Yuan Xiuxiu bir şey yokmuş gibi davranıyordu: "Taoist Rahip Shen’le sadece sohbet ediyoruz ve birkaç kelime konuşuyorum. Neden bir anda oyalamaya dönüyor?”
Shen Qiao onunla daha fazla konuşmak istemedi. Dağa geri dönme niyetiyle arkasını döndü ama Yuan Xiuxiu bir anda yolunu tekrar engelledi.
"Taoist Rahip Shen beni gördüğüne sevinmedi mi? Neden tek kelime etmeden kaçıyorsun? Yakın bir ilişki istemiyorsan bile sadece arkadaş olabiliriz!”
Yuan Xiuxiu’nun nazik gülümsemesi baharda uçuşan binlerce mor ve kızıl çiçek yaprağı gibiydi. Bir başkası olsaydı kalbinin heyecanlanmasını sağlamasa bile en azından teklemesine sebep olacaktı. Shen Qiao’nun bu güzellikten biraz bile etkilenmeyip yarım dakika bile durmadan ilerlemeye devam edeceğini kim bilebilirdi? Böyle istikrarlı bir zihin yarı ölümsüz olarak kabul edilebilirdi. Yan Wushi gibi bir ucube dışında Yuan Xiuxiu kaç kişinin böyle olduğunu görmüştü ki?
Shen Qiao onun harekete geçmeye hazırlandığını gördü ve yumuşak bir şekilde konuştu: "Ben bir Taoist'im ve ayrım gözetmeden öldürmem ama bu kimseyi öldürmeyeceğim anlamına da gelmez. O gün Huo Xijing'in benim ellerimle öldüğünü gördün. Sekt Lideri Yuan yolumu engellemenin bedelinin ne olacağını düşündü mü?”
Yuan Xiuxiu gülümsedi ve “Böyle görünmek zorunda değilsin, sevgili Shen. Seni düşmanım yapmak istiyor değilim. Yine de büyük bir olayı berbat etmemen için sana dikkat etmek zorundayım. Ne var ki şimdi geri dönsen bile korkarım hiçbir şeyi değiştiremeyeceksin. İkimizin de iyiliği için bendeniz size nazik bir tavsiyede bulunuyor. Sen Chunyang Tapınağı’ndan değilsin, yani orada ünlensen bile Yi Pichen senin önünde durmaya devam edecektir. Sevgilim Shen neden bu çamurlu suya dalsın ki?”
Sözleri cezbediciydi, nezaket ve sevgi doluydu. Ancak görkemli Hehuan Sekti’nin lideri sadece gözlerine güzel göründüğü için birisine böyle içten cümleler kurabilir miydi? Shen Qiao kibardı ve gereksiz yere çatışmaya neden olmak istemiyordu, ama aptal ya da kandırması kolay değildi, bu sözleri yarı işiterek kendini dağa yönlendirdi.
Yuan Xiuxiu başlangıçta onu durdurmak istedi, ancak Shen Qiao Tiankuo Hongying’i en üst seviyede kullandı. Kovalanmaya fırsat vermeden erişilemeyecek bir gölgeye dönüşmüştü.
Sıradan bir insan dağa çıkmak isteseydi en az yarım gününü alırdı ancak Jianghu ustalarının sadece bir saatini alırdı. Shen Qiao gibi qinggong kullananlar için ise yarım saat yeterliydi.
Yuan Xiuxiu’nun “şimdi geri dönsen bile korkarım hiçbir şeyi değiştiremeyeceksin” demesi dağda gerçekten ciddi bir şeylerin olacağını gösteriyordu.
Chunyangguan'ın kapılarını koruyan öğrenciler daha önce Hehuan Sekti tarafından uzun süre önce dövülmüşlerdi. Şimdi Shen Qiao dağa tırmanırken karşısında hiçbir engel yoktu.
Kalbindeki endişeler büyüdü. Nihayet dağın tepesine ulaşıp Chunyang Tapınağı’nın ana salonunun önündeki meydana döndüğünde kalabalığın bakışları altında Yi Pichen ile birisinin avuçlarının çarpıştığını gördü. Diğer kişi kıpırdamadan dururken Yi Pichen geriye doğru üç adım attı.
Etraftaki insanlara bakıldığında yüzlerindeki hayretten donmuş ifadesi görülebiliyordu.
Yi Pichen ile karşılaşan kişi yabancıydı, Shen Qiao onu tanımıyordu. Yüksek bir burnu ve derin gözleri vardı. Yakışıklı ve kahramanvari olmasına rağmen ilk bakışta biraz yaşlı görünüyordu. Farklı bir milletin kıyafetlerini giymişti. Bu sırada yüzünde kayıtsız bir ifadeyle duruyordu. Belli ki sessiz bir insandı ancak bu sessizlikte ürpertici bir güç, otoriter ve vaydırıcı bir hava vardı.
Shen Qiao neye uğradığını şaşırdı. Bu kişinin kim olduğunu anlaması için ismini sormasına gerek bile yoktu.
Tujue'nin bir numaralı ustası Hulugu!
Zihinsel olarak hazırlanmış olsa bile şimdi bu kişiyi gördüğünde yüreği inançsızlıkla dolacaktı.
