. Bir an durakladıktan sonra, "Bu arada, sizinle konuşmak için daha önce uygun bir fırsatını bulamadığım bir mesele var." dedi. 


   "Hm?"


   "Amcamın davasının kararını görmüşsünüzdür."


   "Huainan Valisi’nin davayla ilgisinin gizlenmesinden mi bahsediyorsunuz?" diye sordu Chu Mingyun. "Ne yapmaya çalıştığınızı az çok tahmin edebiliyorum.”


   Su Shiyu başını çevirip şaşkınlıkla ona baktı. "Tahmin edebiliyor musunuz?"


   "Su Bey." diye iç çekti Chu Mingyun. "En azından yarım yıldır peşinizdeyim sizin. Hakkınızda az çok bir anlayış geliştirmiş olamaz mıyım?"


   "Az çok bir anlayış derken?"


   "Doğru. Ele aldığınız yöntemleri az çok tahmin edebiliyorum. Yine de…" Chu Mingyun ağırlığını tek eliyle destekleyerek eğilip yaklaştı. Saf beyaz parmak uçları cübbesinin beyaz yakalarına düştü. Su Shiyu'nun kalbinin üzerine hafifçe vurarak alçak sesle, "Burada neler döndüğünü tahmin edemiyorum." dedi.


   Su Shiyu'nun bedeni hafifçe geriye doğru kaydıysa da kaçmadı. Gözlerini kısarak ona baktı. "Chu Bey neyi bilmek istiyor?" diye sordu.


   Chu Mingyun alçak sesle güldü ve yavaşça, "Bilmek istediğim çok şey var. Örneğin benim hakkımda ne düşündüğünüz. Bir de…" Gözlerini yavaşça kaldırdı ve Su Shiyu'yla göz göze geldi. "Bu gece buraya gelişinizdeki sebep."


   Konuştuğu gibi parmakları yakasında birkaç daire çizdi. Kalbinin üzerinden ne yumuşak ne de ağır bir güç geçti. Hareketleri belirsizleşecek kadar yavaşlamıştı. Su Shiyu elini bastırdı ve yumuşak bir kahkaha attı. "Sebebi gerçekten bu kadar önemli mi?" 


   "Tabii ki önemli." Chu Mingyun'un kaşları gülümsemesiyle kıvrıldı. "Qin Zhao sizin Du Yue için geldiğinize inanıyor ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Ama öyle değilse eğer, benim için mi geldiniz yoksa?"


   "Chu Bey’in doğası gereği doğrudan ikinci sebebi seçeceğini sanırdım."


   Chu Mingyun onun elini tutarak gözlerinin içine baktı. "Cevap verin bana."


   Ama nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Sonuçta neden aniden tek başına gelme kararı aldığını kendisi bile anlamıyordu. Aslında bu dünyada her şeyin bir sebebi olacak değildi. Çoğu şey bir anlık hevesle ortaya çıkıyordu ama bunu söylese de Chu Mingyun muhtemelen buna inanmazdı.


   Su Shiyu bir süre düşündü. Elini geri çekip kibarca gülümsedi. "Tam olarak sizin için."


   Bu beklenmedik cevap karşısında Chu Mingyun biraz afalladı.


   Kömür ateşinin sıcak parıltısı gözlerindeki gülüşü ışıtırken Su Shiyu ona bir soru yöneltti: "Chu Bey, majestelerinin huzurunda beni davet edenin siz olduğunuzu unuttunuz mu yoksa?"


   Chu Mingyun'un aklı başına geldi. Kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Elbette hatırlıyorum. Bu yüzden sordum ya Su Bey’in gece kendini yalnız hissedip beni görmeye gelip gelmediğini?"


   Bu sözlerin ardında biraz belirsiz bir anlam vardı. Su Shiyu bakışlarını kaydırarak konuşmanın yönünü zamanında kurtardı. "Her neyse, bunu majesteleriyle çoktan görüştüm ve sabah divanları tekrar başladıktan sonra vasalları gezerken Huainan Valisi’ni tutuklamaya karar verdim. Bu gerçekleştiğinde eski davayı tekrar gündeme getireceğiz."


   "Aşağı yukarı tahmin ettiğim gibi. Ya bunun benimle ne ilgisi var?"


