Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Ekstra 1: “Yalnızca bunu istiyorum.”

 

   Binlerce li uzaktaki Jinling’den, evinden iki mektup gelmişti.


   Du Yue kendi mektubunu büyük bir heyecanla açtı. Daha sonra elindeki mektuba gözlerini dikti, okumayı yeni söken biri gibi üç dört defa okuyup durdu. Nihayet düşmüş bir yüzle diğerini, Su Shiyu’nun mektubunu vermek üzere kuzenini bulmaya gitti.  


   Su Shiyu Teftiş Ofisi’ndeki günlük işleri henüz bitirmiş, Su Konağı'ndaki çalışma odasında evrak işlerine bakıyordu. Her ne kadar Chu Mingyun'la olan ilişkisi sabah divanındaki “Kalbimi sana bahşediyorum.” sözleri nedeniyle artık herkesçe iyi biliniyor olsa da Su Shiyu zaman zaman konağa geri dönüyordu. Ne de olsa Su ailesinde ilgilenmesi gereken işleri vardı ve çalışma odasında hâlâ kullanılması gereken kitaplarla belgeler mevcuttu. Chu Mingyun birkaç defa tüm eşyalarını saraya taşımasını ve tamamen orada kalmasını söylemişse de Su Shiyu başını sallayarak bunun yakışık almayacağını belirtmişti. Böylece Chu Mingyun onunla görüşmek için konağa geldiği her seferinde kapının önünde durup bir süre gözlerini diker olmuştu. Su Bai’nin sözleri şöyleydi: “Majestelerinin yüzünde Su Konağımızı sürgün etmeye can atan bir ifade var, aman genç efendi!”


   Du Yue mektubu uzattı, Su Shiyu'nun okuduktan sonra gülümsemesini izledi. Dayanamayarak, "Kuzen, annem sana ne yazmış ya? Senden ve Chu kişisinden… siz ikinizin meselesinden bahsetmemiş mi?” diye sordu.


   Su Shiyu mektubu bir kenara bıraktı. Gözlerini kaldırdığında onun acı dolu yüzünü gördü. Cevap vermek yerine, "Halam sana ne yazmış?" diye sordu.


   "Bana... off..." Du Yue başını kaşıdı. "Annem evlenip bir yuva kurmak üzere geri dönmemi istiyor. Ondan sonra sana neler olduğunu anlatırım.”


   Su Shiyu başını yukarı aşağı salladı. "Şaşılacak bir şey yok. Halam, benim sorun çıkarmamın kendisinin benimle yeterince ilgilenmediği için olduğunu düşünüyor, doğal olarak seni bir an önce yola getirmek istiyor."


   "Annem sana böyle mi demiş ya? Peki ne yapacaksın? Siz ikiniz kolay kavuşmadınız. Eğer yine bir şey olursa Chu kişisinin ne yapacağını düşünmeye bile cesaret edemiyorum."


   "Bu endişe edilecek bir şey değil. Jinling'e döndüğünde halama benim için bir mektup ver.” Su Shiyu, Du Yue'nin karmakarışık yüz ifadesine baktı ve gülümsemekten kendini alamadı. "Hayırdır, geri dönmek istemiyor musun?"


   "Ben… Eve gitmek istemediğimden değil, sadece..." Du Yue kaşlarını çattı. "Sadece gidip de evlenmek istemiyorum."


   Su Shiyu gülümseyerek ona baktı. Çay fincanını kaldırdı. "Neden evlenmek istemiyorsun?"


   “...Daha kaç yaşındayım ki? Evlenmek için çok erken."


   “Yetişkinliğe erdin çoktan. Bir yuva kurman çok doğal. Başka insanlarla kıyaslarsak da erken denemez.”


   "Ama kuzen, sen de ayak sürümüyor musun?"


   Su Shiyu telaşsızca çayını yudumladı. “Tam da bu yüzden halam şimdi geri dönmen için acele ediyor."


   "..." Du Yue'nin nutku tutulmuştu. Ancak uzun bir süre sonra bir cümle kurabildi. “...Öyle diyorsun da ben yine de evlenmek istemiyorum. "


   "Sebebi yok mu?"


   Du Yue tekrar başını kaşıdı. "Bilmiyorum, aklım karmakarışık."


   "Aklından ne geçtiğini anlayamıyorsan sana fazla yardımcı olamam." Su Shiyu düşünceli bir ifadeyle ona baktı. “Belki başkalarına da bir sorabilirsin.”


