Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 61: Fenerlerin loş, mehtabın sönük olduğu o andı.

 

   "Şu anda Huainan'ın işleriyle ilgileniyorum." diyerek masaya oturdu Li Che. "Huainan Valisi’nin artıklarının isyanı babam üzerinde büyük bir etki yarattı. Ondan sonra eyaletin bu tarafına neredeyse hiç müdahale etmedi. Sadece ara sıra sormakla yetindi.”


   Güneş batarken salon fenerler ve mumlarla aydınlatıldı. Hizmetçiler yemekleri ve şarabı servis ettikten sonra geri çekilerek dördünü karşılıklı oturup yemek yemeleri için bıraktılar.


   "Bu arada…" dedi Li Che, yemek çubuklarını eline alıp bir süre düşündü. "Ağabey, babamla görüşmek istersen senin için bunu ayarlayabilirim."


   "Buna gerek yok." dedi Su Shiyu. "Huainan'da neler olduğunu öğreneyim diye buraya gelmem emredildi. Vali zaten çekişmelerden uzaktayken neden onu tekrar rahatsız edelim?"


   Li Che gülümsedi. "Ağabeyimin istediği gibi olsun öyleyse."


   Chu Mingyun ona baktı ve açık açık, "İsyancılar ayaklandığında durum tam olarak nasıldı?" diye sordu.


   "...Birdenbire oldu. Aslında bu naçiz memur çok da net bir şey söyleyemez." dedi Han Zhongwen yavaşça. "O gece geç saatlerde şehirde aniden bir yangın çıktı. Çabuk yardım etmeleri için alelacele birilerini gönderdim. Sonra sayısız seçkin asker hiçlikten çıkıverdi. Şehir mutlak kargaşaya kapıldı. Şehrin dışındaki asıl birlikleri deliler gibi saldırıyordu. Bu naçiz memur direnmek için hemen asker göndermesine rağmen onların içerideki ve dışarıdaki saldırılarına karşı koyamadık. Şehirde sayısız asker canını feda etti fakat yine de yenilgiye uğradık. Bu naçiz memur ölesiye utanıyor.”


   "Utanmalısın da." Chu Mingyun ona baktı. "Peki daha sonra bir gecede nasıl ortadan kayboldular?"


   Han Zhongwen gözlerini indirdi. "Onu… bu naçiz memur bilmiyor."


   Chu Mingyun'un gözlerini öylece geri çekip yemeğe odaklanmasını izleyen Su Shiyu bir an düşündü. Aniden, "Siz ikiniz Luo Xin’in önderliğindeki takviye birliklerini gördünüz mü?" diye sordu.


   "Hayır." Li Che başını salladı. "Bugünlerde Changan'da bazı varsayımların yayıldığını duydum. Sanırım sahiden de söyledikleri gibi. Ağabey, Luo Xin'in senin seçtiğin adam olduğunu biliyorum, kabul etmesi zor olabilir ama muhtemelen o gerçekten isyan etti.”


   "Bu naçiz memur da öyle düşünüyor." Han Zhongwen de aynı fikirdeydi. "Ne de olsa Luo Xin aslen Huainan Valisi’nin adamlarından biriydi."


   "Şu anda bir sonuca varmak için henüz çok erken. Bunu söyleyen daha fazla insan olsa bile varsayımlar nihayetinde varsayımdan ibarettir." dedi Su Shiyu hafifçe. "Yalnız başına varsayımlar yeterli bir kanıt olsaydı Huainan'a şahsen gelmek zorunda kalmazdım.”


   "Ağabeyim hâlâ eskisi gibi." Li Che gülümsedi. Bir an düşündü. "Bununla birlikte, söylenenler temelsiz değil. Her ne kadar Han Bey ve ben Luo Xin'i hiç görmemiş olsak da bazı askerler o gece birinin şehre girerek isyancı grupla gizli bağlar kurduğunu gördüklerini bildirdi.”


   Su Shiyu parmaklarını yavaşça şarap fincanının üzerinde gezdirdi. Hiçbir şey söylemedi, yalnızca gülümsedi.


   Masada aniden bir sessizlik oldu. Li Che bunu görünce hemen gülümseyerek iki eliyle şarap fincanını kaldırdı. "Her halükarda, hanedanlığın önde gelen nazırları olan siz beyefendiler Xiling’in iç işleri için binlerle li katetmeye istekli oldunuz. Babam adına, önce size kadeh kaldırmak, saygılarımı sunmak istiyorum.” Bunu söyledikten sonra başını kaldırarak şarabı bir dikişte içti.


