Su Shiyu ayak seslerini duyarak arkasına baktı. Işıltılı pembelerin altındaki adam yüzünde bir gülümsemeyle yavaşça geldi. Biraz şaşırdı. "Tesadüfe bakın. Chu Bey’in de mi burada bir işi var?"
"Tesadüf değil." Chu Mingyun gülümseyerek onun önünde durdu. "Korkarım beklediğiniz kişi benim."
"Beni bu sabah buraya davet eden kişi Lu Bey’in kızıydı ama?"
"Evet." diyerek güldü Chu Mingyun. "Sizi görmeye gelmemi söyleyen de oydu."
Su Shiyu hafifçe kaşlarını çattı. "...Bu ne anlama geliyor?"
"Çok basit." Chu Mingyun ona gülümsemeye devam ederken. "Artık yabancılar bile benim sevdamdan etkileniyorken Su Bey, siz hâlâ beni kabul etmeyecek misiniz?"
"Ne şakacısınız Chu Bey." Su Shiyu güldü.
"İnanmıyorsanız da sorun değil." Rüzgarın akışı yeri kırmızıya boyarken Chu Mingyun yavaşça, "Böyle iyi bir saat ve güzel bir manzara karşısındayken Su Bey’in borcunu geri ödemesi gerekmiyor mu?” dedi.
"Chu Bey’e ne zaman borçlanmışım?"
"Okçuluk sırasında yaşananları göz açıp kapayıncaya dek unutmuşsunuz." diyerek elini kaldırdı ve Su Shiyu'nun çenesini kavradı. Parmak uçlarını açık renkli dudak çizgisi üzerinde gezdirdi. "Ama eğer Su Bey çekiniyorsa ilk adımı ben atabilirim."
Su Shiyu onun elini indirdi. "Görünüşe göre Chu Bey az önceki ziyafette şarabı fazla kaçırmış."
"Ben iyi bir içiciyimdir." Chu Mingyun durakladı ve ekledi: "Dün gece hiç sarhoş değildim."
Su Shiyu gülümsedi, ona cevap vermedi. Gözlerini yanındaki çiçek dolu dallara çevirdi. "Mevsim geçiyor. Korkarım bu görebildiğimiz son şeftali çiçeği."
Yine de Chu Mingyun ona bakmaya devam ediyordu. "Gece boyunca uyumadım."
Su Shiyu'nun kollarında saklı parmakları gerilirken yüzü sükûnetini bozmadı. "Demek öyle. Ben de Chu Bey’in neden Dağ Kameriyesi’nde uyuduğunu ve üşütmekten bile korkmadığını merak ediyordum."
"Konusu açılmışken..." Chu Mingyun tonunu uzattı. "O cübbeyi size geri vermeyi düşünmüyorum.”
Su Shiyu gülümsedi. "Zararı yok. Beğendiyseniz sizde kalabilir Chu Bey."
Chu Mingyun bir an için ona baktı, sanki bir şeyler okumak ister gibiydi. Yavaşça güldü. “Ama sizi daha çok beğeniyorum. Su Bey’i de bana bıraksanız olur mu?”
Su Shiyu şaşırdı. Gözlerini hafifçe kapatarak kayıtsızca "Komiksiniz Chu Bey." dedi.
Chu Mingyun başını yana eğerek gözlerini kaldırdı. "Neden bana bakmıyorsunuz?"
Kalbi sıkıştı, tereddüt eder gibi oldu Su Shiyu ve yavaşça gözlerini kaldırarak onunla karşılaştı. Bakışlarının derinliği gece karanlığındaki okyanus gibiydi. Ona eğilerek güldü sonra. "Ya şaka yapmıyorum desem?"
Birbirlerine bakarlarken Su Shiyu bir an sessiz kaldı. Aniden aklına gelerek, "Wei Bey’e Hunların önerdiği koşulları ayrıntılı olarak sordum. Majesteleri ben geri döndükten sonra konuyu ayrıntılı olarak tartışacağını söylediği için bunu dikkatlice düşüneceğim. Chu Bey’in bu konuda endişe duymasına gerek yok.” dedi.
Chu Mingyun'un yüzündeki gülümseme kayboldu. "...Konu Hunların meselesine nasıl geldi şimdi?"
