Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 58: Bu nazik mi nazik adam ona hiçbir şekilde kızmazdı bile. Fakat onun üzülmesi, görmek istediği son şey bile değildi.

 

   "Bu da nesi?" Chu Mingyun hafifçe kıstı gözlerini, odalarda titreşen mum alevlerine baktı. "Burası perili mi... yoksa birileri oyun mu oynuyor?"


   Su Shiyu başını salladı iki yana. "Bu gece kimsenin yürüyüp gezindiğini duymadım. Bu odalar muhtemelen her zaman böyle boştu. Az önce gerçekten çok sessiz olduğu o an olmasaydı bunu anlayamazdım."


   "Yani bu, daha önce alt kattaki salonda oturan müşterilerden hiçbirinin handa kalmadığı anlamına mı geliyor?"


   Su Shiyu hafifçe kaşlarını çatarak ona baktı. "Hancının bugünkü sözlerine bakılırsa, bizim daha fazla kalmamızı istemiyor."


   “Ona soran olmadı.” diye alay etti Chu Mingyun. Sonra başını hafifçe eğerek Su Shiyu'nun elini tuttu. Yüzünü indirdi. "Shiyu, korkuyor musun?"


   "Eğer sen korkuyorsan bunu dosdoğru söyleyebilirsin." diyerek kıkırdadı Su Shiyu.


   Chu Mingyun kaşlarını hafifçe kaldırdı, dudaklarının bir köşesini kıvırarak, "Olur da ileride korkarsan bana kocacığım diye seslen, olur mu?” dedi.


   Su Shiyu gülerek baktı ve onu en içteki odaya doğru çekti. "Minik kardeşim Chu kendine biraz daha dikkat etse iyi olur."



   Bu odaya her nedense bir çürük kokusu sinmişti. Su Shiyu parmaklarıyla hafifçe masayı okşadığında parmak uçlarının ince bir toz tabakasıyla lekelendiğini gördü. Kaşlarını hafifçe çatmaktan kendini alamadı. "Sık kalınmıyor bile olsa han odalarına zaman zaman bakılması gerekir. Nasıl bu kadar toz birikmiş olabilir?”


   "Bu gerçekten çok garip." dedi Chu Mingyun umursamaz bir tavırla. "Shouchun'dan ayrılmaya yüreğinin elvermeyeceğini söylüyor ama işini doğru düzgün yapmaya da hiç niyeti var gibi görünmüyor."


   Fenerlerin hafif bir ses çıkarmasıyla etrafı karanlık bürüdü birden. Rüzgarın aşağı kattaki salonda esmesi açıkça duyuluyordu. Bomboştu. Orada gerçekten kimse yoktu.


   Chu Mingyun hâlâ duvara yaslanmış etrafına bakıyordu. Loş ışığın altında Su Shiyu'nun dalgın dalgın bir yere baktığını gördü. Ona bakarak gülümsedi. "Korktun mu?"


   "Orada." Su Shiyu köşedeki dolaba doğru yürüdü. Mum alevleri yavaş yavaş duruldu ve oda yeniden aydınlandı. Oymalı ahşap dolabın arkasındaki dar duvar çatlaklarında bazı koyu izler vardı.


   Chu Mingyun hafifçe kaşlarını çattı. Bir eliyle Su Shiyu'yu kendisine doğru çekti. Elini kuvvetlice bastırarak büyük dolabı birkaç adım öteye ittirdi. Dolabın tabanı yere sürterken donuk bir ses duyuldu. Duvarın tüm yüzü meydana çıktı, her yerinde mürekkep sıçraması gibi koyu renkli izlerin olduğu geniş bir alandı. Çürük kokusu birikmiş toz kokusuna karıştı. İnsanda kusma isteği uyandırıyordu. 


   Koku biraz dağıldığında Su Shiyu parmak uçlarını üzerine sürttü. Dikkatlice kokladıktan sonra ifadesi hafiften değişti. Gözlerini kaldırarak Chu Mingyun'a baktı. "Bu insan kanı."


