Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 60: Ne var ki ben sadece dokunmakla kalmıyor, okşayabiliyorum da.

 

   Nihayetinde Huainan ticaretin sürekli olduğu müreffeh bir yerdi. İsyandan sonra birçok insan Shouchun'a gitmek yerine yolu uzatmayı tercih etse de kâr hırsıyla yanıp tutuşan bazı tüccar ve işadamları zaman zaman buradan geçmekten kendilerini alamıyorlardı.


   Ellerinde kargılarla şehri koruyan askerler hiç gevşemeye cesaret edemiyor, insanları durdurup her yerlerini dikkatle arıyor ve ihtiyatla komutanlarına doğru bakıyorlardı.


   Muhafız komutanı kollarını kavuşturmuş halde duvara yaslanıyor, tekrar baştan aşağı süzdükten sonra başını sallayarak gitmelerine izin veriyordu.


   Mevsimin ortanca ayı geride kalmış fakat yaz havasından bir şey eksilmemişti. Hava o kadar sıcaktı ki insanların dikkati ister istemez dağılıyordu. Komutan kısık gözlerle uzaklara bakarken aniden doğruldu.


   Parlayan güneşin altında, şehrin dışındaki ana yolda sayılı insan bulunuyor, ağaçların gölgeleri bulutlar gibi dağılıyorken, gözün görebildiği en uç noktada hafifçe uzun bir gölge belirmiş, yaklaştıkça kendini daha da gösteriyordu. Hizmetkârlar ellerini kılıçlarına götürüp atlarını koşumlamış, biri önde diğeri arkada iki arabayı dört bir yandan korumaya almıştı. Arabalar heybetli bir ihtişamla ilerliyor, arkalarındaki uzun alayda kapkara sancaklar gökte dalgalanıyordu.


   Komutan canlanarak muhafızlardan birini kenara çekti. Muhafız emri aldıktan sonra aceleyle şehre koştu. Zırhını düzelten komutan konvoyu karşılamak için hızla ilerledi. "Başkomutan bey ve başmüfettiş beye saygılarımı sunarım. Ta uzaklardan buraya kadar geldiniz. Tüm Shouchun olarak uzun zamandır yolunuzu gözlüyorduk!”


   "Hm." Su Bai atıyla ilerledi. Komutana, “Şehre girelim.” dedi.


   "Efendim, bekleyin bir dakika." Komutan karşısındaki genç adama bakarak gülümsedi. "Vali beyimizin koyduğu kurallara göre şehre girmeden önce kontrolden geçmeniz gerekiyor. Naçizanenin kuralları uygulaması gerek."


   Su Bai kaskatı kesildi. Dönüp arabalara baktı ve birden kendini daha da çaresiz hissetti.


   Sonuçta her iki araba da boştu.


   Birkaç gün önce genç efendisinden haber almıştı ve onların çoktan şehre vardıklarını biliyordu. Fakat tek bildiği bu kadardı. Onunla daha fazla haberleşememişti. Yolun gün geçtikçe kısaldığını görünce sadece riski göze alarak Shouchun'a doğru ilerlemek geldi elinden. Tek umudu genç efendisinin gökten düşmesiydi -tercihen doğruca arabanın içine. Böylece daha fazla endişe duymayacaktı.


   Fakat şimdi arabaları kontrolden geçireceklerdi. Genç efendisi, neden bu kadar geciktiniz ki? 


   Su Bai'nin uzun süre yanıt vermediğini gören komutan yanındaki muhafızlara bir bakış attı. Muhafızlar emri anlayarak öne çıktı.


   Su Bai bir hışımla dönüp bağırdı. "Ne küstahlık!"


   Muhafızların adımları donakaldı. Tereddüde düştüler, tekrar hareket etmeye cesaret edemediler.


   "Şey, efendim..."


   "Bunun kimin arabası olduğunu bilmiyor musunuz?! Kendisini gücendirmeye nasıl cüret edebilirsiniz?!” dedi Su Bai sesini yükselterek.


   "Naçizane elbette biliyor." dedi komutan gülümseyerek. "Lütfen beni suçlamayın efendim. Ben sadece kurallara göre hareket ediyorum. Siz de buradaki durumu biliyorsunuz. Tedbirli olmak her zaman iyidir. Bu aynı zamanda arabadaki beyefendilerin de iyiliği için."


   "İmparatorumuzun emriyle geldik, ne yanlış olabilir ki?" dedi Su Bai tüm gücüyle. "Ayrıca, arabadaki beyefendilerin kimlikleri neler? Onları herhangi bir anda kontrol edecek kadar nitelikli misin?"


