70
Zhao Jiangui tam konuşmak üzereydi ki Xiao-Lin yavaşça uyandı.
Wei Qi'nin eli çok sertti, Xiao-Lin'in ensesi hâlâ belli belirsiz ağrıyordu. Boynunu ovuşturdu ve hâlâ rüya gördüğünü düşünerek şaşkınlıkla gökyüzüne baktı.
Zhao Jiangui ona, “İyi misin?” diye sordu.
Xiao-Lin şaşırmıştı. “Kahraman Zhao? Biz… neden buradayız?”
Zhao Jiangui ona az önce olanları anlattı. Xiao-Lin hâlâ kafası karışık görünüyordu. Ayrıca kendine gelememiş gibiydi. Ancak uzun bir süre sonra nihayet ağzını açıp mırıldandı. “Mezhep efendisi size karşı çok iyi Kahraman Zhao.”
Zhao Jiangui: "...Saçma sapan konuşma."
Yu Xian-er yüzünü kapatıp gülmekten kendini alamadı.
Xiao-Lin hâlâ sersemlemiş haldeydi. “Eğer size karşı bu kadar iyi olmasaydı Kahraman Zhao, sizi nasıl bu kadar kolay affedip gitmenize izin verebilirdi?”
Yu Xian-er yüksek sesle güldü.
Zhao Jiangui: “…”
“Pekala, gitme vakti.” dedi Yu Xian-er gülerek. “O tanrısal doktor şehirde uzun süre kalmayacak.”
“Tanrısal doktor mu?” diye şaşkınlıkla sormadan edemedi Xiao-Lin. “Doktor Yan tanrısal doktor değil mi? Mezhep efendisinin yalanlarına defalarca alet olmasına rağmen sizinle aynı tarafta değil mi?”
Doktor Yan’dan bahsedilince Yu Xian-er'in ifadesi de biraz garipleşti.
“Bu Doktor Yan denen adam biraz tuhaf.” Yu Xian-er kaşlarını çattı. “Xiao-Wei ve ben onun kimliğinden şüphe duyuyoruz. Xiao-Wei onun hiçbir tıbbi beceri bilmediğini bile düşünüyor.”
Xiao-Lin, “Bu nasıl olabilir? Mezhep efendisi için sargıları değiştirme tarzı açıkça çok becerikliydi.” dedi.
Yu Xian-er: “Bunu yaparken onu kendin gördün mü?”
Xiao-Lin bir şey söylemedi.
Doktor Yan onu birilerinin izlemesinden hiçbir zaman hoşlanmamıştı. Sadece her sargı değiştirdiğinde Doktor Yan’ın en fazla bir fincan çay içecek kadar bir vakit sonra çıktığını hatırlıyordu. Bu yüzden Doktor Yan’ın tekniğinin becerikli olduğu sonucuna varmıştı.
Xiao-Lin bir an düşündü. “Eğer tıp bilmiyorsa mezhep efendisi onun yanında olmasına nasıl tahammül edebilir?”
Yu Xian-er konuşacak oldu, bir an düşündü ve ardından, “Bu yüzden Xiao-Wei kendisinin fazla şüpheci olduğunu düşünüyor.” dedi.
Xiao-Lin başını salladı. “Kesinlikle fazla şüpheci.”
Başını çevirip baktığında hem Zhao Jiangui’nin hem de Yu Xian-er'in ciddi yüzlerini gördü.
“Neyiniz var?” diye sordu Xiao-Lin boş bir sesle. “Yanlış bir şey mi söyledim?”
Zhao Jiangui yavaşça başını salladı. “Şimdilik gidelim.”
Yu Xian-er'in sözünü ettiği kasabaya vardıklarında iki gün geçmişti bile.
Bu iki gün içinde Zhao Jiangui bu konuyu zihninde evirip çevirdi. Ji Han'ın yaralarının iyileşmediğinden endişe duydu. Yolda herhangi bir aksilikle karşılaşıp karşılaşmayacağını bilemiyordu. Bu iki günün birkaç yıl kadar uzun olduğunu hissetti yalnızca. Ayrıca vücudundaki zehir birazcık bile dağılmamış, aksine daha da yoğunlaşmıştı. İçsel gücünü azıcık bile dolaştırmaya çalışsa dantianında dinmek bilmeyen keskin bir acı baş gösteriyordu. İçsel enerjisi ilacın etkisiyle işe yaramaz hale gelecek kadar bastırılmıştı.
Arabaları hâlâ şehir kapılarının dışındaydı fakat şimdiden erdemli dövüş sanatçılarından birkaç kişi görmüşlerdi.
Zhao Jiangui İttifak Lideri’nin büyük öğrencisini öldürme suçunu taşıdığından yüzünü göstermeye cesaret edemiyordu. O arabada saklanırken Yu Xian-er doktorla iletişime geçmeye gitti. Doktorun kasabadaki küçük bir handa yaşadığını öğrendiler. Küçük ve harap han uzun zamandır tedavi arayan insanlarla doluydu. Xiao-Lin arabanın perdesini kaldırarak dışarı baktı. Cıklayarak, “Burada ne tür bir doktor kalır ki?” dedi.
Zhao Jiangui, “Dövüş sanatları aleminde ünlü doktorların sayısı bir elin parmağı kadar.” dedi.
Xiao-Lin: “Çok geç geldik, korkarım sıraya giremeyeceğiz.”
Yu Xian-er arabacıyı haber sorması için gönderdi fakat doktorun kapısını kapattığını ve hasta bakmayı reddettiğini öğrendi.
