Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 59: Onun sevgilisi.

 

   Eğimli kılıç bir hilal gibi soğuk bir kavis çizerek havayı yarıyor, rüzgarı keserek Chu Mingyun'un dışarı fırlamak için atacağı adımları engelliyordu.


   Chu Mingyun elindeki kılıcı sıkıca kavradı. Etrafını saran siyah giysili adamları kasvetli bir yüzle tekrar süzdü.


   Kapının önündeki siyahlı adam şiddetle haykırdı. Vücudu bir yerde, başı başka bir yerdeydi. Başının ayrıldığı o anda Chu Mingyun’un kendisine doğru çoktan ilerlediğini görebilmişti sadece. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki neredeyse hiç kimse onun hareket edişini görememişti. Bununla birlikte, önündeki engellere aldırmadan sadece kuşatmayı yarmaya çalışıyor, kuşatmada bir boşluk açıp dışarı fırlamak istiyordu.


   Bu, neredeyse savunmadan vazgeçmek demekti. Siyahlı bir adam göz kırptı, geri kalanlar anlayarak kılıçlarını savurmaya başladı. Kılıçların gölgesi bir anda su sızdırmaz bir ağa dönüştü.


   Bedeni aniden kılıçların dağınık gölgeleri altında sendeledi, yan taraftaki ağır bir kılıç var gücüyle omzuna saplandı. Sanki acıyı hissetmiyormuş gibiydi Chu Mingyun; herhangi bir zorluk çekmeden elini kaldırarak rakibinin boynunu kavradı. Bir hamlede arkasındaki kılıcı çekip attığında ağır kılıcın bıçağı omuz kemiğine sertçe sürterek her yerin kana bulanmasına neden oldu.


   Chu Mingyun kayıtsızca arkasını dönerken sandal ağacından yapılma yelpaze kolundan dışarı kaydı. Avucuna düştüğü anda yelpazenin sapı açıldı. İnce demirle kaplı yelpaze kemikleri oklar gibi fırladı, diğerlerinin boğazları ile göğüslerini geldi. Bir bakış daha atmaya zahmet etmeden dönüp kılıcıyla vurdu, büyük bir gürültüyle oymalı kapıyı kırdı. Arkasında kanlar, önünde talaşlar uçuşurken avluya adım attı. 


   Gökler ve yer sessizliğe bürünmüştü.


   Kuvvetli rüzgar yoğun bulutları dağıttı, ay ortaya çıktı ve parlak ay ışığı her yeri aydınlattı. Yerde cesetler, kırılmış kılıçlarıyla yatıyor, Su Shiyu sırtı ona dönük olarak ortada duruyordu. Mürekkep karası saçları ve bembeyaz kıyafetleriyle tüm vücudu soğukluk yayıyordu. Üzerinde en ufak bir kan lekesi yoktu. Zarif parmaklarının arasında keskin bir ışık parladı sadece ve tekrar kolunun içinde gizlendi.


   Chu Mingyun bilinçsizce durdu olduğu yerde. Gözlerini onun figürüne dikti. Kendi kalbinin sakinleşmeksizin attığını duyuyor gibiydi. Parmak uçlarının titrediğini fark ettiğinde sükûnet buldu ancak.


   Kalpte yer bulan endişe getirir beraberinde.


   Gördüğü bu adam ünlü generallerin ailesinde doğmuştu. Daxia’nın başmüfettişiydi, herkesin üstündeydi. Yaşam ve ölümün yargıcıydı. Anlaşılmazdı, esrarengizdi. Bu küçük tehlike nasıl onun hayatını tehdit etmeye yetebilirdi?


   Fakat gördüğü bu adam… sevgilisiydi.


   Yaşamla ölüm arasında ince bir çizgi varmış meğer... Bunca zaman cesetleri yastık yapmıştı kendine. Yine de hâlâ korku duyuyordu. Hâlâ bu tür bir manzaranın korkusunu çekebiliyordu.


   "Buraya gelirken kimsenin bizi takip ettiğini fark etmedim. Sanırım onların burayı korumaları gerekiyordu. Şu anda her şey hallolmuş olsa da fark edilmemek için mümkün olan en kısa sürede geri dönmeliyiz." Su Shiyu arkasını döndü.


   Chu Mingyun kılıcını kınına geri koydu. Kolunu kaldırarak çenesindeki kanı sildi. Ancak uzun bir süre sonra, “...Düşündüğümden daha güçlüymüşsün." dedi.


   "Ne oldu?" Su Shiyu ona doğru yürüdü. Gözleri omzundaki yaradan yüzüne kaydı. Kısık bir sesle gülmekten kendini alamadı. "Bu halin ne böyle? Yoksa öldüğümü mü düşündün?..”


   "Kapa çeneni." Chu Mingyun alçak bir sesle onun sözünü kesti.


   Su Shiyu bir an şaşkınlıkla ona baktı. Ardından elini kaldırarak onun yüzüne sıçrayan kanı sildi biraz. Avucunun üşüdüğünü hissetti.