   "Varis hazretleri kibarlık ediyor."


   Chu Mingyun kadehini kayıtsızca kaldırdığı sırada bakışları bir noktaya odaklandı. Li Che'nin fincanını kaldırırken geniş cübbesinin kolunun aşağı kaydığını; solgun kolundaki ince, koyu kırmızı bir yara izini ortaya çıkardığını gördü.  "Varis hazretlerinin koluna ne oldu?"


   "Ah, bu." Li Che yara izini kapatmak için kolunu düzeltti. "Önemli bir şey değil. Daha önce avlanırken kazara yaraladım."


   "Öyle mi?" Chu Mingyun kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Bir kılıç yarası gibi görünüyordu."


   "Benzin de epey atmış görünüyor. Son zamanlarda sağlığın iyi değil mi?" Su Shiyu onu baştan aşağı süzdü.


   "Sayılır, daha önce büyük bir hastalık geçirdim ve ancak son zamanlarda iyileştim." diyerek belli belirsiz cevap verdi Li Che.


   Su Shiyu başını salladı. "O zaman daha az alkol alsan iyi olur."


   "İlgin için teşekkür ederim ağabey." Li Che gülümsedi. "Artık bir sorun teşkil etmiyor."


   Chu Mingyun fincandaki şarabı yavaşça içti. Parmak uçlarıyla porselen fincana hafifçe vurdu. Aniden, hiçbir fark edilebilir duygu olmadan kıkırdadı.


   "Ne oldu?" Su Shiyu ona baktı.


   "Birden aklıma Kırmızı Kol Konağı’ndaki kadın geldi." dedi Chu Mingyun kayıtsızca. "Ölmeseydi birkaç ipucu edinebilirdik.”


   Su Shiyu bir an düşündü. "Jingshu Hanım’ı mı kastediyorsun? Gerçekten yazık oldu. Eğer onu zamanında durdurabilseydim..."


   "Kimliği ortaya çıkmış ve kendi insanları tarafından susturulmuştu. Bu olağan bir şey. Neyini yazık buluyorsun?" diyerek onun sözünü kesti Chu Mingyun. Bir an duraksadı. Elini tutmaktan kendini alamadı. "Shiyu, başkalarına karşı böyle iyi olmaya devam edersen gerçekten kıskanacağım.”


   Chu Mingyun’un sözlerinin bitmesine kalmadan karşı taraftan gelen bir 'tık' sesiyle yemek çubukları yere düşerek yuvarlandı. Li Che’nin elleri boş halde, hâlâ havada duruyordu. Boş bakışlarla başını indirdi. Diğer üçü de aynı anda onun baktığı yöne döndü. Her birinin farklı ifadesi vardı.


   İlk tepki veren Han Zhongwen oldu; yeni bir çift yemek çubuğu getirmesi için hizmetçiyi çağırdı. Başını çevirerek doğrudan onların kenetlenmiş ellerine baktı. Yüzü karmaşık, tarif edilmesi zordu. "Siz… siz beyefendilerin… ilişkisi nedir?”


   "Anlayamıyor musun?" Chu Mingyun yan gözle baktı.


   Han Zhongwen aniden kaskatı kesildi. Başını eğerek kuru kuru güldü. "...Anlayabiliyorum."


   Li Che yemek çubuklarını kaldırıp kenara koydu. Başını arkaya yatırarak bir fincan şarap daha içti. Dudaklarını kıvırıp gülümseyerek, "Chu Bey ve ağabeyim... gerçekten de ödümü kopardı.” dedi.


   Chu Mingyun belirsiz bir anlamla bakışlarını geri çekti. Su Shiyu düşünceli bir şekilde gülümsedi.


   Bir anlık sessizliğin içinde ağustos böceklerinin sesi odaya doldu. Ömürlerinin son demlerindelermişçesine ellerinden geleni artlarına koymadan durmaksızın çığlık atıyorlardı.


   Uzun bir süre sonra Li Che boş şarap fincanını bıraktı. Lafı dolandırmadan alçak bir sesle, "Ağabeyimin kalbi kıpraştı mı gerçekten?” diye sordu.


   Han Zhongwen tekrar donakalırken Chu Mingyun gözlerini yavaşça kaldırıp Li Che'ye bakmaktan kendini alamadı.


   Su Shiyu gözlerini hafifçe kısarak sakince, "Neden soruyorsun?" diye sordu.


   "Çünkü bunu inanılmaz buluyorum. Ağabey, açıkçası senin hoşlandığın hiçbir şey olmazdı." dedi Li Che. "Neden ondan hoşlanasın ki?"


