Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 42: Nihayetinde kendi kendine döküldü bu cümle dudaklarından.

 

   Adından da anlaşılacağı gibi Dağ Kameriyesi, Qi Dağı’nın yükseklerine inşa edilmiş camlı kırmızı bir kameriye idi. Kameriyeden aşağıya bakıldığında Av Köşkü’nün ışıkları yıldızlar gibi görülebiliyordu belli belirsiz.


   Dağ rüzgarı esiyordu. Su Shiyu merdivenlerden yukarı çıkarken sadece böceklerin hafif cıvıltılarını duyabiliyordu.


   Kameriye çoktan görüş alanına girmişti. Etrafına bakındığında bekleyen herhangi bir hanımefendi görmemişti. Yalnızca kameriyedeki taş masanın üzerine uzanmış biri vardı. Son derece tanıdık geliyordu.


   Su Shiyu şaşkınlıkla yaklaştı. "...Chu Bey?"


   Cevap gelmedi.


   Chu Mingyun kolunu yastık yapmıştı. Yüzünde nadir görülebilecek bir huzur ve sükûnet vardı. Derin bir uykuda gibiydi, birinin yaklaştığını bile fark etmemişti.


   Şarap kavanozu elinde duruyordu. Yarısı boşalmıştı. Hava şarabın yumuşak kokusuyla doluydu. Kuzgun karası saçları omuzlarına dağılmış, ayın buz gibi ışığıyla kaplıydı. Yüz hatları son derece sakindi. İnce kırmızı dudakları ışık parıltısıyla lekelenmiş, beyaz yüzü mürekkep mavisi kollarındaki karmaşık nilüfer desenlerine yaslanmıştı. Büyüleyici kırmızı nilüferler, kıyafetinin üzerinde boylu boyunca çiçek açarak engin güzelliğini sergiliyordu.


   Su Shiyu gözlerini kısarak dikkatle ona baktı. Uzunca bir sessizliğin ardından elini kaldırarak kendi cübbesini çıkardı, Chu Mingyun'un üzerine örttü. Sonra eğilerek cübbesinin yakasını çenesinin yanına sıkıştırdı.


   Su Shiyu hafifçe doğruldu. Elini geri çekecekken ister istemez durakladı.


   Gözlerini ayırmadan baktı. Bir tereddütle parmaklarını uzattı. Olağan dışı bir yavaşlıkla, tüm dikkatini vererek, az az Chu Mingyun’un yüzüne yaklaştı. Parmak uçları ona dokunmaya ramak kala durdu.


   Su Shiyu gözlerini indirerek sessizce gülümsedi. Kendisine gülüyordu sanki. Elini geri çekecekti ki yakalandı.


   Chu Mingyun elini tutarak yanağına götürdü. Yavaşça gözlerini açtı. Gözlerinin derinlikleri dünyanın en uçlarındaki dağları ve nehirleri yansıtıyormuş gibi dalgalandı. Birden hiçbir şey kalmadı. Herhangi bir ifadesi yoktu. Konuşmadı da. Sadece Su Shiyu'ya baktı.


   Su Shiyu sadece bir anlığına şaşkına döndü ve hemen kendine geldi. Elini çekmek için acele etmedi. Sadece başını indirip gülümseyerek ona baktı. "Chu Bey’in bu bakışı… Beni tanımadınız mı?"


   Chu Mingyun yine tek kelime etmedi. Elini gevşetip tekrar kaldırdı, yüzüne doğru uzandı. Su Shiyu sendeleyerek uzaklaşmak için başını hafifçe eğdi. Eli hiç duraksamadan saçını bağlayan yeşim saç tokasına indi, bileğini çevirmesiyle çıkarıverdi.


   Onun hareketiyle mürekkep gibi saçları aşağı döküldü. Binlerce siyah tel şelale gibi aktı. Taşıyla toprağıyla sessizliğe büründü dünya.


   Gözleri buluştu. Su Shiyu neden olduğunu bilmiyordu, Chu Mingyun'un gözleri uçurum gibiydi, derinlerden panik dalgaları yükseldi.


   Elini bıraktı. Yeşim saç tokası aniden yere düşerek çınladı.


   Chu Mingyun ona yaklaştı. Su Shiyu'nun yüzünü tuttu ve onu öptü. Hiçbir uyarıda bulunmamıştı. Hazırlıksız yakalanmıştı.


   Dış cübbesi omuzlarından kayarak yere düştü. Ateş böcekleri ağaçların koyu gölgeleri arasında uçuştu.