   "Şey…"


   "O halde ben bu niteliğe sahip miyim?"


   Aniden yankılanan bir ses ile ortalık sessizleşti. Muhafızlar yolu açtı. Adam atını ileri doğru sürerek gülümsedi. "Ben de hangi beyefendiler geldi yine diyordum kendi kendime. Meğer başmüfettiş beyin hizmetkârıymış. "


   Su Bai başını eğdi. "...Vali bey."


   "Han Bey." Komutan saygıyla kenara çekildi.


   Huainan eyaleti dört vilayete bölünmüştü. Bunlardan en önemlisi Jiujiang idi. Shouchun aynı zamanda Jiujiang’ın merkez ilçesiydi ve önündeki adam Jiujiang valisi Han Zhongwen'di. Huainan Valisi’nin ölümünden sonra saray, eyaletin sorumluluğunu devralması için derhal yetkililer göndermişti. Şu anda Huainan her ne kadar Xiling Valisi’ne verilmiş de olsa yetki açısından Huainan’ın çoğu aslında Han Zhongwen’in elindeydi.


   Han Zhongwen gözlerini Su Bai'den çekti. "Her zamanki gibi arayın." diye emretti.


   "Emredersiniz."


   "Efendim, tekrar düşünün!" dedi Su Bai endişeyle.


   "Bu sadece basit bir kontrol. Beyefendileri rencide etmeyeceğiz." dedi Han Zhongwen. "Her halükarda ikimiz de konvoyda hiçbir şeyin bulunmayacağını biliyoruz. Durum böyle olduğuna göre bir göz atmanın nesi yanlış?”


   "Lütfen dikkatlice düşünün efendim!" Su Bai'nin zihninde fırtınalar esti. "Başkomutan ve genç efendimin statüleri ne kadar asil, imparatorun emriyle burada olduğumuzdan bahsetmiyorum bile. Bu şekilde şehre bile giremezsek, arabadan inip kavurucu güneşin altında şehir kapılarında aranmak zorunda kalırsak bu, göklerin hükmünün ayaklar altına alınmasıyla aynı olmaz mı?”


   Han Zhongwen hafifçe kaşlarını çattı, tek kelime etmeden ona baktı.


   Su Bai devam etti. "Ayrıca başkomutan beyin mizacını düşünürsek nasıl tepki vereceğinden bahsetmiyorum bile. Majesteleri bunu öğrenirse suçu üstlenmesi gereken yine siz olacaksınız Han Bey. Konvoydan bir şey çıkmayacağını açıkça biliyorsanız madem, neden bu riski alasınız ki?”


   Bir anlık sessizliğin ardından Han Zhongwen yavaşça başını salladı. "Bu oldukça mantıklı." Arkasında duran arabaya doğru bakıp sesini yükseltti. "Bu durumda beyefendilerden şehre girmelerini ve bu naçiz memurun misafirleri olmalarını rica etmeliyim.”


   Araba sessizdi, karşılık gelmedi.


   Han Zhongwen Su Bai’ye manidar bir bakış attı. Ardından arabaya baktı. Atını geriye çevirerek konvoya şehre girerken önderlik etti.


   Su Bai sessizce rahat bir nefes aldı. Şimdiden bol bol terlemişti. Zihninin hayatında daha önce hiç bu kadar hızlı çalışmadığını hissediyordu. Genç efendisine bunu gösterememesi ne yazıktı. Bunu düşünürken yine endişelendi. Bu anı atlatabilmişti ama genç efendisi ortaya çıkmazsa ne yapması gerekecekti?


   Su Bai arkasına bakmaktan kendini alamadı. Arabanın yavaşça sokağın köşesinden çıkmasını ve arkasından usulca gelmesini izledi.


   "Çok gergin görünüyorsun sanki?" O farkında değilken Han Zhongwen yavaşlamış, önünde bunu sormuştu.


   Su Bai aceleyle gülümsedi. "Bu nasıl, nasıl olabilir?"


   Han Zhongwen daha fazla sormadı. Göz açıp kapayıncaya kadar konağa vardılar. Kırmızı kapılar ardına kadar açıktı. Bir sıra hükûmet askeri onu dışarıda karşıladı. Dönüp atından indi. Gözleri doğrudan iki arabaya bakıyordu. "İşte geldik, lütfen arabadan inin de eve girelim."


   Arabada henüz bir hareket yoktu. Su Bai de peşinden atından inip öne çıktı. "Han Bey, genç efendim..."


