Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 27: Benden hoşlandığını söyledi ve siz hiç kıskanmadınız mı?

 

   Ağaçlar yapraklarını döküyor, kuzeyden soğuk rüzgarlar esiyordu.


   Aradan bir aydan fazla zaman geçtikten sonra mavi elbiseli bir hizmetçi kız salona gelerek Hekim Du'nun döndüğünü bildirdi. Qin Zhao bunu duyunca aniden ayağa kalktı, bakışlarının bir an için kararmasıyla kendini koltuğuna oturmaya zorladı. Chu Mingyun ona bir bakış attı, manasızca gülümsedi ve elindeki kamkatı soymaya devam etti.


   Çok geçmeden Du Yue beklendiği gibi oyalanarak kapıya doğru yürüdü. Qin Zhao'nun bakışlarını ondan kaçırdığını gördüğünde yüreğindeki endişe daha da arttı. Bir süre mırıldanarak konuşmaya çalıştıktan sonra yavan bir sesle, “Ben geldim.” dedi.


   Qin Zhao yüz ifadesi net olarak görülemeyecek şekilde başını eğdi, tek kelime etmedi.


   Chu Mingyun ona büyük bir şefkatle karşılık verdi. "Vay, gerçekten geri dönmeyi hatırlayabildin mi? Birkaç gün daha kuzeninin evinde kalmayacak mısın?"


   "Kalırdım aslında.” Du Yue arsızlığını takınarak oturmak için içeri girdi. "Ama görünüşe göre orada yollarına çıkıyorum. Su Bai’nin ayakları benimkinden bile hızlı.”


   Bazı insanlar vardır, örneğin Du Yue, kafasının mı iyi çalışmadığını yoksa kalbinin mi çok açık olduğunu gerçekten bilemezsiniz.


   Chu Mingyun kamkatını yerken Qin Zhao'nun bir aydan uzun süredir kasvetli olan yüzünün daha da çirkinleşmesinin keyfini çıkardı.


   Du Yue de onun bakışlarını takip ederek Qin Zhao'ya birkaç bakış attı ve sonunda konuşma cesaretini topladı: "Qin Zhao, ben… geri döndüm."


   Chu Mingyun'un o günkü sözleri hâlâ kalbine batıyormuş gibiydi. Qin Zhao başından beri kendini ifade etmekte kötüydü ve şimdi boğazına bir balık kılçığı takılmış gibiydi. Ancak uzun zaman sonra kuru bir sesle konuştu. "Hm." Biraz düşündükten sonra, "Dönmene sevindim." diye ekledi.


   Du Yue utanmış görünüyordu, ne diyeceğini de bilemiyordu. Başını çevirdiğinde Chu Mingyun'un ellerini sildiğini gördü. Mor brokar bir cübbe giymişti, gitmek üzere ayağa kalkmıştı. Aniden meraklandı: "Aaa, ben çıkarken kuzenimi de bu kılıkta görmüştüm."


   "Hm." Chu Mingyun yakasını düzeltti. "Bugün Kış Gündönümü. Sivil olsun askeri olsun başyetkililer aynı üniformaları giyiyor."


   "Ya?" Du Yue hayrete düştü. "Çin mantısı yemek Changan’da bu kadar önemli bir olay mı?”


   Chu Mingyun'un eli durdu, Du Yue'ye küçümseyen bir bakış atmaktan kendini zar zor alıkoydu. "...Göklere kurban töreni."


[Kayıtlara göre, Han Hanedanlığı İmparatoru Wu'nun saltanatının beşinci yılı gibi erken bir tarihte, Kış Gündönümü’nde göklere kurban sunma geleneği vardı ve bu gelenek sonraki nesiller boyunca kademeli olarak kurumsallaştı. Tören genellikle "Göklerin Oğlu (imparator)" tarafından yönetilirdi ve Çin halkının göklere, dünyaya ve doğaya saygısını yansıtır, dünyadaki tüm insanlar için ılımlı rüzgar, güneşli hava dilemeyi ifade ederdi. (Baidu)]

 


   Kış Gündönümü'nde göklere kurban sunmak, mahsuller için uygun havayı dilemek ve tüm ülkenin şenlenmesini ummaktı.