Xiao-Lin içini çekti. “Bu daha da kötü. Kimseyi görmeyecek. Ya ondan Kahraman Zhao'nun vücudundaki zehri tedavi etmesini nasıl isteyeceğiz?”
Yu Xian-er güldü. “Elbette bir yolu var.”
Güldüğü sırada arabadaki gizli bölmeden bir şey çıkarmıştı bile.
Yaklaşık bir metre uzunluğundaydı ve gri bir kumaşa sarılmıştı; Zhao Jiangui bunun bir kılıç olduğunu düşündü. Yu Xian-er onu alıp arabadan indi, tanrısal doktorun kapısında bekleyen çocuğu durdurdu ve içeri götürmesini istedi.
Çocuğun sabrının taştığı belliydi.
“Beyefendimiz ziyaretçi de kabul etmiyor hediye de.” diye mırıldandı. “Size yüzlerce kez söyledim.”
Yu Xian-er: “Bu ne bir hediye ne de efendin için.”
Çocuk ona baktı.
Yu Xian-er gülümsedi. “Lütfen bunu hanımına ver.”
Çocuk şaşkınlığa uğramıştı. Hediyeyi almak için hemen uzanmadı.
Yu Xian-er: “Eğer götürmeyeceksen bunu göndermenin başka yolunu bulurum fakat o zaman korkarım hanımın seni azarlayacaktır.”
Çocuk dudaklarını ısırdı, onu aldı ve içeri döndü.
Yu Xian-er arabanın içine geri döndü. Zhao Jiangui ona, "O bir kılıç mıydı?" diye sordu.
“Evet. Sizin kılıcınız Kahraman Zhao.” Yu Xian-er hafifçe gülümsedi. “Mezhep efendisi için kendi kılıcınızı unutacak kadar endişeleneceğiniz aklıma gelmezdi Kahraman Zhao.”
Zhao Jiangui kaşlarını çatmaktan kendini alamadı. Şeytani mezhepteki o zindana götürüldüğünde muhafızlar kılıcına el koymuştu ve Wei Qi ona kaçması için yol gösterdiğinde kılıcını ona geri vermemişti. Son birkaç gündür o kadar endişe doluydu ki bu konuyu bir süreliğine unutmuştu.
Xiao-Lin yan taraftan, “Kahraman Zhao'nun kılıcını neden içeri gönderdiniz?” diye sordu.
Zhao Jiangui: “O ilahi doktorun soyadı Mo mu?”
Xiao-Lin: “Mo Qingfeng mi?”
Yu Xian-er gülümseyerek başını salladı.
Xiao-Lin'in kafası hâlâ çok karışıktı. “Ama neden Kahraman Zhao'nun kılıcını içeri gönderdiniz?”
Çocuk çoktan evden çıkmış ve kılıcı onlara iade etmişti. Yu Xian-er'e sessizce birkaç kelime söyledi.
Zhao Jiangui arabadan açık açık inemezdi. Bu yüzden hanın arka kapısına kadar gizlice gitmeleri, arabadan sessizce inmeleri ve sonra çocuk tarafından arka bahçeye götürülmeleri gerekti.
Avluda iki kişi bekliyordu.
Bu ikisi genç bir çifte benziyordu. Zhao Jiangui avluya adımını atar atmaz kadın birkaç adım öne çıktı, kolundan tuttu ve usulca “Ağabey.” diye seslendi.
Zhao Jiangui de nazikçe elini tuttu. “Jue-er.”
Arkasındaki adam Zhao Jiangui'ye doğru eğilip gülümsedi. “Ağabey.”
Zhao Jiangui hafifçe başını salladı. “Qingfeng, görüşmeyeli iyisindir umarım.”
Xiao-Lin şaşkına dönmüştü. “Kahraman Zhao, tanrısal doktor Mo sizin kardeşiniz mi?”
Mo Qingfeng bir kahkaha patlattı.
Zhao Jiangui açıklamak zorunda kaldı: “O benim eniştem.”
Xiao-Lin bakışlarını tekrar kadına çevirdi. “Enişte mi? O halde… O halde siz Kahraman Gu musunuz?”
Gu Jue belli belirsiz gülümsedi. “Kahraman unvanını üstlenme cüretini gösteremem.”
Xiao-Lin aceleyle elini salladı. “Kahraman Gu, bu kadar alçak gönüllü olmak zorunda değilsiniz.”
Mo Qingfeng: “Sen kendine kahraman demeye cüret edemiyorsan dövüş sanatları aleminde bu unvana kaç kişi layık olabilir?”
Gu Jue ona hafifçe baktı ve nazikçe, “Abimin önünde saçma sapan konuşuyorsun.” dedi.
“Söylediklerimin hepsi doğru, neresi saçma sapan?” Mo Qingfeng güldü. “Ustanın önünde de olsaydık yine aynılarını söylerdim.”
Zhao Jiangui çiftin sevgi böcekleri olduğunu gördüğünde nedense yüreğinde bir acı hissetti. Daha önce hiç böyle olmamıştı. Şu anda onları kıskandığı falan yoktu. Sadece ikisinin derin duygularının gerçekten de imrenilesi olduğunu düşünüyordu.
Gu Jue Zhao Jiangui'nin kolunu çekiştirdi. “Beni görmeye mi geldin ağabey?”
Zhao Jiangui: “Çeyrek saat öncesinde ikinizin hâlâ vadide olduğunu sanıyordum.”
Gu Jue: “O halde buraya yolun nasıl düştü ağabey?”
Zhao Jiangui’nin cevap vermesine kalmadan Mo Qingfeng onu bir süre baştan aşağı incelemiş, ifadesi giderek ciddileşirken birden konuşmuştu. “Korkarım ağabeyin zehirlenmiş.”