Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 33: O anda binlerce kelebek kanatlarını kaldırıp havalandı, göğsü kelebek kanatlarının çırpınışlarıyla doldu.

 

   Gecenin sükunetinde mehtap parlak, avlu su kadar berrak, bambu ve selvi gölgeleri yosun ve nilüferlerle dolu bir zemin oluşturur gibi yayılmıştı. Avluda tek başına kılıç talimi yapan bir delikanlı vardı. Sessizliği yaran tek ses, rüzgar savuran kılıcın sesiydi.


   Chen Siheng'in enerjisi azalıyordu. Salladığı kılıçla duruşu bir an için yalpaladı ve bu da kılıcın kayarak yere düşmesine neden oldu. Hızla tepki vererek bir adım geri çekildi. Kılıcın ayağına düşmesine izin vermedi. Uzun bir süre karamsar bir şekilde kılıca baktıktan sonra derin bir iç çekti. Chen Siheng cübbesinin göğsündeki hançeri yokladı. Çömeldi ve elinde olmadan usulca mırıldandı:


   "Jingshu Abla… Hâlâ nefret edemiyorum senden..."


   Aniden bir gıcırtı yankılandı. Konağın ağır kapıları itilerek açıldı ve avludan uzun bir rüzgar geçti. Chen Siheng tek bir hareketle kılıcını kaptı ve hızla arkasını dönerek gelene dikkatle baktı. "Kim var orada?!"


   Siyahlara bürünmüş iki adamın kapıları iterek açarak iki yanda durduğunu gördü sadece. Ardından siyahlara bürünmüş bir ekip onları takip etti. İfadeleri soğuktu ve sağlı sollu sıralar halinde ayrılmışlardı.


   Bu manzara Chen Siheng'in sırtından soğuk terler akıttı. Bir santim bile kıpırdamaya cesaret edemeden içeri giren son adama baktı.


   Gecenin karanlığında içeri giren adam uzun boylu ve zarif bir duruşa sahipti. Cübbesine işlenmiş nilüferler kan gibiydi. Gözlerinde bir gülümseme vardı sanki fakat aynı zamanda yok gibiydi de. "Bu surat ne böyle. Artık beni tanımıyor musun?"


   Chen Siheng'in şaşkınlığı hızla sevince dönüştü. "General Chu?! Beni görmeye mi geldiniz?!"


   "Hm." dedi Chu Mingyun. "Ölüp ölmediğine bakmaya geldim."


   Göğsünü dolduran heyecan anında söndü. Chen Siheng'in dudaklarının köşesi seğirdi, buna cevap veremedi.


   Chu Mingyun etrafı inceledikten sonra Chen Siheng'e günlük hayatı hakkında bir şeyler sordu ve aniden konuyu değiştirerek, "Bu sefer gelme amacım soracaklarım olması. Hatırlamak istemesen bile bana dürüstçe cevap vermelisin, tamam mı?" dedi.


   Chen Siheng biraz rahatlamış olarak gülümsedi. "Çok uzun zaman oldu. Epeydir bunu kabullenmiş durumdayım. Hatırlamak istemediğim bir şey olduğu yok. Devam edip sorabilirsiniz."


   "Ailen felakete uğradığında tam olarak ne duydun?"


   "Hiçbir şey bilmiyorum." diye başını salladı Chen Siheng. "Büyükbabam bizi gönderdiğinde, ne sorarsam sorayım, bana sadece bir şey olmadığını söylediler. Ancak o gece yangının başlaması gerçekten çok ani oldu. Her yer karmaşa içindeydi. Hiçbir şey göremedim ve duyamadım." Durakladı. "...Sadece Jingshu Abla’nın koşarak gelip beni dışarı çıkardığını biliyorum."


   Chu Mingyun kaşlarını hafifçe çattı. "O gün Kırmızı Kol Konağı’nda, ben gelmeden önce Su Shiyu'ya aslında ne söyleyecektin?" diye sordu.


   "Jingshu Abla bana karşı tarafın kendisine ‘başkomutan’ dediğini söylememi istemişti." Chen Siheng ona baktı ve aniden endişeyle, "Bu doğru ya, General Chu, başkomutan kim? Gerçekten aileme zarar veren kişi o olabilir mi?"


