Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 63: Rüzgar estiğinde gözleri göklerde dalgalanan sancaklara takıldı.

 

   Güney kışlası.


   General Zhang You kapının önünde tereddüt eder gibi oldu. Derin bir nefes aldı. Ardından kapıyı itip içeri girerek masaya yaslanmış, boş boş kitap karıştıran adama saygıyla, "Komutanım, herkes çoktan sahada toplandı ve sadece sizin birlikleri teftiş etmek için gelmenizi bekliyor. Bugünkü askerî teftiş meselesine gelince…” dedi.


   "Acelesi yok." Chu Mingyun onun sözünü kesti. Hâlâ kitaba bakıyordu. "Sana sormak istediğim bir şey var."


   "Emredin."


   "Huainan ve Shouchun hakkında ne biliyorsun?" diye sordu Chu Mingyun.


   Zhang You gözlerini indirdi. Yalnızca, "Astınız bilmiyor." dedi.


   "Ya?" Chu Mingyun gözlerini kaldırarak ona baktı. "Bu kadar yakınken nasıl olur da bilmezsin?"


   "Astınızın ve güney sınır ordusunun görevi Daxia'daki topraklarımızı korumaktır. Huainan'daki isyan Xiling Valisi’nin derebeyliğindeki bir iç karışıklıktan ibaret. Ayrıca yabancı düşmanların bu karışıklık döneminde işgal fırsatını kullanması kolay. Bu yüzden astınız sadece sınır savunmasına daklandı ve orada neler olup bittiğini araştırmadı."


   “Saray takviye birlikler gönderdiği sırada Harbiye Nazırlığı da güney sınır ordusuna destek için acele etmesi yönünde bir emir gönderdi. Emri almadın mı?" diye sordu Chu Mingyun.


   "Aldım. Ancak astınız birliklerini organize edip yola çıktıktan hemen sonra isyancıların ve takviye birliklerinin ortadan kaybolduğu haberi geldi. Ne yapacağımı bilemedim ve geri çekilmek zorunda kaldım." diye yanıtladı Zhang You.


   "Demek durum böyle." Chu Mingyun bir eliyle çenesini desteklerken yavaşça başını salladı. "Zhang You, seni birkaç yıldır görmüyorum. Gerçekten büyük ilerleme kaydetmişsin."


   “Teveccühünüz, komutanım.”


   "Teveccüh ki ne teveccüh." Chu Mingyun usulca gülerek kitabın sayfalarından bir mektup çıkardı. "Açığı olmayan kusursuz bir yalan ve olağanüstü cesaret."


   Zhang You'nun sakin tavrı mektubu gördüğü anda kırıldı. Aceleyle diz çöktü. Telaşla, "Komutanım, lütfen dinleyin beni..." dedi.


   "Kapa çeneni." dedi Chu Mingyun.


   Zhang You anında sesini kesti. Ona bakmaya cesaret edemeyerek başını daha derine gömdü.


   "Okumak için kitaplarından rastgele birini aldığımda bu mektubu buldum. Tam da sırasıydı diyorsun, değil mi?" Chu Mingyun yavaşça ince mektubu süzdü. "İçinde ne yazıyor?"


   Ağzını açtı, bir süre sonra sadece fısıldayabildi. "...Komutanım, zaten bildiğinize göre astınız..."


   "Bilmiyorum." dedi Chu Mingyun. "Kaldır başını, sen söyle."


   Kaskatı kesildi. Zhang You bir anlığına kendi içinde mücadele etti. Yavaşça yüzünü kaldırdı ve Chu Mingyun'la göz göze geldiğinde korkuyla gözlerini tekrar indirdi. "Mektupta... Jiujiang valisi Han Bey’in bin tael altın gönderdiği yazıyor. Ama siz de görüyorsunuz ki bu armağanın kalpleri yatıştırmak için olduğunu söylüyor ve herhangi bir koşul öne sürmüyor. Komutanım, iyi düşünün, astınız armağanı kabul etmiş olsa da... ben… ben yetkimi kötüye kullanmadım. Onun için hiçbir şey yapmadım!”


