Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 74: “Benim için endişeleniyor musun?”

 

   Qianqiu Festivali olarak adlandırılan festival imparatorun doğum günüydü ve binlerce yıllık uzun bir ömrünün olması dileğini taşırdı.


   İmparatorluk konağı Li Dağı'nın kuzeyinde yer almaktaydı. Eşsiz mimarisi ve eksiksiz yapılarıyla dağ ile karşılıklı olacak şekilde inşa edilmişti. Sonbaharın sonlarında yapraklar çoklukla yere serildiğinde yükseklerdeki konağın kızıl yolları daha da göze çarparak akıyor gibi görünür, ışıltılı ve muhteşem bir manzara ortaya çıkarırdı. Bu gece ziyafeti gerçekten de Li Yanzhen'in söylediği kadar benzersizdi. Konağın içindeki salonda değil de dışarıda, masmavi suları olan gölün kıyısında hazırlanmıştı. Li Dağı’nın manzarası gözlerinin önüne serilmişti. Ne var ki asıl meseleye dönersek bu yalnızca insanın kendini şımartması, şarkılar söylenirken dans edilmesi ve hayattan zevk alınması için yer değiştirmiş olmaktan ibaretti. 


   Müziğin şen sesi göklerde dalgalanıyor, sonsuza uzanan yıldızlar kendilerinden geçmeden edemiyolardı. Li Yanzhen'e, lütfunu ondan eksik etmediği başcariye Jiang eşlik ediyordu. Bakışlarını indirdi, dudaklarını büzerek gülümsedi. "Gösteri Kurumu’nun majesteleri için özel olarak yeni bir dans koreografisi hazırladığını duydum. Şimdi gerçekten eşsiz görünüyor."


   Li Yanzhen sarhoşlukla ayıklık arasında sorarcasına mırıldandı.


   Jiang Yuan çenesini hafifçe kaldırdı. "İşte."


   Bu sırada tellerin sesi aniden dönerek gürledi. Li Yanzhen gözlerini kaldırdığı anda sarhoşluğunun büyük bir kısmı hiçliğe karışıverdi. Bazı insanlardan hayret nidaları yükseldi.


   Kırmızılar içindeki dansçılar birbiri ardına, çiçeklerin açışı gibi kenarlara çekilmiş ve arkalarındaki beyaz elbiseli dansçıyı ortaya çıkarmışlardı. Kar gibi beyaz bir ceket giyinmiş olan bu kadın aslında gölün üzerinde duruyordu. Göz açıp kapayıncaya dek bir nilüfer oluşturmuştu. Esnek vücudunu gevşetiyor, uçarcasına dans ediyordu. Su yüzeyindeki çıplak ayakları adım attıkça sonbaharın serin suları inciler gibi sıçrıyor, eteklerinin uçlarını ıslatıyordu. Dansı son derece büyüleyici, görünüşü ise kibar ve etkileyiciydi. Birden başını kaldırarak mücevher gibi bir gülümseme sergiledi. Suların cazibeli perisiydi sanki.


   Chu Mingyun ona bir baktıktan sonra sıkılmış bir şekilde gözlerini ondan aldı. Diğerleri şaşkına dönmüş olsa da o elbette ki gizemi görebiliyordu: Göle, su yüzeyinin birkaç santim altına taş levhalar döşenmişti. Dansçı suyun üzerinde dans ediyormuş gibi görünmesine karşın aslında taşlara basıyordu.


   Chu Mingyun bir elinde yeşimden bir fincan tutuyor, diğer eliyle çenesini destekliyordu. Gözleri istemsiz ve doğal bir şekilde karşısındaki Su Shiyu'ya takıldı. Su Shiyu başını hafifçe yana çevirmiş, herkes gibi dansçıya bakıyordu. İfadesi her zamanki gibi kayıtsızdı. Ne bir hayranlık ne de neşe izi vardı. Başka bir deyişle, duygusal iniş ve çıkışları her zaman o kadar hafifti ki yüzünden bunu anlamak zor oluyordu. Chu Mingyun ondan kısa bir mesafeyle ayrılmış olsa bile onun aklından neler geçtiğini tahmin edemiyordu.


