Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 47: Bugünkü durumu görüyor musun? Sanki Su Partisi kendi içinde savaşacakmış gibi.

 

   Av Köşkü’nün ana salonunda nazırlar her iki tarafta sıralanmıştı. Maliye Nazırı Wei Song salonda tek başına diz çökmüştü.


   Li Yanzhen etrafına baktı. Sonunda gözleri Wei Song'a düştü. Yavaşça, "Az önce biri bana nazırım Wei’nin düşmanla iş birliği yaparak vatana ihanet ettiğini bildirdi..." dedi.


   Henüz sözlerini bitirmemişti ki Wei Song'un eğilmiş bedeni aniden titredi, ağzını açıp "Majesteleri, ihtiyar bendenize iftira atıyorlar!" diye haykırdı.


   Nazırların kimisi gizlice derin bir nefes aldı, sessiz bir mırıltı dalgası yükseldi ve bakışlar aniden farklılaştı.


   Li Yanzhen elini kaldırdı. Salon kısa sürede sessizleştiğinde devam etti: "Neden birden böyle bir suçlama yapıldı?"


   Muhafız komutanı yanıt olarak diz çöktü. Arkasına baktı ve iki muhafızın aralarında bir adamla salona doğru geldiğini gördü. Wei Song'a, "Bu adamın Nazır Wei’nin evinden biri olup olmadığını sorabilir miyim?" dedi.


   Wei Song başını çevirdi, titreyerek diz çöken adama baktı. "Evet, o benim hizmetçim."


   Muhafız komutanı bakışlarını çekti. Tahta doğru eğilerek iki elini başının üstünde tutup bir mektup uzattı. Saygıyla, "Majestelerine raporumdur: Bendeniz gece Av Köşkü’nde devriye gezerken Hun elçilerinin avlusunun yakınlarında şüpheli davranışları olan birini fark etti. Kontrol etmek için oraya gittiğinde bu adamı buldu. Bendeniz onun kaçamak cevaplar verdiğini ve bir şeyler saklar gibi telaşlandığını gördüğünde bu mektubu ele geçirdi. Bendeniz hanedanın mühim bir nazırına nasıl düşmanla işbirliği yapıp ihanet ediyor diye iftira atmaya cüret edebilsin?" Sustuktan sonra ağır bir sesle, "Majesteleri mektubun içeriğini okuduktan sonra anlayacaktır." dedi.


   Hadım kendiliğinden aşağı inerek mektubu aldı, açtı ve Li Yanzhen'e uzattı. Li Yanzhen üstünkörü bir göz gezdirdikten sonra kaşlarını çattı ve bir süre konuşmayarak mektubu tekrar ayrıntılı bir şekilde okudu.


   Muhafız komutanı doğruldu. "Nazır Wei mektubunda Hunların dokuzuncu prensine, bir ittifak kurmasına ve beş vilayeti ele geçirmesine yardım ederek niyetini ifade edebileceğini belirtmiş. Mektupta Hunlara yakınlığına dair birçok kelime yer alıyor, hatta Hunlar için çalışmaya istekli olduğunu açıkça belirtiyor…”


   "Alayı saçmalık!" Wei Song kontrolsüzce sesini yükselterek onun sözünü kesti. Her tarafı titriyordu.


   Kalabalık arasında fısıltılar ve mırıltılardan oluşan bir kargaşa çoktan başlamıştı.


   Chu Mingyun ifadesiz bir yüzle Wei Song'a baktı. Su Shiyu hafifçe kaşlarını çattı. Wei Song'un yüzünün muhafız komutanının sözleriyle anbean solduğunu, artık yüzünde hiçbir renk olmadığını açıkça görebiliyorlardı.


   Konuşmanın ortasında birden biri "Demek öyle." diyerek derince iç çekti. Bayındırlık Nazırı Yue Yuxuan ani bir farkındalıkla doğrudan Wei Song'a baktı. "Wei Bey ve Chu Bey’in durmaksızın tartıştığı, toprak verip barış getirmekte ısrar ettiği sırada, gerekçe olarak belirtilen nedenlerden dolayı, Wei Bey’in Maliye Nazırı olarak gerçekten halkı önemsediğini düşünmüştüm. Ona tüm yüreğimle saygı duymuş ve onu desteklemek için elimden geleni yapmak istemiştim. Hiç beklemezdim..." Yavaşça başını salladı. "Sadece Hunlara yaranmak içinmiş aslında."


   "O gün söylediğim her kelime yüreğimin derinliklerinden geldi!" diye haykırdı Wei Song. "Hunlar ve Daxia’mızın nesillerdir süren bir kan davası var. Kavgamızı geçici olarak bir kenara bıraksak bile nasıl düşmanla işbirliği yapıp ülkemi satabilir, Hunlara boyun eğip diz çökebilirim?!”


