Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 46: Her şeyinizle bir başkasınız.

 

   Pencereden bir kanat çırpma sesi duyuldu ve siyah bir kuş ecza evinin penceresinin kenarına kondu. Başını kaldırarak birkaç kez öttü.


   Qin Zhao arkasına baktı. Çayı Du Yue'nin önüne koyup yürüyerek gizli mektubu aldı.


   Du Yue elindeki reçeteyi bıraktı. Yerde kurumaya bırakılmış şifalı bitkilerin üzerinden geçti. Eğilerek, "Ne yazıyor?" diye sordu.


   "Abim benden sarayda kalan nazırların toprakları verme ve Hunlar ile ittifak kurma konusundaki tutumlarını araştırmamı istiyor." Qin Zhao mektubu katlayarak bir kenara koydu.


   "Soruşturmaya gerek var mı?" Du Yue kararlı bir şekilde, "Kesinlikle terk edilemez!” dedi.


   Qin Zhao ona bakıp başını salladı. "Abim de aynı şeyi söylüyor."


   Du Yue bir anlığına şaşkına döndü ve ardından Chu Mingyun'un mektubunun asıl anlamını tahmin etti. Bakışlarını hızla çevirdi. Eğilerek şifalı bitkileri kutuya geri koydu. Qin Zhao ona sessizce yardım etmeye devam etti. Kemikli elleri uzun yıllardır kılıç tutuyordu fakat yine de şifalı bitkileri sınıflandırma konusunda çok yetenekliydi.


   Du Yue durdu, durdu ve durdu fakat sonunda dayanamayarak ağzını açtı. "Hey, Qin Zhao, sence… Chu Mingyun aslında ne tür bir insan?”


   Qin Zhao’nun elleri duraksamadı. Bir an düşündü ve karşılığında "Sen ne düşünüyorsun?" diye sordu.


   "Bence… Ben..." Du Yue başını kaşıdı. "Chu kişisi ile en azından birkaç yıllık dostluğumuz var. Aslında onu tanıdığımı düşünüyordum ama şimdi artık öyle gibi gelmiyor. "


   "Nasıl yani?" diye sordu Qin Zhao.


   "Şey..." Du Yue derin bir iç çekti. Bir tabure çekti ve oturdu. Dişlerini sıkarak Qin Zhao'ya Chu Mingyun'un yeşim kolyeyi atışını anlattı. "Söyleyecek başka bir şey yok. Kuzenimin gerçekten tüm samimiyeti ve iyi niyetiyle verdiği o yeşim kolyeyi öylece attı ya! Cangwu Dağı'nda yaşadığımız zamanlar kişiliğinin gerçekten sinir bozucu olduğunu düşünürdüm. Fakat onu birkaç yıldır görmemiştim. Şimdi ne kadar acımasız göründüğünü görünce gerçekten ne yaptığını anlamadığımı düşünmeye başladım."


   "Abim değişmedi, her zaman böyleydi." dedi Qin Zhao.


   "Emin misin?" Du Yue şüpheli görünüyordu.


   "O zamanlar dağda ustalarımız dışında sadece üçümüz vardık. Abim bize karşı gardını almazdı, bu yüzden tabii ki fark edemezdin." Qin Zhao da oturarak konuşmaya devam etti. "Dağdan indiğimizden beri kim bir şey gönderirse göndersin, bilinmeyen niyetler olduğu sürece abim onu yok etmekte tereddüt etmezdi. Bu şekilde gerçekten de birçok felaketten kaçındı."


   "...Öyle demek." dedi Du Yue beş karış suratıyla. Bir süre sessiz kaldıktan sonra kaşlarını çatıp alçak sesle, "Chu Mingyun... onun kökeni nedir?" diye sordu.


   Qin Zhao başını sağa sola salladı.


   "İmkanı yok!" Du Yue şaşırdı. "Sen bile bilmiyor musun?!"


   "Abim bundan hiç kimseye bahsetmedi." dedi Qin Zhao. "Cangwu Dağı'nda kalabilen ilk kişi sen değil miydin?"