   Tören müziği Weiyang Sarayı’nın salonlarını doldurdu. Sancaklar havada gürültüyle dalgalanırken tüm memurlar sıraya dizildi. Chu Mingyun ve Su Shiyu’nun liderliğinde eğildiler, selamlarını gösterdiler.


   Xia Hanedanlığı siyahı tercih ediyordu. Li Yanzhen zifiri siyah imparatorluk cübbesini giyinmişti. Sunaktaki yerini aldı, yeşimleri ve ipekleri serdi. "Uyum içinde gelir, yüksek saygılarıyla bitirir.” sözlerini okudu. Sunağın altında bir tören dansı ile dualar edildi.


   Chu Mingyun gözlerini kısarak bu ciddi ve vakur gruba baktı. Su Xing'in söylediklerini düşündü. Bu ihtişam ve huzur gerçekten de çiçeklerin ve ayın su üzerindeki yansıması gibi bir şey miydi? Yok oluşu bir darbeye mi bakardı sadece?


   Tören sona erdi ve memurlar ziyafet için toplandı. Sarayın geniş salonlarında müzisyenler ve dansçılar tek sıra halinde işlemeli halıların üzerinde adımlıyor, kamış borulardan müzik üflenirken zarif bir dansla çırpınıyorlardı. Li Yanzhen yukarıdan elini sallayarak bugün doyasıya eğleneceklerini bildirdi. Toplanmış memur kalabalığında şarap kadehleri çınladı, atmosfer bir anda canlandı.


   Chu Mingyun bir elini yanağına dayamış, ilgisizce şarabını yudumluyordu. Sol tarafın başında tek başına oturuyordu: Soğuk davranışları nedeniyle pek kimse onunla kadeh kaldırmak için öne çıkmıyordu. Karşısındaki başkaları tarafından sürekli rahatsız edilen Su Shiyu ile karşılaştırıldığında huzurunun tadını çıkarıyordu.


   Ancak ziyafetin ortasında huzurunu bozmaya karar vermiş biri vardı. Saray hizmetçisi saygıyla eğildi ve alçak sesle, "Hanımım sizi davet ediyor, yüce şahsınızın gelerek kendisini onurlandıracağınızı umuyor.”


   Chu Mingyun'un kaşları hafifçe kalktı. "Ya reddedersem?"


   "Şey..." Karşı taraf bu tür bir cevap beklemiyordu. Sadece "Eğer yüce şahsınız gitmezse bendeniz ona nasıl cevap vereceğini bilemeyecek. Bendeniz yüce şahsınızın yüz vermesini umuyor." diyebildi.


   Chu Mingyun kayıtsızca gülümsedi, ardından ayağa kalktı ve kimseyi rahatsız etmeden onu salondan dışarı kadar takip etti.


   Bir süre yürüdükten sonra bir dönüş yaptılar ve üst üste binmiş birkaç dalın yanından geçtiklerinde büyük, durgun bir gölet ortaya çıktı. Devasa göletin yanında kırmızı elbiseli bir kadın duruyordu. Onun yaklaştığını görünce sevimli bir gülümsemeyle, "Bendeniz zâtıalinizin gelmeyeceğini düşünmüştü." dedi.


   Ona yol gösteren hizmetkar kendi başına geri çekildi. O sırada çoğu insan saray ziyafetinde toplandığı için göletin civarında sadece ikisi vardı. Chu Mingyun onu selamladıktan sonra, "Başcariye hanım davet etmişken bendeniz gelmemeye nasıl cüret edebilir? Hanımefendinin bir şeye mi ihtiyacı vardı?”


   Jiang Yuan ona baktı. "Pek bir şey sayılmaz, sadece bugün zâtıalinizle tanışma şansını yakalayacak nadir bir fırsattı, kendime engel olamadım sadece."


