Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 26: Sahiden taştan yontulmuşsunuz.

 

   Devlet dairelerinin yan tarafında muhafızlar hücredeki adamı serbest bırakma emrini aldı. Adam hemen yetkilileri şehirdeki gizli bir konağa götürdü; alıkonulmuş ailesi kurtarılırken davaya karışan ve zamanında kaçamayan birkaç kişi de ortaya çıktı. Bu kişiler sorgulanmak üzere hapishaneye geri götürüldü ve nihayet ağızlarını açmaları ertesi güne kadar sürdü.


   Hemen ardından Su Xing'in evinde bir yığın mektup ve işlevi bilinmeyen birkaç demir mühür bulundu. Bunu çeşitli yazışmalarla tek tek karşılaştırdılar; suç ortaklarının vakaya dair açıkladıkları ile tamamen tutarlılardı. Mektup yığını arasında en eskiye dayanan mektupta, Su Xing'in kendisini zaten başka bir efendiye tabi ilan ettiğini açıkça gösteren kelimeler yer alıyordu. Mektubun üzerindeki imzada Huainan Valisi’nin mührü vardı ki bu sahte olamazdı.


   Mektubu birkaç kez dikkatle okuduktan sonra Su Shiyu herhangi bir kusur olmadığını fark etti ama bu şüphelerini daha da artırmıştı.


   Bu cinayet vakasının önceki olaylarla bağlantılı olması bekleniyordu. Şimdi tanıklar ve kanıtlar bile ortada olduğuna göre kesin bir sonuç vardı: Perde arkasından her şeyi yöneten kişi Huainan Valisi idi. Ancak sonuç gerçekten böyleyse önceki şüphelerinin sadece aşırı düşünmesi olduğu ve Tan Jing'in sözlerinin yanlış olmadığı, tüm gerçeklerin aslında tüm açıklığıyla ve düzgünce önüne serildiği anlamına gelmez miydi bu?


   "Yu, evladım." Birden tanıdık bir ses duyuldu.


   Su Shiyu kendine geldi, bir an tereddüt etti ama yine de yavaşça arkasını döndü.


   Birkaç adım ötede ağırbaşlı bir kadın duruyordu, henüz altı yedi yaşlarında küçük bir kız çocuğunun elini tutuyordu. Kadın doğruca Su Shiyu'ya baktı ve küçük kızı çekip avluyu arayan görevlilerle dolu avlunun içinden geçerek adım adım ona yaklaştı.


   Su Shiyu gözlerini kıstı, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi ve saygıyla seslendi: "Yenge."


   Kadın tek kelime etmeden önünde durdu, aniden elini kaldırıp şiddetli bir tokat atmak üzereyken Su Shiyu göz kapaklarını indirerek hareketsiz kaldı.


   Ancak kadın elini Su Shiyu'ya indirmeden önce biri aniden bileğini kavradı. Yok yere ortaya çıkan mavi giysili adama öfkeyle baktı. "Bırak!"


   Chu Mingyun soğukkanlılıkla gülümsedi. "Su Hanım, imparatorluk fermanını yerine getiren bir saray görevlisine hakaret etmenin sonuçlarını iyi düşünmelisiniz."


   Kadının gözleri bir anda kızardı, öfkeyle titremeye başladı. "Bırak beni! Bırak beni!"


   Yanındaki küçük kız ne olduğunu bilmiyordu ama bu sahneden korkmuştu. Küçük bedeni aceleyle onu geri çekmeye çalıştı ama başaramadı. Böylece yönünü değiştirerek Su Shiyu'yu korumaya çalışır gibi kendini onun önüne attı, usulca yalvardı: "Anne, vurma! Abime vurma!"


   Su Shiyu onu tutmak için bir hamle yapmıştı ki kadın aniden Chu Mingyun'un elini savurdu ve tek bir hamleyle onu geri çekti, Su Shiyu'nun uzattığı elleri boşlukla karşılaştı.


   "Abim iyidir, abime vurmasana anne!" Panik içinde kadının kol manşetini tuttu, neredeyse ağlayacaktı.