Su Shiyu gülümsedi. "Chu Bey’in konuya girerken lafı dolandırma alışkanlığını bırakması gerektiğini çoktandır söylüyorum. Gelecekte açık açık konuşmanız daha iyi olacaktır."
"Shiyu." Chu Mingyun onun elini tuttu. Gözlerinin içine baktı ve bütün ciddiyetiyle, "Senden hoşlanıyorum, sen de benden hoşlanıyor musun?" diye sordu.
Su Shiyu şaşkına döndü.
"Açık açık konuşuyorum." diye fısıldadı. "Beni kabul edecek misin?"
Su Shiyu bir anda kendine geldi. Farkında bile olmadan onun elinden kurtulmaya çalıştı. Gülümseyerek, "Chu Bey, bu..." dedi.
Elini daha sıkı kavradı. "Güvenini bana verecek misin?"
Uzun bir sessizlik bürüdü etrafı.
Çiçeklerin gölgeleri titriyordu. Orman yavaş yavaş serinliyor, gökyüzünde toplanmış bulutlar gri bir ağırlık veriyordu.
Su Shiyu başını kaldırıp uzaklara baktı. Elini yavaşça geri çekerek iç geçirdi. "Baharın sonlarında havalar yağmurlu gidiyor. Bir an önce dönsek iyi olur."
Eli boş kaldı. Rüzgar kollarını doldururken avucundaki azıcık sıcaklığı da savurup dağıttı. Chu Mingyun bilinçsizce parmaklarını kapattı. Yine de kaşları kıvrılarak gülümsedi. "Böyle bir tepki vereceğini biliyordum. Duygu nedir anlamıyorsun. Gerçekten kaya yığınısın."
Su Shiyu güldü. "Korkarım bu dünyada hiç kimse Chu Bey’in duygularını anlayamaz."
"Bu nasıl mümkün olabilir? Su Bey şu an borcunu üstlenirse, sana bu dünyadaki tek kişi olmayı öğretirim ben." Chu Mingyun gülümserken gözleri kıvrıldı.
Su Shiyu çaresizce gülümseyerek ona baktı. Sıcak bir sesle, "Sorun çıkarmayı bırakın da erkenden gidelim. Yağmura yakalanmayalım.” dedi.
“Hm.” dedi Chu Mingyun ve arkasını dönen Su Shiyu'ya baktı. Rüzgar aniden yükseldi, nemli denebilecek esinti şeftali çiçeklerinin hafif kokusuyla yüzünü yaladı. Gözlerinin önünde karıştı dünya, yalnız şatafatı kaldı. Birden konuştu, derin sesi rüzgara kapılıp kayboldu.
"Önümüzde uzun günler var."
Su Shiyu düzgünce duyamayarak geriye baktı. "Efendim?"
Chu Mingyun'un gözlerinde bir ışık dalgalandı. Kıkırdadı ve ileri yürüyerek Su Shiyu ile yan yana adımladı. "Bir şey yok."
Şeftali ormanının dışında bir yerde Lu Qinghe uzun zamandır dolanıp duruyordu. Sonunda merakına karşı koyamadı. Derin bir nefes aldı ve yavaşça ormana adım attı.
Çiçekler tamamen açmış, son günlerini geçiriyorlardı. Kuvvetle yayılan yapraklar kasvetli bir görkem sunuyordu. Kızıl manzara göz alabildiğine uzanıyordu.
Lu Qinghe etrafına bakındı. Rüzgar dalların arasından esiyordu. Birkaç ağacın arkasında belli belirsiz bir figür gördü. Yalnız başınaydı. Kalbinin sıkışmasına engel olamadı. Kendi kendine ‘Olamaz ya…’ diye düşünürken hızla adımlayarak yoluna çıkan çiçekli dalları kenara ittirdi. Ağzını açtı ve şöyle dedi: "Nasıl gitti? Bulamadınız mı Su…"
Sözleri aniden kesildi.
Masanın arkasındaki şaşkınlıkla başını kaldırmış adama boş boş baktı. Narin eli kırmızı bir fırça tutuyordu. Parşömenin üzerinde binlerce li uzunluğunda şeftali çiçekleri vardı.
Lu Qinghe kendine gelerek ayrılmak için arkasını döndü. "Özür dilerim, özür dilerim, başkasıyla karıştırdım..."
"Kaşlarının yanında zambaklar solgun kalıyor, eteğinin kırmızısı nar çiçeklerini çatlatıyor.” Adam yüksek sesle, "Kıpırdama." dedi.