   Chu Mingyun ifadesiz bir şekilde ona baktı. "Benim."


   "Ha?" Chen Siheng tepki veremedi. "Ama... siz bir general değil misiniz?"


   "Sarayda siyasi işlerle uğraşırken ünvanım ‘başkomutan’, savaş alanında ise doğal olarak generalim." Chu Mingyun açıklarken gözlerindeki ışıltı hafifçe soğudu. "Bir düşüneyim, o gün tesadüfen Su Shiyu'ya rastlamamış olsaydım, karşı tarafın başmüfettiş olduğunu mu söyletecekti?"


   Böylece ikisinin arasını açarak Chu Partisi’nin Su Partisi ile çatışarak birbirlerine zarar vermesini sağlayarak kâr eden balıkçı olmayı planlıyorlardı.


   "Gerçekten de iyi bir plan yapmışlar." Bir kahkaha atarak kolundan bronz mührü çıkardı. "Velet, bunun ne işe yaradığını biliyor musun?"


   Chen Siheng mührü aldı ve başını iki yana salladı. Dikkatlice düşündükten sonra ise yukarı aşağı salladı.


   "Hm?"


   "Jingshu Abla’yı sık sık görmeye gelen bir abi vardı. Bir keresinde o abinin bu şeyi kullanması için ona verdiğini gördüm. Ondan sonra pek çok insan onun emirlerini dinlemeye başladı." dedi Chen Siheng. "Sanırım bu bir otorite simgesi ya da kişinin statüsünü kanıtlayan bir şey olmalı."


   "Peki hiç Huainan'dan bahsettiklerini duydun mu?"


   "Hiç duymadım." Chen Siheng hiç tereddütsüz verdi bu cevabı.


   Chu Mingyun başını sallayarak bronz mührü geri aldı. Düşünmeye başladı.


   Chen Siheng, sorularının bittiğini görünce siyahlar içindeki adamlara baktı ve sormadan edemedi: "General Chu, bu insanlar sizin astlarınız mı?"


   Chu Mingyun dönüp baktı. "Gölge muhafızlar."


   Chen Siheng'in gözleri parladı. Yüzünü dikkatle inceledi ve cesaretini toplayarak, "O halde... Ben de sizin gölge muhafızınız olabilir miyim?" diye sordu.


   Chu Mingyun bu sözleri duyunca aniden kahkaha attı. "Gölge muhafızlarının neyi ifade ettiğini biliyor musun?"


   "...Efendisinin gölgesi mi?" diyerek tahmin yürüttü.


   "Doğru." Chu Mingyun acelesizce onu süzdü. "Peki neden bu kadar kısa bir gölgeye sahip olmayı isteyeyim?"


   Chen Siheng: "..."


   Chu Mingyun güldü ve elini sallayarak dışarı çıktı. "Nefesini sakinleştir ve zihnini hizaya getir. Kılıcını sıkı tutabilirsen sana ihtiyacım olduğunda elbette seni çağırırım."


   Chen Siheng sevinçli bir şaşkınlıkla bağırdı. "Gerçekten mi?"


   Kimse cevap vermedi. Gölge muhafızlar göz açıp kapayıncaya kadar kapıları bir kez daha kapattı. Avlu sessizliğine geri döndü. Sanki hiç kimse gelmemiş gibiydi, bir iz kalmamıştı.


***


   Şehre geri dönerken eski yolda atı yavaşça yürüyordu. At toynakları taze çimenlere basıyordu ses çıkarmadan. Arkasındaki gölge muhafızlar da sessizliklerini koruyorlardı. Chu Mingyun bir şeyler düşünürken gözlerindeki ışık titredi. Aniden atını durdurdu. Gölge muhafızlarının meraklarını dindirmek için elini kaldırdı. Başını hafifçe eğdi, dikkatle dinledi.


   Çok zayıf bir qin sesi geliyordu. Kasvetli ve ıssız bir melodi seçilir gibiydi. Belli belirsiz bir hüzün saklıydı. Fakat aynı zamanda kayaların üzerinden akan bir pınarın akışı kadar yalındı. Duyulabilir zirveleri yoktu, hafifçe eğimliydi.


