Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 28: Kışın bu günleri gerçekten çok soğuk.

 

   Yurdun kuzey kesiminde yoğun kar yağışı vardı. Gün geçtikçe yılbaşı yaklaşıyordu; kar daha da aleni yağıyor, kar taneleri yeri kaplıyor, ardından büyük rüzgarlarla kalkıyor ve yavaşça uçuşa geçiyordu. Changan’daki fenerler erkenden asılarak yerlerini almıştı. Beyaz kar alev kırmızısı için bir fon oluşturuyor, bu manzara insanın vücudundaki soğuğun çoğunu dağıtabilirmiş gibi bayram neşesi getiriyordu.


   Saraydaki işler yavaş yavaş hafifliyordu. Hem yüksek hem de düşük rütbeli memurlar yıl sonu tatili gelsin de evlerinde huzurlu bir şenlik geçirelim diye dört gözle bekliyordu.


   Weiyang Sarayı sade bir gümüş kaftana bürünmüştü; sarayın dışında rüzgar ve kar bunaltıcı bir şekilde eserken sarayın içinde sıcaklık yayılıyordu.


   Li Yanzhen raporu aldıktan sonra aniden, "Bu arada, kıymetli tebaam Su ve sevgili tebaam Chu son zamanlarda çok daha yakınlaşmış gibi görünüyorlar." dedi.


   Chu Mingyun kaşlarını kaldırarak alçak sesle güldü. Cevap vermek üzereyken Su Shiyu ondan önce davrandı. "Bu naçiz memur ve Chu Bey son birkaç gün içinde birçok görev alışverişinde bulundular. Bu nedenle kaçınılmaz olarak biraz daha fazla temasımız oldu. Ayrıca, ikimiz de uzun yıllardır hükûmetteyiz, daima dostane bir ilişkimiz olmuştur, buna nasıl yakınlaşmak denebilir?"


   Chu Mingyun, Su Shiyu ile daima dostane bir ilişki içinde olduklarını hatırlamıyordu hiç.


   "Doğru." Li Yanzhen başını salladı ve Su Shiyu'ya gülümsedi. "Yıl sonu hızla yaklaşıyor. Teftiş Ofisi’nde işler düzene girdi. Yılbaşından sonra hükûmetin göreve yeniden başlamasından önce boş vaktin var mı?"


   "Evet." dedi Su Shiyu. "Ara sıra asi ve aykırı insanlar olsa da memurların genel yönetimi hala düzen içinde. Bu nedenle majestelerinin de boş vakti olacak."


   “Zâtım bunları duymak istemedi senden.” dedi Li Yanzhen elini sallayarak. "Madem yapacak hiçbir işin yok, yılbaşı arifesinde saray kapandıktan sonra eve dönmeyip sarayda kalmaya ve yılbaşını kutlarken zâtıma eşlik etmeye ne dersin?"


   Görmezden gelinen Chu Mingyun bakışlarını ikisinin üzerinde gezdirdi ve her nedense dudağının yanı seğirdi. Yine de ağzını açıp onları rahatsız etmedi.


   Su Shiyu'nun şaşırdığı barizdi. Ancak yanlış duymadığından emin olduktan sonra cevap verdi. "Majestelerinin ilgisine minnettarım ancak naçiz memurunuzun emrinizi yerine getiremeyeceği için özür dilemesi gerekiyor."


   "Neden ki?" diye sordu Li Yanzhen.


   "Yıl sonunda majesteleri haremini toplayıp onlarla bir ziyafeti paylaşıyor olmalı. Dış saraydan bir memurun aranıza karışması gerçekten duyulmamış bir şey."


   "O halde onları toplamam, sadece sen ve zâtım olsak daha iyi olmaz mı?"


   Su Shiyu ona baktı ve çaresizce, "O zaman bu görgü kurallarına ve atalarımızın kanunlarına daha da aykırı olur, korkarım ki halkın kınamasına davetiye çıkarmış oluruz." dedi.


