Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 43: Birine çok benziyorsun.

 

   Ay batar ve güneş gösterir kendini. O gece kara kara düşünen, uykusuz kalan kim olursa olsun, şafak odalara sızdığında hepsi endişelerini bir kenara bırakıp ziyafet için giyinmek zorunda kaldılar.


   Daxia Hanedanlığı’nın imparatoru Li Yanzhen her zaman zarafet konusunda usta olmuştu ve bu açık hava ziyafeti daha da özenle hazırlanmıştı. Şarkılar yaylı çalgılarla birbiri ardına kusursuzca düşüyor, dansçılar dans ederken zarif figürlerini sergiliyorlardı. Ayaklarının altındaki zeminin kokusu rengarenk kelebekleri cezbediyor, yeşim fincanlardaki şaraplar su gibi akıyordu.


   Her zamanki gibi, başkomutan ve başmüfettişin koltukları iki başa konulmuştu. Bir eliyle çenesini destekleyen Chu Mingyun tesadüfen Su Shiyu’yla göz göze geldi. Fakat tek gördüğü onun hafifçe gülümsediği, sonra da gözlerini kapatıp şarabını içtiğiydi. Geçmişten farklı değildi.


   Ne bir fırtına vardı ne de kabaran dalgalar, en ufak bir hoşnutsuzluk belirtisi bile yoktu. Eğer gözlerini kaçırması ve ona bir kez daha bakmak istememesi olmasaydı Chu Mingyun neredeyse dün gecenin sadece sarhoşken gördüğü bir rüya olduğunu düşünme gafletine düşecekti. Belki de Su Shiyu yine ‘dert etmeye gerek yok’ diye düşünüyor, bu yüzden bu kadar tepkisiz kalıyordu. Chu Mingyun şarap fincanını yavaşça önüne kaldırdı. Kaşlarını hafifçe çatmaktan kendini alamadı.


   Şarkının sonuna gelindiğinde müzisyen hanım yenisine devam edeceği sırada birden birisi derin bir iç çekti. İç çekişi bu boşluk anında daha bir netti.


   Herkes hep bir ağızdan Hun elçisinin oturduğu yere baktı.


   Li Yanzhen de bakıp sordu. "Dokuzuncu Prens neden iç çekiyor? Misafirperverliğimizi yetersiz bulmuş olabilir misiniz?"


   Yuwen Sun ayağa kalktı. Li Yanzhen'in önünde saygıyla eğilerek, "Majesteleri imparator beni bu kadar cömertçe ağırlarken nasıl yetersiz bulabilirim ki?" dedi. Orada bulunan diğerlerine bakarak iç geçirdi. "Sadece ülkenizin kültürünün bizimkinden çok farklı olduğunu hissediyorum, bu yüzden biraz duygusal hissetmekten kendimi alamıyorum."


   "Duygusal mı?" Li Yanzhen'in kafası karışmıştı. "Anlatmak ister misiniz?"


   "Bu bizim ilk ziyaretimiz. Gelenekleriniz ve kurallarınız hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Fakat bu kadar şarap içip ziyafet çekmenin ilgi çekici olmadığını, bütün gün şarkı söyleyip dans etmenin oldukça sıkıcı olduğunu düşünüyorum. Başlangıçta majesteleri tarafından bahar avına katılmaya davet edildiğimde nihayet sizlerin nasıl ata bindiğinizi ve ok attığınızı görebileceğimi düşünmüştüm. Yarışmak için güçlü bir karakter bulmayı planlıyordum. Ne var ki bunun bir eğlence şölenine dönüşeceğini tahmin etmemiştim." Yuwen Sun gülerek devam etti. “Az önce dikkatle baktığımda buradaki herkesin çok medeni olduğunu gördüm. At binme ve okçuluk konusunda yetkin gibi görünmüyorlar. Ülkenin istikrarı bu kaba saba becerileri bilmenize gerek duyurmuyordur sanırım. Bizim tarafta durum tam tersi. Hayatımızı kazanmak için hepimiz bu zor şeyleri öğrenmek zorundayız. Kıyaslandığımda gerçekten çok kıskanıyorum.”


   Sözleri övgü doluydu ama ses tonu tamamen alaycıydı. Yuwen Sun konuşmayı bitirir bitirmez ziyafetteki hava aniden buz kesildi.


   Chu Mingyun başını çevirip baktı. "Ekselansları yarışacak birini bulmak istiyorsa size eşlik edebilirim."


