Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 45: Zafer kazananlar kahraman olurken mağluplar eşkıyalığıyla kalır.

 

   Aniden bastıran yağmur sağanak halinde yağmış ve akşama doğru dinerek geride kırmızı bir kalıntı bırakmıştı. Güneş gölgelerde kalmış, akşam renkleri ufku boyamıştı. Çin parasol ağaçlarının yaprakları pıtır pıtır damlarken karanlık geceyi nemle dolduruyordu.


   Chu Mingyun kapıyı iterek avluya adım attı. Kolundaki turkuaz düdüğü çıkararak siyah bir kuşu çağırdı. Bambu tüpün içine gizli bir mektup sıkıştırdıktan sonra uçup gitmesine izin verdi.


   Çin parasol ağaçlarının dalları yeşiller ardında saklanmıştı. Sessizliğin içinde birden adım sesleri yankılandı. Avlunun dışında biri varmış da hızla yaklaşıyormuş gibi.


   Chu Mingyun boşluğa bakan gözlerini çevirerek düşünmeden geriye baktı. Avlu kapısındaki gölgelerden biri geçti birden, beyaz cübbeleri özellikle göze çarpıyordu.


   Hafifçe kaşlarını çattı ve göz açıp kapayıncaya kadar adamın arkasına geçti. "...Su Bey?"


   Karşı taraf aniden donakaldı, ardından arkasını döndü. Fenerlerin loş ışığı altında Su Shiyu'nun yüzü ortaya çıktı. Yanıt olarak başını salladı.


   Chu Mingyun kaşlarını çattı. Sonra rahatlayarak kıkırdadı. "Ne yapıyorsunuz?"


   Fakat hiçbir şey söylemedi. Etrafına bakındı, kimseyi göremedi. Rahatlamış hissetti. İşaret parmağını dudaklarına götürerek “şş” dedi sessizce. Arkasını dönüp Chu Mingyun'un odasına doğru yürüdü.


   Chu Mingyun onun hareketlerine düşünceli düşünceli baktı. İşareti üzerine onu odaya kadar takip etti. Eliyle ittirerek kapıyı kapattı. Kollarını kavuşturarak ona baktı. Ancak karşı taraf geri dönüp birkaç adım yaklaştı. Su Shiyu'nun gülümseyen sıcak ve zarif yüzü yaklaştı.


   Chu Mingyun onun yaklaşmasına izin verdi. Kısılan soğuk gözler yüzünde gezindi ve doğrudan o gözlerin içine baktı. Karşı taraf gözlerini indirip başka tarafa baktı. Sanki onu öpmek üzereymiş gibi belirsiz, yavaş hareketlerle başını hafifçe kaldırdı.


   Yalnız, bu ona göre değildi.


   Chu Mingyun birdenbire elini kaldırarak boğazını kavrayıp onu hareket edemez hale getirdi. Gırtlağının çıtırdamasıyla beyaz cübbesinin kollarından bir hançer düşerek çınladı. Elini kaldırarak insan yüzü maskesini soydu. Altta açığa çıkan narin yüz aniden kızarıp morardı. Ağzından kanlar fışkırdı. Tarif edilemez şekilde debelendi.


   Maske sıcak ve yumuşak bir dokunuşa sahipti. İnsan derisine çok benziyordu, mükemmel bir işçilikle yapılmıştı. Chu Mingyun mum ışığı altında bir süre dikkatle bakarak alay etti. "Duygularının yarısını bile taklit edememene rağmen Su Shiyu gibi davranıp bana suikast düzenlemeye cüret ediyorsun." Elini kaldırarak diğerinin ayaklarını yerden kesti. "Bir düşüneyim. Cesaretinden dolayı seni övsem mi yoksa uzun ömrünü mü kısaltsam?”


   Karşı tarafın boğazından kırık ve acı dolu bir inilti yükseldi. Şiddetle titredi. Gergin bedeni yumuşadı ve nefesi kesildi.


   Chu Mingyun elini bıraktı ve ceset donuk bir sesle yere düştü. Ona tekrar bakma zahmetine girmedi. Maskeyi mum alevine verdi, yanarak siyah bir hamura döndü. Tarif edilemez garip bir koku odayı doldurdu.