   "Zâtım son söz sahibidir, kim küstahça konuşmaya cüret edebilir? Sen sadece kabul edip etmediğini söyle."


   "Bu naçizin görevi memurları denetlemektir, yasaların çarpıtılmasına nasıl öncü olabilirim?" Su Shiyu tek dizinin üzerine çöktü. "Majestelerinin iyi niyetini bendeniz sadece kalbinde takdir edecektir."


   "Nazırım Su." dedi Li Yanzhen hoşnutsuzca. "Zâtımın Doğu Sarayı'nda bulunduğu o yıllarda sarayda bana eşlik etmekten geri durmazdın. Şimdi neden bu kadar isteksizsin? Dahası annen de baban da rahmetli oldu, amcan davaya karıştı ve artık akrabalarını ziyaret edemiyorsun; aile buluşması olmayacaksa evine tek başına dönmenin ne anlamı var?"


[Doğu Sarayı, veliaht prensin yaşadığı yer.]


   Su Shiyu başını eğdi. Kimsenin görmediği gözlerinde bir ışık söndü. Bir süre hiçbir şey söylemedi.


   Bu sessizlik anı Li Yanzhen'in yanlış bir şey söylediğini fark etmesine neden oldu. Ancak bu sadece onun iyi niyetinin bir parçasıydı. Önceki sözlerini geri alması da kolay değildi. Böylece o adama huzursuzca baktı sadece.


   Bir süre sonra Su Shiyu hafifçe iç çekerek ayağa kalktı. Gözlerini tekrar kaldırdığında hiç rahatsızlık duymamış gibi görünüyordu. "O zamanlar bu naçiz memur majestelerinin refakatçisiydi sadece. Sarayda size eşlik etmemde uygunsuz bir şey yoktu.” Durup devam etti. "Ayrıca, madem majesteleri hâlâ hatırlıyor, bu naçiz memurun o yılbaşı arifesinde evine dönememesinin ve sizinle birlikte Doğu Sarayı'na kapatılmasının nedenini de hatırlıyor olmalısınız." Sesi donuklaştı. "Majesteleri, hal ve hareketlerinize dikkat edin.”


   Li Yanzhen afalladı, birkaç kez ağzını açtı konuşmak için fakat bir şey söyleyemedi. Gözleri Chu Mingyun'a düştü ve sonra tekrar başka tarafa baktı. Tek kelime etmeden ağzını kapattı.


   Chu Mingyun biraz eğlenerek onların ifadelerini tarttı. Aniden hafifçe öksürerek gülümsedi. "Aslında majestelerinin Su Bey için endişelenmesine gerek yok. Kuzeni şu anda bu naçiz memurun konutunda kalıyor. Su Bey kendi konutunda tek başına kalırken kendini yalnız hissederse onun da geleceğine inanıyorum. Bu naçiz memur majesteleri adına onu kesinlikle özenle ağırlayacaktır."


   Bu sözlerdeki kışkırtma niyeti gerçekten çok barizdi. Su Shiyu ona bakarken kaşlarını çattı. Yine de ona zıt düşmedi. Li Yanzhen bir süre Chu Mingyun'a baktı ve sonunda bir şey söylemeden başını çevirdi.

  


   İkisi saray salonundan çıktıklarında kar yağıyordu. Ufuk karların parlak beyazlığıyla puslanmıştı. Su Shiyu aniden adımlarını durdurarak başını gri bulutlara doğru kaldırdı. Bir süre sessizce bekledi. Ürpertici rüzgar boğazını tırmalıyordu. Çoktan birkaç adım uzaklaşmış olan Chu Mingyun'a baktı ve aniden seslendi: "Chu Bey."


   Esen rüzgarla dağıldı sesi. Chu Mingyun durdu ve dönüp ona baktı. "Hm?"


   Su Shiyu ona doğru yaklaştı. Ayaklarının altındaki kar adım atmasıyla küçük çıtırtılar çıkarıyordu. Önünde durdu ve yavaşça gülümsedi. "Yılbaşı gecesi ofisi kapattıktan sonra evime gidip günlük kıyafetlerimi giyecek, ardından geleceğim. Zahmet vereceğim size."


