Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 57: Gece rüzgarı pencereden içeri giriyordu. Işıklar soluyor, sönecekmiş gibi titriyordu.

 

   Sokaklarda çiçekler açmıştı. Yolda sadece birkaç kişi vardı. Tek bir araba ağır ağır ilerliyordu.


   Arabadaki kadın bir eliyle uyuyan çocuğu sımsıkı kucağına alırken diğer eliyle de çantanın içinden bir battaniye çıkarıp onu örttü. Hareketi son derece yumuşak olmasına rağmen çocuk aniden kıpırdandı, yavaşça gözlerini açtı. Bir süreliğine kafası karıştı, sonra sevimli sesiyle "Anne, daha eve varmadık mı?" diye sordu.


   "Neredeyse vardık, yakında şehre gireceğiz.” Liu Yunzi onun alnına yapışan dağınık saçları düzeltip kıkırdadı. "Anneannenin evi güzel değil mi? Ziming, neden daha erken dönmek için yaygara koparıyorsun ki?"


   "Babamı özledim." Ziming küçük battaniyeyi Liu Yunzi'nin kollarından çekip bir kenara oturdu ve somurtkan bir ifadeyle, "Babam bütün gün o kadar meşgul ki bana ve anneme eşlik etmiyor, evde kalmamıza bile izin vermiyor. Babamı uzun zamandır görmüyorum." dedi.


   Liu Yunzi onun başını okşadı, bakışları nazik ama sessizdi.


   Ziming başını eğdi ve göğsünde asılı olan uzun ömür kolyesine baktı. "Babam değişmiş gibi hissediyorum."


   "Bu nasıl olabilir?" Liu Yunzi gözlerini indirdi. Yumuşak bir sesle, "Baban bizi tüm kalbiyle sevmiştir hep.” dedi.


   "Hm." Çocuk hızla başını salladı.


   Liu Yunzi gülümsedi fakat gözlerini tekrar kaldırdığında derin endişesini gizleyemedi. O düşünürken Ziming ipek kollarını çekti. "Anne, ben..."


   Atın kişnediği duyuldu birden ve araba duruverdi. 


   Dışarıdaki arabacı, "Hanımefendi, dikkatli olun!" diye bağırdı sadece. Hemen ardından yerde yuvarlanan ağır nesnelerin boğukluğu, yere çarpan metalin keskin sesi yankılandı. Aniden arabanın etrafını bir kargaşa sardı.


   Liu Yunzi çocuğunu daha sıkı kavradı. Perdeyi aralayıp dışarı baktı. Mavi gökyüzünün örttüğü topraklara nereden geldikleri belli olmayan bir grup insanın akın ettiğini gördü. Eski püskü kıyafetler giymişlerdi ve çoğunun elinde balta veya tahta sopa vardı. Birden vahşice ileri atıldılar. Arabacı yerden kalkmaya çalışarak onlara engel olmaya çalıştıysa da birkaç kişi tarafından anında bastırıldı, hareket edemedi. Geri kalanlar hiçbir engel olmadan doğrudan arabaya doğru koştu.


   "Anneni sıkı tut." Liu Yunzi, Ziming'i kollarına aldı, arabadan atladı ve kendisi sert bir şekilde yere düşerken çocuğu sıkıca korumak için anında vücudunu büktü. Bir an bile durmaya cesaret edemeden doğrulmak üzereydi ki bileğinden yukarıya doğru ayağa kalkmasını zorlaştıran, onu uyuşturan bir acı hissetti.


   "Anne..." Çocuğun sesi titredi ve panik içinde onu yukarı çekmeye çalıştı.


   "Bir şey yok, korkma." Liu Yunzi Ziming'in elini tuttu. Arkasına baktığında birkaç kişinin önden koşarak arabaya doluştuğunu, çantaları parçalayarak kollarına doldurduğunu gördü. Hatta bazıları küçük bir battaniyeyi sıkıca kavramış, bırakmayı reddediyorlardı.