   "Lütfen lafı dolandırmayın hanımefendi."


   Jiang Yuan yüzünü çevirerek göletin üstünden kuyruğu çıkan birkaç sazana baktı ve yavaşça şöyle dedi: "Zatıaliniz sarayın büyük bir generali, geniş bir üne sahip ve birçok genç kızın hayalindeki ideal eş. Bendeniz de doğal olarak onlardan biri... Ne yazık ki artık saraya girdim ve maalesef bu yaşamda zatıalinizle bir kaderim yok."


   Chu Mingyun alçak sesle güldü. "Bu numara çok eski." Duygularını itiraf etme numarasını yarım yıl önce Su Shiyu'ya karşı kullanmıştı.


   "Ne?" Jiang Yuan net bir şekilde duyamadığı için şaşkınlıkla arkasına döndü.


   “Bir şey yok.” dedi Chu Mingyun. "Madem kaderimizde birlik yok, hanımefendi neden bendenizin gelmesini gelmesini istedi?"


   Chu Mingyun'un tam önüne gelene kadar birkaç adım attı. "Yani… kendini tutamadığınız için mi demiştiniz?”


   Chu Mingyun gözlerini indirerek ona baktı. Etrafta kimse olmadığı için kibarca hitap etmeyi bıraktı. "Benim erkeklerden hoşlandığımı duymadın mı yoksa?"


   Jiang Yuan başını hafifçe eğdi. "Elbette duydum. Fakat duyulan hayranlık o kadar kolay silinip atılamıyor."


   Chu Mingyun güldü. Jiang Yuan'ın çenesini kavrayarak yüzünü kaldırdı ve sesini alçaltarak, "O halde benimle yatmak mı istiyorsun?" diye sordu.


   Jiang Yuan'ın gözlerinden geçen panik parıltısını kaçırmadı. Tırnakları avucuna battı ve kendini o gözlerle sakince buluşmaya zorladı. "Saygıdeğer beyefendi..."


   "Evimde daha önce bazı güzel hanımlar vardı ama onlar senden farklıydı." Chu Mingyun elini gevşeterek onun sözlerini kesti.


   Jiang Yuan hızla başını eğdi. Kendini toparlayarak, "Farkımız neydi?" diye sordu.


   "Onların…" Chu Mingyun bakışlarını onun üzerinde gezdirdi. "Hepsinin göğsü vardı."


   "..." Jiang Yuan donakaldı. Ardından sakinleşmek için belli belirsiz derin bir nefes aldı.


   Chu Mingyun sakin bir ifadeyle onu selamladı. "Bu naçiz memur müsaadenizi istiyor."


   Jiang Yuan bu sözleri duyduğunda şok oldu, daha fazla umursamayarak aceleyle ona tutundu. "Bekleyin beyefendi!"


   Chu Mingyun ona bakmak için vücudunu çevirdi. Jiang Yuan onu bıraktı. Kolundan incelikle işlenmiş kokulu bir kese çıkardı ve eline tutuşturdu. "Bugün buraya gelmem aslında sadece bu kokulu keseyi zâtıalinize vermek içindi."


   "Almasam olur mu?" diye sordu Chu Mingyun.


   Az ileride, Chu Mingyun'un arkasında, iç içe geçmiş dalların arasında mor giysili bir figür vardı. O kişi bir an durakladı, açıkça onlara doğru baktı ve sonra sessizce ayrılmak için döndü. Jiang Yuan rahat bir nefes aldı. "Bendenizin tüm samimiyeti bu. Umarım beyefendi sahip çıkar." Bundan sonra başka bir şey söylemedi, Chu Mingyun'a selam vererek dönüp gitti.


   Chu Mingyun kokulu keseyi mıncıkladı, oldukça ağırdı aslında. Hemen açtı ve tahmin ettiği gibi kokulu otlar içinde gizlenmiş pirinç rengi bir şeyin köşesini gördü. Uzanıp çıkardı, ne işe yaradığını bilmediği bir anahtardı. Biraz düşündükten sonra anahtarı tekrar keseye soktu ve koku kesesini hiç tereddüt etmeden gölete attı.


