122 - Ek 40
Jin Beiguo Zhao Jiangui’yi ikna etmeyi başaramadı. Törenden sonra Zhao Jiangui dövüş sanatları aleminden iz bırakmadan kaybolmuş gibi görünüyordu.
Bu haber şeytani mezhebe ulaştığında Ji Han’ın yüzü açıklanamaz bir şekilde asılmış, öfkeden köpürmüştü.
Böylesine büyük bir olayı Zhao Jiangui onunla tartışmamıştı bile.
Birkaç gün boyunca berbat bir ruh hali içindeydi. Mezhepteki hiç kimse onu teselli edecek tek bir şey bile söylemeye cesaret edemiyordu. Yine keyifsiz olduğu böyle bir gecenin ortasında belgeleri okurken Wei Qi ona rapor veriyordu; Kartal Salonu’nun son günlerde dövüş sanatları aleminden ele geçirdiği istihbaratı sıralıyordu.
Ji Han ve Wei Qi biraz konuştuktan sonra dışarıdaki avluda aniden bir hışırtı sesi duydular. Ardından biri kapıyı hafifçe çaldı.
Büyük hizmetçi ona birilerinin ziyarete geleceğini söylememişti. Ji Han ve Wei Qi birbirlerine baktılar. Kaçınılmaz olarak gardını alan Ji Han masanın üzerindeki kılıcı kavrayarak sertçe bağırdı. "Kim var orada?!"
Kapının dışında birkaç dakika sessizlik oldu ve ardından birisinin “Erkeğin.” diye cevap verdiği duyuldu.
Ji Han: "..."
Öylesine tanıdık, vıcık vıcık bir ses tonu. Ji Han'ın ne tür birinin geldiğini anlaması için düşünmesine gerek yoktu.
İçten içe son derece memnun olmasına rağmen gülümsemeye direndi. "Zhao Jiangui, yine saçma sapan konuşuyorsun!"
Zhao Jiangui kapıyı iterek açtı ve gülümseyerek içeri girdi. "Ne zaman saçma sapan konuşmuşum?"
Kısa bir ayrılıktan sonra gelen bu kavuşmayla Ji Han, hiç resmi işlerle uğraşacak havada değildi. Zhao Jiangui'yi yakaladı. "Neden geri döndün?"
Zhao Jiangui: Şeytani mezhepte kalmayı planlıyorum."
Ji Han'ın kaşlarını kaldırdığını görünce hemen lafını düzeltti. "Kutsal mezhepte."
Ji Han: "..."
Zhao Jiangui: "Dövüş sanatları aleminden temelli ayrıldım. Acaba mezhep efendisi naçiz Zhao'ya bir lokma yemek ayırabilir mi?"
Ji Han tereddütle, "Gerçekten artık mezhepte mi kalacaksın?" diye sordu.
Zhao Jiangui başını salladı. "Tabii ki."
Ji Han sevincine rağmen, "Neden?" diye sormadan edemedi.
Zhao Jiangui, daha açık sözlü olması gerektiğini düşünerek ağzını açtı. "Yolunu şaşırıp başkasının gönlüne varmandan korkuyorum.”
Ji Han donakaldı. Zhao Jiangui’yi bir süre baştan aşağı süzdü, sonra yüzü buruşarak soğuk bir sesle, “Çıkar.” dedi.
Zhao Jiangui'nin bir an için kafası karıştı. “Neyi çıkarayım?” diye sordu.
Ji Han öfkeyle sordu: "Senaryon nerede? Sanki bir oyundan replikler okuyormuş gibi konuşuyorsun!"
Zhao Jiangui istemsizce güldü. “Senaryo nereden çıktı?”
Ji Han: "Düzgün konuş!"
Zhao Jiangui mağdur bir ifadeyle, "Düzgün konuşuyorum zaten!" dedi.
İkisinin tekrar kavga etmek üzere olduğunu gören Wei Qi hemen arayı yapmaya kalktı. "Kahraman Zhao'nun kutsal mezhepte kalmak istemesi harika bir şey!"
Ji Han: “Heh.”
"Ancak sizin özel bir statünüz var Kahraman Zhao," dedi Wei Qi gülümseyerek. "Eğer mezhepte kalmak istiyorsanız korkarım yine uygun bir kimlik bulmanız gerekecek."
Zhao Jiangui: "..."
Bu konuşma oldukça tanıdık geliyordu.
"Naçiz Wei bunu düşündü, sadece şu üç kimlik size uygun olurdu.” Wei Qi parmağını kaldırdı. “Mezhep efendisinin ölüm muhafızı, şahsi hizmetçisi veya sevgilisi."
Zhao Jiangui: "..."
"Ölüm muhafızlığını ve hizmetçiliği denediniz zaten.” dedi Wei Qi. “En iyisi…”
Zhao Jiangui: "..."
Wei Qi kıkırdadı. "En iyisi bırakalım da kendiniz bir tane seçin Kahraman Zhao."