   Arkadaki biri içeri girmemişti. Arabanın yanında durup etrafına bakındı. Birden bir zilin tiz yankısını işitti. Sesi takip ettiğinde arabanın arkasında yarı yarıya gizlenmiş ikisini gördü. Çocuğun taktığı uzun ömür kolyesi som gümüşten yapılmış, bir mücevherin ışıltısını yayıyordu. Küçük zil hafifçe ses çıkarıyordu.


   Adam uzun ömür kolyesine baktı ve koparmak için üzerine atıldı.


   Çocuk dehşet içinde çığlık attı.


   "Lütfen ona dokunma!" Liu Yunzi kollarındaki çocuğu olabildiğince korudu. Uzanıp altın saç tokasını çıkararak ona verdi. "İşte bunu al."


   Adamın hareketleri aniden durdu. Kadının korkusuz gözleriyle karşılaştı. Saçları dağılmış kadını belli belirsiz inceledi. İfadesi birden değişti, arkasını döndü ve bulanık, ayırt edilmesi zor bir şeyler bağırdı.


   Liu Yunzi ancak o zaman aralarına karışmış bir kadın olduğunu gördü. Giysileri eski olmasına rağmen diğerlerinden çok daha düzenliydi. Kılıç taşıyan tek kişi oydu. Kadın onun sözlerini duyunca afalladı, kılıcın kınını kullanarak bacağını çekmek isteyen arabacıyı yere serdi ve büyük adımlarla ilerledi.


   Bu bir lütuf mu yoksa lanet mi, bilmiyordu. Kadının hafifçe eğilip kendine dikkatlice baktığını görünce Liu Yunzi’nin kafası karıştı. Tam ağzını açacaktı ki kadın, “Bu o!” diye bağırdı.


   Dişlerini gıcırdattı. Kadın kılıcını kınından çıkardı, onu kesmek için elini kaldırdı. Sanki onu canlı canlı yemek istermiş gibiydi. Kılıcın keskin bıçağı göz kamaştırıcı bir ışıkla patladı.


   Liu Yunzi çocuğunu kollarının arasına sakladı, başını indirerek gözlerini kapattı.


   Bir rüzgar keskince ıslıklayarak kulaklarının gibinden geçti.


   Kılıç yüksek bir çınlamayla yere düştü. Kadın sarsılarak iki adım geri çekildi. Kanayan elini kapattı, gözlerini boş boş açan Liu Yunzi'ye baktı ve sonra uzaklara çevirdi bakışlarını.


   Yemyeşil çimenler, masmavi gökyüzü, yıpranmış yolda tırıs giden atlar, zarafetleriyle bekleyen iki genç adam. Mavi cübbeler giyinmiş adam elini geri çekti, dudaklarını kıvırarak gülümsedi. "Gayet iyi, açı tamamen doğru."


   Kadın gözlerini yere indirdiğinde çimlerin üzerinde kana bulanmış kırık bir dal gördü. Adamın becerilerinin olağanüstü olduğunu gören kadın kılıcını eline aldı ve sesini yükselterek "Geri çekilin!" diye bağırdı. 


   Grup aceleyle geri çekilerek geldikleri yöne doğru dağıldı.


   “Yakalayıp işin aslını öğrenelim.” dedi beyazlar içindeki genç adam.


   İkisi atlarıyla diğerlerinin peşine düştü. Yanından geçip gidecekleri anda Liu Yunzi hiçbir işaret vermeden onları durdurmak için atıldı. "Lütfen kalın!" diye bağırıp, "Bırakın gitsinler!" diye yalvardı.


   Chu Mingyun ve Su Shiyu hemen hemen aynı anda atlarını dizginlediler ve ona baktılar.



   "Sadece bayılmış. Ciddi bir sorun yok. Daha sonra uyanacaktır." Su Shiyu arabacının bileğini bırakarak ayağa kalktı.


   Liu Yunzi ona tekrar tekrar teşekkür ederken bir yandan da altın tokasıyla saçlarını bağladı.