   "Huainan'a hiç dikkat etmiyorsun. Onun istediği de tam olarak bu değil mi? Başka ne yapılması gerekiyor?" Chu Mingyun elini kaldırdı, parmaklarıyla nazikçe onun alnına dokundu. Yavaşça, "Her ikiniz de ihtiyacınız olanı alıyor ve fayda sağlıyorsunuz. Peki benim işlerimin nasıl ele alınması gerekiyor?" dedi. Bembeyaz parmakları sözleriyle birlikte yavaşça aşağı kaydı, sonunda boğazında durdu. Parmak uçları bir bıçak kadar soğuktu. Chu Mingyun hafifçe kaşlarını çatarak ona baktı. "Hm?"


   Zhang You'nun yüzü çoktandır kül gibiydi. Biraz bile kımıldamaya cesaret edemiyordu. Sesi titreyerek, "...Komutanım, aslında astınız Shouchun hakkında biraz bilgi sahibi." dedi.


   Chu Mingyun kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Az önce bilmediğini söylememiş miydin?"


   "...Az önce çok telaşlıydım ve bir an için aklıma gelmedi." Zhang You kendini konuşmaya zorladı. "Bu mesele astınızın kafasının karışık olmasından kaynaklanıyor. Yoksa paraya tamamen takıntılı değilim. Açık olmak gerekirse, Vali Han her şeyi kendi haline bırakmamı istedi. Fakat astınız bir gariplik hissetti. Bu yüzden neler olduğunu görmek için Shouchun civarına gizlice gözcüler gönderdim. Gözcüler birkaç gün boyunca izlemelerine rağmen bir şey göremediler. Aşırı şüpheci olduğumu düşünerek geri dönmelerini söyleeycektim ki o akşam bir hareketlilik oldu.”


   Chu Mingyun elini geri çekti. "Devam et.”


   Zhang You rahat bir nefes aldı ve aceleyle devam etti: "Sözü edilmişken, o gece öyle böyle tuhaf değilmiş. Gece yarısı şehir kapıları kapandıktan sonra birçok asker ortaya çıkarak şehir kapılarını kuşatmış. Sonra…" Yüzünün hafifçe değişmesine engel olamadı. "Sonra şehirde çığlıklar yankılanmış. Başlangıçta zayıfmış ama sonra giderek daha kederli ve kaotik hale gelmiş. Sanki surların içinde cehennem peyda olmuş gibi. Ardından başka bir grup asker ortaya çıkmış, şehir kapılarını koruyanlarla çatışmış. Bir arbede yaşanmış. Gözcüler daha fazla izlemeden geri dönmüşler. Bana rapor verirlerken kalpleri hâlâ korku içindeydi. Bunun kıyaslanamaz bir felaket olduğunu söylediler.”


   Chu Mingyun kaşlarını çattı. Hiçbir şey söylemeden düşünmeye başladı.


   Zhang You onun ifadesini dikkatle değerlendirdi. "Astınız bildiklerini sizden saklamaya cesaret edemez komutanım. Astınız kafası karışarak ciddi bir suç işledi fakat… o altınların bir tekine bile dokunmuş değilim. Size tamamen sadık olduğumu kanıtlamak için hepsini size sunmak istiyorum komutanım! Bir de komutanım, lütfen yüce gönüllü olun, bu astınıza bir şans daha verin…”


   "Sana bir şans daha mı vereyim?" Chu Mingyun gözlerini kaldırıp ona baktı. Gülümsedi. "Tamam ama yine de bir şeye daha ihtiyacım var."


   "Lütfen emir vermekten çekinmeyin komutanım!" Zhang You'nun yüzünde sevinçli bir ifade belirdi.


   "Han Zhongwen'in sana yazdığı mektubu istiyorum."


   "...Mektup mu?" Zhang You afallamıştı. "O mektup sizin elinizde değil mi komutanım?"


   Chu Mingyun usulca güldü. Elindeki zarfı yavaşça açtı. İçinden beyaz bir kağıt çıkardı ve Zhang You'nun önüne koydu. "Onu bana getir."