   Gözlerinden yaşlar süzülen kadın çömelip ona sarıldı, başını çevirip Su Shiyu'ya hiddetle bakarken sözlerini kollarındaki kızına yöneltti: "Ying, yavrum, ona iyice baktın mı? Onun abine benzeyen bir yanı mı var?!"


   Kızı Ying boş boş baktı. "Bu o, Shiyu Abi..."


   "O değil." diyerek dişlerini sıktı kadın. "O babanı öldüren düşman, zalim, vicdan yoksunu!" Aniden sesini yükseltti, o kadar şiddetliydi ki avludaki herkes açıkça duyabiliyordu. "Su Shiyu! Akrabalarını görmüyor gözün, taştan mı yontmuşlar yüreğini senin! Öz amcanı bile öldürebiliyorsan ikimizi de öldürebilirsin! Her halükarda tüm ailemiz artık mahkum edilmiş suçlular. Neden korkuyorsun, yap hadi!"


   Su Shiyu uzun bir süre tek kelime etmedi, usulca içini çekti, arkasını döndü ve eve doğru yürüdü.


   Kadın ayağa kalkarak onun peşine düşmek istedi ancak görevliler onu hemen durdurdu. Onlarla başa çıkamadı, birkaç haykırıştan sonra diz çöktü, kızını kucakladı ve kederle ağladı.


   Chu Mingyun Su Shiyu'yu takip etti, sırtına bakarak yavaşça ona yaklaştı. Gülümseyerek "Size sarılmamı ister misiniz?" dedi.


   Su Shiyu ona yandan bir bakış attı. "Chu Bey uykusundan ayılamadı mı hâlâ?"


   Chu Mingyun güldü, elinin arkasındaki kan lekelerine baktı ve uzunca iç çekti. "Su Bey neden böyle bir yükün altına giriyor? Soruşturmaya gelmeseydiniz de suçu doğrudan benim üzerime atsaydınız çok daha kolay olmaz mıydı? Sadece rakibinizden kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda akrabalarınızı da koruyabilirdiniz. Bu şekilde azar işitmezdiniz."


   "Yanılıyorsunuz Chu Bey." Su Shiyu tane tane, düz bir tonla ama etkili kelimelerle, "Kan bağı olsa ne olur? Yanlış yapmak yanlış yapmaktır." dedi.


   Chu Mingyun eğlenerek ona baktı, bir süre sonra başını sallayarak güldü. "Sahiden taştan yontulmuşsunuz."


***


   Dava kapanmış, Chu Mingyun ve Su Shiyu görevlerine devam etmek üzere başkente dönmüşlerdi.


   Herkes bu durumdan memnundu. Yetkililer artık gün boyu korku içinde sinmek zorunda değildi. Tüm saray erkanı onları tebrik etti etmesine ancak Su Shiyu'ya bakarken bakışları ister istemez karmaşıklaşıyordu. Çayevlerindeki dedikoducular arasında bile başmüfettişin ne kadar soğukkanlı ve tarafsız olduğu konuşuluyor, iç çekiliyordu.


   Ancak Su Shiyu bunlardan etkilenmedi. Çalışma üslubuna uyarak davayı ele almış, dava raporuyla saraya girmiş  ve incelemesi için Li Yanzhen'e sunmuştu.


   Li Yanzhen raporu okuduktan sonra çaresizce ona baktı. "Kıymetli nazırım Su her zamanki gibi özel işlerini karıştırmadan kamu görevlerini yerine getiriyor. Gerçekten de kendini bu işe bulaştırmaya niyetlisin."


   "Olması gereken de bu." dedi Su Shiyu usulca.


   "Bu durumda zâtım bir kolunu kaybetmişçesine acı çeker ama." Li Yanzhen raporu bir kenara bıraktı. "Su Xing işlediği suçların cezasını çekmemek için intihar etmişken neden akrabaları da işin içine katılsın? Ayrıca bundan habersiz olanların hiçbir günahı yok. Ailesinin dul eşi ve yetim kızları huzurla yaşamalı."