   Yalnızca bir ‘cup’ sesiyle kokulu kese dibe battı.


  

   Chu Mingyun salona döndüğünde bir grup memur çoktan kafayı bulmuştu. Jiang Yuan da Li Yanzhen'e eşlik ediyordu. Etrafı bir süzdüğünde Su Shiyu'nun etrafındaki insanların çoktan dağılmış olduğunu gördü. Ayaklarını çevirerek yanına gidip oturdu. "Su Bey, birkaç kadeh atarken bana da eşlik edebilir misiniz?"


   Su Shiyu yüzünü çevirip ona baktı. Pek de sarhoş görünmüyordu. Yalnız bir şey söyleyecekmiş de söyleyemiyormuş gibi bir hali vardı.


   "Sorun nedir?"


   Su Shiyu sesini alçalttı. "Siz..."


   Başmuhafız aniden büyük salona girdi, hızlı adımlarla memur kalabalığını ardında bırakarak ve salonda diz çöktü: "Majesteleri, Tianlu Köşkü’nde bir hırsızlık var!"


   Memurlar o anda ayılıverdi. Li Yanzhen alnını tuttu ve tepki veremeyerek sordu: "Ne dedin?"


    "Tianlu Köşkü'nde bir hırsızlık var! Olay fark edildiğinde nöbetçi muhafızlar baygın halde bulundu ve köşkteki iki anahtar hiçbir yerde bulunamadı! Kilit altında tutulan kayıtlar açılmış!"


   Memurlar bir an için şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar. Weiyang Sarayı’ndaki Tianlu Köşkü daima önemli belge ve kayıtların muhafaza edildiği yer olmuştu. İmparatorun fermanlarının çoğu da burada saklanıyordu ve bunlar önemli sayılsa da insanların pek değer verdiği bir yer değildi. Şimdi sebepsiz yere soyulmuştu, kimse bu hırsızlığın ne niyetle yapıldığını tahmin edemiyordu.


   Li Yanzhen de belli ki bunu düşünüyordu. "Ne çalınmış?" diye sordu.


   "Şey..." Başmuhafız sıkıntılı görünüyordu. "Köşkün kütüphanesi çok geniş, neyin kayıp olduğunu henüz öğrenemedik."


   Li Yanzhen sersemliğini üzerinden atamamış gibi şakağını ovuşturdu ve bir süre konuşmadı. Jiang Yuan ona baktı, sonra derin bir nefes aldı ve konuştu: "Majesteleri, bendenizin bir soru sormasına izin verin lütfen." Kolundan pirinç bir anahtar çıkardı ve salondaki başmuhafıza dönerek, "Kayıp anahtar bunun gibi bir şey miydi?" diye sordu.


   Başmuhafız hayrete düşerek hemen cevap verdi: "Aynen öyle! ...Ama hanımefendide ne işi var?”


   Jiang Yuan, Li Yanzhen'in şaşkın bakışlarıyla karşılaştı ve yavaşça şöyle dedi: "Bendeniz az evvel biraz temiz hava almak için dışarı çıktı. Saygın nazırlarınızdan biriyle rastlaştım ve bu anahtarı yerden aldım. Aslında ziyafetin dağılmasını bekleyip anahtarı ona geri vermesi için birini görevlendirmeye niyetliydim." Konuşurken bakışlarını sağ taraftaki koltuğa çevirdi.


   Sağ taraf Başmüfettiş Su Shiyu'nun oturduğu yerdi ancak şu anda Chu Mingyun da orada oturuyordu. Jiang Yuan'ın bakışlarıyla karşılaştı ve o anda dudakları doğru kıvrıldı, gülümsemesi tehditkar izler gizliyordu.