   Chu Mingyun'un gözleri karardı. Duygularını saklayarak gözlerini indirdi. Tek kelime etmeden dudaklarını sımsıkı kapattı.


   "Çocukluğumu hatırlıyorum da, ağabeyimin her zaman arzusuz bir bakışı vardı; hiçbir şey istemezdi, her şey vazgeçilebilirdi. Benim aksime. Ben birkaç ıvır zıvır için başkalarıyla kavgaya tutuşabilirdim." Bu sözlere gülmekten kendini alamayarak devam etti. "Ağabeyim insanlara her zaman iyi davranırdı, sadece iyi bir kişiliği olduğu için. İnsanlara iyi davranmaktan fazlasını yapmazdı fakat insanlar genelde bunu hoşlantıyla karıştırırdı. Ne var ki gerçekte hoşlantıyla en ufak bir alakası bile olmazdı. Herkes ağabeyimin duygusal yönden biraz zayıf doğduğunu söylüyor ama bunda yanlış bir şey yok. İlgisi ne kadar az olursa endişeleri de o kadar az olur.

   Büyüdüğümde artık Changan'dan ayrıldım ve ağabeyimle sayılı temasım oldu. Tüm bildiklerim duyduklarımdan geliyordu. Başkalarının ağabeyimin nelerden hoşlandığını öğrenemediklerini ve rüşvet vermek isteseler bile bir yolunu bulamadıklarını duyduğumda uzunca bir zaman buna gülmüştüm. Daha sonra, aniden ağabeyimin evine bir iki müzisyenin geldiğini ve iyi ilişkiler kurduklarını duymuştum. Nihayet ağabeyimin de yüreğinin kımıldadığını düşünmüştüm ki çok geçmeden bu kadınların kendi amaçları olduğunu ve ağabeyimin onlarla acımasızca ilgilendiğini öğrenmiştim. O zaman iç geçirmekten alamamıştım kendimi, ağabeyimin değişmesine imkan yok diye..."


   "Varis hazretleri." Su Shiyu onun sözünü kesti.


   Li Che gülümseyerek ona baktı, şarabından bir yudum aldı ve devam etti. "Ağabeyim kızmayacaktır bile. Bunun farkındayım çünkü ağabeyim hiçbir şeyi umursamaz. Nihayetinde elbette öfke duymaz. Bu yüzden ben daima… Bu dünyada ağabeyimin hoşlanacağı hiçbir şey olmayacaktır diye düşünmüşümdür.”


   Su Shiyu'nun sesi gittikçe yumuşadı. "Varis hazretleri tam olarak ne söylemek istiyor?"


   Li Che şarap kadehini sıkıca kavradı, hafifçe güldü. "Babam her zaman biraz senin gibi olabileceğimi umuyor. Çocukken bunu duyduğumda çoğu zaman hemfikir olmazdım ama şimdi aynı şekilde hissediyorum. Keşke ben de ağabeyim gibi olabilseydim…”


   Şarap fincanı aniden masanın üzerine konarak sert bir ses çıkardı. Chu Mingyun ayağa kalkıp dışarı çıktı.


   "Kusura bakmayın. Müsaadenizle." Su Shiyu hafifçe kaşlarını çatarak onun peşinden gitti.


   Bunca zamandır tek kelime edemeyen Han Zhongwen çıkarken ona eşlik etti. Geri döndüğünde Li Che'nin masada tek başına oturduğunu, fincan fincan şarap içtiğini gördü.



   Koridorda hafif bir esinti vardı. Chu Mingyun bekleyen hizmetçiye gözlerini dikerek, "Git buradan." dedi.


   "Ama efendim, bu avlu geceleri çok karanlık oluyor. Maalesef ki göremeyip..." diyordu ki fener taşıyan hizmetçi çekinden bir şekilde, gözlerini kaldırıp Chu Mingyun'un bakışlarını görür görmez paniğe kapılarak başını eğip ayrıldı.


   Bambu bahçesinde zifiri karanlık bir geceydi. Su Shiyu farkına bile varmadan Chu Mingyun'un bileğini çekti. Yürüyen adam aniden durarak arkasını döndü. Ay ışığı yoğun yapraklarca engelleniyor, dolambaçlı yol daha karanlık ve esrarengiz görünüyordu. Yine de Chu Mingyun'un gözleri ışıl ışıldı. Su Shiyu onun uzun süre kendine baktığını, ardından gülümsemesiyle gözlerinin kıvrıldığını gördü.