   "Majesteleri..."


   "Geçen seferki gibi zâtımla tartışmaya girme." Li Yanzhen elini salladı. "Kıymetli tebaamın sadakatine güneş ve ay şahittir. Su Xing'in suçu yalnızca kendisini bağlar. Zâtımın seni şüpheli görmesine imkan yok."


   Su Shiyu gözlerini indirdi ve cevap vermedi.


   Li Yanzhen uzun bir iç çekti. "Bunu Su Ailesi’nin birkaç nesildir gösterdiği sadakatin karşılığı olarak düşün. Cinayet davasında çokça insan öldü zaten, bu sonbaharda akan kan yeterince ağır. Neden ölümlere bir yenisini daha ekleyelim?"


   Su Shiyu zayıf, tatsız bir gülümseme sergiledi ve daha fazla konuşmadı. Diz çöküp yere kapanarak minnetini gösterdi. Tam bir şeyler söyleyecekti ki hiçbir neden yokken Su Xing'in sözlerini hatırlayıverdi. Bir anlık sessizliğin ardından aniden, "Majestelerinin bu rapor hakkında herhangi bir şüphesi var mı?" diye sordu.


   "Sevgili tebaam Su meseleleri ele aldığında zâtımın içi her zaman rahat olmuştur, şüphe edecek bir şey yok."


   Su Shiyu başını kaldırdı ve Li Yanzhen'in narin yüzüne baktı. "O halde Majestelerinin Huainan Valisi hakkında bir düşüncesi var mı?"


   Li Yanzhen bir süre zorlukla düşündü ve başını salladı iki yana. "Siyasi meselelerle ilgili olarak seni rahatsız etmeye devam etmek zorundayım sevgili tebaam. Bu konularda karar vermek zâtım için gerçekten zor." Rapora tekrar göz gezdirdi ve "Neden burada Huainan Valisi hakkında hiçbir şeyden bahsetmedin?" diye sormaktan kendini alamadı.


   Su Shiyu'nun gözleri koyulaştı, ayağa kalktı, kolundan başka bir ferman çıkardı ve her zamanki gibi uzattı. “Bendeniz de bu konudan bahsetmek istiyordu."


   "İlk imparator Xia Hanedanlığı’nı kurarken kraliyet ailesini korumak ve sınırları istikrara kavuşturmak, yeni hanedanlığın huzurunu sağlamak için birçok asalet unvanı verdi. Ancak aradan yüz yıl geçti artık ve zaman değişti. Huainan Valisi’nin liderliğinde soyluların gücü günden güne artmakta. Bin li’den fazla toprağa hüküm sürüyor, abartılı bir müsriflikle yaşıyorlar. İmparatorluğun emirlerine karşı çıkarak tehdit olacak duruma geldiler çoktandır. Bu tehdidi zayıflatmak şart."


   Li Yanzhen elindeki fermana baktı. "Lütuf Fermanı mı?"


   "Ta kendisi. Valilere şahsi mülklerini oğullarına bölüştürmesini emrediyor. En büyük oğul valilik makamını miras alırken diğerleri tımarlardan haklarını ediniyor. Tımarlar aynı bölgeye aittir ve bulundukları bölgenin yargı yetkisi altındadır. Bu sadece sözde bir lütuf, aslında vasalların siyasi gücünü zayıflatıyor."


[Sözü geçen ferman: 推恩令 Han Hanedanlığı döneminde uygulanmış. Araştırmak isterseniz bakarsınız.]


   "Fakat ataların kanunlarınca gelecek nesillerin ataların düzenlemelerinde herhangi bir değişiklik yapmaması gerektiğini belirten hükümler vardır..." Li Yanzhen tereddütlüydü.


   "Bendeniz anlıyor elbette. Esasında bu vasal valilerden tamamen kurtulmak değil, siyasi güçlerini bölmek ve oluşturdukları tehdidi mümkün olduğunca azaltmak istiyorum."