***


   Kapı aniden çalındı. Qin Zhao şaşkınlık içinde yarısı silinmiş kılıcını bıraktı, ayağa kalkarak kapıyı açtı. Kapıda, Du Yue burnuna dokunarak kuru kuru güldü. "Qin Zhao, sen… hâlâ uyumadın mı?"


   Qin Zhao henüz tamamen kararmamış gökyüzüne baktı. “...Hm.” Onu odaya aldı. "Ne oldu?"


   "Pek bir şey yok.” Du Yue’nin uslu uslu oturduğu ender görülürdü. "Annem bana mektup yazmış, eve döneyim istiyor.”


   "Hm." Qin Zhao başını salladı. "Birkaç günlüğüne mi döneceksin?"


   "Hayır." Du Yue ona baktı, başını tekrar eğerek boğuk bir sesle, “Annem eve dönüp evlenmemi istiyor.” dedi.


   Qin Zhao bir anda aptallaştı, hiçbir şey söylemedi.


   "Annem net konuşuyor. Eve döndüğümde kesinlikle kaçamayacağım. Fakat bu evlilik… Sen, sen ne düşünüyorsun?” Du Yue bunu söyledikten sonra kendini tuhaf hissederek aceleyle ekledi: "Bir şey ima ettiğim yok, sadece birini bulup fikrini almak istedim. Ne de olsa benim hiç ilişkim olmadı…”


   Konuştukça sesi kısıldı da kısıldı. Karşısındakinde ise en ufak bir hareket yoktu. Du Yue başını kaldırıp bakmaktan kendini alamadı, Qin Zhao’nun yüzü her zamanki gibi okunaksızdı. Yalnızca dudaklarını sımsıkı kapatmıştı, tek kelime etmiyordu.


   "Qin Zhao, böyle davranmak zorunda değilsin. Önemli değil. Sadece sana danışmak istedim. Benimle istediğin gibi konuşabilirsin… Ben…” Devam edemedi. Kapıda durduğu sıradaki sebepsiz gerginlik ve huzursuzluk biraz daha soğudu, bu soğukluk yoğunlaşıp kalbinde bir kırağıya dönüyordu sanki. Du Yue çenesini kapattı. Sessizce oturdu bir süre. Aniden dudakları kıvrılarak güldü. “Aman ya cidden, bunu neden seninle konuşuyorum ki? Tuhaf. Ha evlenmişim ha evlenmemişim… seni ne alakadar eder ki?”


   Ayağa kalkıp dışarı yöneldi. "Sen yat uyu, ben de ayrılmak için eşyalarımı toplamaya gideyim."


   Qin Zhao yanındaki ellerini sertçe sıktı. Du Yue'nin ayağa kalkıp gidişini, kapıya doğru yavaş adımlarla yürümesini gözünü ayırmadan izledi.


   Tam kapıyı açmışken aniden bir el uzanarak kapıyı zorla kapattı. Du Yue henüz tepki veremeden arkadan sımsıkı kucaklandı. Başı diğer adamın göğsüne yaslandı. Zincire vurulmuş gibi, arkasını dönemez olmuştu. Yalnızca kalp atışlarının sesini işitiyordu. Ardından başının üstünden bir ses geldi. “...İstemiyorum.”


   "Ha?" Du Yue neye uğradığını şaşırmıştı.


   "Senin evlendiğini görmek istemiyorum." Ses tonu hâlâ düz olmasına karşın konuşması bariz şekilde daha hızlıydı. “Seninle iyi bir kardeşliğim olmasını da istemiyorum.”


   Du Yue başını çevirmek istedi fakat omzuna bastırıldı. Qin Zhao başını onun ensesine doğru indirdi, dişlerini sıkarak devam etti. "Sürekli başka insanlara bakmanı istemiyorum. Sürekli Su Shiyu’dan bahsetmeni istemiyorum. Cangwu Dağı’ndayken böyle düşünüyordum, şimdi bile böyle düşünüyorum. Bilmeni istiyor fakat yine bilmenden korkuyordum…”


   "Qin Zhao..."


   "Benimle olmanı istiyorum."


   Du Yue sersemledi, zihni yavaş yavaş boşluğa karıştı. Kalbini bağlayan kırağı ise usulca ısındı. İçten içe heyecanı arttı.


   Evlenmek istemeyişinin kara kara düşündüğü sebebi buymuş meğer. Aslında tek bir şeymiş. Uzun mu uzun bir zamandır sessizce yanında durup onu kollayan bu adama o kadar aşina olmuştu ki artık duygularını ayırt edemez hale gelmişti.


   Kollarındaki adamın uzun süre tepki vermediğini gördüğünde Qin Zhao’nun yüzü karardı. Yavaşça elini gevşetti, birkaç adım geri çekildi. “...Saçma sapan konuşuyorum ben. Hadi geri dön.”