   Ziming korkusunu çoktan atlatmıştı. Chu Mingyun'un yanına yanaşıp ışıldayan gözlerle ona baktı. "Ağabey, sen çok güçlüsün, o kötü adamların hepsi seni görür görmez kaçtı!"


   Chu Mingyun kollarını kavuşturmuş halde Su Shiyu'ya bakıp kayıtsızca gülümsedi. Ziming hâlâ kendi kendine mırıldanıyordu. "Bu yol gerçekten sinir bozucu. Çok uzun, dolambaçlı ve çok fazla kötü adam var."


   "Hıı?.." Chu Mingyun ona baktı. "Uzun ve dolambaçlı derken?"


   "Daha önce anneannemin evinden dönerken diğer yolu kullanırdık ama o yoldaki dağların etrafı sarılıydı. Sanki insanları yakalamaya çalışıyorlarmış gibi. Bu yüzden annemle eve dönmek için uzunca dolaşmak zorunda kaldık."


   Chu Mingyun kaşlarını hafifçe kaldırdı.


   "Ziming." Liu Yunzi ona seslendi ve Ziming koşarak ona sokuldu. Liu Yunzi ağırbaşlı görünümünü çoktan geri kazanmıştı. Onlara doğru eğilerek selam verdi ve ciddiyetle, "Bendenizin adı Liu. Hayatımızı kurtardığı için iki genç efendiye teşekkür ederim." dedi.


   "Teşekkür ederim ağabeylerim!" Ziming de onu taklit etti.


   Su Shiyu çocuğa bakıp hafifçe gülümsedi. "Biz bir şey yapmadık." Daha sonra, "Sadece biraz kafam karıştı. Liu Hanım neden o haydutlar için merhamet dilendi?” diye sordu.


   "Haydut diye bir şey yok." diyerek iç geçirdi Liu Yunzi. "Onlar sadece isyanda evlerini kaybeden, biraz yiyecek ve giyecek almak isteyen kaçaklar. Zaten yeterince acınacak durumdalar. Hepsini bir bir öldürmenin gereği yok."


   Su Shiyu hafifçe kaşlarını çatıp başını salladı. Chu Mingyun ona bakıp aniden, "Yöne bakılırsa, Shouchun'a mı gidiyorsunuz?" diye sordu.


   "Evet."


   "Bugünlerde orası nasıl?"


   Liu Yunzi bir an düşündü ve basitçe "Sakinleşti." dedi. Biraz duraklayarak onlara baktı. "Siz iki genç efendi bunu neden soruyorsunuz?"


   "Biz de Shouchun'a gidiyoruz." dedi Su Shiyu gülümseyerek. "Eğer Liu Hanım için sakıncası yoksa yol arkadaşlığı yapabiliriz."


   "Şey..." Liu Yunzi tereddüt etti.


   Ziming onu çekiştirmekten kendini alamadı. "Anne, bırak ağabeyler de bizimle gelsin! Bir daha kötü insanlarla karşılaşırsak korkmamıza gerek kalmaz!"


   "Ziming." Liu Yunzi’nin elini sıkmasıyla Ziming uslu durarak sustu.


   "Unutun gitsin, öyle ki ben de bunu zahmetli buluyorum. Eğer az önce o sizi kurtarmak istediğini söylememiş olsaydı harekete geçmeyi düşünmezdim." Chu Mingyun elini Su Shiyu'nun omzuna koydu ve alçak sesle gülerek, "Herkes kendi yoluna gitmeli. Yolda yine insanlar olacaktır.” dedi.


   Su Shiyu sessizce elini indirdi ve Liu Yunzi'ye, "Ben sadece iyi niyetle söyledim. Hanımefendi kendi kararını verebilir." dedi.