   "Ama bu yine de değişiklik yapmaktır ve onların çıkarlarına zarar verir, gerçekten bir isyana yol açmayacak mı?"


   Su Shiyu başını salladı. "İşte bu yüzden bendeniz bu cinayet vakası ile Huainan Valisi arasındaki bağlantıyı kamuoyuna açıklamadı."


   "...Zâtım kıymetli nazırımın sözlerini anlamıyor."


   "Bu seri cinayetler hükûmeti ağır kayıplara uğratmış olsa da bir fırsata dönüşemeyeceği anlamına gelmez, sadece nasıl kullanacağınıza bağlıdır. Şu anda Huainan Valisi’nin suçlarına dair kanıtlar kamuoyuna açıklanırsa soylular bastırılır ancak korkarım ki bunun çok az etkisi olur ve yalnızca otlar arasında saklanan yılanı uyarır. Kış mevsimine yeni girdik, at veya araba ile seyahat etmek uygun değil ve sarayda çok fazla iş var, bu bizi dezavantajlı duruma sokuyor. Üstelik Su Xing davası daha yeni sonuçlandı, karşı taraf ne yazık ki tetikte bekliyordur. Peki neden yılın bitmesini beklemiyoruz? O zaman Huainan Valisi gardını indirebilir ve bendeniz başmüfettiş olarak göklerin oğlu adına vasalları teftiş etmeye çıkabilir. Tımarlara göreve gittiğimde soylular beni sınırda karşılamakla yükümlüdür. O zaman Huainan Valisi’ni tutuklama fırsatını değerlendirebilir ve onu Changan'a getirerek işlediği suçları açıklayabiliriz. Böylece majesteleri bunu diğer soyluların siyasi gücünü azaltmak için bir bahane olarak kullanabilir."


   Li Yanzhen bir süre düşündükten sonra tekrar Su Shiyu'ya baktı. "O halde değerli tebaamın önerdiği şekilde hareket edelim."


   Tüm meseleler tamamlandıktan sonra Su Shiyu selam vererek çekildi. Sarayın çalışma odasından dışarı adımını atıp başını kaldırdığında onun yönüne doğru yürüyen, güzelce pudralanmış bir yüze ve hafif, sallanan adımlara sahip birini fark etti. İzlenimine bakılırsa bu kişi muhtemelen imparatorun son harem toplaması sırasında saraya giren ve şu anda gözde olan başcariye Jiang'dı. Selamlaşarak ayrıldılar.


[Bu başcariyelik imparatoriçeden sonraki sıradaymış değer olarak.]


   Ancak Su Shiyu'nun arkasından Jiang Yuan adımlarını durdurdu, dönüp onun sırtına baktı. Yüzünde okunamayan bir ifade vardı, ta ki bir saray hizmetçisi hafifçe ona seslenip kendine getirene kadar. Hafifçe güldü, döndü ve sarayın çalışma odasına girdi.


***

  

   Su Shiyu konağa adımını atmıştı ki maviler giyinmiş bir figür üzerine atıldı.


   "Nihayet döndün kuzen! Ne diyeceğim bak, üzülme ya, sen… ay, neden bana öyle bakıyorsun?"


   Su Shiyu yanlış yere girmediğinden emin olmak için başını çevirdi ve Du Yue'ye baktı. "Neden aniden geldin?"


   "Su Xing dayım konusunu... ben de duydum." Du Yue kararlı bir şekilde, "Ama endişelenme, seni kesinlikle suçlamıyorum, bu dayımın kendi hatası. Kuzen, senin de başka seçeneğin yoktu." dedi.


   Su Shiyu usulca güldü ve onunla birlikte konağa girdi. "Birkaç yılın ardından A-Yue çok daha anlayışlı biri oldu."


   "Açıkçası ben her zaman çok anlayışlı olmuşumdur." Du Yue bu övgü karşısında göğsünün kabardığını hissetti. Sonra duraksadı ve buraya ne için geldiğini hatırlayarak hemen ciddi bir ses tonuna büründü. "Kuzen, neden mutsuz görünmüyorsun?"