   Chu Mingyun bir süre bu sesi dinledikten sonra atından indi. Dizginleri arkasındaki gölge muhafıza vererek, "Siz önden gidin." dedi. Bunu söylemesiyle kimseye aldırmadan ayrıldı.


   Qin'in sesini takip ederek çiçeklerden geçip salkım söğütleri arkasında bıraktı. Bir şeftali dalını gözünün önünden çektikten sonra her şey önüne serildi. Boş boş bakakaldı öylece. Kırmızı yapraklar ezildi parmaklarının altında ve bir parça koku parmaklarına uçuştu.


   Gürleyen suyun şırıltısı uzaktaki çardağa eşlik ediyordu. Ay ışığı kırağıydı sanki, çardaktaki beyaz cübbeli genç adamın yalnız figürünü baştan aşağı kaplıyordu tüm soğukluğuyla. Genç adam çardaktaki bir hasırın üzerine oturmuş, sırtını çardağın vermilyon sütunlarına yaslamıştı. Pavlonya ağacından bir qin dizlerinin üzerine yerleştirilmişti. İpek tellerden notalar çıkarırken başını eğmişti hafifçe. Uzun saçları önüne düşmüştü. Gümüş ipliklerle işlenmiş bulutlar beyaz cübbesinin üzerinde, beyaz parşömen üzerindeki derin mürekkep kıvrımları gibi görünüyorlardı. Yere bakan gözleri, kaşları ve kirpikleri, her zamanki gibi zarif ve güzeldi.


   İnsanlar iyiden anlıyordu gerçekten. Bu topraklarda ondan başka yeşim kadar nazik ve iyi yürekli denmeyi hak eden çok az kişi vardı.


   Ayak seslerini duyan Su Shiyu başını kaldırıp baktı. Qin’in sesi dalgalandı. Kendisine doğru yürüyen kişiye baktı. "Burada ne işiniz var?"


   "Ben de size bunu sormak istiyordum." Chu Mingyun etrafa göz gezdirdiğinde yalnız kendisinin olduğunu fark etti. "Yolda qin sesleri duydum. Bir müzisyen ya da şarkıcı olduğunu düşünmüştüm. Burada olanın Su Bey olmasını beklemiyordum hiç. Gerçekten zarif ve ağırbaşlısınız."


   Su Shiyu usulca, "Chu Bey’i hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm. Ben müzisyen ya da şarkıcı değilim. Şimdi ayrılmanız için geç değil." dedi.


   "Su Bey beni kovmaya mı çalışıyor?" Chu Mingyun hafifçe kaşını kaldırdı. "Beni görmek istemiyorsunuz sanırım?" 


   "Daha neler." Su Shiyu hafifçe güldü.


   "Az önce çaldığınız bir matem şarkısı mıydı?" Chu Mingyun onun önünde çömeldi ve başını hafifçe eğerek ona baktı. "Gerçekten de eski bir tanıdığınızı mı yâd ediyorsunuz?"


   "Ne oldu?" diye güldü Su Shiyu. "Chu Bey beni teselli etmeyi mi planlıyor?"


   Chu Mingyun bir kahkaha attı. "Öz amcanız gözünüzün önünde öldüğünde bile gözünüzü kırpmıyorsunuz. Neden benim sizi teselli etmeme ihtiyaç duyasınız ki?"


   Su Shiyu gözlerini indirdi, cevap vermedi. Parmakları bir kez daha qin tellerinin üzerine yerleşti.


   Chu Mingyun da aldırmadı. Cübbesini kaldırarak Su Shiyu’nun yanına oturdu. Elini kaldırarak onu dürttü. "Şarkıyı değiştirin."


   "..." Su Shiyu gözlerini çevirip ona baktı. "Beni gerçekten bir müzisyen ya da şarkıcı olarak mı görüyorsunuz?"


   "Eğer bir müzisyen ya da şarkıcı bulmak isteseydim sizi çalarken dinlemek istemezdim." Chu Mingyun kesin bir ifadeyle cevap verdi.


   "Doğru." diye güldü Su Shiyu. "Jiangnan'ın bir numaralı kadın qin sanatçısı büyük paralarla satın alınıp evinize gönderilmişti. Gerçekten de qin çalacak birine ihtiyacınız yok."