   "Amcamın davasının kapatılması Huainan Valisi’nin ihtiyatını ortadan kaldırmak içindi. Bazı yarım kalmış işlerin olması kaçınılmazdı. Dışarıdan bakanlar pek çok şüpheli nokta olduğunu söyleyebilir. Daha önce sizi haksız yere suçlayan kanıtlar birçok kişiyi yanılttı. Bu birkaç gündür Fufeng’de söylentiler yayılıyor. Korkarım ki halk artık gerçek suçlunun siz olduğunuza karar verdi."


   Chu Mingyun ilgisizce "Öyle olsa bile ne olmuş yani?" dedi.


   "Bu nedenle bu süre zarfında Chu Bey eleştirilerden muzdarip olacak ancak içiniz rahat olsun, Huainan Valisi’nin pusuya düşürülmesinden sonra kesinlikle size iftira atıldığını aleme açıklayacak ve masumiyetinizi iade edeceğim."


   "Bunu yapmanıza gerek yok. Diğer insanların hakkımda ne düşündüğü gerçekten umurumda değil." Chu Mingyun umursamazca güldü. "Ne de olsa göğün altındaki en cahil kesim sivil halkın ta kendisidir. Neden onlara açıklama yaparak nefesinizi boşa harcıyorsunuz?"


   Su Shiyu belli belirsiz gülümsedi. "Chu Bey’in umurunda olmasa bile sizin adınıza şüpheleri ortadan kaldırmak da benim görevlerim arasında, bunu kesinlikle yapacağım."


   Chu Mingyun başını eğerek bir süre ona baktıktan sonra aniden yumuşak bir kahkaha attı. Karşılık olarak hiçbir şey söylemedi.


   Salonun dışında kar fırtınası kimse farkına varmadan durmuştu. Aniden bir çanın güçlü sesi dalga gibi onlara doğru ilerledi; her sesi bir diğeri takip etti. Gece yarısı gelmişti. Havai fişeklerin sesi aniden parçalar halinde yankılandı, kırmızı döküntüler gökte uçuştu. Sayısız havai fişek zifiri karanlık gecede kümelendi, binlerce küçük yıldıza dönüştü. Tüm telaş gecenin ilerlemiş saatlerini hayata geçirdi.


   "Hey." Chu Mingyun'un gözleri doğrudan dışarıya baktı. "Benimle dışarı çıkıp biraz havai fişek yakmak ister misiniz?" dedi aniden.


   "Chu Bey de mi havai fişek hazırladı?" diye sordu Su Shiyu.


   "Ben değil, Du Yue biraz almış. Onları nereye sakladığını biliyorum."


   "A-Yue’nin yarın uyandığında peşinize düşmesinden korkmuyor musunuz?"


   “Sorun olmaz.” dedi Chu Mingyun ona göz kırparak. "Sadece bilmediğinizi, görmediğinizi söyleyin. Du Yue bana inanmaz ama size kesinlikle inanacaktır."


   "Peki ben neden Chu Bey’in aldatmacasına alet olayım ki?" Su Shiyu güldü.


   Chu Mingyun doğrudan Su Shiyu'yu çekerek salondan dışarı çıkmasını sağladı. "Çünkü artık siz de bir suç ortağısınız."


  

   Havai fişek yığını köşede saklıydı. Yığını getirip tek tek düzgünce dizdiler. Ancak o zaman Du Yue'nin gerçekten çok çeşitli tarzlarda, bir sürü şey aldığını fark ettiler.


   Chu Mingyun iki meşale yaktı ve dönüp nilüfer fenerine benzeyen bir havai fişeği inceleyen Su Shiyu'ya baktı. "Bu çok hızlı yanıyor, onu en sona koyun."


   "Hm, dikkat etmem gereken başka bir şey var mı?"


   Chu Mingyun bir süre düşündü. "Onları yaktıktan sonra koşup bana sıkıca sarılmayı unutmayın."


   "..." Su Shiyu biraz düşündü. "Neden?"


   "Gürültünün çok yüksek olmasından ve sizi korkutmasından endişeleniyorum."


   "...Chu Bey gerçekten de düşünceli."



   Fünyeler boyunca uzanan kıpkırmızı ışık, boğuk bir gök gürültüsünü andıran patlamanın eşliğinde parladı. Işık hüzmeleri gökyüzüne fırladı ve bu esnada büyük havai fişekler parladı. İhtişamlı lekeler yıldız yağmuru gibi yağdı. İnsan aklının alamayacağı bir güzellikti. Onların bulunduğu yer karanlık ve sessizken diğer alanlarda gökyüzü görkemliydi; havai fişeklerin sesleri sürekli bir çatırtıda birleşiyordu.


