Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm

Yeni danmei!! Şeytani Mezhebin Efendisi ile Konuşmanın Yanlış Yöntemi --- Ana hikaye bitti, ekstraları tamamlayınca buraya yazacağım.

Bölüm 5: Bu Göç Gerçekten Trajik

Xiao Yuan etrafını saran hafif tül perde ve göz kamaştırıcı duman karşısında sersemlemişti. Başını hafifçe salladı ve kendini hafif kokulu bir yorganla örtülü buldu. Bu yorganın üzerine görkemli bir altın ejderha işlenmişti; bu ejderha alevler püskürtüyordu, keskin dişleri ve saldırıya hazır pençeleri onu çok gerçekçi gösteriyordu.


Xiao Yuan kendini destekleyerek yatakta doğrulup oturdu. Birden ipek gibi uzun siyah saçları bir şelale gibi omuzlarından aşağı döküldü.


Ha?


Xiao Yuan birkaç tutam saçı yakalayıp sertçe çekti.


Ay, acıdı.


Xiao Yuan'ın zihni hızla düşünmeye başladı, ardından kafasının son derece karıştığını hissetti.


Bu bir yeniden doğuş olabilir mi?


Marx'ın tabutu hâlâ mühürlü mü?


“Majesteleri, uyandınız mı? Bendeniz kıyafetlerinizi değiştirmenize yardım edecek.” Yatak odasının kapısı hafifçe itilerek açıldı, genç ve güzel bir kadın içeri girdi. Elinde, yüzünü yıkamasına yardımcı olmak için su dolu bir leğen tutuyordu. Sade, camgöbeği bir elbise giymişti ve saçları bronz, antik bir saç tokasıyla süslenerek topuz yapılmıştı.


Majesteleri mi?


Xiao Yuan biraz üzgün hissetti, yeniden doğmak zaten kolay değildi ve üstüne bu ortamın gerçekçi bir ortam olduğu ortaya çıkmıştı. Bir xiulian dünyasının zevkini deneyimleyemeyecekti.


Marx mezarında ağlayacak olsa da Newton rahat bir nefes alabilirdi.


“Bu dünyada canavarlar, ölümsüzler ya da bu türden herhangi bir şey var mı?” diye sordu Xiao Yuan.


Genç kadın şaşkına döndü. “Majesteleri? Tapınağa gidip ibadet etmeyi mi planlıyorsunuz?”


Ah, demek burası fantastik bir ortam da değil.


Xiao Yuan'ın yüzünde hayal kırıklığı belirdi.


“Majesteleri, merhum imparator Batı Cenneti’ne gireli birkaç gün oldu, üzülmeyin; dikkatli olmalısınız ki vücut sağlığınıza zarar vermeyesiniz.” Xiao Yuan'ın hareketlerini yakından gözlemleyen hizmetçi, nazik bir ses tonuyla onu teselli etmeye çalıştı.


Ah, yani ruhu, tahtı henüz devralan yeni bir imparatorun bedeninde mi?


“Bir ayna var mı?” diye sordu Xiao Yuan hizmetçiye.


Hizmetçi hemen bronz bir ayna getirdi, eğildi ve yatağın önünde diz çökerek aynayı Xiao Yuan'a uzattı.


Xiao Yuan bronz aynayı alıp yüz hatlarını inceledi.


Ah, gerçekten çok iyi görünüyor, temiz ve yakışıklı. Kaşlarıyla gözleri güzel hizalanmıştı, cildi çok beyaz ve güzeldi, dudakları doğal bir kırmızıydı ve gözleri parlaktı. Bu genç, güzel bir gencin yüzüydü.


Xiao Yuan sessizce içini çekip içinden sessizce kendini tanımladı.


Genç bir imparator.


Bu tür bir hükümdarın ya askeri güç elinde değildir ya da annesinin yahut amcasının kuklası olmuştur. Veya bir ülkeyi nasıl yöneteceğini bilmeyen, günlerini lüks ve yolsuzluk içinde geçirmeye kararlı, ateşli bir gençtir.


Her halükarda bu tür bir yolun başlangıçta yürümesi kolay bir yol olmadığını zaten biliyorum.


Ancak yeniden doğuş binlerce insan arasından benim elime geçen garip bir fırsat; ana karakter olmasam bile sadece bir sayfada görünen basit bir top yemi olmayacağım!


Xiao Yuan'ın birden keyfi yerine geldi.


“Senin adın ne?” diye sordu Xiao Yuan hizmetçiye.