   Zhang You donakaldı. Beyaz kağıda baktı. Yüzü renkten renge girdi. Nihayet tüm duygularını bastırdı. Ayağa kalkarak kitaplığın gizli bölümüne doğru yürüdü ve sahiden de bir kitabın arasından bir mektup çıkardı. Mektubu tutan eli aşırı güçten dolayı hafifçe titredi. Gerçek mektuba sıkıntıyla baktı. Durakladı. Yüzünde bir gülümsemeyle başını kaldırarak mektubu iki eliyle Chu Mingyun'a sundu. “Astınız… komutana minnettar.”


   Aniden kapı çalındı. Dışarıdan biri seslendi. "Komutanım, geç oluyor, orduyu denetlemeye gelmelisiniz.”


   Chu Mingyun mektubu bir kenara bırakıp ayağa kalktı. Kapı açıldı. Kapının dışındaki general yardımcısı Xu Shen saygıyla başını eğerek sesini alçalttı. "Ekselansları."


   "Hm," diye karşılık verdi Chu Mingyun. "Gidelim."


   Saha dört bir yana doğru genişliyordu. Tepeden aşağı bakıldığında on binlerce asker nizami ve vakur bir şekilde hazır olda durmaktaydı. Soğuk silahları ışıldıyor, davul sesleri gökyüzüne yükseliyordu. Chu Mingyun merkez pozisyonda duruyordu. Rüzgar estiğinde gözleri göklerde dalgalanan sancaklara takıldı. Kızıl mı kızıl “Xia” ismi, üzerlerinde çırpınıyordu. Bir süre sonra Chu Mingyun alaycı bir gülüş sergiledi.


***


   Han Zhongwen mektubu teslim ederek daha önceki yerine çekilip oturdu. Li Chenghua'nın kasvetli ifadesine baktı. Ağzını açıp konuşmadan edemedi. "Varis hazretlerini birkaç gündür görmedim. Uzun zaman önce ayrılmış olsa gerek. Ona bakması için birini gönderdiğimde, masanın üzerinde sadece bu mektup vardı. Sanırım bu sizin için ekselansları."


   Li Chenghua hiçbir şey söylemedi. Mektupta yazanları tekrar tekrar okudu. Her kelimeyi gözlerine işledi. Neredeyse iç karartıcı bir sessizlik hakimdi. Ardından bir gürültü yankılandı. Elini sallamasıyla masadaki tüm fincanları ve mürekkep taşlarını yere fırlattı. Yumruğuyla masaya vurdu. "Saçmalık!" dedi öfkeyle.


   Hizmetçi panik içinde diz çöküp ortalığı toplarken Han Zhongwen kendini tutamadı. "Ekselansları, varis hazretleri, o..." 


   "Bu vefasız çocuk gerçekten asi! Veda etmeden gidiyor ve hâlâ onu aramaya gerek olmadığını söyleme cüretini gösteriyor! Sırf bir kadın uğruna, büyük davayı ve kendi babasını bir kenara atıyor!" Li Chenghua'nın gözleri kıpkırmızıydı. Yumruk halindeki elleri kontrolsüzce titriyordu. "Gidip cesedini alacakmış. Ne cesedi? Öleli bir yıldan fazla oldu. Cesedini nasıl almayı düşünüyor! Piç!"


   İşler bu noktaya geldiğinde Han Zhongwen bile sadece dinleyerek açıkça anlayabiliyorken Li Chenghua’nın bizzat kendisi nasıl anlamayabilirdi? Li Che’nin kalbi hiçbir zaman burada olmamıştı. Babasının hatırı için bunca sıkıntıya katlanmıştı fakat artık sınırına ulaşmıştı. Maalesef ki böyle bir vedanın dönüşü olmayacaktı.


   "Vefasız, babanın bunca yıl döktüğü ter senin için gerçekten hiçbir şey ifade etmiyor mu?!" Mektubu sımsıkı tuttu. Parçalara ayırmak istedi. Fakat o anda durdu. Uzun bir süre sonra mektubu yavaş yavaş düzeltip masanın üzerine koydu. Li Chenghua bitkin bir halde koltuğuna yaslandı. Gözlerini kapattı, uzunca iç geçirdi. "Aptal ya..."