   "Gelecek misiniz?" Chu Mingyun şaşırmıştı. "Su Bey evime mi gelecek?"


   "Evet." dedi Su Shiyu. Soluğu buhar olup dağılıyordu. Uzaktaki kasvetli güneşe doğru baktı. Nazik sesiyle, "Kışın bu günleri gerçekten çok soğuk." dedi.


   Chu Mingyun onun ne demek istediğini anlayamadı. "...Su Bey’in evinde... yeterince kömür yok mu?"


   "O kadar da fakir değilim." Su Shiyu hafifçe güldü. "Sorun nedir? Az önce beni özenle ağırlayacağınızı söylememiş miydiniz? Artık beni karşılamıyor musunuz?"


   "Nasıl olur?" diye güldü Chu Mingyun. "Her zaman gözlüyorum sizi."


   Kardaki iki çift ayak izi kısa süre içinde iz bırakmadan kayboldu. Uçsuz bucaksız kar manzarasına karışırken gittikçe uzaklaşarak yan yana yürüdüler.


   Aslında Li Yanzhen doğruyu söylüyordu. Evine dönse bile tek başına kalacaktı. Bir gece boyunca boş boş oturup tabletlere bakmak oldukça yalnızlık vericiydi. Üstelik kışın bu günleri... gerçekten çok soğuktu.


  

   Yılbaşı arifesinde hava nispeten açıktı. Sadece akşam karanlığına yakınken aniden kar tekrarlamaya başladı. Göklerde bulutlar toplandı, avlularda kar yığınları oluştu, soğuk rüzgarlar pencereleri titretiyordu. 


   Qin Zhao pencereleri sıkıca kapattı ve gözlerini şiltenin üzerinde tembellik eden kişiye çevirdi. Chu Mingyun resmi cübbesini çoktan çıkarmış, yüzünün yarısı beyaz tilki kürküne gömülmüş halde bir el sobası tutuyordu. Gözleri uykudaymış gibi kapalı, kirpikleri uzun uzun kıvrılmış, kaşları sakindi.


   Qin Zhao'nun ayak seslerini duyduğu anda Chu Mingyun gözlerini açmaksızın konuştu: "Geldi mi?"


   "Daha erken." dedi Qin Zhao. "Ama madem Su Shiyu geliyor, evi biraz süslemeyecek miyiz?" dedi. Bakışları her zamanki gibi aynı olan mobilyaların üzerinde gezindi. "Changan'ın tamamında korkarım ki burası yılbaşı atmosferine en az sahip olan yer."


   "Şenlik havasını yetersiz mi buldun?" Chu Mingyun göz kapaklarını yavaşça kaldırdı. Belli belirsiz bir gülümsemeyle ağzını açtı. "O halde kapı ve pencerelere 'huzur' yaz, ardından kırmızı mumlar ve meyvelerle donat etrafı. Su Shiyu ve ben ana salonda oturalım, sen ve Du Yue yepyeni elbiselerinizle salonda saygılarınızı gösterin. Buna ne dersin?" 


[Evlilik töreninden bahsediyor.]


   "Abi." Qin Zhao sert bir yüz ifadesiyle ona baktı.


   O günden sonra Qin Zhao ve Du Yue bir şekilde barışmış ve iyi gibi görünseler de ne zaman karşı karşıya gelseler sessiz bir tıkanıklık olurdu. Qin Zhao kalbinde bir şeyler gizlediği için konuşmuyordu doğal olarak ve Du Yue onun sessiz kalışına baktıkça her nasılsa ona ayak uydurarak sessiz kalmaya devam ediyordu. Bu yüzden bugünlerde birbirleriyle daha az konuşuyorlardı.


   Chu Mingyun güldü. Yarasını deşmeyi bırakarak ayağa kalktı. Dağınık saçlarını umursamazca arkaya doğru taradı. "Süslemek için bir neden yok. Su Shiyu gelir de memnun kalmayıp dönüp giderse beni daha mutlu eder."