   "Evet. O zamanlar Baili Usta bir öğrenci kabul etmeyeceğini açık açık söylemişti aslında ama ailemi ziyaretten döndükten sonra artık bir de Chu Mingyun'un olduğunu öğrendim. Ustama neler olduğunu sorduğumda ustam onun sadece Baili Usta’nın merhum bir arkadaşının çocuğu olduğunu söyledi." Du Yue aniden ayağa fırladı. "Doğru ya, Chu kişisiyle tanıştığım zaman ona sorduğumda bana ne söylemişti biliyor musun?”


   "Ne söylemişti?"


   "Aslında kimsesiz bir hayalet olduğunu, takıntıları yüzünden düzgünce ölemediğini, Cangwu Dağı’nın ruhsal enerjiyle dolup taştığını ve kendini yeterince geliştirdikten sonra insanları yiyeceğini söylemişti!” Du Yue öfkeyle dolup taşıyordu.


   Qin Zhao ona baktı. "Buna inanıyor musun?"


   "İnanıyorum." dedi Du Yue sarsılmaz bir inançla.


   Qin Zhao sessizce başka tarafa baktı.


   Du Yue devam etti: "Ona daha önce insan yiyip yemediğini de sormuştum ve bana yediğini söylemişti ya! O amın feryadı yüzünden bunca zaman ondan biraz korkmuştum ve artık bunu değiştiremiyorum!"


   Qin Zhao: "..."


   "Buna inandığım için beni suçlayamazsın!" Du Yue aceleyle ekledi: "Sen bilmezsin bunu Qin Zhao. İlk başlarda Chu kişisi tüm gün buz gibi bir yüz takınır, kimseyle iletişim kurmaktan hoşlanmazdı. Ona bunu sorduğum zaman göletin kenarındaki bir taşın üzerinde oturuyordu. Ortalık beyaz sisler içindeydi. Sonra birden bana doğru güldü ilk defa! Gözlerindeki o bakıştan haberin yok senin, korkudan ödüm kopuyordu!”


   Qin Zhao iç çekti. "Ne demek istediğini anlıyorum." diye fısıldadı.


   O günü hatırladığında travması su yüzüne çıktı. Du Yue göğsünü sıvazlayıp oturdu. Qin Zhao’nun yavaşça konuştuğunu duydu. "Ustam belli ki abimin meselesinden haberdar. Fakat bundan hiç bahsetmedi. Yine de ustam abimin ayrıldığı günün gecesi içtikçe içmişti. Sarhoş olduğunda belli belirsiz bir şeyler konuşuyordu.”


   "Ne demişti Baili Usta?" diye sordu Du Yue.


   Qin Zhao kaşlarını çattı sertçe. "O gece şarap kavanozlarını toplamaya gittiğimde ustam aniden iç geçirerek abimin seçtiği yolun çok çetin olduğunu söylemişti. Nedenini sorduğumda  ustam bana tek söylediği..." Du Yue'nin beklenti dolu gözleriyle buluştuğunda tekrar gözlerini indirerek tereddütle devam etti:


   "Tüm dünyayı kendi gücüyle değiştirmek istiyor. Bu kudretli amacını başaramamış olması için ancak ardında gömülecek bir ceset dahi bırakmadan ölmesi gerekir.”


***


   Chu Mingyun durdurdu adımlarını. Gözlerini kaldırarak pencereden sızan fener ışığının avludaki çiçekli dallarda ince haleler bırakmasına baktı. Geriye kalan çiçekler su damlalarıyla kaplıydı, ışıklar titreşerek gölgelerle dans ediyordu.


   Taş basamaklardan yukarı tırmandı. Tam elini kaldıracaktı ki kapı içeriden açıldı. Hazırlıksız yakalanarak Su Shiyu'nun gözleriyle karşılaştı. Chu Mingyun'un kendine gelmeye vakti olmadı. "Geldiğimi nereden bildiniz? "


   Su Shiyu hafifçe gülümsedi. "Chu Bey’in ayak seslerini duydum." Chu Mingyun'u içeri almak için kenara çekildi. "Chu Bey’in benimle ne işi vardı acaba?"


   "Sormam gereken bir şey var." Chu Mingyun otururken masaya doğru sıradan bir bakış attı. "Ne yapıyorsunuz?"


   "Nazır Lu biraz önce bana Ceza Nazırlığı’nın dönemlik raporunu getirdi. Henüz birkaç sayfa okudum." Su Shiyu bir fincan çay koydu. "Ne sormak istiyorsunuz Chu Bey?"