   Chu Mingyun elini tuttu, bir an durakladı, onu kollarına çekip sımsıkı sarıldı.


   Su Shiyu omzundaki yaradan kaçınmak için aceleyle başını çevirdi. Ağır kan kokusunu aldığında kaşlarını çattı. Yine de dudaklarının yavaşça kıvrılmasına engel olamadı. Su Shiyu da Chu Mingyun'a sarıldı. Sıcak bir sesle, “Ben iyiyim.” dedi.


   Chu Mingyun kollarını sıktı. Gözlerini indirdi. Bir süre sessiz kaldı. Nihayet ağzını açarak, "Cübben kirlenmiş.” dedi.


   "Çünkü kanla kaplanmışsın." Su Shiyu kandan yapış yapış olan parmaklarını oynattı. “Dönüp üzerimizi değiştirelim.”


   Chu Mingyun başını omzuna gömerek uzun bir iç geçirdi. "Hm."



   Han hâlâ boş ve ıssızdı. Odalardaki fenerler usulca titreşiyordu.


   Su Shiyu ilaç şişesi ile sargıları alarak cübbesini çoktan çıkarmış olan Chu Mingyun'a yan gözle baktı. Omzundaki yara, cübbeyi çıkardığında çekilerek kanadı tekrar. Bir parça kırmızı iplik kadar parlaktı. Bembeyaz teni boyunca aşağı akıyordu. Su Shiyu'nun yüzü hafifçe değişti, bu yara açıkçası epey derindi. Neredeyse kemikleri görünüyordu. "Nasıl böyle yaralanabildin? Odadakiler uzman mıydı?"


   Chu Mingyun yatağın kenarına oturdu ve düşünmeden kanı sildi. "Hayır."


   "Peki sen nasıl..."


   Chu Mingyun gözlerini kaldırıp ona baktı. Dudaklarını kıvırarak gülümsedi. “Çarpışırken biraz aceleci davrandım. Ama bu senin yüzünden değil mi?”


   "Beni kurtarmanı ne zaman istedim?" Su Shiyu kaşlarını çattı. "Kılıçlarla çevriliyken felaket bir anda gelir. Sadece kendine dikkat et. Benim için endişelenmene gerek yok."


   Bunu duyduğunda Chu Mingyun'un gözleri seğirdi. Gözlerini açtı. Bir an sessiz kaldı. Ardından umursamazca, alçak sesle güldü. "Shiyu, zaten yaralanmışım ve sen hâlâ bana ders vermek istiyorsun. Nezaketten haberin bile yok."


   Su Shiyu ona baktı. Cevap vermedi. Sadece elini uzattı. Chu Mingyun kolunu ona uzattı. Bir anlığına göz ucuyla Su Shiyu'ya baktı. Aniden kaşlarını çattı. Metanet gösteren bir yüzle,"...Acıyor, Shiyu, nazik ol…” diye fısıldadı.


   Su Shiyu gözlerini yavaşça kaldırarak şımarıklık yapan adama baktı. Bir eli hâlâ Chu Mingyun’un bileğini tutarken diğer eliyle ilaç şişesini açtı. "Sana henüz dokunmadım."


   Chu Mingyun hiç durmadan gözlerini kapattı. Başını hafifçe eğdi. Kuzgun karası uzun saçları aşağıya doğru dökülerek solgun yüzüyle tezat oluşturdu. Acınası görünüyordu. "Kalbim acıyor, ah, çok sefilim..."


   Su Shiyu kıkırdamaktan kendini alamadı. Elini bırakarak kenardaki yelpazeyi aldı. Chu Mingyun'un her zamanki hareketlerini taklit ederek çenesini yavaşça kaldırdı. Gülümseyerek, "O halde neden ağlamanı göstermiyorsun bana?" dedi.


   Bunun üzerine Chu Mingyun yavaşça gözlerini açtı. Dudağını hafifçe ısırdı. Kaşlarını kaldırırken baştan çıkarıcı bir gülümseme sergiledi. Hecelerini uzatarak, "Yaa?.. Su Bey, böyle zevkleriniz de mi var?” diye sordu.


   Yelpaze "şak" diye kafasına çarptı. Chu Mingyun uslu uslu oturarak kafasını ovuşturdu. Su Shiyu'yu yarasını sarmaya bıraktı.


   Mum ışığı titrerken odaya sessizlik hakim oldu. Chu Mingyun dikkatle Su Shiyu'ya baktı. Aşağı bakan yüzüne uzun kirpikleri minik gölgeler düşürüyordu. Birdenbire fısıldayarak, "Shiyu, evlensen benimle, olur mu?" dedi.


   Su Shiyu açıkça afallmıştı. Şaşkınlıkla gözlerini kaldırdığında Chu Mingyun'un koyu gözleriyle karşılaştı. İfadesi olabildiğine ciddiyet doluydu, şaka yaptığına dair en ufak bir iz yoktu. Tarifsiz duygular parlıyordu gözlerinde. Su Shiyu gözlerini indirdi, yarasını sarmaya devam etti. Belli belirsiz bir gülümsemeyle, "Ben bir erkeğim. Evlenmek de ne demek?" dedi.