   Du Yue'nun figürü bir anlığına titredi. Qin Zhao belli belirsiz bir kahkaha duydu, sonra onun arkasını dönerek, "Geri dön de ne? Benimle olmak istediğini söylemedin mi? O kadar konuştuktan sonra beni bırakıp gitmemi mi istiyorsun?” dediğini gördü.


   Qin Zhao afallar gibi oldu. Sonra Du Yue'nin devam ettiğini duydu. "Fakat iyice düşündün mü? Benim huysuz biriyim, saftiriğim ve sürekli başa dert açarım. Bunlara rağmen benimle olmak ister misin yine?”


   Qin Zhao bir süre düşündü. “Sence ben belagatten yoksun ve sıkıcı mıyım?” 


   Du Yue kaşlarını çattı. "Bazen dayanılmaz oluyorsun ama bunca yıldan sonra buna alıştım."


   Qin Zhao ona baktı. Yüzüne bir gülümseme konduramamış olsa da gözlerinin yumuşadığı barizdi. "Ben de alıştım."


   Du Yue elini uzatıp onun yüzünü ovuşturdu. Dudaklarında bir gülümseme belirmesine mani olamadı. Öylece birkaç adım atıp bir sandalyeyi çekerek geri geldi, Qin Zhao'nun karşısına oturdu. "Tamam, öyleyse bu bir söz, bakalım gelecekte pişman olmaya cüret edecek misin!" Kendi çenesini ovuşturdu. “Ama yine de eve dönmem gerekiyor. Anlaşılan bu sefer anneme kuzenimle birlikte hesap vermem gerekecek.” 


   "Sana eşlik edeceğim." Qin Zhao bilinçsizce Du Yue'nin elini tuttu, durakladı ve bırakmadan sıkıca tuttu.


   "Qin Zhao, annem her halükarda Su ailesi generallerinden gelmedir. Dövüş sanatlarını iyi bilir. Benimle Jinling'e dönersen seni döveceğinden korkmuyor musun?" diye sordu Du Yue.


   Qin Zhao başını salladı. "Bu, sana eşlik etmem için bir sebep daha verir."


   Du Yue sonunda gülümsemekten kendini alamadı. "Olur. Aman, yine de aslında korkmana gerek yok. Az önce seni korkutuyordum. Annem çok iyidir. Daha önce böyle birçok kere beni pataklayacağını söylerdi fakat gerçekten vurmazdı. Senin bana böyle iyi olduğunu görünce ikimizi mutlaka kendi halimize bırakacaktır. Veya buluştuğumuzda benim dediklerimi yaparsın…”


   Qin Zhao onun gevezeliklerini dinledi. Başını indirip ikisinin tutuşan ellerine baktı. Parmaklarını kapatarak öteki elin sıcaklığını hissetti. Gençliğindeki o yoğun karlı manzaranın ısınışından bugüne gelmiş, nihayet hiç bırakmadan sımsıkı kavrayabilmişti.


***


   Gece Chu Mingyun yatak odasına girdiğinde Su Shiyu bir şeyler yazıyor ve üzerine şahsi mührünü basıyordu. Daha yeni banyo yapmıştı; hafif nemli, uzun, kuzgun karası saçları omuzlarına yayılmıştı. Adım adım giderek masaya dayandı, kayıtsızca bir bakış attı. “Bu nedir?”


   “Halam bir mektup göndermiş. Ona cevap yazdım. A-Yue döndüğünde ona teslim edeceğim.” Su Shiyu mektubu katlayarak bir zarfın içine koydu.

  

   Chu Mingyun'un yüzü hafifçe değişti. Böyle bir zamanda aniden gelen bir mektubun ne için olduğu düşünmekle tahmin edilebilirdi. “Bizi onaylamıyor mu?”


   Su Shiyu gözlerini kaldırıp ona baktı, usulca gülümsedi. “Halam sadece benim için endişeleniyor, önemli bir şey değil."


   "Peki cevap olarak ne yazdın?" Chu Mingyun ona baktı.


   Su Shiyu onun ifadesinde bir gerginlik sezdi. Gülümsemesi genişlerken sakince, “Hiçbir şey.” dedi.


   Chu Mingyun kaşlarını kaldırdı. "Shiyu.”


   Karşı taraf sadece gülümsedi, hiçbir şey söylemedi. Buna karşılık öne doğru eğildi, Su Shiyu’nun boynunu ovuşturarak alçak bir sesle, “Sevgili nazırım Su?” dedi.