   "Neden buraya gelmek istesin ki?" diye sordu Qin Zhao. "Du Yue burada olduğu için mi?" 


   "Su Shiyu'nun senin gibi olduğunu mu düşünüyorsun? Onun için Du Yue o kadar da çekici değil." Chu Mingyun ona bir bakış attı ve tekrar gözlerini indirerek altın işlemeli el sobasını inceledi. "Ne planladığını bilmiyorum. Az önce uzun uzun düşündüm ama yine de çözemedim. Ayrıca…" diye durakladı ve kaşlarını çatarak devam etti. "Bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama Su Shiyu'nun bana karşı tutumu eskiye göre çok daha iyi görünüyor."


   Qin Zhao biraz düşündü. "Belki de daha fazla temas kurduğunuz için sizi bir arkadaş olarak görüyordur."


   "Heh." Chu Mingyun alaycı bir tavırla soğuk soğuk güldü. "Fark etmedin mi? Su Shiyu'nun etrafında ona yakın olan insanların hepsi Du Yue gibi evden çıkarken beyinlerini yanlarına almayan insanlar. Belli ki aşırı hesapçı insanlarla derin ilişkiler kurmaktan hoşlanmıyor. Benim nasıl bir insan olduğuma gelince, benim de biraz öz farkındalığım var."


   "O halde niyetin nedir?"


   "Konağı tetikte tutun. Su Shiyu'nun yanında getirdiği adamları yakından takip edin."


  

   Bir süre daha iç odada oyalandıktan sonra vaktin yaklaştığını fark ederek ana salona gitmek için kalktılar.


   Salon geniş ve havadardı, ikişer ikişer yerleştirilmiş dört küçük masa ve her birinin yanında küçük sobalar vardı. Kömür ateşi kor gibi yanıyordu. Tüm salona sıcaklık hakimdi. Soğuk rüzgar içeriye kar getirerek estiğinde kızıl koridorda küçük su damlacıkları halinde eridi.


   Du Yue bir köşeye çömelmiş, sırtı onlara çevrilmiş, bir şeylerle uğraşıyordu.


   "Ne yapıyorsun?" diye sordu Chu Mingyun.


   Du Yue başını çevirerek hafifçe 'hıh' dedi. Gözleri kendini beğenmişlikle doluydu. "Sana söylemeyeceğim."


   Chu Mingyun onun bedeniyle saklamaya çalıştığı havai fişek yığınına baktı. "Hepsini örtmek için çok kısasın."


   Du Yue bir hışımla ayağa fırladı. "Seni…"


   Qin Zhao Chu Mingyun'un arkasında dururken ona baktı, kara gözleri sakindi. Kalbi yerinden fırladı, Qin Zhao'nun hâlâ kızgın olabileceğini hatırlayarak hızla görüş alanından uzaklaştı. Eğer şu anda Chu Mingyun'u kışkırtırsa Qin Zhao onu korur muydu bilmiyordu. Mantıklı olmak zorunda kalarak mırıldandı: "Ben, baban, hâlâ gencim. Birkaç yıl sonra kesinlikle senden daha uzun olacağım."


   Chu Mingyun onu samimiyetle dinledi ve sonra görmezden geldi.


   Arkasından ayak sesleri geldi. Maviler içindeki bir hizmetçi aceleyle haber verdi. Chu Mingyun cevap olarak gelişigüzel bir mırıltı çıkararak arkasını döndü. Kafasını kaldırdığı anda afallar gibi oldu.


   Avluda kırmızı erik çiçekleri açmış, rüzgarın, karın içinde bir insan figürü belirmişti. Saçları siyahtı, öyle ki mürekkep gibiydi. Görkemli bir palto vardı üzerinde. Su Shiyu tek başına, birikmiş karları geçerek onlara doğru adım attı. Siyah bambu saplı bir şemsiye tutuyordu. Esinti kollarını dolduruyordu. Sanki titreyen erik çiçeklerinin kokusu o yaklaştıkça ona yol veriyordu usulca. Savrulan karlar omuzlarına dökülmüştü. Zevkli ve zarif bir kaligrafi tablosuydu sanki.