   “Buna katlanabiliyorsun gerçekten de." Chu Mingyun onun elini çekip silerek temizledi. Sonra dönüp dikkatle inceledi. "Bu kadar yükseğe sıçraması ve bu kadar çok kan fışkırması için ancak birisinin kılıçla bedenini ikiye bölmesi gerekir.”


   Su Shiyu kaşlarını sertçe çattı. Bir süre düşündükten sonra, “Gidip başka bir odaya bakalım.” dedi.


   Bir sonraki odada saklı kan lekeleri yoktu. Etraflarına bakarlarken Chu Mingyun aniden kapının önünde durdu. Yaklaşarak inceledi. Sonra uzanıp dokundu. "Bu kapı yeni boyanmış."


   Su Shiyu kolundaki hançeri çıkarır çıkarmaz Chu Mingyun onu aldı. Kapıyı rastgele kazımasıyla kırmızı boya soyuldu. Gerçekten de altında koyu bir renk vardı. Koku ağır ve keskindi. Ahşabı birkaç defa daha kazıyıp talaşlar döküldüğünde bile aynıydı. Kapının tamamına yakını kana bulanmıştı.


   Geri kalanlar da aşağı yukarı benzerdi. Yatağın kenarına sıçramış benek benek kanlar işlemeli battaniyeyle saklanmıştı. Bayat kan kokusu yavaş yavaş güçlenerek hanı acı bir sis gibi kapladı.


   Nihayet kaldıkları odaya döndüklerinde, duvarlardaki boya renginin etrafa göre daha yeni olduğunu fark ettiler.


   Chu Mingyun Su Shiyu'yu arkadan kollarıyla sardı. "Tamam, artık teyit etmeye gerek yok." Gülerek, "Gerçekten de kanla dolu duvara karşı mı uyumak istiyorsun?” diye sordu.


   Su Shiyu hançerini yavaşça koluna geri koydu. "Uyuyabilir misin hâlâ?"


   "Sana sarıldığım sürece uyuyabilirim." Chu Mingyun ona sıkıca sarıldı ve sakinleştirici, sıcak kokuyu çekmek için başını eğdi.


   Su Shiyu usulca iç geçirdi. "Soyguncu bir han olarak açıklanamaz bu artık…”


   "Bu bir katliam." dedi Chu Mingyun.


   Gece rüzgarının esmesiyle bir yerlerdeki pencerelerin gıcırdaması ıssızlığın içinde yankılandı belli belirsiz; yalnız bir ruhun kederli çığlığı gibi, alçak ve ince. O anda sanki cesetlerin yerlere saçılmasını, kanın dolup taşmasını görüyorlardı. Ölüm sessizliğinin bürüdüğü bu kısacık an, yüreklerine inmenin de ötesindeydi. 


   "Ama dışarıdaki sokaklar hâlâ sapasağlam. Savaş hiç etkilememiş gibi sanki." Su Shiyu durakladı. "Korkarım sorun Shouchun’un ta kendisinde."


   Chu Mingyun bir an düşündü. "Shiyu, benimle bir yere gel."



   Yıldızlar seyrek seyrekti. Ağır gecedeki Shouchun bu geceden daha sessiz olamazdı. Yolda tek bir yaya bile görünmüyordu. Yalnızca gece bekçisinin sesi geliyordu uzaklardan.


   Yanıp yıkılmış evlerin yakınlarında bir konak yer alıyordu. Kırmızı kapısının kilitleri paslı, tabelası tozla kaplıydı. Ayrıca ıssız görünüyordu.


   "Burası Shouchun’un valilik yardımcısının ikametgahı mı?" Su Shiyu Chu Mingyun'u rahat rahat takip ederek içeri girdi. Ayın solgun ışığında ayaklarının altındaki taş basamaklarda büyüyen yosunları görebiliyordu. "Geçen sefer Huainan'dan ayrıldığımda beni uğurlamaya geldiğini görmüştüm. Ne var ki göz açıp kapayıncaya kadar isyanın kargaşasında öldü. Sadece birkaç ay içinde evi ne hale gelmiş.” 