   Yue Yuxuan başını çevirdi. Kendi kendine iç geçirdi, artık cevap vermiyordu.


   "Wei Bey, söylediklerim kelimesi kelimesine mektupta yazılanlardı." Muhafızlar komutanı devam etti: "Üstelik Wei Bey’in mektubunu taşıyan adam Hunların avlusunda yakalanmadı mı?”


   Muhafız, komutanının bakışlarıyla karşılaşınca yanında getirdiği adamın omzundaki eli hafifçe gevşedi.


   Adam başını kaldırdı ve panikle eğildi. "Evet. Efendim benden mektubu bu gece teslim etmemi istedi. Ayrıca bana içeriğin önemli olduğunu ve bizzat Hun prensine teslim edilmesi gerektiğini söyledi. Oyalanmaya cesaret edemeyerek gittiğimde Hun prensinin odada olmadığını, dışarıda beklediğini gördüm. Bu aciz sadece emirleri yerine getiriyordu... Gerçekten, gerçekten hiçbir şeyden haberim yok! "


   Muhafız komutanı Wei Song'a baktı. "Wei Bey, söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?"


   "Onu bu gece mektup teslim etmesi için gönderen kişi bendim." Wei Song gözlerini kapadı ve başını çevirerek Su Shiyu'ya baktı. "Mektubun içeriğinden haberdar değilim."


   Su Shiyu onun bakışlarını şaşkınlıkla karşıladı. Muhafız komutanı da şaşkınlıkla ona bakarak sordu: "Mektup Wei Bey tarafından yazılmışsa Wei Bey nasıl olur da içeriğini bilmez?"


   "Su Bey!" Wei Song'un solgun eli salondaki işlemeli halıyı sımsıkı kavradı, elinin üzerindeki damarlar belirdi. "Bu kadar konuşulmuşken hâlâ ağzınızı açmayacak mısınız!?"


   Chu Mingyun kaşlarını çattı. Su Shiyu'nun da benzer şekilde bir an sendelediğini görünce, "Wei Bey bununla ne demek istiyor?" diye sordu.


   "Bu gece sizin adınıza bir mektup iletmem için beni görevlendirmeye gelen kişi siz değil misiniz Su Bey?" Wei Song'un sesi karanlık ve boğuktu. "Benden iletmemi istediğiniz önemli bir şey olduğunu söyleyen sizdiniz. Bu gece teslim etmemi isteyen sizdiniz. Bunu gizli tutmamı isteyen de sizdiniz!..”


   Herkes dehşete düştü. Salon bir anda sessizliğe büründü. Adamın boğuk sesi devasa salonda gürültüyle yankılandı.


   Chu Mingyun neye uğradığını şaşırmıştı. O anda aniden avlunun dışındaki aceleci ayak seslerini, duraklayan beyaz cübbeli figürü, Su Shiyu'nun fenerin loş ışığında beliren yüzünü, gülümseyerek görüş alanından kaçınan gözlerini ve… maskenin altındaki tamamen yabancı olan yüzü hatırladı.


   Gözlerindeki ışık dalgalandı, sönerek kasvetli bir hal aldı. 


   Su Shiyu kaşlarını çattı. Yine de ses tonu sakindi. "Ama ben Wei Bey'den bir mektup göndermesini istemedim."


   "Su Bey... Gerçekten bunu itiraf etmeyi ret mi ediyorsunuz?" Wei Song gözlerini Su Shiyu'ya dikti.


   Su Shiyu’nun konuşmasına kalmadan Ceza Nazırı Lu Shi daha fazla dayanamayarak gergin atmosferi hafifletmek istedi. Gülümseyerek, "Wei Bey, sakin olun önce.” dedi. “Bu gece Su Bey’i gördüğünüzü söylüyorsunuz madem, ne zaman olduğunu iyice düşünün bir. Belki de yanlış hatırlıyorsunuzdur.”


   "Sekiz buçuk gibi."


   Bunu duyduğunda Lu Shi'nin yüzü bakılamayacak kadar çirkinleşti. Tereddüt ederek, "...Wei Bey, sekiz buçukta olduğundan emin misiniz?"


   "Hiç şüphesiz." dedi Wei Song kararlılıkla.


   Lu Shi'nin yüzündeki gülümseme dondu, yavaş yavaş soldu. Uzun bir tereddüdün ardından, "Su Bey o sırada odasındaydı. Ceza Nazırlığı’nın raporunu bizzat kendim vermiştim." dedi.


   Wei Song inanamayarak başını kaldırdı birden.


   Lu Shi onunla göz göze geldi, kalbi parçalara ayrılmış gibiydi.