   Yuwen Sun elini sallayarak gülümsedi. "General Chu'nun savaş alanındaki demir kanlı itibarını bilmeyen mi var? Okçulukta usta olduğumu düşünsem bile sonuçta hiç savaş meydanında bulunmadım. Eğlenmek için yarışacak birini bulmak istediğim doğru ama kendimi sizinle karşılaştırırsam sadece kaybederim. Bu çok anlamsız olur."


   "Yarışmaya cesaretiniz olmadığına göre bunu söylemenin ne anlamı var?" dedi Chu Mingyun soğukça.


   "Sizinle yarışmaya cesaret edemiyorum. İtiraf ediyorum bunu. Utanılacak bir şey yok.” dedi Yuwen Sun ifadesini değiştirmeden. "Ben de tam olarak burada General Chu'dan başka kimsenin olmamasından yakınıyorum. Bu gerçekten çok sıkıcı."


   Bu devirde Daxia'nın edebi sanatları dövüş sanatlarına tercih etme kültürü herkesçe bilinen bir gerçekti. Hun prensinin sözleri açıkça kışkırtıcı olsa da sadece ağrıyan noktalarını dürtmüş, onları çürütemez hale getirmişti.


   Chu Mingyun yeterince katlanmıştı. "Söyleyecekleriniz bitti mi? Eğer..."


   "Ekselanslarının söyledikleri mantıklı." Su Shiyu aniden onun sözünü keserek ayağa kalktı. "Chu Bey yüksek bir mevkide. Böyle küçük bir meseleyi şahsen olarak halletmesi ona zahmet olurdu."


   Chu Mingyun başını çevirerek ona baktı. Su Shiyu onunla göz göze gelmesinin ardından bakışlarını tekrar Yuwen Sun’a çevirdi. Nazik gülümsemesiyle, "O halde ekselansları benim hakkımda ne düşünüyor? Her ne kadar sivil bir makamda görev yapıyor olsam da binicilik ve atıcılık sanatına biraz ilgim var. Bu fırsatı deneyim kazanmak için kullanabilirim. Ne dersiniz?” diye sordu.


   Yuwen Sun bu yakışıklı ve zarif genç adama baktı. "Başmüfettiş bey, bu kibar görünümünüzle korkarım diğerleri size zorbalık yaptığımı söyleyecek."


   "Ekselanslarının ne demek istediğini gerçekten anlayamıyorum. Chu Bey’e karşı kazanamayacağınızı düşünüyorsunuz ve beni yetersiz görüyorsunuz. Mümkün olan her şekilde reddediyorsunuz." Su Shiyu gözlerini kısıp usulca gülümsedi. "Sadece bir kelime savaşı yapmak niyetinde olup da ciddi bir şekilde rekabet etmek gibi bir niyetiniz olmayabilir mi aslında?"


   "Benden şüphe mi ediyorsunuz?" Yuwen Sun’un yüzündeki gülümseme soldu.


   "Buna cüret edemem." dedi Su Shiyu. "Az önce de söylediğiniz gibi bu sadece eğlence için. Kazanmak ya da kaybetmek neden umurumuzda olsun ki?" 


   Böyle söylemesine karşın bunun basit bir yarışma olmayacağını, memleketin onurunu ilgilendirdiğini herkes biliyordu.


   Alanda tartışanlar hafif bir uğultuya neden oluyordu. Li Yanzhen elinde olmadan onları barışmaya ikna etmeye çalıştı. "Bunlar sadece şaka, neden gerçekten kısasa kısas durumuna girmeniz gerekiyor?"


   "Majesteleri imparator yanlış anladı." dedi Yuwen Sun aceleyle. "Münakaşa ve rekabet normaldir, altlarında bir anlam yatmaz. Başmüfettişiniz zaten kabul ettiğine göre bundan geri dönmek gerçekten iyi olmaz."


   "Şey..." Li Yanzhen endişeyle Su Shiyu'ya baktığında diğeri ona güven verici bir gülümseme sergileyerek Yuwen Sun’a döndü. "Ne yarışması istiyorsunuz ekselansları?"


   "İşleri zorlaştırıp at sırtında ava çıkmanızı istemeyeceğim. Peki sadece okçuluk yapmaya ne dersiniz?"


   Gülümseyerek kabul etti.



   Su Shiyu kendisine sunulan uzun yayı aldığında gözlerinde bir anlığına geçmiş anılar parıldadı. Hemen sonra dönüp az ileride durmuş seyreden Chu Mingyun'a seslendi. "Chu Bey, lütfen bana yayın nasıl kullanılacağını öğretir misiniz?"


   Chu Mingyun onun yanına yürüdü. Üstünkörü bir bakış attıktan sonra dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Su Bey’in duruşu yanlış. Sahiden oldukça metodik."