   Çocuklar sokak boyunca gülüşerek koşuşturuyorlardı. Konağın kırmızı duvarları ardından, ateş kokusunun ince dumanı arasından zayıfça bir şarkı sesi geliyordu: Çin üstünde parlıyor hilal, kiminde sevinç kiminde keder…


[Çin Üstünde Parlıyor Hilal: İç çekişmelerin acısını anlatan bir Çin halk şarkısı.]


   Kiminde sevinç kiminde keder, diye içinden geçirdi Su Shiyu ve hafifçe gülmekten kendini alamadı. Bu bayramın ortasında elbette daha da mağdur hissedecek birkaç yalnız ruh olacaktı. Başını çevirip baktığında, dikkatini vermediği bir anda diğer yalnız ruhun, avludaki erik ağacının altına çömeldiğini ve şu anda kar toplamakla meşgul olduğunu gördü.


   Su Shiyu yanına gidip çömeldi. İnce, kemikli elleriyle iki kar topağını toparlamasına baktı sessizce. Aniden güldü ve "Size nasıl yapıldığını göstereyim." dedi.


   Bunu söyler söylemez gerçekten de bir avuç kar topladı. Yuvarlak bir gövde oluşturdu, yuvarlak bir kafayı yapıştırdı ve sonra parmak uçlarıyla iki sivri kulak yaptı. Su Shiyu tam da göz olarak kullanılabilecek yapraklar ararken o sırada onu izlemek için başını eğmiş olan Chu Mingyun aniden elini uzattı. Su Shiyu şaşkınlıkla bakarken eli kafanın yanında durdu, parmağıyla bir fiske attığı gibi bir kulağı uçtu.


   "..." Su Shiyu, Chu Mingyun'a dik dik baktığında sadece onun gözlerini hilal gibi kıvıran geniş bir gülümsemeyle, heyecanla ve acımasızca diğer kulağını da uçurduğunu gördü. Öyle nizamlıydı ki Su Shiyu ne diyeceğini bilemedi bile.


   Böylece Su Shiyu hiçbir şey söylemeden yumuşak kardan bir top avuçladı, biraz baktıktan sonra gardını indirmiş Chu Mingyun'un yakasına soktu.


   Chu Mingyun'un tepkisi son derece hızlıydı, sadece bir kez dokunduğunda birkaç metre uzağa sıçramış ancak yine de koynundaki kar yüzünden titremişti. Gözlerini hafifçe kıstı, karı silkelemeyi umursamadan kaçmak üzere olan Su Shiyu'yu ustalıkla çekti. Su Shiyu dengesini sağlayamamış, onun çekişine hazırlıksız yakalanmıştı. Bir anda yere düştü. O anda düşünceleri hızla değişti; Su Shiyu dengesini sağlamak yerine aniden Chu Mingyun'un kolunu kavradı ve tek bir hareketle onu da kendisiyle yere çekti.


   Böylece ikisi de akıllarına gelmeyecek şekilde kalın kar yığınının içine gömüldü. Bu düşüşün yarattığı karmaşanın ortasında Chu Mingyun'un, Su Shiyu'nun vücudunu ezmemek için sadece elini yere dayayabileceği zamanı olmuştu. Ardından rahat bir nefes aldı. Biraz karmaşık duygularla bir şeyler söylemek üzereydi ki aşağıya baktığında Su Shiyu'nun şakacılıkla parlayan gözleriyle karşılaştı. İçine kötü bir his doğdu. 


   O anda Su Shiyu elini uzatarak yanındaki erik ağacına vurdu. Erik ağacının sallanmasıyla birlikte dallarda birikmiş olan kar, kırmızı çiçek yapraklarıyla birlikte yeri göğü titretircesine döküldü. Çiçekler ve kar Chu Mingyun'un başının ve sırtının üzerine birbiri ardına yağarak tüm vücudunu anında ürpertti.


   Chu Mingyun bir elini Su Shiyu'nun başının yanına koymuştu. Diğer eliyle başının arkasındaki karları silkeledikten sonra elinde eriyen kara bakarak, "Su Shiyu," dedi. "Bunu yapan başka biri olsaydı çoktan diri diri karın içine gömerdim onu."