   Chu Mingyun başını çevirip ona baktı ve belirsiz bir niyetle, “Benim hakkımda çok şey biliyorsunuz anlaşılan." dedi.


   Su Shiyu'nun parmaklarının hareketleri hafifçe durakladı. Hemen ardından kayıtsızca, "O Ruji Hanım’ın bu kadar tanınmış olmasından dolayı. Ben bile namını duymuştum." dedi. “Bir zamanlar ondan tavsiye istemeyi düşünmüştüm. Ne yazık ki böyle bir fırsatım olmamıştı. Ancak daha sonra onu bu kadar kolaylıkla kovacağınızı beklemiyordum. Öyle ki bugüne kadar en ufak bir izi bile bulunamadı."


   Chu Mingyun alçak sesle güldü. "Bu benim size olan derin sevgimden değil mi?"


   Su Shiyu bakışlarını kaçırdı. "Öyle görünüyor ki size sadece şunu sorabilirim: Ruji Hanım’ın qin becerileri gerçekten de söylentilerdeki kadar iyi mi?"


   Chu Mingyun kısa bir süre düşündü ve üç kelimelik bir yorum yaptı: "Dinleyince uykum geliyor."


   Su Shiyu ona derin bir bakış atmaktan kendini alamadı. "Chu Bey’in takdiri böyleyken sizin için çalmaya zahmet etmeye bir neden bulamadığım için beni affedin."


   "Ta taşradan gecenin geç bir saatinde, evime dönmek yerine özellikle Su Bey’in qin çalışını dinlemeye geldim. Yine de beklenmedik bir şekilde benden uzak durmanız insanın duygularını gerçekten incitiyor." Chu Mingyun hafif bir iç çekti.


   "...Ne dinlemek istiyorsunuz?"


   Chu Mingyun bir an düşündü. "Lanling Kralı’nın Savaşa Girişi."


   Su Shiyu onun sözleri üzerine aniden gözlerini kaldırdı, bakışları onun yüzüne düştü ve bir an için dikkatle onu inceledi. "Lafı geçmişken, uzun zamandır size sormak istediğim bir şey vardı.

   Lanling Kralı, narin güzelliği yüzünden savaş alanında sık sık aşağılanmaya maruz kalır, hakaretler işitirdi. Bu yüzden düşmanlarını korkutmak için uğursuz görünümlü altın bir maske yapmıştı. Peki siz bu yüzle savaş alanını nasıl alt üst ettiniz?" 


   Chu Mingyun soğukça gülerek, "Bu oldukça basit." dedi. "Düşmanlar arasında saygısızlık edenler olursa ölümüne işkence eder, öldürürüm. Birliklerim içinde ağır cezalar veririm. İki aya bile kalmadan orduda yüzüme doğrudan bakmaya cesaret eden kimse kalmadı."


   "Birlikleri yönetme konusunda gerçekten çok katısınız." dedi Su Shiyu. Bunun bir övgü mü yoksa kınama mı olduğunu ayırt etmek zordu. Uzun bir süre kendi kendine mırıldandıktan sonra aniden yumuşak bir sesle, "Açıkçası, şan ve şeref peşinde koşan biri olmadığınızı, hatta dünyevi pek çok şeye ilgi duymadığınızı düşünüyorum şahsen. Peki neden savaş alanına girip saraya yükselmek istediniz?"


   "Gerçeği mi yoksa yalanı mı duymak istersiniz?" Chu Mingyun ona baktı.


"Yalanlar dinlemek isteyecek olsam neden size sormaya zahmet edeyim ki?" Su Shiyu onun bakışına karşılık verdi.


   Chu Mingyun gözlerini başka yöne çevirdi. Uzaklardaki binlerce dağın silüetlerine, soluk mavi puslu zirveler zincirine ve akan derenin gümüşi beyaz parıltısına baktı. Sonra tekrar koyu gözlerine döndü. Bir süre mırıldandıktan sonra ağzını açtı, sesi her zamanki gibi kayıtsızken sözleri dehşet vericiydi. "İlle de dile getirmem gerekiyorsa, istediğim şey bölgeyi binlerce li genişletmek ve her yönden saygı toplamak."