   Su Shiyu karşılık vermedi. Sesini alçaltarak, "Daha sonra Hun prensi ok atarken majestelerine bir şey yapmasına izin vermemeye dikkat edin." dedi.


   "Sol elinizi biraz daha yukarı kaldırın." Chu Mingyun onun için yayın kirişini sıkarken eline baktı.


   Su Shiyu elini oynatmadı. Chu Mingyun'a yan gözle baktı. "Chu Bey?"


   Chu Mingyun gözlerini kaldırdı. Onunla göz göze geldiğinde birden kaşlarını kaldırarak gülümsedi. "Beni öperseniz sizin için ona göz kulak olacağım."


   "..." Su Shiyu ona baktı.


   "Su Bey." Chu Mingyun kirpiklerini indirerek yavaşça konuştu. "Bana bu kadar doğrudan bakarsanız utanırım."


   "...Öyle mi?" dedi Su Shiyu.


   Chu Mingyun biraz iç çekti. Zorda kalmış gibi, "Madem istiyorsunuz, o zaman iki kez öpseniz de olur." dedi.


   Su Shiyu yüksek sesle gülmeden edemedi. Umutsuzdu. "Chu Bey..."


   "Tamam, anladım." Chu Mingyun gülümsemesiyle dudaklarının kenarlarında oluşan çizgilere baktı. Bir an düşündükten sonra aniden tek eliyle Su Shiyu'nun bileğini kavrayarak ona arkadan sarıldı. "Hâlâ böyle kolay yakalanıyorsunuz.”


   Su Shiyu afalladı. Sonra kaçmaya yeltendi.


   "Kıpırdamayın." Chu Mingyun onun elini tuttu. Onu kollarının arasına aldı. Başını hafifçe eğerek kulağına yaslandı. Kıkırdadı. "Neden kaçıyorsunuz? Etrafta o kadar insan varken hâlâ sizi tekrar zorla öpmemden mi korkuyorsunuz?"


   Su Shiyu onun konuşmasını kesmek istediyse de sonunda hiçbir şey söyleyemedi. Neyse ki uzak bir yerde duruyorlardı. Çok fazla dikkat çekmiyorlardı. Böylece tarifsiz bir açgözlülük sessizce büyüdü. Başını eğerek kaçmaya çalışmayı bıraktı.


   Chu Mingyun çenesini onun omzuna dayadı. Nefesi yanağına değiyordu. Gülümsemesindeki azıcık sandal ağacı kokusu saç diplerinin karıncalanmasına sebep oldu. Mecburen Chu Mingyun'un elini tutup yayı düzeltmesine izin verdi. Sonra onu bırakıp bir kenara çekildi.


   Su Shiyu Chu Mingyun'a bakmak için başını çevirmeden edemedi. Çoktan asıl yerine dönmüştü. Gözlerini kaldırdığında Su Shiyu'nun bakışlarıyla karşılaştı. Chu Mingyun yavaşça dudaklarını kıvırarak gülümsedi. Saf beyaz parmağını dudaklarına götürerek Su Shiyu'ya anlamlı bir şekilde göz kırptı.


   "..." Su Shiyu bunu görmemiş gibi yaparak bakışlarını uzaktaki Li Yanzhen'e kaydırdı.



   Bu kısa arada hedef tahtaları uzakta bir yere kurulmuştu çoktan. Yuwen Sun sahadaki yerini alırken daha fazla kibarlık göstermedi. Nizami hareketlerle oku yerleştirip yayı çekti. Yüz adım öteden atılan ok doğruca hedefin ortasına ulaştı. Hun elçileri ayağa kalkıp alkışladılar. Daxia tarafındakiler bile bu prensin kibrinin gerçekten boşuna olmadığını söyleyerek birkaç kez iç çekmeden edemedi.


   Li Yanzhen daha da endişelenerek Su Shiyu'ya baktı. Tam konuşmak üzereyken Su Shiyu onu durdurmak için elini kaldırdı. Li Yanzhen'e başını salladı, döndü ve sahaya doğru yürüdü.


   Okunu yerleştirip yayını çekerken Su Shiyu kirişi yavaş yavaş gerdi. Omuzları ve kolları güçlü hatlarla gerildi. Gözlerinde ender, delici ışık parladı hiç gizlenmeden.


   Parmaklarını ufacık aralamasıyla keskin ok vızıldayarak fırladı. Havayı yarıp bulutları delecek ihtişamlı bir hızla önceki oku sıyırıp orta noktaya saplandı. Fakat nihayetinde Yuwen Sun’un okuna kıyasla biraz kenardaydı.


   Su Shiyu usulca dönerek yayı görevliye uzattı.