   "Maalesef." Chu Mingyun gülerek ona baktı. "Bildiğim kadarıyla yetkililerden biri ailesiyle birlikte kaçmış ve rapor vermek için Changan'a koşturmuş. Yolculuk sırasında peşlerine düşüp öldürmüşler. Sonunda küçük kızı hayatı pahasına kaçarak Changan’ın eteklerine varmış. Qin Zhao ile Du Yue’ye rastlamış fakat yine de hayatta kalamamış.”


   Su Shiyu ona bakarken gözlerini kıstı. "Yani söylediklerine bakarsak Han Zhongwen'in saraya bildirdiği haberler çarpıtılmış mıydı yoksa yalan mı?"


   "Bilmiyorum." dedi Chu Mingyun yarım yamalak bir gülümsemeyle. "Tek bildiğim, ne olursa olsun, bu Shouchun valilik yardımcısı temiz bir şekilde ölmüş olmalı."


   "Onları kimin kovaladığını öğrenemediniz mi?" diye sordu Su Shiyu.


   Chu Mingyun başını salladı. "O sırada, bu işin içinde böyle bir şey olacağını düşünmemiştim. Ayrıca Du Yue yalnızca hayat kurtarmaya odaklandığı için Qin Zhao peşine düşmemiş, kaçmasına izin vermiş." Kayıtsızca bir kapıyı itip açtı. İnce tozlar hışırdayarak döküldü. Masanın üzerinde kalan mumu yaktığında bronz aynalı makyaj masasını, saç tokalarıyla dolu çekmeceyi ve iç taraftaki duvarda asılı bir kadın elbisesini gördü.


   "..." Chu Mingyun ifadesini değiştirmeden gülümseyerek Su Shiyu'ya döndü. "Daha önce buraya hiç gelmemiştim, yolu bilmiyorum."


   "...Bunu daha önce söyleseydin ya." Su Shiyu garip bir ifadeyle gözlerini ondan aldı. Oldukça çaresiz hissediyordu. "Çalışma odasının yerini az çok hatırlıyorum." Arkasını dönüp dışarı çıktı.


   Chu Mingyun onu takip etmek için adım atmak üzereydi ki birden göz ucuyla makyaj masasının altına bastırılmış birkaç parça kağıt gördü. Yönünü değiştirerek oraya adımladı.


   Bunun aslında bir belge olduğu anlaşılabiliyordu. Fakat bir nedenden dolayı parçalanmış ve daha sonra yatak odasının sahibi onu toplayarak getirmiş, parçaları birleştirmişti. Yalnızca "sayısız kötülük" ve "cömert lütuf” kelimeleri görülebiliyordu belli belirsiz.


   Chu Mingyun henüz bir araya getirilmemiş diğer parçaları aldı. Gözleri parçalara ayrılmış kırmızı mühre düştüğünde donakaldı. İfadesi karanlık ve okunmazdı.


   Mühürdeki hayvan piton kafalı, dört ayaklı ve alnında bir boynuz olan bir canavardı. Dehşet verici ve acımasızdı.


   Eksik olmasına rağmen Chu Mingyun onu bir bakışta tanıyabilmişti. Bu, Sonsuz Mutluluk Yolu’nda Efendi Mu'dan çaldığı bronz tılsımdaki canavarın görünüşüydü.


   Changan'dan Huainan'a kadar binlerce li yol kat eden hayalet gerçekten de dağılmamış, hâlâ fırtına yaratıyor, pes etmeyi reddediyordu.


   Mum ışığı titrerken derin düşüncelere dalmış olan Chu Mingyun aniden Su Shiyu'nun avludan gelen sesini duydu.


   "Dikkat et!"


   Gözlerini kaldırdığında bronz aynaya pencerenin dışındaki titrek siyah gölgelerin yansıdığını gördü.