   Dudakları ve diliyle Su Shiyu'nun dudak çizgisini takip etti. Dilinin ucu dişlerine değdi. Beraberinde saf bir şarap kokusuyla doğruca Su Shiyu'nun ağzına girdi. Bitmez bir ilgiyle yalayıp emdi.


   Su  Shiyu olduğu yerde kalakaldı. Aklı tamamen boşaldı. Hafifçe genişleyen gözleri Chu Mingyun’un gözleriyle karşılaştı. Bu kadar yakın mesafeden içlerinde hangi duyguların olduğunu anlayamıyordu. Sadece derin ve tarifsiz olduğunu hissediyordu.


   Chu Mingyun aniden dudakları ve dişleri arasında hafifçe kıkırdadı. Ardından dudaklarını hafifçe ısırdı.


   Ufak karıncalanma çayır ateşi gibi yayıldı. Kalbi göğsünde gümbürdeyerek atıyor, ona acı veriyordu. Su Shiyu aniden kendine geldi.


   Yüzünün yan tarafına düşen Chu Mingyun'un elini tutmak için elini kaldırdı.


   Bileğinde ani bir acı belirdi. Chu Mingyun acıyı hissederek elini biraz gevşetti. Su Shiyu fırsatı değerlendirerek birkaç adım geriye gidip ondan uzaklaştı. Gözleri odaklanamıyordu. İkisi de ağır ağır nefes alıyordu.


   Kırık yeşim toka takıldı gözlerine. Su Shiyu bir anlığına sakinleşti, "Ayıltın kendinizi." dedi.


   Chu Mingyun gözlerini indirerek bileğindeki açık kırmızı ize baktı. Hiçbir duygu göstermeden, "Sarhoş değilim." diyerek karşılık verdi.


   Su Shiyu gülümsedi, bu konuyu daha fazla uzatmadı. Veda etti ve cevap beklemeden ayrıldı. Aceleyle yürüdü. Ona bir daha bakmadı.


   Chu Mingyun gecenin karanlığında kaybolan sırtına baktı. Şarap kavanozuna uzandı. Başını kaldırarak içti. Şarabın çenesinden yavaşça akmasına, yakasını ıslatmasına aldırmadı.


   Kavanozun yarısını içmişti, soğuk şarap boğazından inmişti ama yine de yüreğindeki huzursuzluğu bastıramıyordu. Parmak uçlarını dudaklarına bastırdı. Dudaklarının köşelerini yavaşça kaldırdı. Epeyce yumuşak, epeyce alçak bir sesle güldü.


   "Eyvah."


   Nihayetinde kendi kendine döküldü bu cümle dudaklarından.


   Ne duygularımı bastıracağım artık ne de ne kendimi yalanlarıma inandıracağım.


   İşte böylece kolaylıkla buluyorum cevabı: Kalbimde yer edinmişsin çünkü.


***


   Su Shiyu hızla taş basamaklardan aşağı indi. Aklı az önce olanlarla doluydu. Kalbi karışıklık içindeydi. Dağdan esen serin esinti onu sakinleştirmek yerine tüm vücudunu belli belirsiz bir ateşle kaplıyordu.


   Hayatı boyunca nadiren eli ayağına dolaşmış, çaresiz kalmıştı. Ona bir kere daha bakacak cesareti dahi bulamamıştı kendinde.


   Sersemlemiş haldeyken birisinin kendisine doğru geldiğini bile fark etmedi. Ancak diğer kişi şaşırarak seslendiğinde aniden kendine gelebildi.


   "Su Bey?.." Lu Qinghe ona kararsızca baktı.


   Su Shiyu ona baktı. Aceleyle gülümseyerek "Özür dilerim." dedi.


   Bunu söyleyerek adımlarını hiç durdurmadan yanından geçip gitti.


   Lu Qinghe, Su Shiyu'nun uzaklaşan figürüne bakarken kafası iyice karışmıştı. Bu metanetli başmüfettişin görgü kurallarını nasıl böyle hiç sayabileceğini anlayamadı. Ancak Lu Qinghe bunun hakkında derinlemesine düşünmedi. Arkasını dönerek derin bir nefes aldı, Dağ Kameriyesi’ne doğru adım attı.


   Beklediği gibi, adam kameriyede oturuyordu. Taş masaya yaslanmış, rahat duruşuyla düşüncelere dalmıştı. Ayak seslerini duyduğunda kaşlarını hafifçe çatarak baktı. "Sen kimsin?"


   "Genç hanımın adı Lu Qinghe. Ceza Nazırı Lu Shi'nin kızı." Lu Qinghe kibarca eğildi.


   "Bir mesele mi var?" Chu Mingyun bakışlarını ondan ayırarak yerdeki beyaz cübbeyi aldı, dikkatlice tozunu temizledi.


   "Önemli bir şey değil." Lu Qinghe uzun zaman önce hazırladığı sözleri söylemek için yeterli cesareti topladı. "Ama başkomutan bey, gecenin bu geç saatinde burada tek başınıza içiyorsunuz, sizi rahatsız eden bir şey mi var?"


   "Bir şey var ama gerçekten mühim değil." Chu Mingyun elindeki beyaz cübbeyi inceledi, yatıştırıcı tütsünün hafif kokusu duydu. Geniş bir gülümsemeyle, nazik ve yavaş sesiyle, "Az önce taş masaya uzanmış, gözlerimi kapatarak düşüncelere dalmıştım.” dedi. “Gözlerimi açtığımda düşündüğüm kişiyi gördüm. Her işimi derinlemesine düşüneceğim ve tüm zorluklarım neşeye dönüşecek."


   "Düşündüğünüz kişi... sevgiliniz olabilir mi başkomutan bey?" Lu Qinghe'nin gözleri kameriyeye döndü.


   "Tabii ki öyle."


   "O halde başkomutan bey, bana da söyler misiniz?" Lu Qinghe tereddütle sordu.


   Chu Mingyun sakince dış cübbesini giydi. Onun sözleri üzerine kıkırdadı. Bembeyaz parmakları cübbesinin yakasındaki işlemeyle oynuyordu. Yavaş yavaş gözlerini kaldırdı. Yüzünde bir gülümsemeyle baktı. "Az önce buraya geldiğinde görmedin mi onu?"


   Lu Qinghe şaşkına döndü, üzerindeki cübbenin kime ait olduğunu hemen anladı. Onu ilk gördüğü zamanı hatırladı. Gözlerindeki gülümsemeyi görmezden geldiğini, karşısındakinin çiçekler gibi beyaz bir cübbe giydiğini fark etti.


   Lu Qinghe'nin bakışları istemsizce onun gevşek yakasına takıldı. Lu Shi'nin daha önce ikisi arasındaki ilişkiden bahsettiğini düşündüğünde şimşekler çaktı. Aklından bir şeyler geçti, yüzü hız kesmeden kırmızıya döndü.


***


   Odasına dönene kadar Lu Qinghe aklını başına toplayamamıştı.


   Kalbinde tarif edilemez bir duygu yuvarlandı. Lu Qinghe derin bir nefes aldı, sakinleşmek için elinden geleni yaptı.


   Öncesini dikkatlice düşündüğünde dağ yolunda karşılaştığında Su Bey’in uzun saçlarının darmadağınık olduğunu, aceleyle yürüdüğünü, yüzünün parlak ay ışığı altında açıkça biraz kırmızı olduğunu hatırladı. Chu Bey Dağ Kameriyesi’nde onun cübbesini giyiyordu. Dağ Kameriyesi’nde gizli buluşma, ışıltılı ay ve iyisinden şarap, o ifade, yerdeki kırık yeşim ve yakasındaki su lekeleri...


   Lu Qinghe'nin kalbi titredi. Yüzü alev aldı. Gizlice iç geçirdi. "Su Bey gerçekten... bir insanı görünüşünden anlayamazsın!"


   Tekrar düşündü. Su Bey’in daha fazla kalmak istemediği ortadaydı. Fakat Chu Bey kameriyede yalnız başınaydı hâlâ. Cübbesini bırakmış olmasına rağmen biraz acımasızcaydı...


   Hizmetçi, hanımının geri döndükten sonra elleriyle yüzünü tutarken bir mutlu bir üzgün olan yüzüne baktı. İfadesi sürekli değişiyordu. Efendisine gidip hanımının bir iblis tarafından ele geçirilmiş gibi göründüğünü söylese mi söylemese mi diye düşündü. Lu Qinghe’nin yüzünü örterken uzunca iç çektiğini gördü. "O kadar cazibe boşuna, Chu Bey’e çok yazık!"


   Hizmetçi şaşkına dönmüştü.


   Lu Qinghe elini indirerek hizmetçiye baktı. "Sence Su Bey ve Chu Bey birbirlerine yakışırlar mı?”


   "Ne dediniz?"


   Lu Qinghe kararlı görünüyordu. Ciddiyetle, "Dünyayı görmüş biri olarak nasıl basit insanlarla aynı yolda gidebilirim? Onu sevdiğime göre, onun bu üzücü ilişkiden kurtulmasına ve bir an önce kalbini kazanmasına yardım etmeliyim!" dedi.


   Hizmetçi: "…"