Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 82: Telafisi olmayacak bir duruma gelmiş değiliz henüz. Neden kendinizi dönüşü olmayan bir yola girmeye zorluyorsunuz?

 

   Bu seneki bahar olağanüstü bir hızla ısınıyor gibi görünüyordu. Henüz ikinci ayda olmalarına rağmen başkomutanlık konutunun avlusundaki armut ağaçlarının dalları gür yapraklarla doluydu. Ağacın altındaki taş masaya yeşim taşından bir kap sıcak şarap konmuştu. Chu Mingyun masaya oturmuş, bir eliyle çenesini destekleyerek dalgınlıkla şarap fincanına bakıyordu.


   Mavi elbiseli hizmetçi Su Shiyu'yla avluya girdi, ona selam vererek geri çekildi. O henüz yaklaşmamıştı ki Chu Mingyun başını çevirerek baktı, dudaklarının köşesinde bir gülümseme belirdi. "Gelmeyeceğinden korkuyordum."


   Su Shiyu gülümseyerek onun karşısına oturdu. "Chu Bey’in davet ettiği nadir görülür. Nasıl gelmeyebilirdim ki?”


   "Kötü niyetli olsam bile mi?" Chu Mingyun onun için bizzat şarap doldurdu.


   Su Shiyu bir an durakladı. Ona cevap vermedi. Hemen ardından, "A-Yue ne zaman başkentten ayrılıp Cangwu Dağı’na döndü? Vedalaşmak için bana nasıl gelmez?” diye sordu.


   "Onun saraya girmesine izin vermeyenin ben olduğumu içten içe biliyorsun, neden hâlâ bunu soruyorsun?" Chu Mingyun ona baktı.


   "..." Su Shiyu uzun süre sessiz kaldı. Alçak bir sesle, "Chu Bey,” dedi, “telafisi olmayacak bir duruma gelmiş değiliz henüz. Neden kendinizi dönüşü olmayan bir yola girmeye zorluyorsunuz?”


   Chu Mingyun’un dudakları, gülmek istermiş de gülemezmiş gibi kasıldı. Hiçbir şey söylemedi.


   Su Shiyu'nun gözleri hafifçe kıpırdandı. Kaşlarını çattı. "Beni ne için çağırdınız?"


   "Sana bir içki koydum ve sen içmeyi reddettin. Sana söyleyeceğim tek kelime dahi yok." diyerek güldü Chu Mingyun.


   Su Shiyu iç geçirdi. Çaresizce fincanı alarak hepsini bir seferde içti.


   Chu Mingyun ona dikkatle baktı. Bir sıvı tabakasıyla lekelenerek parlayan dudaklarına takıldı gözleri. Aniden kahkaha attı. "Çok rahatsın. Şaraba ilaç katmış olmamdan korkmuyor musun?”


   "Sen Liang Jin gibi değilsin."


   "Elbette o tür bir ilaç olmayacak." Chu Mingyun hafifçe öne eğildi, gülümsemesiyle gözleri kıvrıldı. "Ama tahmin et bakalım, seni bayıltıp on ila on beş gün kadar uyutmak gibi bir şey yapar mıyım?"


   Kelimeleri duymasıyla birlikte baş dönmesi hissi aklını bulandırdı. Su Shiyu önce afalladı, ayağa kalkmaya çalıştı. Titreyen elleriyle, var gücüyle taş masaya dayandı. İnanamayarak ona baktı. "Chu Mingyun!" Gözlerinin önünde yoğun bir karanlık yükselmeye başladı. Vücudunun gücünü kaybetmesiyle yana doğru düştü.


   Chu Mingyun kolunu kaldırıp onu yakalayarak koynuna aldı. Eğilip Su Shiyu’yu yanlamasına kaldırarak kucakladı. Kollarındaki adamın gözlerini kapatarak derin bir uykuya dalmasını seyretti. Başını indirip Su Shiyu’nun yüzünü öpmeden edemedi. Kibarca gülümsedi. “Aferin.”


   Su Shiyu'yu avludaki yatak odasına taşıdı, yatağa yatırdı ve sabırla saç tokasını çıkarıp açtı. Mürekkep karası bir tutam saçı parmaklarının arasında sarıyordu ki sessizlik içindeki avluda telaşlı koşuşturma sesleri yükseldi birden.