   Parmakları bilinçsizce fincanın kenarını ovuşturdu. Chu Mingyun onun mürekkep karası gözlerinden yansıyan sıcacık ışığa baktı. Beyaz boynu boyunca yakasına doğru inen bir gölge çizgisini takip etti santim santim. Daha önce her yanını öpmüş ve okşamıştı.


   Su Shiyu başını çevirdiğinde yanlışlıkla Chu Mingyun'un belli bir mesafe uzaktaki gözleriyle karşılaştı. Bir anlığına şaşkına döndü. Gözlerini hafifçe indirerek ondan kaçındı.


   Chu Mingyun yeşim fincanı sıkıca kavradı. Sessizce şarabını içti.


   Bir süre sonra dans sona erdi. Beyazlar içindeki dansçı işlemeli halıya adım attı. Üzerinden hâlâ minik su damlaları düşüyordu. Göz alıcı bir selam verdi. Birkaç tebrik sözü söylemek üzereydi ki birdenbire çok uzakta olmayan bir yerden boğuk bir gürültü geldi. Şiddetli bir fırtına kopmuştu sanki. Ayaklarının altındaki yer titriyor, göl çalkalanıyordu. Hemen ardından Li Dağı'nın yamaçları çöktü. Kalabalıktakiler konağın yakınındaki yamaçlarda ağaçların hızla devrilip gürültüyle yuvarlanmasını ne yapacaklarını bilemez halde seyrediyorlardı. Sanki dağda bastırılmış devasa bir canavar zincirlerinden kurtulmak için mücadele veriyor, kükreyip feryat ediyordu. Gürültüler içindeki kayalar ile toprak olanca güçleriyle geliyorlardı. Göz açıp kapayıncaya dek konağı yıkıp alt üst edeceklerdi. 


   "Neler oluyor?" Chu Mingyun aniden ayağa kalktı.


   Jiang Yuan'ın yüzü değişti. Tam uzaklaşmak üzereydi ki birinin kollarına çekildi. Sıçrayan taşlar şakaklarını sıyırıp geçti. Yalnızca bir an daha yavaş olsaydı onun için ölümcül olacaktı. Şaşkınlık içinde gözlerini kaldırarak Li Yanzhen’e baktı. "Majesteleri..."


   "Dikkatli ol." Li Yanzhen onun ifadesine dikkat etmedi. Aceleyle onu koruyarak muhafızlarının yanına çekildi.


   Çöküşle birlikte toz duman bütün göğü kapladı. Yer daha da şiddetle sarsıldı. Sayısız adam su üzerindeki enfes dansa kapılmışken göz açıp kapayıncaya değin bir heyelanla yüz yüze geldiler. Kaçmak için koşturdular. Saray erkanının zarafetini kaybetmişlerdi artık. Dağdan yuvarlanan kayaların gürültüsü ve korku içinde çığlık atan insanların sesleri birbirine karıştı. Kaynayan sular demliği patlatmış gibiydi sanki.


   Su Shiyu bilinçsizce karşı tarafına bakıverdi. Hava tozla kaplandığından iyice göremiyordu. Yine de koltukta kimsenin olmadığını belli belirsiz seçebiliyordu. Rahat bir nefes aldı. Aceleyle tahta doğru koştu fakat orası da boştu. Su Shiyu dönerek elinden geldiğince etrafına bakındı. Göz alabildiğine kargaşa hakimdi. Li Yanzhen'i göremedi. Dumanı solumaktan kaçınamadığı gibi iki kez öksürmekten kendini alamadı.


   Bu sırada birisi aniden elini tutarak onu kollarına aldı. Adam bir eliyle ağzı ile burnunu kapattı. Bulanık toz kokusu içinde Su Shiyu diğer adamın parmakları arasından sandal ağacı kokusu duydu. Yüreği titredi birden. Onu kavrayan el ince ve güçlüydü. Kavrayışı öyle sıkıydı ki parmaklarının kemiklerinde bir ağrı hissetti. Kurtulmasının hiçbir yolu yoktu.