   Su Shiyu'nun vücudu kaskatı kesildi. Tam vücuduna değdirdiği elini tutmak üzereydi ki kulaklarında hafif serin bir dokunuş hissetti -Chu Mingyun’un nemli saçlarıydı. Ardından ılık nefesi kulağına erişti. 


   “Su Bey.”


   “Su abi.”


   “Canımın içi…”


   “Uslu dur.” Su Shiyu derin bir nefes aldı, onun huzursuzca belinde dolaşan elini tuttu. Başını omzuna yaslamış, cilve becerileri gün geçtikçe gelişmiş Chu Mingyun’a baktı. Ne yapacağını bilemez haldeydi. “Mektupta halama yazdım ki; Su ailesinin yeşim kolyesi çoktan verildi ve onu geri almak için kesinlikle hiçbir neden yok. Doğal olarak anlayacak, başka bir şey söylemeyecektir.”


   Chu Mingyun bunu duyduktan sonra doğruldu. "Sana sormayı unuttum, bu yeşim kolye tam olarak ne işe yarıyor?"


   “Bir işe yaradığı söylenemez.” diyerek gülümsedi Su Shiyu. "Yeşim kolye bana annemden kaldı; aynı zamanda Su ailesinde bir gelenektir, aile reisi düğün gecesi yeşim kolyeyi hanımına teslim etmek zorundadır. Kimliğin bir kanıtı olarak kabul görür.”


   Chu Mingyun boş boş bakakaldı, bir anlığına konuşamadı. Su Shiyu kalbinde ona en başından beri yer olduğunu itiraf etmesine karşın bu “en başından beri”nin nihayetinde ne zaman başladığını hiç düşünmemişti. Kendisinin kalbinin hâlâ kıpırtısız olduğu ve onu ciddiye almadığı zamanlarda aslında onun çoktan sabırla katlandığı, sessizce yüreğinin derinlerine gömdüğü aklına bile gelmezdi. Bundan sonraki kargaşa ve belirsizlik, içtenlik ve yapmacıklık, hepsi oyun tahtasının kafaları karıştırmasından ibaretmiş meğer.


   Su Shiyu'nun bakışlarıyla karşılaşınca Chu Mingyun ifadesini dinginleştirdi hemen. Bir durdu, dudaklarını kıvırarak konuştu. "Madem benden bu kadar uzun zamandır faydalanıyorsunuz, peki Su Bey, benimle yapacağınız düğünü ne zaman telafi etmeyi düşünüyorsunuz?”


   Su Shiyu gülerek hafifçe başını salladı. "Bir düğün yapacak olursak mutlaka mani olup kınarlar. Majestelerinin gerçekten de muhalefet eden herkesi öldürüp yeni bir kargaşaya neden olmak niyetinde olması mümkün mü?”


   "..." Chu Mingyun cevap vermedi. Fakat sertçe çatılmış kaşları memnuniyetsizliğini açıkça gösteriyordu.


   “Birbirimizi gözetebilmemiz yeterli zaten.”


   "Shiyu…" diyerek iç geçirdi Chu Mingyun. "Sana her şeyi vermeyi canıgönülden istiyorum fakat sen hiçbir şey istemiyorsun."


   Su Shiyu bir süre düşündü. Aniden, "Bana elini ver." dedi.


   Chu Mingyun anlamayarak elini uzattı, Su Shiyu nazikçe avucuna aldı. Ardından masanın üzerindeki şahsi mührünü alarak Chu Mingyun'un elinin üzerine bastı. Zincifre kızılı, teninin saf beyazıyla tezat oluşturuyordu. Su Shiyu belirsizce gülümsedi, elini tuttu, gözlerini indirdi ve kendi adını öptü. 


   Elinin arkası sıcacıktı. Chu Mingyun zincifre renginin onun dudakları arasına bulaştığını gördü, elini çevirip Su Shiyu’nun çenesini kavrayarak öptü.


   Su Shiyu inisiyatif alarak onun omuzlarına doladı kollarını. Dudakları ile dillerinin iç içe geçtiği aralıkta iki çift göz birbirine baktı. Hafifçe kıkırdadı, tekrar onun yüzünü öptü. “Yalnızca bunu istiyorum.”


   Chu Mingyun alnını onunkine dayadı, gözlerinin derinliklerine baktı. Aceleci soluğunu baskıladı, hafif boğuk bir sesle, “Güzel.” dedi. “Yarın izin günü olduğunu hatırlar gibiyim.” 


   "..." Su Shiyu, "Kastettiğim bu değildi..." dedi.


   Yarım kalan sözcükler dudakların ve dişlerin arasında eriyip gitti, geriye bir tek ölümcül duygular kaldı.