   "Seni Chu kişisi, yine ilaçlarımı karıştırmışsın, buraya saklandığında bulunamayacağını sanma..." Du Yue kapıyı açtığı anda olduğu yerde donakaldı.


   Chu Mingyun yatağın kenarında oturmuşken sükunetle yana doğru baktı, parmakları siyah saçlara dolanmıştı.


   Du Yue titreyen ruhunu sakinleştirerek yaklaştı. "Güpegündüz ne yapıyorsun..." Sonunda yataktaki adamın yüzünü gördüğünde tekrar donakaldı. "Ku… kuzen?... Ona ne yaptın?!"


   Chu Mingyun bakışlarını ondan aldı. "Bir süreliğine uyusun diye ilacını kullandım."


   "Sen..." Du Yue karmaşık gözlerle Chu Mingyun'a baktı, sonunda sözlerini yuttu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın onu ikna edemeyeceğini biliyordu."O zaman kalanını bana geri ver. Bir gece yarısı Qin Zhao'yla birlikte dağlardan kazarak çıkardım onu. Paha biçilemez." Eğilerek baktı. "Ay, kuzenim uyurken bile çok güzel görünüyor."


   “Bütün şişeyi kullandım. Başka kalmadı.” dedi Chu Mingyun.


   "...Bütün şişeyi mi?" Du Yue'nin gözleri büyüdü. Sonunda öfkesine hakim olamayarak atılıp Su Shiyu'nun bileğini tuttu, nabzını kontrol etti. "Sana eşyalarıma dokunmamanı söylemiştim, insan dilinden anlamıyor musun?! Bu ilacın ne kadar güçlü olduğunu biliyor musun?! Bütün bir şişeyi vererek onu aptallaştırmaktan gerçekten korkmuyor musun?!''


   Chu Mingyun dikkatle Su Shiyu'ya baktı. Elini uzatarak yüzünün yan tarafını yavaşça okşadı. "Aptal olması da iyidir; benden başka hiçbir şeyi hatırlamaz. Bir daha ortadan kaybolmaması için hayatının geri kalanı boyunca onunla ilgilenebilirim.”


   "Rüyanda görürsün." dedi Du Yue çekingenlik göstermeden. "Sana ne soracağım bak, kuzenim uyandığında ne yapacaksın?"


   Chu Mingyun eli titredi bir an. "Bilmiyorum." Kaşlarını sertçe çattı. Derin bir iç çekti. "Ne yapmalıyım? Ne yapabilirim ki?"


   Du Yue de sessizliğe büründü. Kolunu karıştırarak küçük bir şişe çıkardı; Su Shiyu'nun dudaklarına götürerek dikkatlice biraz yedirdi. Nabzını tekrar kontrol etti, ancak uzun bir süre sonra bıraktı. "Tamam, böylece bir sorun kalmaz. Ama erken uyanabilir. Tam süresi ise kuzenime bağlı. Dört ya da beş gün, belki yarım ay sürebilir.” Başını eğerek cübbesini düzeltti. Tekrar fısıldadı: "Hükûmette nasıl çalıştığınız umurumda değil. Ben yine aynı şeyi söyleyeceğim; siz ikinizden hanginizin başı belaya girerse girsin kurtaracağım."


   “Ölümüne mücadele edeceğimiz bir duruma gelirsek eğer, yine de bizi hayata döndürebilir misin?” dedi Chu Mingyun.


   Du Yue başını kaldırarak Chu Mingyun'a dik dik baktı. "İşte bu yüzden canımı bu kadar çok sıkıyorsun!" Chu Mingyun'un tekrar konuşmasını beklemeden bıkkınlıkla dışarı çıktı, odayı yeniden sessizlik bürüdü.