   Chu Mingyun onu gölün diğer tarafında güvenli bir yere getirdi. Elini bıraktı. Arkasını dönerek geri adımladı. Ardında yalnız bir cümle bıraktı. "Beni burada bekle."


   Su Shiyu hemen kolunu çekti. "Nereye gidiyorsun?"


   Chu Mingyun arkasını döndü. Gözlerindeki soğukluk aniden eridi. Hafif bir gülümsemeyle, "Benim için endişeleniyor musun?" diye sordu.


   "Adamların buralarda mı?" diye sordu Su Shiyu, bir cevap vermeden.


   "Benim için endişeleniyor musun?" Chu Mingyun gözlerini ona dikti.


   Su Shiyu gözlerini kaydırarak yıkılan uçuruma baktı. Kaşlarını hafifçe çattı. "Yoksa bu heyelan senin işin mi?..”


   Chu Mingyun saf beyaz parmağını dudaklarına bastırarak sözlerini yarıda kesti. Kahkaha attı. "Bu sorduklarının hiçbirine cevap vermeyeceğim." İşaret parmağı hafifçe dudaklarının çizgisinde gezindi. Chu Mingyun elini geri çekerek işaret parmağının ucunu yaladı. Gülümseyerek, "Hiçbir yere gitmene izin yok. Sadece beni burada biraz bekle." dedi. Sonrasında hemen ayrıldı. Göz açıp kapayıncaya kadar figürü çoktan tozun dumanın içinde kaybolmuştu.


   Su Shiyu olduğu yerde donakaldı. Ardından birkaç derin nefes alarak az önceki anı zihninden zar zor sildi. Bir an tereddüt etti, yine de o kaotik yere geri döndü.


***


   Ne var ki Chu Mingyun ziyafet salonuna gitmemişti. Qin Zhao ve gölge muhafızlarını Li Dağı'na çıkan bir patika boyunca yönlendirdi ve kayalığın karşısında durdu. Yıkılan tepe buradan çok uzakta değildi. Birkaç gölge muhafız araştırmak için çoktan oraya gitmişti. Siyahlar içindeki gölge muhafızların geri kalanı onun arkasında sıralanmıştı. O kadar sessizlerdi ki neredeyse gecenin içinde eriyeceklerdi.


   Chu Mingyun aşağıya baktı. Heyelan nihayet durdu. Toz ve duman yavaş yavaş dağıldı. Parçalanmış koltuklarla birlikte her yöne dağılmış kayalar ile toprağı görebiliyordu. Göl suyu çamurla boyanmıştı. Diri diri gömülen ve parçalananların cesetler oldukları yerde yatıyorlardı. Hayatta kalabilenler hâlâ telaş içindeydi. Abartılı saray ziyafeti darmadağın olmuştu.


   Bu beklenmedik heyelanın nedeni hâlâ belirsiz olsa da fırsatları hiçbir zaman kaçırmamak gerekirdi.


   Chu Mingyun elini kaldırarak uzun yayı aldı, oku kirişe yerleştirdi ve sonuna kadar çekti. Gece rüzgarı kuzgun karası uzun saçlarını savurdu. Solgun ay ışığı soğuk yüzünü aydınlattı. Parmağını gevşetmesiyle keskin ok şimşek hızıyla, büyük bir kuvvetle fırladı. Peşinden sayısız ok ıslık çalıp havayı yararak ilerledi. Okların uçları soğuk bir ışıkla parlıyor, sanki kara bir sis bulutu saraydaki ziyafeti başlı başına örtüyordu.


   O anda, demir zırhlı muhafızlar okları durdurmak için vücutlarını kalkan olarak kullanmak niyetiyle kılıçlarını saray erkanının önünde sallayarak ziyafetin içine daldı. Bir düzine kadar kalkanlı muhafız, çevrede incelikli bir düzen oluşturarak hızlı saldırının çoğunu böldü. Bazı insanlar halâ yaralı olsa da herkesin ruh hali bir anda dengelendi. Korkudan ödü kopan birkaç nazır bile artık telaşının üstesinden gelmişti. Her şey bir anda düzene girdi. Her nasılsa ok yağmuruna direnebilir olmuşlardı.