   Su Shiyu afalladı. Bakışlarını hızla başka yöne çevirerek ellerini qin tellerinin üzerine koydu. Parıldayan beyaz mehtap parmaklarına eşit dağılıyordu.


   Rüzgârın ve zarafetin tellerinden çıkan bir şarkı, yeşim taşından boncukların düşmesi gibi bir ses, savaş davullarının gümlemelerine, yavaş yavaş altın savaş baltasının çınlayarak vurmasına, süvarilerin ve soğuk nehirlerin akıntısına dönüştü.


   Ses dalgaları vermilyon çardağı doldururken Chu Mingyun dirseğini dizine dayadı. Başını eğip eliyle yanağını desteklerken dalgın dalgın Su Shiyu'ya baktı.


   Bir insan Su Shiyu'dan ne kadar nefret ederse etsin, yine de bir şeyi kabul etmek zorundaydı: Su Shiyu gerçekten güzel bir yüzle doğmuştu. Dedikoduların ardı arkası kesilmezdi; bazıları o ince dudakların kıvrılmasıyla bir insanın ruhunu emebileceğini, bazıları da kana bulanmış o güzel elin yelpazeyi tutarkenki duruşunun en dokunaklı an olduğunu söylerdi.


   Ancak Chu Mingyun şimdi aniden fark etti ki, bir insanı darbeleri savuşturamaz hale getiren şey gerçekten de onun gözleriydi. Gülümsediğinde ilkbaharda taşan bir pınar gibi ışıldarken ciddi ve sakin olduğunda ise bir sonbaharda sularda yansıyan ayın soğuk ve durgun ışığı gibiydi.


   Aniden elini çevirip telleri durdurdu ve şarkı sona erdi. Müziğin gelgiti geri çekildi, yeryüzünü ansızın sessizliğe bıraktı.


   Chu Mingyun kımıldamadı. Bir anlık sessizliğin ardından ona bakarak konuştu. “Yüzünüz mü kızarmış biraz?”


   "..." Su Shiyu sessizce iç çekti. "Bu kadar uzun süre kime dik dik baksanız rahatsızlık duyar.”


   Chu Mingyun yavaşça güldü. "Siz daha iyisiniz."


   "Ne?" Su Shiyu, derinliklerine neşe dolmuş o bir çift göz karşısında şaşkınlık duydu. Bir an için kendine gelemedi.


   Chu Mingyun dizlerinin üzerindeki qin'i işaret ederek, "Jiangnan'ın bir numarası sizin denginiz olmaktan çok uzak." dedi.


   "Övgüleriniz için çok teşekkürler." Su Shiyu bakışlarını kaçırıp güldü. Sadece bu birkaç kelimeyle her ne kadar rahatlamış olsa da, açıkça ifade edilemeyen bastırılmış bir duygu yükseliyordu çıt çıkarmadan, zımparalansa da yok olmuyordu.


   Chu Mingyun geri döndü ve rahatlayarak çardağın korkuluklarına yaslandı. "Siz çalmanıza bakın. Beni boş verin."


   Su Shiyu belli belirsiz mırıldanırken o aniden tekrar konuştu: "Bu arada…"


   "Evet?"


   "Tatlı yer misiniz? Çam fıstığı şekerinin bir kısmını sizinle paylaşabilirim."


   Bunun üzerine Su Shiyu hafif bir kahkaha attı. Bir cevap vermeyi reddederek zarif bir şarkı çalmaya başladı.


   Chu Mingyun da daha fazla konuşmadı. Gözlerini kapatmıştı. Biraz yorgun görünüyordu. Müziğin nazik sesi kulaklarına vardığında pozisyonundan rahatsız olmuş gibi hissederek vücudunu usulca hareket ettirdi bir anda. Kendini kaydırarak çardağın sütununa yaslandı. Omzu Su Shiyu'nun omzuna değdi. Kuzgun karası uzun saçları aşağı kayarak Su Shiyu'nun omzuna düştü ve gece esintisiyle havalanarak Su Shiyu'nun alt çenesinde gezindi. Tarif etmesi zor bir gıdıklanma ve uyuşma hissi yarattı.