   "Yüzünüze sık sık bakan biri var mı?" Chu Mingyun bir an düşündükten sonra, "Benden başka." diye ekledi.


   Su Shiyu onun sözlerine gülmekten kendini alamadı. Bunu dalga geçmek için söylemediğini görünce dikkatlice düşündü ve açık yüreklilikle, "Chu Bey’den başka kimsenin böyle davrandığını fark etmedim." dedi.


   "...O halde Su Bey, Huainan'dayken her zaman yanınızda olacak bazı görevlilerin olması gerekirdi, değil mi?"


   Su Shiyu başını salladı. "Huainan'a aşina değilim. Bu yüzden doğal olarak yanımda bana rehberlik edecek görevliler vardı."


   Chu Mingyun nihayet anladı. Saklı bir anlamla gülerken çay fincanını kavradı.


   "Chu Bey, bunu n’için soruyorsunuz?" diye şaşkınlıkla sordu Su Shiyu.


   "Önemli bir şey değil." Chu Mingyun çayından bir yudum alarak konuşmaya devam etti. "Lütuf Fermanı hazırlığınız nasıl gidiyor Su Bey?"


   "Fermanın içeriğini çoktan hazırladım ve incelemesi için majestelerine sundum." dedi Su Shiyu. "Ancak bunun sorunsuz bir şekilde uygulanmasını istiyorsak Huainan Valisi’nin isyan suçuna ek olarak soylulardan birinin liderliğe soyunması gerek."


   "Su Bey çoktan uygun bir aday bulmuşa benziyor." Chu Mingyun ona baktı. 


   Su Shiyu gülümsedi. "Xiling Valisi’ne bir mektup gönderildi bile. Biz Changan'a döndükten kısa süre sonra o da gelecek."


   "Xiling Valisi mi?" Parmak uçlarıyla mavili beyazlı porselen fincanı dikkatsizce çizdi Chu Mingyun. "Xiling Valisi’nin diğer bazı vasallarla dostluğu var. İtibarı nispeten iyi ve bugünlerde en istikrarlı olanı. İyi seçim yapmışsınız." diye düşündü.


   "Chu Bey de böyle söylediğine göre sorun çıkmayacak gibi görünüyor." dedi Su Shiyu bir gülümsemeyle. Söyleyecek başka sözü yokmuş gibi görünen Chu Mingyun'a baktı. Biraz kafası karışmıştı. “Chu Bey’in soracağı başka bir şey yok mu?"


   "Ne soracakmışım?” Chu Mingyun kaşlarını kaldırarak gülümsedi. "Beni kabul edip etmeyeceğinizi sorduğumda beni görmezden gelmiyor musunuz?"


   "Ben bundan bahsetmiyorum." Su Shiyu nazikçe gülümserken gözleri kısıldı. "Hunların barışı sağlamak için bizden toprak alma arzusu hakkında Chu Bey, bana soracağınız bir şey yok mu?"


   Chu Mingyun bir eliyle çenesini destekledi ve gülümseyerek ona baktı. "Hiç yok."


   Su Shiyu hafifçe kaşlarını çattı. "Nazır Wei’nin daha önce söylediğine göre Chu Bey’in o anki tutumu olağanüstü derecede sertmiş."


   Chu Mingyun çekinmeden kahkaha attı. "Askerî memurlar sivil memurlarla her zaman çatışır. Bunda tuhaf bir şey yok."


   Su Shiyu ona baktı. "Ben de sivil bir memurum ama."


   "Siz başkasınız."


   "Neyim başkaymış?"


   Chu Mingyun onunla göz göze geldi ve yavaşça gülümsedi. "Her şeyinizle bir başkasınız."


   Su Shiyu bir an karşılık veremedi.


   Chu Mingyun dudaklarını kıvırdı ve ona dikkatle baktı. Birdenbire aklına bir şeyin gelmesiyle ayağa kalkıp ileri adım attı.


   Aniden bu kadar yaklaştığında sandal ağacı kokusu keskinleşti. Su Shiyu bilinçsizce bir adım geri çekildi. "Sorun nedir?"


   "Neden kaçıyorsunuz? Sizi yemeyeceğim." Chu Mingyun omuzlarını tutup yüzüne baktı. "Bir anda denemek istedim, kendim olsaydım… nasıl hissettirirdi diye."