   Ziyafet ışıl ışıl parıldıyorken çevreleri tamamen karanlıktı. Düşmanın nerede olduğunu anlamaları imkansızdı. En fazla sadece genel yönü tespit edebiliyorlardı. Avantaj onlardaydı. Tek vuruşta başarılı olamamaları sorun değildi. Kayalıktaki gölge muhafızlar oklarını değiştirerek yaylarını doldurdular. Bir sonraki saldırı turuna başlamaya hazırlardı. Ancak efendilerinin elini kaldırıp "Bekleyin," diye emrettiğini gördüler.


   Chu Mingyun gözlerini hafifçe kısarak aşağıya baktı. İfadesi aniden değişti.


   Li Yanzhen uzun zaman önce başmuhafızın refakatinde ayrılmıştı. Geri kalan insanlar da muhafızların koruması altında aceleyle konağa çekilmişlerdi. Sadece bir kişi kayıtsızca orada dikiliyordu. Telaşsız ve sakindi. Tüm durum onun avuçlarındaydı, onun emrine bakıyorlardı. Başka hiç kimse onun olağanüstü zarafetini biraz bile taklit edemezdi. O Su Shiyu idi.


   Qin Zhao bilinçsizce yanına baktığında sadece Chu Mingyun'un kaşlarını çattığını, aniden zor anlaşılır bir manayla güldüğünü gördü. "Doğru ya, unutmuşum. Benim sözümü nasıl dinleyebilir de uslu uslu kalabilirdi ki?" Bir süre durakladıktan sonra gülüşünü yavaşlattı. Soğuk bir sesle, "Durun bir." dedi.


   “Abi, sen…”


   Chu Mingyun ona konuşma şansı vermeyerek başını çevirip soruşturmadan dönen gölge muhafıza, "Ne buldunuz?" diye sordu.


   "Efendimize raporumdur: Bunun insan yapımı bir heyelan olduğu tespit edilebilir, kayaların yarıklarında barut izleri bulundu, bir zamanlar kullandığımız tekniğe benzer olmalı."


   "Barut mu?" Chu Mingyun kelimenin tadını çıkardı ve hafifçe güldü. "Görünüşe göre bu kişi gerçekten endişeli."


   Qin Zhao, "Nasıl karşılık vereceğiz?" diye sordu.


   "Li Yanzhen'i dönüş yolunda pusuya düşürmeye gerek yok." Chu Mingyun bakışlarını hâlâ aşağıdan ayırmamıştı. Saray mensupları çoktan konağa girmişlerdi. Su Shiyu başını yana çevirmiş birine talimat veriyordu. Daha önce dans eden beyazlı dansçı diğer dansçılarla birlikte onun yanından geçiyordu. Ayak sesleri düzensizdi. Orantısız bir duruşla Su Shiyu'ya doğru düşmekten kendini alamadı. Su Shiyu dönerek onun ayakta durmasına yardım etti. Ne var ki dansçının eli hâlâ kolundaydı, onu yavaş yavaş sıkıyordu.


   Chu Mingyun uzun bir ok çekti, kirişe taktı ve dansçının kalbine nişan aldı. Sözleri ise Qin Zhao'ya yönelikti. "Oradaki barut izlerini temizleyin. Saray memurları barutu keşfetseler bile hiçbir şey bulamazlar, yalnızca düşmanı uyarmakla kalırlar. Daha sonra barutun kaynağını araştırması için birini gönderebilirsin."


   Su Shiyu beklenmedik bir şekilde gözlerini indirerek dansçıya baktı. Dansçı kızarmış bir yüzle başını eğdiyse de kolunu bırakmadı. Su Shiyu düşünceli bir şekilde ona baktı ve ardından onu arkasına çekti.