   "Mutlu ya da mutsuz olunacak bir şey yok, olan biten geçtikten sonra her şey son bulur." Su Shiyu gülümseyerek ona baktı. "Buraya beni ağlarken görmek istediğin için mi geldin yoksa?”


   Du Yue Su Shiyu'nun ağlarken nasıl görüneceğini düşündü ve bunu hayal edemeyeceğini fark etti. "Kuzen, şimdi sen böyle söyleyince... görmek ister gibi oldum."


   Su Shiyu ona bir bakış attı, Du Yue hemen lafı çevirdi. "Ay yok, senin için endişelendim sadece. Bu yüzden Qin Zhao'ya ve Chu kişisine buraya gelip birkaç gün seninle kalacağımı söyledim."


   Su Shiyu biraz şaşırdı. "Qin Zhao kabul etti mi?"


   Du Yue'nin yüzündeki coşku birden kayboldu. "Hayır ya, ona neyse artık, ölse de kabul etmez."


   "Peki sonra?"


   "Sonra... Sonra onunla tartıştım tabii." Du Yue başını salladı. "Aslında buna tartışma denemez. Hiçbir şey söylemedi bile. Sadece çok inatçıydı. Bu yüzden doğruca buraya koştum, toparladığım kıyafetleri bile almadım kuzen, burada yedeklerin vardır değil mi? Su Bai'ninkiler de olur." 


   Su Shiyu onun uçarı bakışlarına bakıp çaresizce güldü. Daha fazlasını sormadı.


   Du Yue de konuşmayı bıraktı yavaşça, uzun bir süre başını öne eğdi ve derin bir iç çekti.


   Qin Zhao'nun neden bu kadar abartılı bir tepki verdiğini anlamamıştı. Yine de şimdi sakinleştikten sonra kendisinin de biraz fazla ileri gittiğini fark etti. Fakat şu an geri kaçması da doğru olmazdı ki. Öyleyse özür dilemek için bir fırsat bulmadan önce birkaç gün beklese iyi olurdu, ne de olsa en son söyledikleri gerçekten aşırıydı...



   "Qin Zhao, sana ne benim işimden ya?! Annem bile benim peşime bu kadar düşmüyor. İstersem anana bile giderim sana ne benim nereye gittiğimden?!"

  


   Chu Mingyun, avluda hareketsiz duran Qin Zhao'ya bakarken yanından geçen bir hizmetçiyi durdurarak "Ne zamandır burada duruyor?" diye sordu.


   Hizmetçi saygıyla, "Hekim Du gittiğinden beri, yaklaşık dört saattir kıpırdamadı." dedi.


   Chu Mingyun başını sallayarak ona doğru yürüdü. Bir süre gözlerini indirmiş, suskun duran Qin Zhao'ya baktı ve biraz düşündükten sonra, "Kardeşim, yemeyeceksen seni akşam yemeğine beklemeyeceğim.” dedi.


   Qin Zhao boş boş ona baktı ve hiçbir şey söylemedi.


   Chu Mingyun anlamsızca gülerek onu baştan aşağı süzdü. "Buzdan surat, burada ne dikiliyorsun? Du Yue'nin geri koşmasını mı bekliyorsun?"


   Qin Zhao'nun dudakları büzüldü, yumruk haline getirdiği elini sıktı.


   "Heh." Chu Mingyun alçak sesle alaycı bir kahkaha attı. Yüzündeki gülümseme soldu. Soğuk bir sesle, "Onu zorlamayacağını kendin söyledin, o zaman neden gitmesine izin vermiyorsun? O senin nasıl hissettiğini anlamadığı sürece bu kesinlikle son olmayacak." dedi.


   Qin Zhao'nun gözleri karardı, sesi buruldu. “Abi…"


   Chu Mingyun arkasını dönüp uzaklaştı. "Acıktım."


   "..."


   Qin Zhao konağın ıssız kapısına bir kez daha baktı ve sonunda Chu Mingyun'u takip etmek için adım attı.