   Bir sonraki an, siyahlar içindeki sayısız adam pencereden içeri girdi. Dört bir yandan ardı arkası kesilmeksizin akıyorlardı sanki. Kılıçlarını çekmiş, etrafını sarmışlardı.


   Chu Mingyun'un kılıcı bir şimşek çakmasını andırarak kınından çıktı. Sert bir ıslık çalmadan önce dönüp yere paralel olarak savurdu kılıcını. Soğuk bıçak vücudunun etrafında uzun ve dar, kanlı bir yay çizdi.


   Öndeki kişi göğsünü ve karnını kapatıp acı içinde dizlerinin üzerine çöktüğünde onun arkasındaki hemen yerine geçti. Durum kaotik görünmesine karşın onlarla temas kurduğunda rakiplerinin kılıç formasyonunun sıkı bir eğitimden geçmiş olduğunu açıkça anlayabiliyordu. Siyahlı iki adam kılıçlarını çaprazladığında onlarla yüz yüze vuruştu. Chu Mingyun havaya yükseldi, güç kazanmak için ayak parmaklarıyla kılıcın ucuna bastı. Arkasını döndü ve onları doğrudan kılıcın ağzına doğru tekmeleyerek geri çekildi. Henüz yere inemeden başka birisi ona aşağıdan yukarıya hızlı ve güçlü bir kesik atacak şekilde saldırdı. Chu Mingyun'un kılıcı az önce arkasındaki saldırganın kürek kemiğine saplanmıştı, onu çıkaracak zamanı yoktu. Bir anda hafifçe yana döndü, rakibinin kılıcı kolunu ucu ucuna ıskaladı.


   Ancak yanından sıyrılıp geçtiği anda kolundan bir çınlama sesi duydu, yeşim kolyenin sesiydi.


   Chu Mingyun'un yüzü birden değişti. Aceleyle birkaç adım geri çekildi, aralarındaki bu kısa mesafeden faydalanarak kolundaki nesneye bakıverdi. Yüksek kaliteli beyaz koyun yağı yeşim göz kamaştırırcasına parlıyordu. Pürüzsüzlüğü içinde birkaç çatlak vardı, neyse ki bir yenisi daha eklenmemişti.


   Chu Mingyun rahat bir nefes aldı.


   Su Shiyu'nun ona verdiği yeşim kolyeyi attığı zamandan beri dokunsa parçalanacak gibi görünüyordu. Bu yüzden onu daima yanında taşımasına rağmen Su Shiyu’nun görmesine izin bile vermemişti. Aslında görse de bu nazik mi nazik adam ona hiçbir şekilde kızmazdı bile. Fakat onun üzülmesi, görmek istediği son şey bile değildi.


   Açıklanamaz bir şekilde birden, üzerine atılan siyahlı adamlara aldırış etmeden kapıdan odanın dışına çevirdi gözlerini.


   Ancak o anda, o farkına bile varmamışken sayısız siyahlı adamın avluya doluştuğunu gördü. Su Shiyu kuşatmanın ortasında durarak etrafına baktı. Kasvetli zayıf ışıklar altında Chu Mingyun onun yüzünü iyi seçemedi. Yalnızca kollarının hâlâ iki yanından sarktığını, en ufak bir harekette bulunmayı düşünmediğini gördü.


   Chu Mingyun'un yüreği titredi.


   Ve siyahlar içindeki adamlar, sanki onun karşılık verecek gücü olmadığını görmüş gibi, aynı anda kılıçlarını kaldırarak ileri atıldı. Göz açıp kapayıncaya dek Su Shiyu’nun figürü, iç içe geçmiş karanlık gölgeler ve parlak bıçaklarla baştan aşağı örtüldü.


   Pamuk gibi yığın yığın bulutlarla kaplıydı gökyüzü, karanlık ve belirsizdi. Bir anda güçlü bir rüzgar yükseldi, odanın kapısını çarparak kapattı. Odada sıçrayan son kan içeriye hapsoldu, Chu Mingyun'un gözlerinde kırmızı bir havuz oluştu.


   "Su Shiyu!.."