   Kalabalığın bakışları da onu takip etti ve Li Yanzhen, "Sevgili cariyemin gördüğü kimdi?"


   "Majestelerinin bunu sormasına gerek var mı?" Ceza Nazırı Lu Shi doğrudan söz aldı. "Bu ziyafette bu kadar uzun süreliğine dışarı çıkan yalnızca bir saygın beyefendi yok muydu?"


   Chu Mingyun ona sabırsız bir bakış fırlattı, her ne kadar bu ihtiyarın kendisinden hiç hazzetmediğini bilse de bu ziyafet sırasında kendisine bu kadar ilgi göstereceğini düşünmemişti.


   Jiang Yuan tam ağzını açacaktı ki Su Shiyu ondan önce davrandı. "Lu Bey, ben de az önce salonun dışındaydım."


   "Elbette sizi kastetmiyorum!" Lu Shi aceleyle açıklama yapmaya çalıştı.


   Su Shiyu nazik bir gülümseme takındı ve bakışlarını Jiang Yuan'a çevirerek zarif bir ses tonuyla konuştu: "Bu arada tesadüf odur ki bendeniz de salonun dışında Chu Bey ile rastlaşarak onunla önceki davanın bazı ayrıntıları hakkında konuştu. Başından sonuna kadar ondan pek uzaklaşmadım. Tam olarak kimi gördünüz acaba?"


   Jiang Yuan'ın ifadesi kaskatı kesildi. Duyduklarına inanamıyormuş gibi baktı Su Shiyu'ya.


   Chu Mingyun, Su Shiyu'nun gözünü bile kırpmadan martaval okuması karşısında şaşkınlıktan nefessiz kalmıştı.


   Jiang Yuan kirpiklerini indirdi. "Sayın başmüfettiş böyle konuştuğuna göre, belki de ben yanlış görmüşümdür."


   Saray salonunda kaçınılmaz olarak sesler yükselmeye başladı. Chu Partisi doğal olarak memnuniyetsizdi. Su Partisi’nden Lu Shi gibileri ise Chu Mingyun'un başının belaya girmesini görmekten oldukça keyif alırdı. Ancak Su Shiyu'nun konuşması ikilemde kalmalarına neden oldu.


   Su Shiyu usulca gülerek, "Bu nasıl olabilir?" dedi. "Eğer hanımefendi yanlış gördüyse anahtar nereden geldi?"

 

   Jiang Yuan ne diyeceğini bilemeyerek sustu. Chu Mingyun ise soğukkanlılıkla konuşmayı sürdürdü. "Bu kadar zorlaştırmaya gerek yok. İki anahtar olduğunu söylemediler mi? Doğru mu yanlış mı olduğunu sadece bir üst aramasından sonra öğrenebiliriz." Durakladı ve gülümsemesi genişledi. "Ama diğeri bulunamazsa bu naçiz memur gerçekten haksızlığa uğramış olur."


   Bir el aniden kolundaki elini sıkıca kavradı. Jiang Yuan şaşkınlıkla baktığında Li Yanzhen ona gülümsedi. "Boş verin, bugünkü ziyafetin neşeli geçmesi gerekiyor, neden yaygara koparıp kötü bir şekilde bitirelim ki?"


   "Majesteleri…"


   "Sadece birkaç kayıt defteri, önemli bir şey değil, gidebilirsin." Li Yanzhen elini kaldırdı ve başmuhafız başını eğerek ayrıldı. "Müziğe devam edin!"


   Dans ve müzik yeniden başladı, şarap kadehleri dolduruldu, gözlere inen dumanlar gibi mutsuzluk kadehlerin ardı ardına devrilmesiyle akıllarda geriye atıldı.


   Su Shiyu değişmeyen bir ifadeyle bir yudum aldı. Kendisine bakan Chu Mingyun'a "Neye bakıyorsunuz?" diye sordu.


   "Su Bey, yüz derinizin benimkine kıyasla daha ince olmadığını hissediyorum, teyit etmek için bir dokunmama izin verir misiniz?"