   Su Shiyu anlamayarak kaşlarını çattıysa da hareket etmeyi bıraktı.


   Chu Mingyun ağır ağır yaklaşırken gözleri Su Shiyu'nun kaşını, gözünü süsleyen ince tellere düştü. Yüz hatlarını dikkatle gözlerinin içine aldı.


   Hafifçe çatılmış kaşlar, yalnızca kendi figürüne odaklanmış gözler, gülümsüyor gibi görünen açık renkli dudaklar.


   Nefes alışını duyabildiği bir sessizlik, nefes verişini hissedebildiği bir mesafe.


   Bu onun sevgilisiydi. Gözlerini indirip gülümserken bile ihtişamından bir şey kaybedemeyen, yeryüzündeki toz toprağın zarafetini lekeleyemediği, aksine, onun en derin arzularını uyandırabilen sevgilisi.

 

   Dokunmak istiyorum, ona sahip olmak istiyorum.


   Susuzluğun getirdiği hararet yükseldi ağır ağır. Chu Mingyun'un gözleri karardı. Ona sokularak Su Shiyu'nun avucunu öptü.


   "..."


   Chu Mingyun başını kaldırarak kendisini engellemek için elini kaldıran adama baktı. Gözlerinin kenarları kıvrıldı. Kışkırtıcı bir gülümseme sergiledi birden. 


   Su Shiyu'nun yüreği titredi. Peşinden avucuna sıcak, yumuşak bir dokunuş gelirken buna ufak bir gıdıklanma ile kalbini kargaşaya sokan bir kıpırtı eşlik etti. İstemsizce elini çekiyordu ki Chu Mingyun onu sıkıca tuttu. Dikkatini toplayıp kurtulması zordu artık.


   Su Shiyu'nun elleri sıcak ve kuru, parmakları ise uzun, ince ve eklemliydi. Chu Mingyun elinin içini öptü. Dilinin ucuyla avucunun çizgilerini takip etti. Nefesi parmaklarının arasında dolandı. Avuç içinden parmak eklemlerine kadar öpüp yalayan Chu Mingyun bir kez daha yavaşça gözlerini kaldırarak doğrudan Su Shiyu'nun gözlerinin içine baktı. Sevinçle gülümseyip ağzını açtı, parmak uçlarını ısırdı, esnek dilini gezdirdi. Su Shiyu’nun gözlerinde açık kırmızı bir renk bir görünüp bir gizlenerek parladı.


   Bilinçsizce parmaklarını bükerek Chu Mingyun'un dişlerine bastırdı. Chu Mingyun ona bakıp gözlerini kırpıştırdı. Boğazındaki o küçük kıkırtıyı bastırdı. Parmaklarını dişleriyle ısırdı hafifçe ve bileğini tutan el huzursuzca okşadı.


   Su Shiyu'nun kaskatı kesildiğini hissetti, gözlerinin kaosa düştüğünü gördü.


   Chu Mingyun dişlerini aralayarak onu bırakıp elinin arkasına son bir öpücük kondurdu. Ardından elini çekerek kendi yanağına koydu, tekrar usulca yaklaştı.


   İki çift göz birbirine odaklandı ne en ufak bir kıpırdayarak ne de kırpılarak. Sanki satrançta bir çıkmaza girmişler, sanki savaş meydanında yüz yüze gelmişlerdi. Kimse bakışlarını kaçırmıyor, geri çekilmiyordu.


   Saçaklardan, ağaç yapraklarından düşen damlaların sesi son derece yavaş yayılıyordu. Üzerindeki yatıştırıcı tütsünün kokusunu alabiliyordu. Dudaklarının köşesi okşanırken vücudunun daha da ısındığını hissedebiliyordu. 


   Aniden ayak sesleri ve aceleci bir kapı vuruşu duyuldu. Su Shiyu sanki yıldırım düşmüş gibi kendine gelerek aniden geri çekildi. Chu Mingyun alnını ovuşturarak kapıya dönüp bağırdı: "Gecenin bir yarısı bu gürültü de ne, yaşamak istemiyor musun?"


   Bu uğursuz sözler kapının ardındaki adamı bir an korkuttu, sonra endişeyle, "Efen… Efendim, Nazır Wei tarafında önemli bir mesele var. Majesteleri sizi acilen ana salona çağırdı!" dedi.