   “Yalnızca bir şey merak ediyorum.” dedi Liu Yunzi gülümseyerek. "Siz genç efendilerin zengin ve asil insanlar olduğunu görebiliyorum. Neden bir araba yahut tahtırevanda, sizlere eşlik eden hizmetçilerle seyahat etmiyorsunuz da ata biniyorsunuz, ayrıca Shouchun gibi daha yeni bir isyan görmüş tehlikeli bir yere gidiyorsunuz?"


   Su Shiyu henüz cevap veremeden beli aniden sıkıca sarıldı. Chu Mingyun çenesini omzuna dayadı. "Tabii ki..." Liu Yunzi'ye baktı. Kaşlarını kaldırarak gülümsedi. Hafifçe fısıldadı. "Kaçıyoruz biz."


   Liu Yunzi şaşkına döndü. Bir süre sonra ancak kendine geldi. İnanamayarak onlara baktı. “Siz, diyorsunuz ki siz…”


   Su Shiyu başını çevirerek yüzünden gülücükler saçılan Chu Mingyun'a baktı. Tekrar döndüğünde Liu Yunzi'nin hayrete düşmüş bakışlarıyla karşılaştı. Bir anlık sessizliğin ardından ciddiyetle başını salladı. "Aynen öyle."


   Liu Yunzi yıldırım çarpmışa döndü. Uzun bir süre derin bir nefes aldıktan sonra güçlükle sakinleşti. "Şey, bu... şaşmamak gerek."


   "Kabul edemiyor musunuz?" dedi Chu Mingyun yarım yamalak bir gülümsemeyle.


   "Hayır, bu nasıl olabilir? Sadece gerçekten ender bir durum." Liu Yunzi gülümsedi. "Madem öyle, siz iki genç efendiyi bize eşlik etmeniz için rahatsız edeceğim."



   Bir süre sonra arabacının kendine gelmesiyle Huainan'ın merkezi Shouchun'a doğru yola devam ettiler. Bir savaştan yeni çıkmışlardı açıkçası ancak şehrin korunmasından sorumlu askerler onları dikkatlice kontrol etmeden içeri girmelerine izin verdiler. Şehre girdikten sonra Liu Yunzi teşekkür edip vedalaştı. Chu Mingyun ve Su Shiyu şehirde rastgele dolaştılar. Raporlarda boş şehir olarak adlandırılan bu yerin her nasılsa şimdiden çok sayıda sivile sahip olduğunu, birkaç yıkık duvar ve yakılmış harabeyi bir kenara bırakırsak aslında oldukça canlı olduğunu gördüler.


   Öğle vaktiydi. Tüm hanlar ve restoranlar müşterilerle doluydu. Rastgele bir han buldular. Ne var ki hancı onların kalmak istediğini duyunca tereddüt etti. "Siz iki misafir sadece bir gece mi kalacaksınız?"


   "Hayır. Bir süre burada kalmayı planlıyoruz." dedi Su Shiyu.


   "Ama burada daha yeni bir savaş yaşadık ve bir noktada yeniden kargaşa çıkabilir. Uzun süre kalmanız güvenli değil.” dedi hancı.


   "İsyanın yeniden patlak verip vermeyeceğini bilemeyiz." Chu Mingyun usulca güldü. "O halde sen neden bundan kaçınmak için başka bir yere gitmek yerine hâlâ Shouchun'da iş yapıyorsun?"


   Hancı gülümsedi. "Sonuçta bizim kökümüz burada. Mecbur kalmadıkça kimse ayrılmak istemez."


   Chu Mingyun arkasını dönerek gözlerini müşteriler üzerinde gezdirdi. Bazıları merakla onları sürerken aralarında konuşuyordu. Acelesizce devam etti. "Burada bu kadar çok müşterin varken neden bizi ayrılmaya teşvik etmekte ısrar ediyorsun?"


   "Daha neler, daha neler, tabii ki birkaç gün daha kalabilmenizi isterim efendim. Neden gitmenizi isteyeyim ki?" dedi hancı telaşla. Sonra Su Shiyu'ya baktı. "Gevezelik ediyorum ama siz misafirlerimiz ne işle meşgulsünüz acaba?”