   Bu duruşuyla şakaklarına düşmüş beyazlar açıkça gösteriyordu kendini. Han Zhongwen ona baktığında, Xiling Valisi’nin bir anda biraz yaşlanmış gibi göründüğünü hissetti ansızın. Bir süre düşündü. "Nihayetinde sadece birkaç gün oldu. Varis hazretlerinin kimliğini saklaması gerekecek. Çok uzaklaşmış olamaz. Ekselansları, neden abluka emri vermiyorsunuz..."


   "Gerek yok." Li Chenghua elini kaldırarak sözünü kesti. "Onu bulursam ne yapacağım ki? Kalbi artık burada değil. Geri getirsek bile yine kaçacaktır.”


   "Yani ekselansları varis hazretlerinin gitmesine izin mi veriyor?" diye düşündü Han Zhongwen.


   Bir süre sonra Li Chenghua gözlerini açtı. Bakışları sakinliğini tekrar kazanmıştı. Ona cevap vermek yerine, "Oralarda Chu Mingyun ve Su Shiyu'nun durumu ne?" diye sordu.


   Han Zhongwen durumu anlayarak cevapladı: "Chu Mingyun askerleri denetlemek için güney sınırındaki kışlaya gitti ama endişelenmeyin ekselansları, ben oradaki işleri çoktan hallettim, herhangi bir hata olmayacak."


   Li Chenghua başını salladı. "Peki ya Su Shiyu?"


   "Su Shiyu bu günlerde gizlice Luo Xin hakkında araştırma yapıyor." Han Zhongwen gülümsedi. "Başmüfettiş olmayı olmayı hak ettiğini söylemeliyim. Yöntemleri harika. Ne yazık ki Shouchun nihayetinde benim yerim, çabalarını boşa harcamaya mahkum."


   "Yine de bir şeyler ters gitmesin diye yakından takip etmemiz gerekiyor."


   "Elbette." Bir duraklamanın ardından Han Zhongwen tereddütle, "Ekselanslarına söylemenin gerekli olduğunu düşündüğüm bir şey daha var." dedi.


   "Nedir?" diye sordu Li Chenghua.


   Han Zhongwen'in karmaşık bir ifadesi vardı. "Chu Mingyun ve Su Shiyu ile ilgili yine. İkisi arasındaki ilişki akıl ermeyecek türden." Bunu tanımlamakta zorlandı. "...Bir nevi kesik kol durumu."


   "...Kesik kol mu?" Li Chenghua gözle görülebilir halde kalakaldı. "Yanılmadığına emin misin?"


   "Evet, ben de bunu inanılmaz buluyorum. Sonuçta iki adam nasıl..." Han Zhongwen'in yüzü çirkinleşti. Daha fazla konuşmakta zorlandı.


   "Kulağa gerçekten şaka gibi geliyor. General Su Jue'nin tek oğlu, başmüfettiş Su Shiyu, aslında bir adamdan, hem de bir dalkavuktan hoşlanıyor." Li Chenghua bir kahkaha attı. Elinde olmadan başını sallayıp iç geçirdi. "Su Jue hâlâ yaşıyor olsaydı fikrimce Su Shiyu’yu dosdoğru atalar salonuna götürür, kabahatini affettirmek için onu atalara kurban ederdi." Başını kaldırıp Han Zhongwen'e baktı. "Bu bilgi kesin mi?"


   "Bunu bizzat itiraf ettiler. Ayrıca onları gözlemek için gönderilen kişiler de ikisinin çok yakın davrandığını rapor etti. Yalan söylüyora benzemiyorlar." dedi Han Zhongwen.


   Li Chenghua aniden sessizliğe gömüldü. Kendi kendine düşündü. Az önceki ihtiyarlamış hali iz bırakmadan kayboldu. Görülebilen tek şey yüreği hırslarla dolu adamın derin düşüncelere dalmış oturduğu, gözlerinde keskin bir ışığın parıldayıp söndüğüydü.