   "Cık." Chu Mingyun ok ve yayını fırlatıp attı, dağdan aşağı doğru yürümeye başladı. "O Li Yanzhen'in hayatını istiyorsa ben Li Yanzhen'in biraz daha yaşamasını sağlayacağım. Başkentte sorun çıkaracak cesareti var ama ortaya çıkacak cesareti yok, uzun zamandır bir fare gibi saklanıyordu, artık yüzünü gösterme zamanı geldi."


***


   Konağın kabul salonunda imparator ile tebaası korku içinde ve gergindi. Dışarıdaki muhafızlar konağı sıkı koruma altına almıştı. Uzun süre bu durumda kaldılarsa da bir daha hiçbir şey olmadı. Başmuhafız ile imparatorluk ordusunun komutanı bizzat insanları Li Dağı'nı aramaya yönlendirdi. Fakat herhangi bir iz bulamadılar. Karşı tarafın durumun kendilerinin istedikleri gibi gitmediğini gördüklerinde hemen geri çekildiklerini tahmin ederek dürüstçe rapor vermekten başka çareleri kalmamıştı.


   Li Yanzhen rahat bir nefes aldı. Onları suçlamadı. İnsanlara dağınıklığı temizlemelerini emretti ve bu arada eksikleri hesapladı.


   Neyse ki Su Shiyu durumu zamanında istikrara kavuşturmuştu. Heyelan nedeniyle sadece birkaç saray hizmetçisi hayatını kaybetmişti. Yetkililer yaralanmış olsa da hayati tehlikeleri yoktu, şu anda yaralarının sarılması için imparatorluk doktoruna emanet edilmişlerdi. Li Yanzhen Qianqiu Festivali ziyafetinin böylesine utanç verici bir şekilde sona ermesinin gerçekten çirkin olduğunu düşünerek ziyafetin bu salonda devam etmesini emretti.


   Tüm sivil ve askeri yetkililerin yüzlerinde birbirlerinden farklı fakat eşit derecede karmaşık ifadeler belirdi. Li Yanzhen'e bir bakış atmaktan kendilerini alamadılar. Majestelerinin kalbinin devasa olduğunu, öyle ki beyninin bu büyüklükten nasibini almadığını hissediyorlardı sadece.


   Hepsinin kendi düşünceleri vardı. Fakat Chu Mingyun ve Su Shiyu'nun hiçbir şey söylemediğini gördüklerinde tüm düşüncelerini gerisin geri yutmak zorunda kalmışlardı.


   Ziyafet şarkılar ve danslarla devam etti etmesine fakat kadehlerin kaldırıldığı her anda bir isteksizlik vardı. Yetkililer büyük zorluklarla ziyafetin sonuna eriştiler, majestelerini tebrik ederek uzun yıllar yaşaması temennisinde bulundular ve böylece bitirmeyi planladılar. Ancak Su Shiyu aniden koltuğundan kalkarak öne çıktı; sudaki dansıyla tüm seyircileri hayran bırakan beyazlı dansçıyı överek Li Yanzhen'den bir hediye sunmasını istedi.


   Başmüfettişin müzik konusunda yetkin olduğu tüm ülkede biliniyordu. Daha önceki ziyafetlerde de dansçı ve sanatçılar adına konuşmuşluğunun örneği yok değildi. Bu büyük bir mesele değildi ve kimsenin umursadığı yoktu. Ancak o konuşmasını bitirir bitirmez bir çatlayıp kırılma sesi yankılandı. Öyle kulak deliciydi ki ziyafet bir anlığına sessizliğe büründü. Karşı tarafta oturan birkaç yetkili, beyaz yeşimden yapılma şarap fincanının Başkomutan Chu’nun bir elinde parçalara ayrıldığını açıkça görebiliyordu.


   Li Yanzhen şaşkınlıkla, "Sevgili tebaam Chu?" diye sordu.


   Chu Mingyun gözlerini salonun ortasındaki Su Shiyu'nun yüzüne dikti. Elini gevşetip açarak kırılmış yeşimin masanın her tarafına saçılmasına izin verdi. Duygusuz bir şekilde, "Kazara oldu." diye cevapladı.