   Chu Mingyun bileği tutulan elini kaldırarak avucunu açtı.


   Su Shiyu şaşkınlıkla ona baktı. Bir an duraksadı, sonra çaresizce kıkırdadı. Bileğini bırakarak elini tuttu.


   Hemen ardından elini sıkıca kavradı, parmakları birbirine kenetlendi. Su Shiyu parmak uçlarındaki hafif soğukluğu hissederken sıcak bir sesle, "Sorun nedir?" diye sordu.


   "Yok bir şey." dedi Chu Mingyun umursamaz bir tavırla. Onunla yan yana yavaşça yürüdü. "Biraz daha kalırsam ona yumruk atmaktan kendimi alıkoyamayacağımdam korktum."


   Su Shiyu gülümsedi. "Varisin Sonsuz Mutluluk Yolu’ndaki Efendi Mu olduğunu mu düşünüyorsun?"


   "Yarasının yeri çok müstesna. Tanıdık geliyor fakat tepkisinden hiçbir şeyi doğrulayamıyorum." dedi Chu Mingyun. "Ama Luo Xin hakkında bazı fikirlerim var." 


   "Nedir?"


   "Varsayalım ki Luo Xin gerçekten isyan etmiş olsun. O zamanki durumu harikaydı, isyancılar üstün durumdaydı. Neden aniden ortadan kayboldular? Bir önceki şehri bile kaybettiler. Pasif durumda kaldılar. Tüm bu zarara sebep olmakla birlikte hiçbir fayda sağlamadılar. Neden artan güçlerinden yararlanıp zaferi kullanarak tüm Huainan'ı bir hamlede alaşağı etmediler? Bu, en azından bir şeyi doğruluyor."


   "İsyancı grup sarayın gönderdiği takviye birlikleri cezbedemedi." dedi Su Shiyu, Chu Mingyun'a bakmak için başını çevirerek.


   Chu Mingyun güldü. "O halde Luo Xin ve takviye birlikler nasıl ortadan kayboldu? Onlar ve isyancılar şimdi neredeler?"


   Su Shiyu bir an düşündü. "Han Zhongwen ve varisin sözleri güvenilir olmayabilir. Her halükarda daha dikkatli araştırmamız gerekiyor."


   Konuşurken tuttuğu eli bıraktı. Chu Mingyun elini sıkıca kavradı ve kaşlarını çatarak ona baktı. "Ne yapıyorsun?"


   Su Shiyu gülümsemekten kendini alamadı. İlerideki aydınlatılmış avluyu işaret etti. "Ben geldim çoktan. Senin yerin orada."


   Chu Mingyun onun elini tutarak çenesine sürttü. "Daha ne kadar zaman geçti ki benimle odaları ayırıp yatmaya yüreğin elveriyor?”


   "Burası Han Zhongwen'in konağı. Yolculuğumuzdaki gibi olamayız. Yoksa geceleri benimle kalmayı mı planlıyorsun hâlâ?” dedi Su Shiyu hafifçe gülerek.


   Chu Mingyun başını eğdi, kaşlarını kıvırarak ona baktı. "Shiyu..."


   "Cilve yasak." Su Shiyu redde yer bırakmadan onun sözünü kesti.


   Chu Mingyun yavaşça iç geçirdi. "Başmüfettiş olmaya geri döndün ya bana sevgini sunmuyorsun hiç artık."


   "...Chu Mingyun." Su Shiyu ona baktı.


   "Tamam, seninle uğraşmayacağım." Chu Mingyun kıkırdamaktan kendini alamadı. Gözlerini tekrar kaldırdığında bakışını düzeltmişti bile. "Shouchun’un tamamında acayip bir şeyler var. Oranın da Han Zhongwen’le alakalı olmasından endişe ediyorum. Sana eşlik etmemi istemediğine emin misin gerçekten?”


   "Kendi başımın çaresine bakacağım." Su Shiyu hafifçe gülümsedi. “Başkomutan beyden muhafızım olmasını istemek çok masraflı olur. Bunu karşılayamam.”


   "Ne masrafı?" dedi Chu Mingyun gülümseyerek. "Gece beni birkaç kez daha öpersen ve bana birkaç kez daha ‘kocacığım’ dersen sıradan bir muhafız olmak bir yana, cariyen olmaya dahi istekli olurum.” 


   "Geç olmadan git de yat." Su Shiyu başını salladı, arkasını dönerek adımladı.


   "Bekle." Chu Mingyun aceleyle onu geri çekti. "Gerçekten gidiyorsun."