   Su Shiyu gözlerini kıstı ve hafifçe gülerek ona bir bakış attı. "Az önce sizi gerçekten gördüm." diye fısıldadı.


   "Hm?"


   "Birinin beni görmek istediğini söyleyen bir saray hizmetçisi vardı. Nihayet gölete vardığımda ortadan kayboldu. Sonra sizi ve Başcariye Jiang'ı gördüm."


   "Benden hoşlandığını söyledi ve siz hiç kıskanmadınız mı?" Chu Mingyun gülümseyerek ona baktı.


   Su Shiyu onun izinden gitmedi, kendi bildiği gibi konuştu: "O kadında bazı meseleler olabilir fakat majesteleri şu anda ona gözü gibi bakıyor. Dış sarayın nazırları olarak biz haremdeki işleri sorgulayacak durumda değiliz. Sadece gözümüzü dört açmak gelir elimizden."


   Chu Mingyun bunu umursamıyor gibiydi. "Peki neden bana yardım ettiniz?"


   Su Shiyu bir an düşündü. "Bunu iyiliğinizin karşılığı olarak düşünün." Bir süre durakladıktan sonra, "Song Heng'in hapishanesinde benim yerime bir ok yediniz." diye açıkladı.


   Chu Mingyun bir an için ona baktı ve aniden sessizce gülmekten kendini alamadı.

"Siz gerçekten..."


   O gerçekten neydi, bir anda aklına bir tanımlama gelmedi.


  

   Ziyafet sona erip odalara dönene kadar Jiang Yuan hâlâ klını tam olarak toplayamamıştı.


   Tianlu Köşkü meselesini örtbas etmesi emredilmişti ve aslında ölmeye kararlıydı. Tek istediği Chu Mingyun'un gücüne zarar vermek için Su Shiyu'nun elini ödünç almaktı. Ancak Su Shiyu’ya her nasılsa bir haller olmuştu. Bu ayağına gelen mükemmel bir fırsatı ikinci kere reddetmesiydi. Chu Mingyun'u savunmak için konuştuğu anda Jiang Yuan kolundaki zehirli hapı çoktan kavramıştı. Ne var ki Li Yanzhen tam o anda onun elini tutmuştu. Elindeki gücü nasıl kullanacağını bilmeyen bu genç imparator onu birkaç cümleyle başından savmış ve her nasılsa gerçekten de meselenin peşine düşmemişti. 


   "Yüzün neden bu kadar solgun?" Li Yanzhen saray hizmetçilerinin dış cübbesini çıkarmasına izin verdi ve dönüp ona baktı.


   Jiang Yuan hemen kalbini yatıştırarak başını salladı.


   Li Yanzhen gülümseyerek ona doğru yürüdü. "Hâlâ Tianlu Köşkü'ndeki soygunu mu düşünüyorsun?" Jiang Yuan'ın sessiz kaldığını görünce elini tuttu. "Durumun ne olduğunu tam olarak anlamasa da zâtım, senin bunu düşünmene gerek yok. Ben sana güveniyorum.”


   Jiang Yuan kaskatı kesildi, o kadar çok duygu üst üste gelmişti ki artık gerçekte ne olduğunu bilmiyordu. Başını eğerek Li Yanzhen'in eline baktı; bu el zarafet yayıyordu, kitapları, belgeleri tutmuş, bir fırça, bir oyma bıçağı kullanmış, yine de hiçbir zaman kanla lekelenmemişti. Tıpkı bu adamın doğası gibi çok nazikti, bir imparatorun olması gerektiği gibi değildi.


   İçini çekti, bu delikanlı gerçekten bir aptaldı.



   Yazar Notu:


   Chu Mingyun: Merak etmeyin, düz göğüslü bile olsanız sizi seviyorum.


   Su Shiyu: ...Duygulanmam mı gerek?


   Chu Mingyun: Bir adım atabilirsiniz.


   Su Shiyu: Çok fazla düşünüyorsunuz.