   Chu Mingyun gözlerini indirip uzun, çok uzun bir süre Su Shiyu'ya baktı. Aniden yanına yattı. Elini uzatarak Su Shiyu'nun mürekkep karası saçlarından bir tutam aldı, ardından kendi saçından bir tutamı ayırdı. Olağanüstü bir ciddiyet ve titizlikle iki saç tutamını birbirine dolaştırdı, nihayet bağladı. Chu Mingyun sessizce güldü. Kollarını uzatarak Su Shiyu’ya olabildiğince derin ve sıkıca sarıldı. Kendini boynunun kıvrımına gömdü. Usulca fısıldadı. “Shiyu.” Gözlerini kapattı. “Uzun zamandır sana böyle güzelce sarılmamıştım."


   Yatıştırıcı tütsünün kokusu burnunu doldurdu. Nazikçe Su Shiyu'nun şakaklarını ovuşturdu. Bütün endişelerini bir kenara bıraktı, huzur içinde uykuya daldı.


***


   Lu Qinghe ahşap tarağı masanın üzerine koydu, başını kaldırarak aynaya baktı. Göz alıcı ve dizginsiz tarzının bilincinde olarak ayağa kalktı, çantası ile kılıcını kaptığı gibi odadan çıktı.


   Changan'da epey uzun kalmıştı. Fener Festivali gecesi majestelerine veda etmişti. Tekrar seyahate çıkmasının zamanı gelmişti. Çalışma odasına doğru ilerlerken zihninde söyleyecekleri üzerine iyice kafa yormuştu ancak babasının önüne geldiğinde, uzun ve mantıklı konuşmasını henüz bitiremeden Lu Shi başını sallayarak onayladı.


   "Tamam, Changan'dan ayrılmak istiyorsan sorun değil. Gecikmeden git. Şehirden çıkacağın atı hazırlatacağım.” Lu Shi onun omzunu sıvazladı. İfadesi biraz ciddiydi.


   Lu Qinghe şaşkınlık içinde bir şeyler hissetti. "Baba, ne oldu?"


   "Ah." Lu Shi derin bir iç çekerek dışarıya baktı. "Korkarım bu başkent büyük çalkantılara gebe. Başkentin üç kolu sıkı bir şekilde korunuyor. Zhou Yi birliklerini Changan'a getirdi. Majesteleri hâlâ komada. Su Bey bile hiçbir yerde bulunamıyor. Eğer şimdi ayrılmazsan bir daha fırsatın olmaz!”


   Lu Qinghe'nin kalbi sıkıştı. Aceleyle, "Majestelerine ne oldu?" diye sordu.


   "Daha önce zehirlenmişti ve yine komaya girdi. Korkarım ki bu kötüye işaret." Lu Shi endişe içindeydi.


   "Peki o şimdi..."


   "Bu senin endişelenmen gereken bir şey değil." Lu Shi onun sözünü kesti. "Qinghe, çabuk ayrıl. Changan'dan ne kadar uzakta olursan o kadar iyi.”


   "Peki ya sen?" dedi Lu Qinghe telaşla. "Baba, benimle gelsene. Dünyada birçok arkadaş tanıyorum. Seninle ilgilenebilirim."


   Lu Shi başını salladı. "Ben hükûmetin önemli bir yetkilisiyim. Changan hâlâ ayakta olduğu sürece asla ayrılmayacağım."


   Lu Qinghe elindeki çanta ile kılıcı yere attı. "Eğer sen gitmiyorsan ben de gitmem."


   "Ne saçmalıyorsun? Başkentte kalarak ne yapmayı düşünüyorsun?" Lu Shi'nin beti benzi attı.


   "Changan'ı ve majestelerini korumak için sana eşlik edeceğim."


   "Saçma sapan konuşma. Saraydaki erkekler henüz ölmedi. Genç bir kız olarak öne çıkma sırası sana mı geldi?" Lu Shi'nin sesi sertleşti. "Eğer gözlerinde beni hâlâ baban olarak görüyorsan, ne olursa olsun harekete geçme. Konakta da daha fazla durma, hemen git!"


   "Baba!"


   Lu Shi onunla daha fazla konuşmadı. Onu dışarı çıkardı. Sesini yükselterek, "Atı hazırlayın!" diye emretti.


   Hizmetçi aceleyle atı getirdi.


   "Gitmeyeceğim, baba..." Lu Qinghe umutsuzca kaçmaya çalışırken Lu Shi'nin eli omzunu kavradı. Boş bir şaşkınlıkla Lu Shi'nin gözlerine baktı.