   Su Shiyu arkasını döndü. Chu Mingyun ona bakarken, "Yarın kışlaya gitmem gerekecek, bir şey söylemeyecek misin?" diye fısıldadı.


   Su Shiyu bir süre düşündü. Sıcak bir sesle, "Vaktinde yemek yemeyi unutma, yemek seçme ve gece uyurken yorganı tekmeleme..." dedi.


   "..." Chu Mingyun, "Ne zaman yorgan tekmelemişim?" diye sordu.


   Su Shiyu ona gülümseyerek baktı. "O halde daha az iç ve geç saatlere kadar uyanık kalma."


   "..." Chu Mingyun tek kelime etmeden uzun uzun ona baktı. Nihayet çaresizce iç geçirdi. "Gerçekten ağzından tek bir sevgi sözcüğü bile çıkmıyor." Bir süre durakladıktan sonra, aniden "Shiyu." diye fısıldadı.


   “Ne?”


   "Benden hoşlandığını hiç söylememişsin gibi görünüyor." Chu Mingyun'un yüzü yavaş yavaş sükûnet buldu.


   Yüreği titredi birden, boş boş bakakaldı Su Shiyu, karşılık veremedi.


   Chu Mingyun ona ciddiyetle baktı. Yavaşça gülümserken gözleri kıvrıldı. Su Shiyu'nun yüzünü kavradı. “Bunu söyleyemeyecek kadar çekingen olduğunun farkındayım. Bu yüzden senin yerine de söyleyeceğim.” Avlunun ışıklarını yansıtan bir çift göz yaklaştıkça yaklaştı. “Senden hoşlanıyorum,” dedi hafif fakat kararlı bir sesle. “Senden hoşlanıyorum.


   Su Shiyu'nun parmak uçları şiddetle titredi. Chu Mingyun'un neşe dolu gözlerine yakından baktı. Bakışlarını kaçırmakta zorlanıyordu. Sanki bir şey söylemek istiyormuş gibi ağzını açtı fakat boğazına bir yumru oturdu. Ve Chu Mingyun onu öptü.



   Chu Mingyun, Su Shiyu'nun kapının arkasında kaybolarak odasına girdiğini gördükten sonra bir süre sessizce orada durdu. Rastgele bir dalı kırdı, gözleriyle ölçüp biçti ve dal o anda puslu bir gölgeye dönüşerek dosdoğru karanlıktaki ağaçlığa fırladı. Boğuk bir saplanma sesi duyuldu, kan kokusu bambu yapraklarının tatlı aromasına karıştı usul usul.


   Chu Mingyun telaşsızca yenlerini düzeltti. "Geri dönüp efendine söyle: Herkes gözetlenemez. Yerini bilsin. Anladın mı?"


   Ormanda hafif bir hışırtı yankılandı, ardından tamamen sessizliğe büründü.


   Gözlerini kaldırıp tekrar avluya baktı. Kendi kendine kıkırdadı.



   Su Bai odada her şeyi çoktan toparlamıştı. Su Shiyu'nun geri döndüğünü görür görmez onu selamladı. Dayanamayarak, "Genç efendi, Xiangyang'da Lan Yi'yi gördünüz mü?" diye sordu.


   "Gördüm."


   "Öyleyse, öyleyse onu evine taşımanız hakkında söyledikleri doğru mu?" diye endişeyle sordu Su Bai.


   Su Shiyu ona eğlenmiş bir bakış attı. "Lan Yi sana sebebini söylemedi mi?"


   "Söyledi ama... ama…" Su Bai kafasını kaşıdı. Cesaretini toplayarak devam etti: "Onu taşımak gibi ağır bir işi genç efendinin üstlenmesine nasıl müsaade edebilirim? Bir dahaki sefere, bir dahaki sefere bırakın da zahmetini ben çekeyim..." Konuştukça sesi kısılıyordu.


   Su Shiyu başını sallayarak gülümsedi. Elini kaldırıp pencereyi açtığı anda Chu Mingyun'un dönüp gittiğini gördü. Pencerenin önünde durdu, yavaş yavaş kaybolan uzun sırtına baktı. Yüzünün her parçasına yumuşacık bir sıcaklık hakimdi yalnızca.


   Fenerlerin loş, mehtabın sönük olduğu o andı.


Sonraki Bölüm


   Tosbağa Notu:


   Aşk acısının en yoğun olduğu an, fenerlerin loş, mehtabın sönük olduğu o an. Kaynak eser: 蟾宫曲·春情