   Kalbi çırpındı sebepsizce. Kulağında Mulahe’nin sesi yankılandı.

  

   "Yani…

   Yani Anyiruo ondan hoşlanıyor, değil mi?"

  

   Su Shiyu'nun parmakları hizadan çıktı, qin’in sesi kararsızlaştı.


   O anda binlerce kelebek kanatlarını kaldırıp havalandı, göğsü kelebek kanatlarının çırpınışlarıyla doldu, yüreği tamamen karmaşaya sürüklendi, düzenden eser kalmadı.


   “Su Ailesi’nin dört nesli boyunca general eksiğimiz olmadı, sana ihtiyacımız yok.

   Seni bir daha asla savaş meydanına götürmeyeceğim. Bundan sonra sadece sivil bir memur olmayı öğrenmen gerekiyor."

  

   “İstediğim şey bölgeyi binlerce li genişletmek ve her yönden saygı toplamak."


   Hoşlanmak mı?

  

   "Ülke için önemli biri olsa bile neden ona bu kadar iyi davranıyorsun?"

   “Yakışıklı abi etraftayken sis kayboluyor!”

  

   “Tahmin etmek istediğim çok şey var. Örneğin benim hakkımda ne düşündüğünüz.”


   Hoşlanmak mı?

  

   "Senin kalbin yok mu?"


   "Kalpsiz, arzusuz, kan ve gözyaşı dökmekten aciz! Böyle devam edersen ömür boyu yalnızlık çekersin!"

  

   "Sizi kutlama için içmeye davet ettiğimi söylemiştim, neden hâlâ kaşlarınızı çatıyorsunuz?"

  

   Hoşlanmak mı?

  

   “Ya sevgili tebaam Su nasıl bir tipten hoşlanır?”

   "Ah, unutmuşum. Sen hiçbir şeyden hoşlanmazsın."

  

   Hoşlanmak değil mi bu?

  

   ...Kalbim neden parçalanıyormuşum gibi bir acıyla gümlüyor o zaman?

  

   Su Shiyu ellerini durdurdu. Qin telleri hâlâ titreşiyordu ama şarkı çoktan yolundan sapmıştı. Karmaşa içindeydi. Düzenden yoksundu. Tıpkı birbirine girmiş hisleri gibi. Biraz gergin, biraz neşeli, biraz da ne yapacağını bilemez haldeydi. Kalbinin ucunda görmezden gelemediği hafif bir acı vardı. Söylenenlerin hepsi yalan değilmiş meğer.


   Su Shiyu başını hafifçe kaldırıp uzun bir iç çekti ve uzun, çok uzun bir süre sonra yavaşça dönüp yanındaki Chu Mingyun'a baktı. Her şeyden habersiz görünüyordu. Gözleri hâlâ kapalıydı. Yüzünde tek bir kımıltı olmadan, rahatça dinleniyordu.


   Su Shiyu uzun uzun baktı ona. Elini kaldırarak yavaşça uzattı ansızın. Parmakları titizlikle uzanıyordu, gözlerine dokunmak istiyordu. Bu basit hareket çok uzun sürdü. Bir soluklanışında dünya değişti. Suyun akışı ile rüzgarın uğultusu kulağının dibinden geçti. Sonunda bir santim kala durdu eli. Sanki donmuştu da daha fazla yaklaşamıyordu.


   Chu Mingyun aniden gözlerini açmıştı çünkü. Hiçbir duygu göstermeden gözlerinin önündeki parmaklara baktı.


   Su Shiyu'nun gözleri anında sükûnetini geri kazandı, aklı başına geldi yeniden. Eli çokça hafif bir kavis çizdi. Sanki az önce yanlışlıkla duraklamış gibi. Chu Mingyun'un şakağından bir saç teli koparıp aldı. Tüm ciddiyetiyle inceledikten sonra kibarca, "Yanlış görmüşüm. Beyaz bir saç sanmıştım." dedi.


   Chu Mingyun ona baktı. Elini kaldırarak şakağındaki acıyı ovuşturdu.

  

Sonraki Bölüm


   Yazar Notu:

   Yüreği ilk kımıldayan kaybeder.