   Hun elçilerinin yüzlerinde çoktan neşeli bir ifade belirmişti. Daxia’nın nazırları üzgün olmalarına rağmen bunun başmüfettiş için kolay olmadığını düşünerek tek kelime etmediler, sessizce koltuklarında oturdular.


   Fakat Chu Mingyun hâlâ hedefe bakıyorken birden alçak sesle güldü.


   Önce bir çatlak sesi duyuldu. Tam ortadaki ok kırılıp çimlere düştü.


   Yuwen Sun’un ifadesi aniden çirkinleşti. Su Shiyu onun yanında durarak hafifçe gülümsedi. "Beklediğimden çok daha kolay oldu."


   "Seni!.." Başını sertçe çevirip baktı fakat Su Shiyu çoktan koltuğuna dönmüştü. İnce bedenine baktığında Chu Mingyun'un, Su Shiyu'nun kulağına bir şeyler söylediğini gördüğünü hatırlayarak kaşları çatıldı. Yan taraftaki elleri sıkılarak yumruk haline geldi.



   Bu ziyafet nazırların aile üyelerinin eşlik edebileceği bir ziyafet değildi. Bu yüzden Lu Qinghe erkenden dışarı gelerek beklemeye başladı.


   Dün gece ciddi bir şekilde çaba sarf etmiş, gözlerini açacak tüm kitapları, hikayeleri okumuş ve nihayetinde aslında kendisinin pek yardımcı olamayacağını fark etmişti. Bunu düşündükten sonra Lu Qinghe ikisinin yalnız kalması için bazı fırsatlar yaratmaya karar verdi. Çünkü tenhalarda buluşmalar ne kadar çok olursa, hangi anlamda tenha olursa olsun, o kadar artardı ikisinin iletişimi. 


   Dağın arka tarafında bir şeftali ormanı vardı ve çiçekleri baştan sona açmıştı. Ziyafetten önce Su Shiyu'yu davet ettiğinde Su Shiyu muhtemelen dün geceki tavrının gerçekten kaba olduğunu hissetmiş ve pek tereddüt göstermeden kabul etmişti. Chu Mingyun ise… Bu nazırı sabah hiç görmediği için burada beklemek zorunda kalmıştı.


   O düşünceler içindeyken yüksek bir veda sesi duyuldu. Müzik durdu. Lu Qinghe dağılanlar arasında Chu Mingyun'u tek bakışta seçti. Lu Shi'nin görüş alanından kaçınmak için yüzünü kapatarak ona doğru gitti. "Bekleyin başkomutan bey!"


   Chu Mingyun onun sesiyle durdu. Başını çevirerek baktı. "Yine mi sen?"


   "...Yine ben." Lu Qinghe elini indirerek gülümsedi. "Başkomutan beyin vakti var mıdır acaba?.."


   "Yok vaktim." dedi Chu Mingyun.


   “Şahsınızı sadece bir süreliğine dağın arkasındaki şeftali ormanına gitmeye davet ediyorum. Çok sürmeyecek…”


   "Gitmiyorum."


   "...Beyefendi neden bu kadar kararlı bir şekilde reddediyor ki?"


   "Başka bir şey var mı?" Chu Mingyun kayıtsızca ona baktı.


   Lu Qinghe, "...Yok." dedi.


   Chu Mingyun'un ayrılmak üzere olduğunu görünce aceleyle, "Su Bey dağın arkasında!" dedi.


   Chu Mingyun durakladı. Arkasına bakıp yarım yarım yamalak gülümsedi. "Yaa?.."


   "Beyefendiyi kandırmayı düşünmeme bile imkan yok." dedi Lu Qinghe tüm samimiyetiyle.


   Chu Mingyun yavaşça döndü. "Neyin peşindesin?"


   "Nasıl cüret edebilirim?" Lu Qinghe başını salladı. Chu Mingyun'un belirsiz ifadesine baktı. Derin bir nefes alarak, "Sadece beyefendiye az da olsa yardım edebilmek istiyorum." dedi.


   Chu Mingyun sessizce ona baktı ve aniden kıkırdadı. "Birine çok benziyorsun."


   Lu Qinghe şaşırdı. "Kime?"


   Chu Mingyun uzaklara bakarak kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Belki de uzun yıllar dövüş sanatlarıyla uğraşan ve kırmızı kıyafetler giymeyi seven kadınlar pek normal değildir."


   Lu Qinghe şaşkına döndü. O tepki veremeden Chu Mingyun arkasını dönüp uzaklaştı. Ardından esen rüzgâr bereketli dalları salladı, çiçekler yağmur gibi yağdı.