   Chu Mingyun kaşlarını çatarak bir an düşündü. Sonra Su Shiyu'nun avlusuna doğru yürüdü.



   Koridorda birkaç kez köşeyi  döndükten sonra aniden birinin ona doğru yürüdüğünü gördü. Yuwen Sun’du, yalnızdı.


   Gece gittikçe koyulaşıyordu. Köşkün kızıl koridorlarında asılı fenerler yanıyor, hiçbir yerden ses gelmiyordu.


   Chu Mingyun körlemesine ilerledi. Tam yanından geçmek üzereydi ki Yuwen Sun birden durdu. O günkü utanç verici durumu hatırlamadan edememişti. O sırada Chu Mingyun'un tam olarak Su Shiyu'ya söylediğini şeylerin neler olduğunu nasıl düşünemezdi? Böylesi kibar, bilge karakterdeki bir insan nasıl bu seviyede olabilirdi? Ömrünü yiyecek bir öfkeyle kendiliğinden alaycı kelimeler savurdu. "General Chu’nun gecenin geç saatlerinde acele etmesini gerektiren bir işi mi var?" Yuwen Sun kıs kıs güldü. "Öyle ya, böylesi bir güzellikle generalin bu mevkiye nasıl geldiğini hayal etmek gerçekten zor."


   Chu Mingyun onun sözleri üzerine durdu. Çok uzakta olmayan fenerlerin titreyen mum ışığına baktı ve aniden, "Yuwen Xiao neyiniz oluyor?” diye sordu.


   Yuwen Sun bir an için şaşırdı. "En büyük ağabeyimdi o benim."


   "Sesinizin tonuna bakılırsa ona çok hayransınız sanırım?” diye sordu Chu Mingyun.


   "Elbette." Yuwen Sun Chu Mingyun'un sırtına baktı. Biraz kibirlenmekten kendini alamadı. "O zamanlar ağabeyim üç eyaleti ve on iki ilçeyi alt üst ederek siz Han halkını yemek yiyemez hale getirmişti. Bu tür bir ruh, sonunda savaş alanında ölse bile Hunların kahramanıdır! Ona kim hayran olmaz ki?"


   "Heh, savaşta ölmek." Chu Mingyun usulca güldü. Yüzünün yarısı gölgelerde gizlenmiş ona bakarken belirsiz bir kasvetle, "Onun benim ellerimde nasıl öldüğünü bilmek ister misiniz?" diye sordu.


   Yuwen Sun şaşkına döndü. "N… Ne?"


   "Hunların size söyleyeceğini sanmıyorum." Chu Mingyun yavaşça arkasını dönerek onunla yüz yüze geldi. "Uçsuz bucaksız kumlar içinde, şehirlere saldırıp geri almak için doğrudan çöle dalmış, yolumu kaybetmemiştim. Nedenini biliyor musunuz?"


   "Neden?" diye sordu Yuwen Sun farkında olmadan.


   Chu Mingyun’un dudaklarının bir kenarı kıvrıldı. Neşe dolu sesiyle, "Bana ağabeyiniz söylemişti.” dedi.


   "Saçmalık!" Yuwen Sun öfkeyle çıkıştı. "Ağabeyim asla biz Hunlara ihanet etmezdi!"


   "O zaman çölde hiç pusuya düşürülmemiş olmamı nasıl açıklıyorsunuz?" Chu Mingyun kaşlarını hafifçe kaldırdı. Ona sessizce baktı. Yuwen Sun hemen yutkundu. Chu Mingyun kıkırdayarak devam etti: "On hamle içinde Yuwen Xiao’nun kemiklerinin yarısını kırdım ve onu canlı ele geçirdim. Konuşlandığı kampın yanında bir göl vardı. Böylece onu göle saplı tahta bir direğe baş aşağı bağladım."


   Chu Mingyun'un ses tonu hafif ve rahat olsa da Yuwen Sun’a baktığı her anda gülümsemesi daha da genişledi. “Size nasıl bir şey olduğunu anlatmamı ister misiniz?

   Ölmeyecek. Ölmeyecek fakat göl suyu sürekli ağzına ve burnuna akacak. Suların yükselip alçaldığı her an nefes almak için mücadele etmek zorunda kalacak. Üstelik tuzlu su dokularına işleyecek, yaralarını çizecek. Tekrar tekrar intihar etmeyi düşündürecek bu işkence ancak imkanı olmayacak. Ah bir de, vücudundaki tüm kan kafasına akacak, uzun bir süre sonra göz yuvarları fırlayıp düşecek, yerde yuvarlanacak. Kemikleri aşağı doğru kayacak."


   Yuwen Sun önündeki enfes görünen adamın gülümsemesine boş boş baktı. Sözlerinde duygulardan en ufak eser yoktu. Sular kendi göğsünden içeri akıyormuşçasına soğudu bedenindeki tüm kan.


   "Buna dayanması yalnızca iki gününü aldı. Yere yatırıldığında ayaklarımın dibinde uzanıyordu. Nasıl göründüğünü biliyor musunuz?"


   Boğazına bir yumru sıkışmıştı sanki. Yuwen Sun’un beti benzi attı. Chu Mingyun'un imasının açıkça farkındaydı. Yalnızca bir cümle çıkarabildi ağzından. "Sen… nasıl yapabildin… bunu nasıl yapabildin ona?!"


   “Zafer kazananlar kahraman olurken mağluplar eşkıyalığıyla kalır. Yanlış olan ne var? Yuwen Xiao daha önce şehri katlettiğinde bu tür bir farkındalığa sahip olmalıydı." dedi Chu Mingyun. "Yuwen Xiao benimle ilk karşılaştığı sırada sizinkilere benzer bir şey söylemişti. Demişti ki, benim gibi bir güzellik canlı yakalanmalıymış ki ordunun oyuncağı olabilsin.”

   Bir köpek gibi önümde yere yığıldığında ona şöyle sormuştum: Majesteleri, şu an yine güzel olduğumu düşünüyor musunuz?"


   Chu Mingyun yavaşça Yuwen Sun’a yaklaştı. O bir adım attığında Yuwen Sun bir adım geriledi, ta ki sırtı koridorun sütununa dayanıncaya ve artık geri çekilemeyecek hale gelinceye kadar. Chu Mingyun onun önünde durdu, hafifçe eğilerek gözlerinin içine baktı ve birden yürek hoplatan bir gülümseme sergiledi. "Majesteleri, şu an yine güzel olduğumu düşünüyor musunuz?"


   Yuwen Sun ağzını açtı ama daha sesini çıkaramadan boynundan tutuldu.


   Chu Mingyun'un gülümsemesi kayboldu. Kaşları bıçak kadar keskindi. "Delikanlı denmeyi hak ediyorsun sahiden. Savaş alanının kanlı kokusunu bile duymamışken benim önümde dişlerini gösterecek kadar cesursun."


   "Ne cüretle..." Yuwen Sun elini kavrayarak tısladı: "...Bırak!"


   Chu Mingyun ona doğru eğilip fısıldadı. "Sana açıkça söyleyebilirim ki toprak devri anlaşması konusu pazarlığa açık değil. Olur da hepsi kabul ederse seni öldürürüm olur biter. İki ülke savaşa girecekse ne olmuş? Korkacağımı mı sanıyorsun?"


   Yuwen Sun parmaklarını yakaladı ve umutsuzca onları açmaya çalıştı. Fakat bu el demir kadar sağlamdı. Boğulma hissi onu sardı. Geriye sadece inatla ona bakan kıpkırmızı gözleri kaldı.


   "Ancak." dedi Chu Mingyun ve aniden elini bırakarak bir adım geri çekildi. "Hunların hükümdarının sevilmeyen bir oğul uğruna Daxia ile savaşa gidecek kadar aptal olacağını sanmıyorum." Boğazını kapatıp öksüren Yuwen Sun’a gülümseyerek baktı. "Sen ne düşünüyorsun?"


   Yuwen Sun tek kelime etmeden nefes alıp verişini düzene sokmaya çalıştı. Gözleri tamamen karardı.