   "İstiyor musun?" Ses tonu düz ve herhangi bir duygudan yoksun olmasına karşın Chu Mingyun'un bu soruyu geçiştirmesine izin vermeyeceği ortadaydı.


   Su Shiyu sargıyı sardı. Duraksayarak, "Durduk yere neden bu konuyu açıyorsun?" diye sordu.


   Chu Mingyun onun elini tuttu, yüzünün yanını elinin arkasına sürttü. Gözleri parlak ve berraktı. Yavaşça, "Uzun zamandır ailem yok ama bu önemli değil, buna alıştım. Fakat Shiyu, eğer benimle evlenirsen ailem sen olacaksın." dedi.


   Su Shiyu şaşkındı. Başka bir yere bakmak için başını çevirmek istedi farkında olmadan. Chu Mingyun aniden elini kaldırarak yüzünü okşadı. Hareket edemedi. Yalnızca Chu Mingyun'un gülümsemesiyle kaşlarının yukarı kıvrılmasını seyretti. Ona bakarak hafifçe, "Böylece ortadan kaybolacağından korkmayacağım." dedi.


   Parmak uçları hafifçe titreyen Su Shiyu ruh halini baskıladı. Sakin bir ifadeyle, "Ortadan kaybolacağımı nereden çıkarıyorsun?" diye sordu.


   Ancak Chu Mingyun cevap vermedi. Başını eğerek parmaklarını nazikçe öptü. "Benimle evlen, tamam mı?"


   Su Shiyu gözlerini hafifçe kapattı. Kayıtsızca gülmeye devam etti. "Bu dünyada iki adamın evlendiği nerede görülmüş? İnsanların kınamasından korkmuyor mus..."


   "Umurumda değil." Chu Mingyun sözünü kesti. Su Shiyu'ya baktı ve bir bir döktü kelimeleri. "Dünya üzerindeki hiç kimse önemli değil. Sen umursuyorsan, dedikodu yapmaya cesaret eden kim olursa dilini koparırım. Kim karşı çıkmaya cesaret ederse onu öldürürüm."


   Su Shiyu elini yavaşça geri çekti. Çaresiz durumdaydı. “Chu…”


   "...İstemiyor musun?" diye fısıldadı Chu Mingyun.


   Su Shiyu sessiz kalırken Chu Mingyun da tek kelime etmeden onun cevabını bekledi.


   Uzun bir süre sonra Su Shiyu yavaşça iç çekti. Dış cübbesini çekip üzerine örttü. Ellerini yakasına koyarak sıktı. Onu kendine yaklaştırdı, gözlerini kapattı ve öptü.


   Bu muhtemelen Chu Mingyun'un şimdiye kadar yaşadığı en nazik reddedilişti.


   Gece rüzgarı dolaşıyor, mum alevleri usul usul sallanıyor, pencere çerçevelerinin üzerine düşen ay ışığı kırağıyı andırıyordu. Şu anda han son derece sessizdi. Koskoca Shouchun da aynıydı. Sanki uçsuz bucaksız dünyada sadece ikisi kalmış gibiydi.


   Adamın öpücüğü nazik bir güçle dudaklarının köşesine düştü, dili onunkine dolandı. Ne var ki bu, sorusuna bir son vermenin, reddini göstermenin bir yoluydu.


   Onun sevgilisi.


   Sevgilisi bu kadar güçlüyken ve ona sırtını dayamasına gerek yokken ona tamamen sahip olmasının, kendini kabul ettirmesinin hiçbir yolu yoktu.


   Hem de hiç.



   Ertesi sabah şafak sökerken alt kattan belli belirsiz bir gürültü gelmeye başladı. Günün ilk ışıkları güneşin parlaklığını saçıyordu. Hanın ana salonu müşterilerle dolmuş taşıyordu. Çoğunlukla üç beş kişilik gruplar halinde konuşup gülüşüyorlardı. Zaman zaman kahkahalar yankılanıyordu. Birkaç garson çay ve yemek servisi yapmak için etrafta dolaşıyordu, öyle acelecilerdi ki ayakları yere değmiyordu sanki. Epey canlı olduğu söylenebilirdi.


   Chu Mingyun ve Su Shiyu merdivenlerde duraklamış, anlaşılmaz ifadelerle tepeden aşağıdakileri süzüyorlardı birer birer. Yine de bu insanlarda farklı bir şey göremiyorlardı.


   Hancı başını kaldırıp da onları görünce selam verdi. "Sayın konuklarımız, gece iyi uyudunuz mu?”


   Su Shiyu ile Chu Mingyun birbirlerine baktılar bir an ve dönüp hafifçe gülümsediler. "İlginize teşekkürler, gayet iyiydi."