Olduğu yerde donup kalırken “Ha?” diye karşılık verdi.
Adamın fırçayı kaldırıp mürekkebe batırdığını, birkaç vuruşla figürün ana hatlarını çizdiğini gördü. Büyüleyiciydi, albenisi şimdiden kendini gösteriyordu. Başını kaldırarak bir baktı. Son derece cana yakın bir gülümsemeyle, "Gerilmene gerek yok. Kımıldamadan durman yeter." dedi.
"...Hı." Lu Qinghe bir süre öylece durduktan sonra elini kaldırarak şakaklarındaki saçlarını düzeltmeden edemedi. “Böyle… resmin daha iyi görünecek.”
Adam gülümseyerek cevap verdi: "Doğal olarak."
Doğuştan kibar ve nazik bir yüzü vardı. Yüksek mevkilerdekilerin ailesinden bir genç efendi gibi görünüyordu. Lu Qinghe ona uzun uzun baktı ve ardından tabloya çevirdi gözlerini. "Hey, şey... Daha önce başka birini gördün mü ya?"
Adam gözlerini kaldırmadan başını iki yana salladı.
"Garip." diye mırıldandı. İç çekerek sohbete başladı. "Buraya ilk gelişin mi?"
Adam yüzünde bir gülümsemeyle ona bakmaktan kendini alamadı. Lu Qinghe'nin kafası karışmıştı. "Buraya her yıl gelirim" dedi nihayet.
"Her yıl resim mi yapıyorsun?"
"Evet."
"...Çok sıkıcısın." Lu Qinghe'nin dudakları seğirdi.
Adam aldırmayarak gülümsedi: "Çiçekler her sene aynı olmuyor."
"Sonuçta bu sadece bir manzara. Uzun süre baktıktan sonra sıkıcı hale gelecektir." dedi Lu Qinghe. "Farklı yerleri gezip görmek daha iyidir. Dünyanın sınırı yok, her yer değişip gelişiyor."
"Farklı farklı yerlere gittin mi?"
"Tabii ki!" Kaşları daha da ışıldadı. "Neredeyse tüm Batı Gölü'nü, Dongting'i, Xiangjiang Nehri'ni ve Yangtze Nehri'nin güneyini dolaştım. Bu sefer babam beni geri dönmeye çağıran bir mektup göndermeden önce karlı Changbai Dağları’ndaydım. Oradaki karın ucu bucağı yok. Gerçekten muhteşem. Buradan çok daha güzel!"
"Baban Nazır Lu mu?" diye sordu.
"Evet. Nasıl bildin?" dedi Lu Qinghe merakla.
O cevap veremeden ansızın arka taraftan bir saray hizmetçisi geldi. Lu Qinghe'nin yanından geçti. Dizlerinin üzerine çöküp eğildi. "Majesteleri, yağmur geliyor. Başcariye hanım sizi saraya dinlenmeye çağırıyor.
Lu Qinghe'nin dizlerinin bağı çözüldü.
Li Yanzhen başını salladı. "Anladım." Saray hizmetçisinin parşömeni almasına izin verdi. "Kıymetli nazırım Lu bir keresinde kızının gezgin bir kahramanın kalbine sahip olduğunu, dünyanın dört bir yanında seyahat ettiğini söylemişti.”
Lu Qinghe eğilerek yere kapandı. "Bendeniz majestelerinin kutsal varlığını anlayamadı. Nezaketten yoksun sözlerimin kusuruna bakmayın lütfen majesteleri!”
Li Yanzhen ona eğlenerek baktı. "Ayağa kalk hadi."
“Gerek, gerek yok… Bendeniz sadece diz çökecek.” Lu Qinghe başını yerde tuttu. Ağlamak istiyordu, ne yazık ki ağlayamazdı.
Li Yanzhen öne çıkarak onu kaldırdı. "Resim henüz bitmedi. Zâtım müsait olduğunda bitirmek için seni çağıracak. Olur mu?”
Lu Qinghe korkuyla titreyerek ayağa kalktı. Bunu duyunca nezaketi unutarak Li Yanzhen’e bakmaktan kendini alamadı. Yüzü şeftali çiçeklerinin rengine bürünmüştü.
Yüreği yerinden oynadı. Sebebinin farkında olmadan, "Tamam." dedi.