   Han Zhongwen’in bir bakış atmasıyla askerler Su Bai'nin yolunu kesti hemen. Adım adım arabaya doğru yürüdü. Endişe dolu ama bir şey söyleyemeyen Su Bai'ye baktı. Arabanın perdesine döndü, derin bir sesle konuştu. "Başkomutan bey ve başmüfettiş bey başkentten bunca yolu geldiler. Bu naçiz memur daha fazla minnettar olamazdı. Sizi selamlıyorum." Bir süre durakladıktan sonra, cevap alamayınca elini uzattı.


   Han Zhongwen perdeye dokunamadan bir yelpaze işlemeli brokar perdeyi yavaşça aralayarak olağanüstü güzellikte bir yüzü ortaya çıkardı. Dudaklarının bir köşesini kıvırarak gülümsedi. "Sabrınız pek yetersiz ya Han Bey.”


   Han Zhongwen afalladı. Son derece hızlı bir tepki vererek elini geri çekerken "Chu Bey." diye selamladı.


   "Heh." Saf beyaz parmaklarını abanoz çerçeveye dayayan Chu Mingyun başını eğerek ona baktı. Rahatça gülerek, "Han Bey, beni böyle mi selamlıyorsunuz?” dedi.


   "Zatınızın kastı..." Han Zhongwen kafa karışıklığı içinde başını kaldırdı.


   Chu Mingyun'un gülümsemesi soldu. "Diz çök."


   Han Zhongwen'in yüzü bir anda değişti. Gözlerini önce etrafındaki askerlerin üzerinde gezdirdi ve ardından zorlukla Chu Mingyun’a çevirdi. Bir anlık çıkmazdan sonra dişlerini sıktı, nihayet herkesin gözü önünde yavaşça diz çöktü. Başını eğerek, “Naçiz memur… sizleri saygıyla selamlıyor.” dedi.


   Chu Mingyun tek kelime etmeden kayıtsız bir ifadeyle ona baktı. Ölüm sessizliği kapladı ortalığı. Su Bai bile en ufak bir ses dahi çıkarmaya cesaret edemeden dikkatle nefesini tuttu.


   Sonunda Chu Mingyun ilgisizlikle gözlerini ondan alarak arabadan indi.


   Han Zhongwen hâlâ başı öne eğik halde diz çöküyordu. Gözlerinin önünden beyaz bir cübbenin geçtiğini gördü, nazik bir sesin kendisiyle konuştuğunu duydu. "Han Bey, lütfen kalkın. Bu kadar resmiyete gerek yok."


   Han Zhongwen derin bir nefes aldı. Kollarında saklı yumruklarını gevşetti. Yüzünü düzelterek ayağa kalktı. Chu Mingyun ve Su Shiyu'ya, "Shouchun’un resmî konakları arasında en sıkı korunanıdır burası. Diğerleri ile aynı kefeye dahi konulamaz. Bu sebeple siz beyefendilerin kalması için kendi evimi ayarlamaya cüret ettim. Beyefendiler memnun kalırlar mı acaba?” dedi.


   Su Shiyu belli belirsiz gülümsedi. "O halde Han Bey’e zahmet vereceğiz."


   "Ne münasebet, lütfen içeri buyurun.”



   Konak çok büyüktü. Han Zhongwen önden gidiyor, Chu Mingyun ve Su Shiyu yan yana yürüyor, hizmetkârlar da arkalarından bir sıra halinde takip ediyordu. Her iki tarafında yeşil bambuların büyüdüğü bir yoldan geçiyorlardı. Rüzgarın uğultusu yankılanıyor, yapraklar danslarını sergiliyordu.


   Aniden hızlı adımların yere basışı, ardından da şaşkın bir haykırış duyuldu. "Hey! Ağabey!" Bu tatlı çocuk sesi oldukça tanıdıktı.


   Durup baktıklarında yoldan bir küçük adam çıktı. Narin, beyaz kollarını uzatmış, el sallıyordu. "Ağabey!" Han Zhongwen'i de gördü, kaşları çatılmıştı. "Aa, babam da burada!" Ziming arkasına döndü. "Baksana anne, güçlü ağabeyler evimize geliyor!"


   "Neler saçmalıyorsun yine? Ağabeyler nereden gelsin..." Liu Yunzi gözlerini kaldırdığında konuşması kesildi.


   Chu Mingyun saklı manalarla güldü. Su Shiyu'ya yan gözle baktı. "Bu gerçekten ilginç."