   Dökülmüş karı silkelerken kırmızı bir erik yaprağı Chu Mingyun'un şakaklarından geçip aşağı doğru süzülerek Su Shiyu'nun gözlerine indi yavaşça. Erik çiçeğinin soğuk kokusu arasından biraz da sandal ağacı kokusu aldı. Görüş alanında kızıla boyalı bir köşe vardı. Chu Mingyun'un gözleri çok, çok yakındı. Kuzgun karası uzun saçları rüzgarın savurduğu karla beyaza boyanmış, zifiri karanlık gökyüzündeki havai fişekleri puslandırıyordu.


   Su Shiyu düşen erik çiçeğini aldı. Karda uzanırken sakin ve telaşsız görünüyordu. Gülümseyerek, "Eğer başka biri de sizi bu kadar acınası hale getirebilseydi korkarım Chu Bey’in kimseyi görecek yüzü kalmazdı." dedi. Elini tekrar kaldırarak Chu Mingyun'un saçlarına dağılan karı dikkatle sildi.


   Parmak uçları ilk temas ettiğinde biraz soğuktu, ancak saçların arasında ilerledikçe yavaş yavaş ısındı. Son derece hafif ve nazik hareketler kafa derisinin hafifçe karıncalanmasına neden oldu.


   Su Shiyu, Chu Mingyun'un bunu derinlemesine düşünmesini beklemeden elini geri çekti. "Pekâlâ, kalkalım."


   "Sırf kalkmak istiyorsunuz diye kalkabilecek misiniz?" Chu Mingyun güldü, gözleri hafifçe kısıldı. "Hadi, güzel bir şey söyleyin bana."


   Su Shiyu bir süre düşündükten sonra, "Beni kardan koruduğu için Chu Bey’e çok teşekkür ederim." dedi.


   Chu Mingyun bir eliyle çenesini sıktı, iki çift göz bakıştı. "Öyle olsun. Bu gece kalkmayı aklınızdan geçirmeyin."


   Su Shiyu çaresizce güldü. Elindeki durumu nasıl çözeceğini düşündü ve bir an için cevap vermedi.


   Kırmızı koridorda fenerler sallanıyor, her bir salınım avludaki bedenleri aydınlatıp gölgeler oluşturuyordu. Chu Mingyun Su Shiyu'nun çenesini tutarken gözleri bilinçsizce dudaklarına kaydı. Dudaklarının rengi her zaman biraz solgundu fakat şu anda soğuktan mı yoksa vücudunun altındaki beyaz kar örtüsünden mi bilinmez, aralarında bir parça kırmızılık görünüyordu.


   Chu Mingyun her nasılsa, sanki cinlerin bir işiymiş gibi bir anda vücudunu indirdi.


   "...Chu Bey?" Sıcak bir ses geldi kulağına, biraz şaşkınlıkla doluydu.


   Chu Mingyun aniden durdu. Su Shiyu'nun gözleriyle dip dibeydi gözleri. Ancak o zaman Su Shiyu'yu öpmek üzere olduğunu fark etti. Aralarında bir parmak mesafesi vardı. Diğerinin nefesini hissedebiliyordu.


   Bir irkilmeyle ayağa kalktı. Bir adım geri çekilip elini kaldırarak göğsüne bastırdı ve Su Shiyu'yu yukarı çekti.


   Su Shiyu ona şaşkın bir bakış attı, bu bakış sanki olanları hiç umursamıyormuş gibi bir gülüşe dönüştü.


   Bu talihsiz savrulmaların ardından ikisinin de giysilerini kar çoğunlukla ıslatmıştı. Salona döndüler, karşılıklı oturup yavaşça kurulandılar. Chu Mingyun Su Shiyu’nun dış cübbesini umursamazca çıkarmasına baktı. Şehvet yüzünden kafası karıştığı için kendi kendine iç geçirdi, az önce olanları düşünmemeye karar verdi. Tembelce duruşunu düzeltti. Ansızın, "Bu arada," dedi.


   "Ne?" dedi Su Shiyu cübbesinin sırılsıklam olmuş sırtını incelerken.


   "Aslında az önce yaptığınız fare oldukça sevimliydi." dedi Chu Mingyun.


   "Övgünüze layık değilim." Su Shiyu ona bir baktı. "Az önce yaptığım şey bir tavşandı."


   "...Peki."






   Dinlemek isterseniz, radyo dizisinde bu bölümün kesiti: