Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 64: Öyle bir hastalıktı ki etini kemiğini bile ateşiyle eritecekti sanki.

 

   Araba konağın önünde durdu. Su Shiyu elini kaldırarak perdeyi araladı. Askeri ataşe konağının altın işlemeli kızıl tabelasına baktı. Arabadan inmek için acele etmedi.


   Bugünlerde Luo Xin'i birçok yöntemle araştırmış fakat hiçbir şey bulamamıştı. Sanki Luo Xin Huainan'da gerçekten kaybolmuş gibi, tek bir iz dahi bulunamıyordu. Ne yapacağını bilemediği bir anda Su Bai aniden bir haber getirmiş, Jiujiang ataşesi Liang Jin'in Luo Xin ile temas kurduğunu iddia ettiğini ve başmüfettiş beyden bu gece konağa gelip bir sohbet etmelerini istediğini söylemişti.


   Liang Jin, doğal olarak, Huainan Valisi’nin idam edilmesinin ardından hanedanlık tarafından Han Zhongwen ile birlikte atanan bir yetkiliydi. Başkentte çok uzun zaman önce bulunmuş ve Su Shiyu ile bir telaş içinde görüşmüştü. Ona aşina olmaktan çok uzaktı. Ne var ki yetenekli olduğu ortadaydı. Aksi takdirde Jiujiang’daki askeri işlerden sorumlu olma pozisyonunu üstlenip hizmet edemezdi. Diğerleriyle karşılaştırıldığında Liang Jin'in gerçekten de Luo Xin ile görüşmüş olması muhtemeldi. Ancak eğer gerçekten bir bildiği varsa neden bunu daha önce saraya rapor etmemiş ya da Su Shiyu geldiğinde bildirmemiş de şimdiye kadar ertelemişti?


   "Genç efendi, işte burası." Su Bai eğilerek arabanın perdesini kaldırdı.


   Su Shiyu kendine geldi. Onaylayarak arabadan indi. Gözlerini kaldırdığında Liang Jin'in onu hızlı adımlarla karşıladığını gördü. Kibarca gülümsedi. "Liang Bey, sizi çok beklettik.”


   "Olur mu öyle şey? Su Bey, lütfen içeri buyurun." Liang Jin yüzünde bir gülümsemeyle onu ana salona götürdü. Salondaki yer masasının üzeri çoktan fincanlarla donatılmıştı. Göz alıcı bir hizmetçi kenarda, elinde şarap tutuyordu. Bakır dallı şamdanlar yanıyor, hoş kokulu dumanlar dalgalanıyordu. İş hakkında konuşacaklarmıştan ziyade açıkça bir ziyafete benziyordu.


   Su Shiyu etrafına baktı ve Liang Jin'e döndü. "Liang Bey, daha sonra bir misafiriniz mi gelecek?"


   "Nasıl olur? Bu gecenin tek davetlisi sizsiniz Su Bey." Liang Jin onu selamladı. "Su Bey, lütfen oturun."


   “Meseleler üzerine konuşacaksak çalışma odasında oturmamız çok daha iyi olur diye düşünüyorum.” dedi Su Shiyu.


   "Hey, bu konu acil değil, daha sonra konuşmak üzere çalışma odasına gitsek de geç olmaz.” Liang Jin şarap fincanını aldı. "Bu benim Su Bey’i ilk kez davet edişim. Hadi, size kadeh kaldırayım."


   Su Shiyu daha fazla kaçınmadı. Şarap fincanını aldı ve bir yudumda içti. "O halde misafirperverliğiniz için teşekkür ederim."


   “Güzel, güzel.” Liang Jin bir gülümsemeyle oturdu. Göz ucuyla hizmetçiye baktı.


   Hizmetçi Su Shiyu'nun yanına doğru yürüyerek şarabını doldurmak için eğildi. İnce parmak uçları testinin gövdesi üzerinde gezindi. Tarif edilemez bir çekicilikle, kibarca hareket etti. Boynu beyaz ve narindi. Yakasının ön kısmı hareketleriyle hafifçe gevşemişti. Kasıtsızca bastırdığında Su Shiyu’nun omzu bir sıcaklık, bir yumuşaklık hissetti.


   Su Shiyu biraz kenara çekilirken hafifçe gülümsedi. “Zahmet verdim.”


   Hizmetçi gözlerini kaldırarak ona baktı. Dudaklarını büzdü. Kibarca gülümsedi. Doğruldu fakat geri çekilmedi. Parfüm kokusunu açıkça alabiliyordu. Aniden zihni durgunlaştı, düşünceleri transa girdi.


   Hizmetçi daha sonra eğildi. Su Shiyu'nun kulağına değdi. Soluğu orkideler gibiydi. "Efendim..."


   Bir anda başının döndüğünü ve sıcakladığını hisseden Su Shiyu kaşlarını çatarak Liang Jin'e baktı. Liang Jin ayağa kalkarak birkaç adım uzaklaşmış, bir şeylerin ters gittiğini görünce ileri atılmak üzere olan Su Bai'yi tutmuştu. Başını çevirip göz kırparak işaret vermesiyle bir dizi büyüleyici, zarif dansçı salona girerek Su Shiyu’yu sarıp sarmaladı.


   Her birinin kar beyazı yüzü, ipek gibi şahane gözleri vardı. Bazıları cesurca kollarını boynuna doluyordu. Gülümsüyor ve “Efendim…” diyorlardı.


   Gücünün zayıflamasıyla onlardan kurtulmakta zorluk yaşıyordu. Su Shiyu'nun bedeni kaskatı kesilmiş, aklı allak bullak olmanın ötesine geçmişti. Kalbi göğsünde yaygara koparıyorken ateşler içindeydi. Nefes alıp verişi dengeli değildi.


   Böylece yumuşaklık ve sıcaklık sardı dört bir yanını. Parfümlerinin kokusu dağılıyor, ılık tatlı aroma yayılıyordu. Yumuşak yeşimler bedenine yaslanıyordu. Sesleri üst üste biniyor, dalgalanıyor, hafifçe cıvıldıyordu. "Efendim..."


   Cildi tepeden tırnağa huzursuzca kımıldandı. Su Shiyu derin bir nefes aldı ve zorla gözlerini kapattı.


   Narin kahkahalar çınlayarak iliklerine işledi usul usul. "Efendim..."


   Su Shiyu gözlerini açtı, onlardan uzaklaştı ve bir elini masaya koyarak ayağa kalktı. Dansçı kızlar da ayağa kalkıp onu tekrar sarmak üzereydi ki Su Shiyu elini çekip sakince konuştu. "Hanımefendilerin kendilerine saygısı vardır umarım." Bunu söyledikten sonra adım atıp ayrıldı.


   Liang Jin, Su Shiyu'nun yaklaştığını görünce afalladı. Onun gerçekten rahatça hareket edebildiğini fark ettiğinde ilacın dozunun yeterince ağır olup olmadığını düşündü. Yüzünde bir gülümsemeyle onu durdurdu. "Su Bey, neden..."


   Liang Jin, Su Shiyu'nun gözleriyle karşılaşınca donakaldı. Eli gevşedi. Su Bai bu fırsatı değerlendirerek ondan uzaklaştı. Su Shiyu’ya yardım etmek için aceleyle yaklaştı.


   Su Shiyu Su Bai'ye, yardıma ihtiyacı olmadığını belirtmek için elini hafifçe kaldırdı. Liang Jin'e derin derin baktıktan sonra gözlerini ondan ayırdı, tek kelime etmeden çekip gitti. Su Bai, o kapıdan çıkarken peşinden gitti. Buna karşın Liang Jin hâlâ hayretler içinde, olduğu yerde dikilmiş duruyordu.



   Avlularına giderlerken yol boyu sessiz kalan Su Bai kapıyı itmek üzereyken durakladı. Dönüp Su Shiyu'ya tedirginlikle bakmaktan kendini alamadı. "Genç efendi, nasıl hissediyorsunuz? Gidip bu tür bir şeyin panzehiri var mı diye baksam iyi olur mu?”


   Su Shiyu kaşlarını sertçe çattı. Sonunda ağzını açtı. Çok önemsiz bile olsa, sesi kaçınılmaz olarak biraz zayıflamıştı. "...Olur."


   "Tamam, genç efendi, beni bekleyin!" Su Bai ciddiyetle başını salladı. Ardından koşarak dışarı çıktı.


   Su Shiyu kıkırdamadan edemedi. Durakladı. Bir kez daha derin bir nefes aldı. İçsel soluğunu hizaya sokarak vücudunda yükselen ateşi bastırmaya çalıştı. Gökyüzü yavaş yavaş sonbahar havasına bürünüyor, çiyler serinlik katıyordu. Şimdi daha iyi hissediyordu. Su Shiyu uzun süre avluda durdu. Ancak biraz sakinleştikten sonra basamakları çıkıp kapıyı açtı.


   Gecenin karanlığında, masada oturan bir figürü belli belirsiz görebiliyordu. Bulanmış zihniyle henüz onu çıkaramadan diğer adam konuştu. "Neden bu kadar geç döndün?"


   Tanıdık bir ses kulaklarına çalındı. Su Shiyu farkına bile varmadan dudakları kıvrıldı. Odadaki fenerleri yaktı. Gülümseyerek, "Birlikleri teftiş etmen bitti mi?" diye sordu.


   "Hm, sıkıntıdan ölecektim." Chu Mingyun elini alnına dayamış halde cevap verdi. Yüzü aniden hafifçe değişti. Yanından geçerken Su Shiyu'nun kolunu tuttu. "Neden parfüm kokuyor?"


   "...Kokması normal." Su Shiyu cübbesinin kolunu geri çekti. Kaşlarını çatarak cübbesini çıkarıp bir kenara koydu. Arkasını döndüğünde Chu Mingyun'un yüzünü gördü. Kalbindeki hoşnutsuzluk aniden silinip gitti. Dudaklarına ulaşan kelimeler nihayet yön değiştirdi. "Geneleve gittim."


   "..." Chu Mingyun yavaşça kaşlarını kaldırdı. Ayağa kalkıp onunla yüz yüze geldi. "Yaa? Bu kadar disiplinli ve kendine hakim olan başmüfettiş beyin böyle bir yere gideceğini gerçekten beklemiyordum." Yavaş ve zarif adımlarla Su Shiyu'ya doğru yürüdü. "Şu kız benim kadar güzel mi?"


   Su Shiyu'nun dudaklarındaki gülümseme genişledi. Arkasındaki sütuna yaslanarak dikkatlice düşündü. "Güzel olup olmadığı ayrı konu. Yalnızca ona beni sabırsızlıkla bekleten yılların dostluğunu görmek bile göze ayrı bir hoş geliyor."


   Chu Mingyun gözlerini hafifçe kıstı. Yüzündeki gülümseme daha keskin ve parlak hale geldi. Bir elini Su Shiyu'nun arkasındaki sütuna dayadı. Diğer eliyle çenesini kavradı. Yavaş bir sesle, "Ve senin de hoşuna mı gidiyor?” diye sordu.


   "...Gidemez mi?" Su Shiyu hala gülümsüyordu. Yalnızca sözleri hafifçe durakladı, nefesini düzenlemeye çalıştı.


   "Gidebilir tabii." Chu Mingyun daha da yaklaştı. "Bana kim olduğunu söyle, ben de onu canlı canlı kesip sana göstereyim..."


   “Genç efendi, Liang Bey buraya gelmiş. Mutlaka içeri gelmek ve sizden özür… Hey yüce gökler…” Su Bai içeri girdiği gibi adımları dengesizleşti, yere diz çöktü.


   "Derdi neymiş?" Su Shiyu gülümsemesini bastırdı. Elini kaldırıp Chu Mingyun’un göğsüne koyarak onu hafifçe uzaklaştırdı. Yan dönerek Su Bai’ye baktı.


   Su Bai gizlice onlara baktı. Başını ölü gibi gömdü ve telaşla devam etti: "O, o, o... Az öncesinde kafasının karışık olduğunu ve böylesine kirli bir şey yaparak sizi asla gücendirmemesi gerektiğini söylüyor ve sizden onu cezalandırmanızı istiyor. Ayrıca eğer onu görmezseniz evin önünde diz çöküp af dilenecekmiş.”


   Chu Mingyun Su Bai'ye ve ardından Su Shiyu'ya baktı. "Öncesinde geneleve gitmiş değil miydin?"


   "Bu nasıl mümkün olabilir?!" Su Bai lafı ağzından kaparak şiddetle genç efendisini savundu. "Genç efendi nasıl böyle bir yere gidebilir?! Bunların hepsi Liang Bey’in kötü niyetleri yüzünden. Luo Xin'den haber aldığını söyleyerek genç efendiyi oraya gitmesi için kandırdı, sonra da genç efendinin şarabına ilaç koymaya cüret etti ve bir grup dansçı kız genç efendiyi yakalamak için hemen genç efendinin etrafını sardı..."


   Su Shiyu iki kez öksürdü ve Su Bai hemen konuşmayı bıraktı. "Astınızı affedin."


   "Böylesi bir suça karşın yasalara uygun olarak rütbesi düşürülerek cezalandırılacak. Ona yalnızca yasaya uygun bir karar vereceğimi ve intikam peşine düşmeyeceğimi, geri dönüp yaptıkları üzerine düşünmesini ve diz çökmesi gerekmediğini söyle." dedi Su Shiyu.


   Chu Mingyun iki kez kıkırdayarak devam etti: "Ona genç efendinin sevgilisiyle buluşmakla meşgul olduğunu ve onunla ilgilenecek vakti olmadığını söyle."


   "Ha?" Su Bai'nin kulakları kıpkırmızı oldu.


   Su Shiyu çaresizce gülümsedi. "Hadi git.”


   “Genç… genç efendi, sahiden… sahiden böyle mi diyeyim?!” Su Bai öyle dehşete düşmüştü ki kekeliyordu.


   "...Kimi dinlemen gerektiğini düşünüyorsun?" diye sordu Su Shiyu.


   "Ah, ah." Su Bai tekrar tekrar cevap verdi, neredeyse elleri ve dizleri üzerinde sürünerek dışarı fırlayacaktı.


   "Geri dön." dedi Chu Mingyun. "Çıkarken kapıyı kapat."


   Su Bai kıpkırmızı bir yüzle tekrar tökezledi ve odanın kapısını sıkıca kapattı.


   Chu Mingyun gözlerini ondan alarak Su Shiyu'nun yüzüne dikti. "Shiyu, söylemek istediğin bir şey yok mu?"


   "Hm." Su Shiyu sakince onunla göz göze geldi. "Az önce seninle eğleniyordum."


   Parmakları şakaklarından yukarıya doğru alnının köşesinde gezindi. İnce bir ter izine dokundu. Her zamanki gibi sakin kalan ifadesine baktığında insan iç geçirmeden edemiyordu. Chu Mingyun belirsiz bir gülümsemeyle parmak uçlarını büktü. "Hangi Liang Bey, Liang Jin mi? Cesareti gerçekten takdire şayan. Sana ilaç vermeye cesaret edebilmiş ha. Onun evine genelev demen boşuna değil.”


   "Sadece böyle davranmasının amacını anlamakta güçlük çekiyorum." dedi Su Shiyu yavaşça.


   “Anlamayacak ne var? Koskoca Changan’da sayısız insan seni damadı olarak görmeyi diliyor. Muhtemeldir ki birçoğu da aynısını yapmak istiyor. Sadece onlar henüz o kadar cesur değiller. Aksi olsaydı elbet bir yolunu bulmaya çalışırlardı. Bu üzerine düşünülecek bir şey değil."


   Su Shiyu cevap vermedi. Derin düşünceler içinde başını salladı.


   Chu Mingyun ona baktı, parmak uçları yavaşça boynundan yukarı kaydı ve aniden fısıldadı: "Vücudun çoktan sıcaklamış, bu durumda başkalarını nasıl düşünebilirsin?" Alçak sesli kahkahası bitişinde belirsizliğe dönüştü. Parmak uçları çenesine doğru kaydı ve nazik bir kaşıntıya neden oldu. Su Shiyu hafifçe titremekten kendini alamadı. Nefesi aniden kaotik hale geldi. Gözlerini kaldırarak Chu Mingyun’a baktı.


   Chu Mingyun'un kalbi onu görünce titredi. Gülümsemesi daha da genişledi. "Liang Jin için endişelenme, er ya da geç onu canlı canlı doğrayacağım. Ama şu anda bu fırsatı değerlendirmeliyim."


   Su Shiyu kafa karışıklığında bunun iyi bir şey olmadığını sezdi.


   Beklendiği gibi Chu Mingyun gülümseyerek, "Shiyu, bana kocacığım demeni duysam olur mu?" dedi.


   Su Shiyu yavaşça nefes verdi. "...İnsanların zor durumundan faydalanmaktır bu."


   Chu Mingyun onu öptü. "İnsanların zor durumundan faydalanmamak aptallıktır."


   Öyle bir gülümsedi ki gözleri kıvrım kıvrım kıvrıldı, Su Shiyu’ya baktı. İlacın etkisinden mi yoksa başka bir şeyden mi bilinmez, Su Shiyu'nun yüzü ile kulaklarında soluk bir kırmızı belirdi. Kızıla boyanmış yumuşak bir yeşim gibiydi. Onu çimdiklemeden edemedi. "Kocacığım de bana, bir kerecik, olur mu?"


   Su Shiyu zorlukla ağzını açtı. Biraz durakladı. Chu Mingyun'la bakıştı. Sonra onu itti ve ayrılmak için döndü. "...Gidip Su Bai'ye panzehiri sorsam iyi olacak..."


   Ne yazık ki şu anda ellerinde pek de güç kalmamıştı. Chu Mingyun onu yakaladı, sımsıkı kollarında tuttu. Alınları birbirine değdi. “Daha ne panzehiri, ben senin panzehirin değilim?" dedi Chu Mingyun.


   Çok yakın olduğundan Su Shiyu hafifçe nefesini tuttu. Kaşlarını çattı. "Chu..."


   Chu Mingyun onu doğrudan öptü.


   Bentleri yıkan bir sel gibi, karıncalanma hissi anında tüm uzuvlarına, kemiklerine kadar işledi. Aslında, herhangi bir sorun yaşamadan dayanmak için açık bir zihin ve sessiz bir irade ile birleşen tutarlı kısıtlamalara güvenmişti. Chu Mingyun o kadar yakındı ki bu tek başına onun aklını karıştırmaya yetiyordu. Fakat bir kez tadına baktıktan sonra ilacın etkisi, azgın dalgalar gibi acımasızca yükseldi. Güç kazanmak için sütuna yaslanıyordu fakat artık ayakta durmakta zorlanıyordu.


   Su Shiyu Chu Mingyun'un omzuna sarıldı. Yüzünü onun omzuna, boynuna gömdü. Derin bir nefes aldı. Burnu Chu Mingyun'un saçından gelen yoğun sandal ağacı kokusuyla doldu. Yavaşça içine çekti. "Gelmeden önce banyo mu yaptın?"


   "Hm." Chu Mingyun ona sarıldı. Kendisine yaslanarak destek almasına izin verdi. "Kışlada geçirdiğim yarım ayda yüzüm gözüm kir pas içinde kalmıştı. O haldeyken nasıl doğruca seninle görüşebilirdim?”