   Su Shiyu gözlerini kaçırarak sessiz kaldı. Liu Yunzi'nin gözlerinden bir ışık geçti, hemen sakinleşerek çocuğunu çekip onları selamladı. "Bendenizin eğitim tarzı yetersiz. Rica ederim beyefendiler kusurumuza bakmasın.”


   "Zararı yok..."


   "Ağabeylerim, siz..." Su Shiyu sözlerini bitiremeden Han Ziming sevinçle yaklaşmak istedi fakat Liu Yunzi onu geri çekti.


   "Siz tanışıyor musunuz?" diye Liu Yunzi'ye sordu Han Zhongwen.


   Liu Yunzi çocuğu sımsıkı tuttu. Gözlerini kaldırıp onlara baktı, sonra tekrar indirdi ve başını salladı. "Sanırım bu ikisi kocamın bahsettiği başkomutan ile başmüfettiş beyler. Bendeniz konağın derinlerinde yaşıyor. Onları görme şerefine nasıl nail olabilirim?”


   "Anne!" Han Ziming mutsuz bir yüzle onun elinden kurtulmaya çalıştı. "Daha önce görmüştük ya! Ağabeyler birkaç gün önce bizi kurtarmıştı. Nasıl böyle hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorsun?”


   Han Zhongwen küçük oğluna şüpheyle baktı. Chu Mingyun ile Su Shiyu'nun ise kayıtsız göründüğünü gördü.


   Liu Yunzi eğilerek Han Ziming'i kollarına aldı. Nazikçe, "Evet, birkaç gün önce bizi iki ağabey kurtarmıştı ama onlar sadece oradan geçiyorlardı ve çoktan gitmişlerdi. Onlara ağabey diye seslenmen bu iki beyefendinin de mavi ve beyaz giyinmesinden değil mi? Onları karıştırıyorsun.” dedi.


   Han Ziming'in yüzü buruştu. Önce Chu Mingyun ve Su Shiyu’ya, ardından Liu Yunzi'ye baktı. Sonunda başını indirip somurtarak, "Öyle mi...? O zaman... belki Ziming karıştırmıştır.” dedi.


   Liu Yunzi gülümsedi. Doğruldu ve Han Zhongwen'e, "Boş ver bunu. Çocukların insanları hatırlamakta sorun yaşaması daima kaçınılmaz olmuştur. Canım, lütfen beyefendileri salona getir hemen. Burada neden dikiliyorsun?" dedi.


   Han Zhongwen daha fazla şüphe etmedi. Bunu duyduktan sonra Chu Mingyun ile Su Shiyu'dan kısaca bir özür diledi ve onlara ana salona giderken eşlik etti. Onlar oturduktan sonra bazı işleri halletmek için aşağı ineceğini söyleyerek misafirperverliği şimdilik Liu Yunzi’ye bırakıp ayrıldı. 


   Çocuğu hizmetçi dışarı çıkarmıştı çoktan. Liu Yunzi bizzat çay doldurmak için öne çıktı. Çayın yeşil renkli dalgaları onun yarı kapalı gözlerini yansıtıyordu.


   Chu Mingyun ona göz ucuyla bakarken aniden gülümsedi. "Liu Hanım’ı tekrar görmeyi beklemiyordum." Duraklayarak kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Ah, hata ettim, Han Hanım demeliyim."


   Liu Yunzi fincanı doldurmaya odaklanmışken alçak sesle güldü. “Bendenizin de aklına gelmezdi.” Niyeti açık değildi.


   "Zahmet ettiniz Han Hanım." Su Shiyu fincanı aldı. "Ama sonuçta daha çok şaşırması gereken biziz. Sizin bizim için yalan söyleyeceğinizi düşünmemiştim, hanımefendi, size ne kadar teşekkür etsem azdır."


   "Su Bey, neler diyorsunuz?" dedi Liu Yunzi sakince. "Ben sadece bir kadınım. Siz beyefendilerin neden o gün kimliğinizi gizlediğinizi anlamıyorum ve araştırmaya da niyetim yok. Az önce olanlar sadece hayatımı kurtarma nezaketinde bulunmanızın bir karşılığıydı, başka bir şey değil." Bunu söyledikten sonra, cevap beklemeden selam vererek ayrıldı. "Afiyet olsun efendim."


   Su Shiyu çayını yavaşça içti, bakışlarını geri çekti ve hafifçe gülümsedi. "Bu Han Hanım’ın zeki ve anlayışlı olduğu söylenebilir.”


   "Kocasından biraz daha iyi." Chu Mingyun yarım yamalak bir gülümsemeyle elini Su Shiyu'nun omzuna koydu.


   "..." Uzun süredir kafası karışmış halde orada dikilen Su Bai, nihayet başka seyirci kalmadığını görünce temkinli bir şekilde konuşmaktan kendini alamadı. "...Genç, genç efendi, siz tam olarak ne hakkında konuşuyorsunuz?"


   Su Shiyu gülümseyerek ona baktı. "Hiçbir şey."


   "Ah." Su Bai bir süre durduktan sonra dayanamayarak fısıldadı. "Genç efendi, arabaya ne zaman bindiniz siz? Korkudan ölecektim neredeyse!"


   "Şehre girdikten sonra, sokağın köşesindeyken Shiyu ile vardık." dedi Chu Mingyun.


   Su Bai şaşkına döndü. "Neden fark etmedim?!"


   Su Shiyu usulca güldü. "Sen bile farkına varabilecek olursan insanları nasıl aldatabiliriz?”


   "Doğru." Su Bai başını salladı, başını sallamanın ortasında bir anda bir şey fark etti. Gözlerini kocaman açarak Chu Mingyun'a baktı. "Chu, Chu Bey... Siz, siz, genç efendime ne dediniz az önce?.." Daha fazla devam edemedi, Su Shiyu'nun omzunda duran ele şaşkınlıkla baktı. "Genç efendi, siz daha önce kimsenin size dokunmasına izin vermezdiniz ya?


   "Hıı?.." Chu Mingyun gülümsedi. Saçını aldı ve yavaşça parmaklarına doladı. "Ne var ki ben sadece dokunmakla kalmıyor, okşayabiliyorum da.”


   "..." Su Shiyu ona derin gözlerle bakıp elini aşağı indirdi.


   Su Bai bir anda kendinden geçecekmiş gibi hissetti.


   Chu Mingyun Su Shiyu’yu rahatlıkla kollarına aldı, göz ucuyla bir bakış attı ve dolu dolu gülümseyerek, “Senin bakmanın gereği yok. Genç efendin artık benim.” dedi.


   "Ne?!" Su Bai inanamayarak Su Shiyu'ya baktığında yalnızca genç efendisinin bu sözler üzerine hafifçe güldüğünü gördü. Kendisine yıldırım çarpmış gibi hissetti. Uzunca bir süre sonra Su Bai titreyen bir sesle, "...Öyleyse, öyleyse, genç efendi, astınızın ona ‘hanımefendi’ diye mi hitap etmesi gerecek artık?” diye sordu.


   Chu Mingyun: "..."


   “Cık.” Chu Mingyun, Su Shiyu'nun çenesini çimdikleyerek kendisine doğru bakmasını sağladı. Gözlerini hafifçe kıstı. “Neye gülüyorsun ki sen?”


   Su Shiyu gülümsemesini bastırdı. Ciddi bir tavırla gözlerini Chu Mingyun'unkilere dikti. "Gülüyor muymuşum?"


   Chu Mingyun alçak sesle güldü. Eğilerek alnını onunkine dayadı. Dosdoğru gözlerinin içine baktı. Konuşurken sesi alçak ve derindi. "Kabul bile etmeyecek misin?" Parmak uçları hafifçe dudak çizgisini takip etti. Onu öpmek üzere başını indirdi.


   Su Bai gözlerini kapatıp kaçmak için dönecekti ki Su Shiyu önce davranarak onu engelledi. "Biri geliyor."


   “...Shiyu.


   "Bu Li Che." Su Shiyu ayağa kalkarak salonun dışına baktı.


   Chu Mingyun uzun bir iç çekti. Can sıkıntısıyla başını çevirdiğinde Han Zhongwen’in zarif, genç bir adamın peşinden avluyu geçtiğini gördü.


   Xiling Valisi’nin oğlu Li Che salona adım attığında iki adamın kendisini selamlamak için ayaklandığını gördü. Usulünce karşılık verdi. “Chu Bey.” Hemen ardından Su Shiyu'ya döndü. Bir an birbirlerine baktıktan sonra aniden gülümsedi. "Ağabey, uzun zamandır görüşemedik."


Sonraki Bölüm



   Tosbağa Notu:


   Huainan eyalet, eyalet yöneticisine “vali” dedim. Jiujiang eyalette bir şehir, şehir yöneticisine de “vali” demek zorunda kaldım… Daha da kötüsü Shouchun’daki “vali yardımcısı”... Umarım daha sonra anlayışta sorun çıkmaz.


   Xiling de Huainan gibi bir eyalet bu arada. Unuttuysanız diye...