   "...Lu Shi?" Wei Song'un sesi titredi. "Sen ve ben birbirimizi uzun yıllardır tanıyoruz ve sen hâlâ bana inanmayı ret mi ediyorsun?"


   "Elbette sana inanıyorum." Lu Shi dişlerini sıktı. "Ama ister bana eşlik eden astlar olsun ister çay servis eden hizmetçi, hepsi Su Bey’in dışarı adım bile atmadığını kendi gözleriyle gördü.”


   Wei Song dizlerinin üzerinde bile duramıyordu neredeyse. Tir tir titrerken zar zor kendini destekleyebildi. “Su Bey… Su Bey…”


   "Yeter." Li Yanzhen daha fazla dayanamadı. İç geçirerek, "Zâtım sevgili nazırım Su’nun asla isyan etme niyeti barındırmayacağına inanıyor. Kimsenin daha fazlasını söylemesine gerek yok." dedi.


   Chu Mingyun Li Yanzhen'e manidar bir bakış attı.


   Salonun ortasındaki Wei Song yavaşça başını kaldırdı. Tüm gücünü tüketmiş gibi zorlukla hareket ediyordu. Yaşlı yüzü anında gözyaşlarıyla kaplandı. "Majesteleri Su Bey’e inanıyor da bu ihtiyar nazıra inanmak istemiyor mu?”


   Li Yanzhen sıkıntılı görünüyordu. Cevap vermedi.


   "Otuz yedi yıl!" Wei Song kederle haykırdı. "Memur olduğumdan beri, son otuz yedi yılda üç nesil imparatorun hizmetinde bulundum. İmparatora ihanet etmeye, halkı yok saymaya cesaret edemem! On üç yıl önce, Hunlarla savaştayken ve kıtlık had safhadayken ordunun tüm yiyeceğini hazırlamak için ailemin tüm mal varlığını sattım hiç çekinmeden. Majesteleri tahta çıktıktan sonraki birkaç yıl içinde sürekli doğal felaketler oldu ve afetzedeleri canla başla destekleyen yine ihtiyar nazırınızdı. Geçmişte zorluklar ve tehlikeli durumlar karşısında hiç geri çekilme niyeti göstermemişken bu ihtiyar nazırınız şimdi neden vatana ihanet etme ihtiyacı duysun ki Majesteleri!"


   Salonda sessizlik hakimdi.


   Harbiye Nazırı Xu Yin sesini alçaltarak yanındakine, "Bugünkü durumu görüyor musun? Sanki Su Partisi kendi içinde savaşacakmış gibi." dedi. 


   Chu Partisindeki insanların çoğu soğuk gözlerle baktı. Yanındaki adam soğuk soğuk gülümsedi. Doğrudan konuşmadı.


   Uzun bir sessizliğin ardından Li Yanzhen elindeki mektubu çevirerek nazırlarla dolu salona baktı. "Kıymetli nazırımın sözlerini anlıyorum. Ama bu mektuptaki... gerçekten de nazırım Wei’nin el yazısı."


   Çok zayıfça söylemişti bu sözleri. Bir iç çekiş gibiydi. Sessizce dökülmüştü dudaklarından fakat Wei Song’un kulaklarında gök gürültüsüydü sanki. Kafasını yarıp açmış, zihnini bomboş bırakmıştı.


   Uzun, çok uzun bir süre sonra Wei Song dizlerini öne attı, ta ki tahtın önüne varana dek. Yavaşça başını kaldırarak doğruca Li Yanzhen’e baktı. İradesi dışında akan gözyaşları tüm yüzünü yıkıyordu. Yine de sesi sakindi. "Mesele bu noktaya gelmişse bu ihtiyar nazırınızın tek kelime daha tartışacak durumu yok. Ancak düşmanla iş birliği ve vatana ihanet suçunu asla kabul etmeyeceğim.

   Bendeniz, Wei Song, otuz yedi yıllık hizmeti boyunca, başından sonuna değin, bırakın bir anlık itaatsizlik etmeyi, gönül koyduğu bir an dahi olmadı - umarım majesteleri bundan ders alır!"


   Wei Song bir anda yere kapandı, kırışık alnı yeşim basamaklara çarptı.


   Boğuk bir ses duyuldu. Dağınık beyaz saçlarının altından kıpkırmızı kan yavaşça yayıldı.


   Li Yanzhen donakaldı. Sözleri boğazında düğüm oldu, konuşamadı.


   Chu Mingyun gözlerini kaçırdığında Lu Shi’nin gözlerinin fal taşı gibi açıldığını, baştan aşağı titrediğini gördü.


   Su Shiyu suskun kalarak gözlerini kapattı. Aniden Chu Mingyun'un daha önceki manasız sorusunu hatırladı.