   Su Shiyu usulca kıkırdadı. Nefesi tüy gibi boynunun yan tarafına sürtünüyordu.


   "Cık." Chu Mingyun, “Bu anda bile dayanabiliyorsun…” dedi.


   Su Shiyu onun boynunu öptü. Sıcak ve yumuşak dokunuşu üzerinde kalırken aniden hafifçe kulak memesini ısırdı.


   Chu Mingyun'un vücudu kaskatı kesildi. Karıncalanma hissi anında tüm vücudunu sardı. Kollarını Su Shiyu'nun beline doladı. Kulağına yaklaştı. Yavaşça, bastırılmış bir nefes verdi. "...Ben daha fazla dayanamıyorum.”


   Su Shiyu'yu belinden tutup kaldırarak yatağa yatırdı. Perde aşağı kaydı, püsküller titreyip sallandı.


   Vücudu ateşler içinde yanan Su Shiyu nihayet dayanamayarak bunalmış bir inilti çıkardı. Şaşkınlık içindeyken yanağının okşadığını hissetti. Bir ses alçak sesle gülerken onu rahatlatmaya çalıştı. "Huysuzlanma ah, beklersen acı çekmeyeceksin."


   Elbiseleri soyuldu. Sıcak, nemli nefesin boynundan köprücük kemiği üzerine, beline ve karnına doğru kaydığını hissetti. Su Shiyu zar zor gözlerini açtığında Chu Mingyun'un kuzgun karası uzun saçlarının omuzlarının her tarafına yayıldığını gördü. Yüzünü indirmişti. Ağzını açmış başını eğmek üzereydi. Su Shiyu bir anda irkilerek akıl sağlığından bir parça kazandı. Tüm gücünü kullanarak oturdu, elleriyle Chu Mingyun’un ağzını kapatarak onu durdurdu. 


   "Hm?" Chu Mingyun gözlerini kaldırarak şaşkınlıkla ona baktı.


   "...Hayır." Su Shiyu'nun yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Soluk soluğa kaldığından sözünü tamamlayamadı. Yine de kararlılıkla başını salladı. "Nasıl senin... böyle bir şey yapmana... izin verebilirim..."


   Chu Mingyun ona dik dik baktı. Yavaşça gülümsedi. Elini indirip yaklaştı. Nemli nefesi yüzünün yanına düştü. Kısık bir sesle güldü. "Seni sabırsızlıkla bekliyorum ya bunca zamandır, şansa bak ki sen de böylesi bir dostluktan hoşlanıyorsun. Yine de sana hizmet etmeme izin vermek istemiyor musun?.. Hm? Su Bey?”


   Kazanmayı başardığı akıl sağlığı kırıntısı nihayet onun sesinde kayboldu. Tamamen mağlup oldu.


   Gece altınken çiydendir yeşim. Uzun gecede gelip geçer ıstırap. Dışarısı soğuk olsa da perdenin ardında yükseliyor sıcak.


   Beyaz parmaklar yavaşça kaşları, kirpikleri, burnu ve nemli dudakları okşadı. Şakaklarından kulaklarına gezindi de gezindi. Chu Mingyun hafif bir sesle, "Shiyu, ben burada değilken özledin mi beni?" diye sordu.


   Su Shiyu gözlerini hafifçe araladı. İyi duyamadı, kafası karışmış halde ona baktı.


   "Ben seni çok özledim. Sen beni özledin mi?" dedi Chu Mingyun.


   Su Shiyu ona dikkatle baktı. Bir şey demedi. Sadece usulca elini kaldırarak ona sarıldı. Bir süre birbirlerine baktılar. Aniden aynı anda güldüler. Chu Mingyun başını indirip onu tekrar öptü.


   Öyle bir hastalıktı ki etini kemiğini bile ateşiyle eritecekti sanki.


Sonraki Bölüm


   Tosbağa Notu:


   Gece altınken çiydendir yeşim. Sevgililer Günü manzarasını anlatırken ideal, kutsal ve sonsuz bir aşkı öven bir satır.