   "Hay anasını, kuzenim gerçekten de çok yakışıklı ya!" Du Yue iç çekerek ona gitti.


   Chu Mingyun ona bir bakış attı, parmak uçları hafifçe kımıldadı. Su Shiyu ve Qin Zhao'nun önünde onu yumruklama dürtüsüne direndi.


   Su Shiyu çoktan koridora girmişti. Şemsiyesini kapatırken kısa bir süre duraklayarak Du Yue'ye baktı. "A-Yue, düzgün konuş."


   "Kuzen! Gerçekten çok yakışıklısın!" Du Yue’nin kaşları şenlenmiş, gözleri ışıldamıştı. Ona doğru yaklaştı.


   Su Shiyu hafifçe güldü ve başını hafifçe sallayarak Chu Mingyun'a döndü. "Chu Bey, sizi beklettim."


   "Mühim değil." Chu Mingyun dışarı baktı. "Su Bey, buraya gerçekten yalnız mı geldiniz?"


   "Gelmek isteyen bendim zaten. Neden başkalarını yanımda sürükleyeyim ki?" Su Shiyu ona bakarken güldü.


   Chu Mingyun kaşlarını hafifçe kaldırarak gülümsedi. "Öylesine soruyordum."


   Su Shiyu'ya masaya oturması için yol gösterdiler. Yemekler ve çaylar teker teker servis edildi, davetkâr bir buhar yayıldı. Chu Mingyun sessizce masasından kalktı ve koridorun dışındaki karanlık bir köşeye dönerek, "Ne var ne yok?" diye sordu.


   Gölge muhafız, "Efendim, konağın içi ve çevresi tamamen kontrol edildi, şüpheli kimse yok." diyerek yanıtladı.


   "..." Chu Mingyun kabul salonunda Du Yue ile konuşmakta olan Su Shiyu'ya biraz şaşkınlıkla baktı ve kaşlarını hafifçe çattı. "....Gerçekten de tek başına gelmiş."


   Su Shiyu bir şey hissetmiş gibi aniden başını çevirip ondan tarafa baktığında Chu Mingyun'un bakışlarıyla karşılaştı. Göz göze gelmelerine zamanında tepki veremeyen Su Shiyu nazik bir gülümsemeyle dönüp bakışlarını çevirdi.


   Erik çiçeklerinin kokusunu taşıyan keskin, soğuk bir rüzgâr koridora esti. Bir an sessiz kaldıktan sonra sesini alçaltarak "Anladım, hepiniz dağılabilirsiniz." diye talimat verdi.

  


   Akşam yemeğinin ardından hizmetçiler yemek takımlarını kaldırdılar, sıcak şarap ve kamkatları servis ettikten sonra dördünü yeni yılı karşılamak üzere yalnız bırakarak çekildiler.


   Büyük ana salon bir anda oldukça boş hissettirdi. Du Yue fincanına sarılıp Su Shiyu'nun yanına oturmak için ilerledi. "Kuzen ben sana eşlik edeceğim ha!" diyerek güldü.


   Chu Mingyun gözlerini yana çevirdi; Qin Zhao ifadesiz gözlerini yere indirmişti, o tarafa bakmayı hiç istemiyordu. Kısık bir sesle güldü ve koltuğunu Su Shiyu'nun yanına kaydırdı. "Ona eşlik edecek benim tabii ki. Sıraya gir."


   Orada bulunan üç kişi de hafif bir şaşkınlıkla ona bakarken Chu Mingyun telaşsızca Su Shiyu'ya bir fincan şarap doldurdu. Yan gözle Qin Zhao'ya baktı. "Neden hâlâ bu kadar uzakta oturuyorsun?"