   Su Shiyu nazikçe güldü. Sıcak bir sesle, "Ticaretle uğraşıyoruz." dedi.


   Hancı tekrar tekrar başını salladı. Başka bir şey söylemedi.



   Tüm öğleden sonrayı sokaklarda dolaşarak geçirdiler. Ellerini yüzlerini yıkamak için odalarına döndüklerinde gece derince çökmüş, ay yükselmiş ışıldıyordu.


   Chu Mingyun dış cübbesini gelişigüzel çıkarıp masanın üzerine attı. Başını çevirerek pencerenin önünde duran Su Shiyu'ya baktı. "Shiyu, ne düşünüyorsun?"


   "...Şimdilik bir şey söyleyemem." Su Shiyu arkasına baktı. Gözleri masanın üzerindeki cübbeye dikildi.


   "..." Chu Mingyun cübbesini aldı, düzeltti, katladı ve yatağın yanına koydu. Sonra onun yanına yürüdü. "Ne diyorsun?"


   Su Shiyu usulca güldü. Sonra gözlerini ondan alarak tekrar pencereden dışarı baktı. Gök kubbenin altındaki şehir binlerce evle doluydu. Yıldızları andıran ışıklar uzaklara doğru uzanıyordu. "Sadece garip hissediyorum."


   "Hm?" Chu Mingyun başını eğerek ona baktı.


   "İsyanın üzerinden henüz bir ay geçmiş olmasına rağmen, bu şehirdeki sakinlerin sayısı hâlâ şaşırtıcı derecede yüksek." dedi Su Shiyu.


   "Ters olan tek şey bu değil." diye fısıldadı Chu Mingyun. "Şimdiye kadar Liu Hanım dışında bu şehirde tek bir kadın görmedim. Handa yemek yiyenlerin hepsi erkek. Hepsinin evlerinde saklanıyor ve dışarı çıkmıyor olmaları mümkün mü?"


   Su Shiyu iç geçirdi. Yana dönerek Chu Mingyun'a baktı. Göz göze geldiklerinde kendisini gördü bakışlarında. Tüm yüzü sevgi dolu bir ifadeye büründü. Hafifçe gülmeden edemedi. “Ne var?”


   "Sence?" Sesi yumuşacıktı. Küçük bir gülümsemeyle onu yakaladı Chu Mingyun ve yavaşça yaklaştı.


   Su Shiyu ona sarılmak için kolunu kaldırmıştı ki aniden durdu. İfadesi tarif edilemeyecek kadar karmaşıktı. "...Çok sessiz."


   "Hm?" Chu Mingyun kaşlarını çatmadan edemedi.


   "Bu han çok sessiz." Su Shiyu arkasını döndü ve dikkatle dinledi, kulaklarında tek bir ses bile yoktu.


   Chu Mingyun onu bıraktı. Su Shiyu ile bakıştı ve kapıyı iterek dışarı çıktı. Odaların tamamı fenerlerle aydınlatılmıştı. Koridorda ışıklar ve gölgeler iç içe geçmişti. Yan odanın kapısının önünde sessizce durdular ama içeriden en ufak bir insan sesi duyamadılar.


   Chu Mingyun kaşlarını çattı. Kapıyı iterek açtı. Fenerler parlak, oda aydınlık olmasına karşın içerisi boştu.


   Kalpleri hafifçe titreyerek tekrar birbirlerine baktılar. Odaların kapılarını teker teker açtılar. Her yer boştu. Koskoca hanın tamamı ışıl ışıl aydınlatılmıştı fakat sadece ikisi vardı.


   Chu Mingyun ve Su Shiyu koridorda yan yana durarak etraflarına baktılar. Ardı ardına açık kapılara attıkları bakışla yalnızca ölüm sessizliğini gördüler.


   Gece rüzgarı pencereden içeri giriyordu. Işıklar soluyor, sönecekmiş gibi titriyordu.