   "Çocukluğundan beri ne kadar asi olsan da seninle zıt düşmedim. Sadece bu sefer için, Qinghe, babanı dinle." Lu Shi ona derin gözlerle baktı. Küçükken ilk kez ata binmeyi öğrettiği zamanlardaki gibi, artık ince ve narin olan bu kızı doğrudan atın üzerine alarak dizginleri onun ellerine verdi. "Dışarıda eğlenmene bak. Baban için endişelenme."


   Lu Qinghe'nin gözleri yaşlarla doldu, boğazı düğümlendi, konuşmak istedi.


   "Git hadi!" diye bağırdı Lu Shi. Gözleri kıpkırmızıydı.


   Gözlerinden yaşlar boşandı. Lu Qinghe dişlerini sıktı ve sonunda başını çevirdi.


   At, kırmızılar içindeki kızı ateş gibi alıp götürerek konağından kapısından dörtnala çıkarken Lu Shi hâlâ aynı yerinde duruyor, uçuşan tozlara uzaktan bakıyordu.


   Tıpkı Lu Shi'nin söylediği gibi, sokaklar ve caddelerde, her yerde askerlerin ve muhafızların ağır, siyah zırhları görülebiliyordu. Lu Qinghe etrafına baktı, bir an tereddüt etti, aniden atının başını çevirerek hızla saraya doğru ilerledi.



   Gece çoktan ilerlemişti. Yatak odası sessizlik içindeydi.


   Li Yanzhen'in durumuyla ilgilenmek üzere sarayda kalan imparatorluk doktoru düşünüyor, düşünüyor, daha fazla düşünüyor ancak hâlâ anlayamıyordu. Ellerini arkasında kavuşturmuş, bir ileri bir geri volta atıyordu. Salonun kapısı hafifçe çalındı, saray hizmetçisi kapıyı iterek sessizce içeri girdi. Arkasına dönüp baktığında belli belirsiz bir yabancılık sezdiyse de bunu umursayacak halde değildi. "Ben ilaca bakmaya gidiyorum. Burada majestelerine göz kulak ol.”


   Saray hizmetçisi başını eğerek onayladı. İmparatorluk doktoru hızla ayrıldı. Dikkatlice dışarıyı yoklayarak bir süre kimsenin gelmeyeceğinden emin oldu. Aceleyle perdeyi açıp yatağın yanına geldi.


   Kibar ve zarif bir adam gözleri kapalı yatıyordu; nefesi hafif ve sığdı, sanki sadece uyuyormuş gibi huzurlu ve sessizdi.


   Lu Qinghe bir süre boş boş baktı. Aceleyle elini kaldırıp gözlerinin kenarlarını ovuşturdu, ardından nabzını kontrol etmek için Li Yanzhen'in bileğini tuttu. Şaşkınlık dolu bir nidada bulunmaktan kendini alamadı. Nabzı zayıf olmasına rağmen hala stabildi, neredeyse hiç zehirlenme belirtisi yoktu, sadece bilinci yerinde değildi ve uyanması uzun zaman alıyordu.


   Lu Qinghe şüphelerini bastırdı. Li Yanzhen'i doğrulttu, elini sırtına koydu, zihnini toparladı ve kendi özünü onun meridyenlerini ayırmasına yardım etmek için kullanmaya çalıştı. Öyle titizdi ki vücudunu ter kapladı. Belirsiz bir süre sonra Li Yanzhen'in parmakları aniden titredi, fark edilemeyecek kadar hafifti. Lu Qinghe telaşla durdu. Tatlı bir şaşkınlıkla ona baktığında ise onu hâlâ orada bilinçsizce yatarken gördü. Sanki sadece bir yanılsamaydı. Yüzündeki gülümseme hafifçe donuklaştı ve yavaş yavaş soldu.


   "Eğer uyanmazsan Jiangnan'daki çiçeklerin açışına yetişemeyeceğim." Lu Qinghe yatağın kenarına uzanıp ona baktı. Sonunda fısıldamaktan kendini alamadı: “...Çabuk iyileş.”