   Qin Zhao ipucunu hemen aldı, bir anlık tereddüdün ardından onu takip ederek oraya oturdu. Dördü bir sobanın etrafına o kadar yakın oturmuştu ki ana salon daha da boşalmıştı. Su Shiyu şarabından küçük bir yudum aldı. Gözleri Du Yue'nin üzerinde gezindi. Qin Zhao'nun yüzüne gizlice bakmış ve hiçbir şey söylemeden gülümsemişti.


   Du Yue gizlice bakışlarını kaçırdı, kendi kendine iç geçirdi. Sonra dikkati fincanlara kaydı ve anında memnuniyetsizlikle haykırdı: "Neden sadece benimkinde çay var?"


   Chu Mingyun yavaşça, "Eğer çok şarap içersen büyüyemezsin, hala gençsin." dedi.


   Du Yue titreyerek onu işaret etti. "Seni bi’ si…" Su Shiyu ona bir bakış atınca hemen lafı çevirdi. "...Sinek gibi uçup çabalasam bile bunca zaman, memnun edemiyorum. Yılbaşı da olsa üstüme geliyorsun." 


   Su Shiyu bakışlarını geri çekerek güldü. "Daha önceden de bir fincan diye üstelememiş miydin? Çay içmek de iyidir."


   "Bu ne kadar anlamsız ya." Du Yue'nin yüzü buruştu. "Ayrıca kuzen, kaç yıl geçti, artık eskisi gibi değilim. Bir fincanla devrileli uzun zaman oldu. Bana inanmıyorsan sana göstermek için bir tane içmeyi deneyeyim mi?"


   Su Shiyu gülümsedi. "Sadece sana inanacağım."


   Du Yue’nin dili tutuldu. Chu Mingyun'un sırıtan bakışlarıyla yüz yüze geldi ve anında rahatsız oldu. Çayını bitirdikten sonra hiddetle uzanarak şarap kabını aldı ve bir fincan doldurarak dikledi. Göz açıp kapayıncaya dek olmuştu bu. Sonra gururlanarak Qin Zhao'nun endişeli gözlerine baktı. Boş fincanı göstererek, "İyi olacağını söylemiştim." dedi.


   Qin Zhao onun yüzünün tamamen kızardığını ama gözlerinin hâlâ berrak olduğunu gördüğünde bir an ne diyeceğini bilemedi. Du Yue neşeyle bir fincan daha doldurdu, bir yudumda içerken Chu Mingyun ve Su Shiyu'ya baktı. "Size söylemiştim..." Sesi kesildi. Eli gevşedi, gücünü kaybetti. Başı eğilerek yanındaki Qin Zhao'nun üzerine düştü.


   Qin Zhao aceleyle bir koluyla onu tuttu, bir eliyle de fincanı alıp masaya geri koydu.


   Chu Mingyun elini rahatça Su Shiyu'nun omzuna koyarak cıkladı. "Su Bey, kuzeniniz yalan söylemedi sonuçta. Geçen yılların ardından bir fincan şaraba dayanabiliyor."


   Su Shiyu cevap vermedi. Sessizce elini indirdi.


   Qin Zhao kollarındaki sersemlemiş Du Yue'ye baktı. Bir anlık tereddütten sonra onu dikkatlice kaldırdı. "Onu odasına götüreceğim." dedi ve diğer ikisinin cevap vermesini beklemeden doğrudan kalkıp gitti.


   Ecza evinde şifalı bitkilerin hafif acı kokusu vardı. Fenerlerin gölgeleri sessiz sakindi. Qin Zhao Du Yue'yi yatağa yatırmak için eğildiğinde Du Yue aniden yakasına yapıştı, gözlerini açmaya çalışırken şaşkınca mırıldandı: "Hâlâ… hâlâ içebilirim..."


   "Hm." Qin Zhao yakasını kurtardı. "Uyu hadi."


   "Ha?" Du Yue aniden gözlerini açtı ve şaşkınlıkla ona baktı. "Qin Zhao? …Artık beni görmezden gelmiyorsun."


