59
Zhao Jiangui ertesi günün sabahı erkenden Ji Han'ı bulmaya gittiğinde Ji Han çalışma odasında mezhebin yazışmaları ve resmi işleriyle uğraşıyordu. Büyük hizmetçi kapının dışında bekliyordu. Onun geldiğini görünce hafifçe gülümsedi. “Genç Efendi Zhao, mezhep efendisi içeride.”
Zhao Jiangui başını salladı. Kapıyı iterek açtı.
Ji Han masanın altına bir şeyler tıkıştırıyor gibiydi. Önünde bir yığın resmi evrak vardı. Anlaşılan bu günlerde aldığı yaralar yüzünden çok şey birikmişti.
Ji Han ona baktı, ifadesi oldukça sade ve doğaldı. “Gelmişsin.”
Zhao Jiangui hiçbir şey görmemiş gibi davrandı. Gülümseyerek, “Bugün sargıların mı değişecek?” diye sordu.
Ji Han başını salladı. “Evet. Xiao-Lin'den Doktor Yan'ı çağırmasını istedim. Gel otur önce.”
Zhao Jiangui Ji Han'ın önüne oturdu. Çok geçmeden Xiao Lin, Doktor Yan'ı getirdi.
Çalışma odası nihayetinde sargı değiştirilecek yer değildi. Ji Han'ın odası yakındı. Büyük hizmetçi Doktor Yan ve Ji Han'a oraya giderlerken eşlik etti. Xiao Lin de Zhao Jiangui'ye bir bakış atmayı unutmadan onu takip etti.
Zhao Jiangui anlamıştı elbette.
Çalışma odasında kaldı ve onları takip etmedi. Fakat kimse onu uzaklaştırmadı. Belki de onu mezhep efendisine yakın biri olarak kabul etmişlerdi. Çalışma odasında kimse yokken hızla Ji Han'ın masasına doğru yürüdü.
Ji Han'ın masanın altında bir şey sakladığını açıkça görmüştü.
Zhao Jiangui gençliğinde nam saldığından beri, on seneden fazladır dövüş sanatları aleminde seyahat halindeydi. Gizli mekanizmaların prensiplerini de araştırmıştı. Birkaç dakika masayı iyice inceledikten sonra bir bacağın içinde, gizli bir bölmeye saklanmış bir kağıt tomarı buldu. Posta güvercinin ayağındaki tüpten çıkarılalı çok olmamış gibiydi.
Bu notta şeytani mezhebin keşfettiği gizli yolun yeri yazılıydı.
Zhao Jiangui notu aceleyle birkaç kez okuyarak zihnine kazıdı.
Ji Han'ın ya da bir başkasının erkenden döneceğinden endişelenerek aceleyle her şeyi eski haline getirdi ve koltuğuna geri oturdu. İçinde ağır bir tedirginlik vardı.
Şu anda kalbinde sanki iki kişi tartışıyormuş gibiydi. Birisi büyük bir yanlış yaptığını, diğeri ise bu hareketin kahramanlığa aykırı olmadığını, bunun yapılması gerektiğini söylüyordu.
O hâlâ sonuca varamamışken Ji Han geri dönmüştü.
“Seni bekletmekle zahmet verdim.” diye takıldı Ji Han ona. “Bu belgeleri okumayı bitirdikten sonra lütfen yürüyüşümde bana eşlik edip beni dertlerimden arındır.”
Ji Han bugün çok iyi bir ruh hali içinde görünüyordu. Sesinin tonundaki neşeyi bile gizleyemiyordu.
Zhao Jiangui başını salladı. Ancak kalbinde daha da büyük bir suçluluk duygusu hissetti.
Ji Han resmi belgeleri okumayı bitirip ilacını içtiğinde öğleni geçmişti bile.
Birlikte yemek yediler. Ji Han'ın iç yaraları henüz iyileşmediğinden çok fazla yürüyemiyordu. Bu yüzden birlikte şeytani mezhebin bahçesinde dolaştılar sadece.
Buraya gelmeden önce Zhao Jiangui her zaman şeytani mezhebin kasvetli ve korkutucu bir yer olduğunu düşünmüştü. Fakat şimdi şeytani mezhebin bahçesinin Yenilmezler İttifakı’nınkinden daha iyi olduğunu görüyordu.
İkisi bir süre boğucu bir sessizlik içinde yürüdü. Ji Han sonunda ağzını açıp ona sormaktan kendini alamadı.
Ji Han: “Bu iki gündür neyin var senin?”
Zhao Jiangui: "Ben..."
Ji Han kaşlarını çattı. “Mezhepten biri senin hakkında kötü bir şey söylediyse bana söylemekten çekinme.”
Zhao Jiangui: “...”
Ji Han'ın yanlış anladığını biliyordu ama bir an için bunu nasıl açıklayacağını bilemedi.
Her halükarda gerçeği asla söylemeyecekti, sadece konuyu değiştirebilirdi.
“Suikastçıları ne yaptınız?” diye sordu Zhao Jiangui. “Onları kimin gönderdiğini bulabildiniz mi?”
Ji Han daha da ciddileşti. “Kıdemli Wen suikastçıları bizzat sorgulamak için ısrar etti. Onu geri çeviremedim.”
Zhao Jiangui hâlâ Kıdemli Wen’den şüphe ediyordu. Ji Han’ın sözlerini duyduğunda endişelenmeden edemedi. “Sorguyu ona mı bıraktın? O… O senin yakınlarından biri değildi, öyle değil mi?”
Ji Han, “Endişe etme.” dedi. “Muhafız Hua’ya bu işin peşine düşmesini söyledim. Wei Qi de geri döndü. O ikisi kesinlikle bir şeyler bulacaklardır.” Bir an düşündükten sonra, “Muhafız Hua ile Wei Qi benim güvendiğim kimseler.” diye ekledi.
Zhao Jiangui: “Yine de ne kadar erken ortaya çıkarsa o kadar iyi.”
Ji Han: “Dün ona talimat verdim zaten. Daha sonra Wei Qi'ye bu konuda herhangi bir gelişme olup olmadığını sorarız.”
Zhao Jiangui sadece başını sallayabildi.
Ji Han bir süre düşündükten sonra, “Hadi,” dedi, “seni bir yere götüreceğim.”