Hizmetçinin kısa bir an için kafasının karıştığı belliydi ama yine de saygıyla cevap verdi: “Bendenizin adı Hong Xiu.”


“Hong...”


Ha?


Bir dakika, bu isim, neden bu kadar tanıdık geliyor?


Genç imparator mu? Önceki imparator rahmetli mi oldu?


Xiao Yuan birkaç kez tereddüt etti ama sonunda sormayı başardı: “Prenses Yongning son zamanlarda neler yapıyor?”


“Majestelerine cevabımdır.” Hong Xiu yere diz çöküp başını eğdi. “Bendeniz Prenses'in son zamanlarda guqin çalmayı öğrendiğini duydu.”


Az önce içinde bulunduğu durumdan son derece memnun olan Xiao Yuan, hizmetçinin söylediklerini dinledikten sonra bir ceset gibi kaskatı kesilerek yatağa yığıldı.


“Majesteleri? Ne oldu Majesteleri? Kendinizi hasta mı hissediyorsunuz? Majesteleri?” Hong Xiu onun tepkisi karşısında son derece şaşırmış, telaşlı bir sesle soruyordu.


“Hayat beni boğazımdan yakaladı ve sonra yüzüme şiddetli bir tokat attı.”


“Ha?”


“Sadece gerçek savaşçıların kan dökülse bile hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmeye cesaret edebileceğini biliyorum.”


“Majes... Majesteleri?”


“Artık kaderim mühürlendi. İnsan kalplerinin eski çağlardaki gibi olmadığı ve önemsedikleri her şeyin maddi arzular olduğu bu dünyada, sadece bu yorganın azıcık sıcaklığı kaldı.”


“Majesteleri! Sorun nedir? Hemen imparatorluk hekimini çağıracağım!” Hong Xiu korkuyla birkaç adım attı. Aceleyle birini yardıma çağırmak istiyordu ki Xiao Yuan onu çabucak durdurdu.


“Her şey yolunda, sadece gerçeklikten kaçıyordum.” Xiao Yuan elini zayıfça salladı.


Xiao Yuan aslında yeniden doğmadığını tamamen anlamıştı.


Bir kitaba göç etmişti.


Ölmeden önce okuduğu Dört Krallığın Tarihi adlı harem romanına göçmüştü.


Orijinal kitapta Hong Xiu, Kuzey Krallığı'nın genç imparatorunun kişisel hizmetçisiydi. Şimdi o erkek kahramanın elinde canlı canlı işkence gören genç imparator ile aynıydı.


Xiao Yuan, Hong Xiu'nun paniklemiş ve soru soran ifadesinin ortasında yüzünü süsleyen sefil bir ifadeyle duvara bakan yatağın üzerinde yuvarlandı.


Ah, nihayetinde bir top yemi rolüne sahip olmak daha iyi olurdu. Gençliğimin baharında bir başkan olarak daha ruh eşimle bile tanışamadan aniden ölümcül bir hastalık teşhisi konuldu bana. Bu bile tek başına bir ömür boyu şikayet etmeye yeterken şimdi bir de böylesine karmaşık bir yardımcı karaktere göç etmek zorunda kaldım... Ah, hayatım gerçekten sefil ve kederli.


Xiao Yuan düşüncelerini toparlayıp kendini bitkin hissettikten sonra ayağa kalktı, zaten kafası çok karışık olan Hong Xiu'ya sordu: “Yan Heqing nerede?”


“Majesteleri, bendeniz… cahil ve Majestelerinin kimi sorduğunu bilmiyor.” Hong Xiu ne diyeceğini şaşırdı, dizlerinin üzerine çökerek önünde eğildi.


Xiao Yuan onu hemen ayağa kaldırdı. “Erkek kahraman, yok bekle, Güney Yan Krallığı'nın esir alınan prensi, hm? Hâlâ anlamadın mı? Babam tarafından canlı yakalanan prensten bahsediyorum, doğru ya, Kuzey Krallığı'nın merhum imparatoru, onun ülkesini fetheden.”


Hong Xiu'nun yüzünde hâlâ şaşkın bir ifade vardı.


Xiao Yuan başını eğdi ve birkaç saniye düşündükten sonra nihayet şöyle dedi: “Erkek cariye olarak almak istediğim prens.”


Hong Xiu aniden aydınlandı: “Ah, bendeniz biliyor!”


Xiao Yuan: “...”


Nihayet anlaman için bunu mu söylemek zorundaydım?!


Neden işkence altında öldürülmeye gittikçe yaklaşıyormuşum gibi hissediyorum?!


Sonraki Bölüm