   "Hayır." dedi Qin Zhao ve düşündükten sonra ekledi: "Seni nasıl görmezden gelebilirdim ki?”

  


   O yıl da böyle bir kış olduğunu hayal meyal hatırlıyordu.


   Yıllar süren kuraklığın ardından ailesiyle birlikte kıtlıktan kaçtığı zaman Cangwu Dağı'ndan geçerlerken sadece bir gece uyumuş ve uyandığında kendini bir başına bulmuştu. Anlamıştı, ağabeyi iş gücü sağlayabilirdi, küçük kardeşi hala kundaktaydı, bu yüzden sadece o terk edilmeliydi, tüm bunları anlamıştı.


   O sırada kar dağlara bastırmış, ayaz ormanı dondurmuştu. Yüzü o kadar üşümüş ve kaskatı kesilmişti ki bilge hekimler bile bu konuda bir şey yapamamıştı. O zamandan beri hiçbir ince ifadeyi gösteremiyordu.


   Hem üşümüş hem de acıkmıştı. Yine de nedensiz yere yaşam mücadelesi vermeye devam ediyordu. Bu yüzden dağda abisi ile karşılaştığında sertçe ileri atılmış, nihayetinde doğal olarak tek bir hareketle yere savrularak bastırılmıştı. Chu Mingyun'un gençliğinde bile her zaman kasvetli bir ifadesi vardı. Uzun bir süre ona dikkatle baktıktan sonra ayağını kaldırmıştı ancak. "...Bu bir insan."


   Ayağa kalkmak için çabalamıştı ama gücü kalmamıştı hiç. Gözlerini kaldırdığında bir çocuğun Chu Mingyun'un peşinden koştuğunu görmüştü. "Chu kişisi, eğer bir daha beni arkanda bırakırsan ustana şikayet edeceğim!"


   Chu Mingyun kayıtsızca, “Keyfin bilir.” demişti.


   Çocuk onu görünce gözleri parlamış, beceriksizce onu kaldırmıştı. "Sen de mi öğrenci olmak için dağa geldin? Yakında küçük bir kardeşim mi olacak?" İkinci sorusu Chu Mingyun'a yöneltilmişti. Fakat diğeri soğukça bakmış, hiçbir şey söylememişti.


   Ve o, uzun ve soğuk kışın ortasında, nihayet biraz sıcaklıkla temas kurmuştu.


   Mavi giysiler içindeki bir insanın da güneş gibi sıcak olabileceğini bilmiyordu hiç.


  

   Düşünceleri şimdiye dönen Qin Zhao sesini alçalttı. "...Seni nasıl görmezden gelebilirdim ki?” diye tekrarladı.


   Ancak Du Yue'nin sarhoş olduğunu, ne dediğini pek de dinlemediğini unutmuştu. Sadece kolunu çekiştirmeye ve sürekli mırıldanmaya odaklanmıştı. Qin Zhao doğru düzgün duymak için eğildiğinde şaşırıp kaldı.


   Du Yue'nin sesi son derece hafif ve kısıktı. Yine de tüm ciddiyetiyle sayıklıyordu: "...Özür dilerim, Qin Zhao, özür dilerim... sana bu şekilde bağırmamalıydım. Ama beni görmezden gelmeye devam ettin. Hatalı olduğumu biliyorum Qin Zhao, senden özür dilemeye cesaret edemiyorum, Qin Zhao, artık kızma... artık kızma bana..."


   Sesi yavaş yavaş alçaldı. Gözlerini bir parça açtıktan sonra tekrar kapattı ve tamamen uykuya daldı.


   Yüreğinin derinliklerinden bir burukluk yükseldi, boğazı tıkandı. Qin Zhao sessizce ona baktı. Uzun, çok uzun bir süre sonra tereddütle elini tuttu. Sonunda alçak bir sesle fısıldamak için ağzını açtı. "...Sürekli gözlerini ona çevirmesen olmaz mı? Ben..."


   Senden hoşlanıyorum ben.