   “Yüzünüze sık sık bakan biri var mı?”


   Kollarında saklı elleri o farkında olmadan hafifçe kasıldı.


***


   İmparatorluk ordusunun komutanı korku içinde Chu Mingyun'u eve kadar takip etti.


   Bu nazır bey her zaman çok suratsızdı. Fakat şu anda yüzündeki kayıtsız ifade komutanı daha da korkutuyordu.


   Chu Mingyun döndüğünde kendini koltuğa bıraktı. Komutan ileri doğru bir adım atmıştı ki ayakları yumuşak bir şeye bastı. Yere baktı, sonra aceleyle iki adım geri çekildi. Koltuğuna yaslanmış olan Chu Mingyun'a baktı ve sonra tekrar yerdeki cesede baktı. Sersemlemiş, kendine gelememişti.


   "Wei Song öldü." diye aniden ağzını açtı Chu Mingyun. herhangi bir duygu belirtisi göstermiyordu.


   “Astınız bunu duydu.” diyerek karşılık verdi komutan. "Efendim, bu ceset..."


   Chu Mingyun kayıtsızca ona baktı. Sonra saf beyaz parmaklarıyla kolçağa hafifçe vurdu. "Botlarının altına dikkatlice bak."


   Komutan emrine uyarak çömeldi. Bakmak için başını eğdiğinde kenarlara çamur ve tozla yapışmış birkaç beyaz taç yaprak gördü. "Bu..." Komutan onu dikkatlice tanımladı. "Akgül mü?"


   "Gözlerin oldukça iyi." Chu Mingyun kıkırdadı. "Bu adamı avlunun dışındayken durdurduğumda Su Shiyu'nun yüzünü takıyordu. Her ne kadar maske benim tarafımdan yakılmış olsa da bu kıyafete bakarak o olduğunu çıkarabilirsin hâlâ, değil mi?”


   Komutan yüksek sesle onu onayladı, alnı soğuk terlerle kaplanmıştı. O olduğunu anlamak için düşünmeye gerek yoktu. Az önceki o panik dolu bakışı, neredeyse başmüfettişin öldürüldüğünü sanmasındandı.


   "O halde Wei Song'u mesaj iletmekle görevlendirenin kim olduğunu anlamalısın." dedi Chu Mingyun yavaşça. "Ve ayrıca ayağına akgülün nereden bulaştığını da tahmin etmelisin."


   Sadece dağın güney eteğinde akgül çalıları vardı.


   Komutan korku içinde diz çöktü, "Efendim..." 


   "Sana verdiğim savunma planında açıkça yazmadığım için birilerinin güney eteklerinden Av Köşkü’ne girmesine izin mi verdim yani?"


   "Hayır, elbette hayır." Komutan telaşla bir adım attı. "Astınızdı. Astınız alıklık etti, muhafızları emrinize göre konuşlandırmadı. Bütün bunlar astınızın hatası. Astınızca uzun yıllardır... "


   "Emri yerine getirmemek savunmayı ihmal etmek demektir." Chu Mingyun onun sözünü kesti. "Maliye Nazırı’nın ölümünün sorumluluğundan sıyrılabilir misin?”


   “Yalvarırım hayatımı bağışlayın efendim! Astınızın görevini ihmal etti, suçunun bilincinde!” Komutan hiçbir şeyi umursamayarak Chu Mingyun'un bacağına sarıldı. Yüzü solgundu. "Astınız sizin için ateşlere atlayıp sulara dalmaya, ölümüne sadakat yemini etmeye hazır. İmparatorluk ordusu sizin avucunuzdadır efendim. Yalvarırım yüce gönüllü olun efendim, majestelerine tek kelime etmeyin!”


   Chu Mingyun kaşlarını çattı. "Bırak."


   Komutan aceleyle elini bıraktı ve tekrar tekrar secdeye kapandı. "Yalvarırım hayatımı bağışlayın efendim! Nazır Wei yüksek rütbeli bir memur. Majesteleri bunu öğrendiğinde astınızın yaşamasına imkan kalmayacak..."


   "Tamam." dedi Chu Mingyun sabırsızca. "Canını almaya niyetli olsam hâlâ burada olur muydun?"


   Komutan aniden anladı ve gizlice rahat bir nefes aldı.


   "Teşekkür ederim efendim." Eşsiz bir hürmetle yere kapandı, alnını Chu Mingyun'un ayakkabısının ucuna dayadı. "Efendimin hayatımı lütfetmesini astınız asla unutmayacak."


   "Yaa?.." Chu Mingyun başını eğerek ona baktı, sesi neşeyle doluydu.


   "Endişelenmeyin efendim. Bundan sonra hem ben hem de imparatorluk ordusu sizin kontrolünüz altında olacak."