Gerçekten de oydu.
Nasıl o olabilir?
Sahiden ölmemiş miydi?
Daha öncesinde kibirli, egoist ve kendini dünyada tek sanan Sang Jingxing şu anda bu yabancının arkasında saygıyla duruyordu. Avucu ile Yi Pichen’in geri savrulduğunu gördüğünde öne çıktı ve gülümseyerek konuştu: “Dünyanın en iyileri arasında olduğu bilinen ve Taoist sektlerin lideri olan bu Chunyang Tapınağı’nın lordu Yi Pichen gerçekten de eski nesilden birine rakip değil. Dünyanın ilk onu listesinin asılsız ve inanılmayacak kadar yetersiz olduğu görülebiliyor. Eski neslin dövüş sanatları zaten başkalarının erişemeyeceği bir yerde ve dünyanın en iyisi olmayı hak ediyorlar!
Hulugu onun dalkavukluğuna aldırış etmedi, kayıtsız yüz ifadesinde neşe veya öfkeye dair hiçbir iz yoktu: “Buraya Yi Pichen’e meydan okumak için geldim ve bu benim kendi işim, Hehuan Sekti’ni hiç alakadar etmez. Benim için önderlik etmene ihtiyacım yok.”
Sang Jingxing’in ifadesi değişmedi, hala gülümsüyordu: “Selefimiz ağır konuşuyor. Biz sadece burada Kılıç Testi Konferansı olacağını duyduğumuz için geldik. Çok geçmeden selefimizin de geleceğini bilmiyorduk.”
Yalnız onun sözlerini dilemiş olsaydı Shen Qiao iki tarafın gerçekten de tesadüfen ortalığı dağıtmak için buraya geldiklerini düşünebilirdi. Ancak dağın eteklerinde Yuan Xiuxiu onu üstü kapalı bir şekilde uyarmıştı: Hehuan Sekti Hulugu’nun geleceğini kesinlikle biliyordu. Yi Pichen’i öncesinde yormak ve Hulugu’ya avantaj sağlayıp kazanma şansını artırmak için erkenden gelmişlerdi.
Hehuan Sekti’nin Hulugu’ya yardım etme sebebine gelince… Bu da oldukça anlaşılabilir. Yuwen Yun’un o gün tahta çıkmaya başarmasında Yuwen Yong’un eşi İmparatoriçe Ashina’nın da katkısı olmuş olmalıydı. Yuwen Yun’un öz annesi değildi ancak Yuwen Yun her zaman babasına karşı gelmeyi sevmişti. Eski imparator Tujue halkından uzak dururdu, bu yüzden o Tujue’ye yakınlaşmak istedi. Durum buyken Hehuan Sekti’nin Yuwen Yun’a sırtını dayayarak Tujue ile ittifak kurması şaşırtıcı değildi.
Yi Pichen’in yüzünün ifadesinde bir değişme olmamıştı ama üç adım geri çekilmesi bile oldukça etkileyiciydi. Bilinmelidir ki Hulugu sıradan bir usta değildi, kendisi yaklaşık yirmi yıl önce Qi Fengge ile savaşmıştı. Yirmi yıl sonrasında herkes onun öldüğünü sanmıştı, öyle ki Duan Wenyang bile Merkez Ovalar’a gelmiş ve ustasının ölümüne dair yalan haberleri yaymıştı. Mevcut durumun bir anda değişip bu efsanevi karakterin ölümden dönmesini kim bilebilirdi, kim buna hayret etmeyebilirdi?
Kalabalıktaki pek çok insan Hulugu'nun kimliğini hala çözememişti ama azıcık da olsa bir tahmini olanlar güpegündüz bir hayalet gördüklerini düşündüler.
Shen Qiao, Yi Pichen'i bir süre gözlemledi, diğerinin bir an için kızardığını gördü, bu onun iç yaralanmalarının bir işaretiydi ve göründüğü kadar etkilenmemiş değildi.
Bunu kendisi fark edebildiyse elbette ki Hulugu da fark edebilirdi.
Bakışları Yi Pichen'e düşen Hulugu soğuk bir şekilde konuştu: "Chunyang Tapınağı’nın Taoist sektler arasında bir lider olarak kabul edildiğini duydum ama senin dövüş sanatları becerilerin geçmişin Qi Fengge'siyle boy ölçüşemez bile."
Bu tür muazzam bir baskı altında Yi Pichen'in soğukkanlılığını koruyabilmesi küçük bir başarı değildi: "Chunyang Tapınağı kendisini hiçbir zaman Taoist sektlerin lideri olarak görmedi ve bu zavallı Taoist asla kendini Taoist Efendi Qi ile kıyaslamadı. Ekselanslarının dövüş sanatları çok yüce ve bu zavallı Taoist hayran kaldı ancak bugün buraya geliş sebebiniz Kılıç Testi Konferansına katılmak mı yoksa Chunyang Tapınağı mı?”
İlki tipik bir müsabaka iken ikincisi intikam aramak ve yıkım yaratmaktı.
Hulugu yavaş bir şekilde şöyle dedi: "Kılıç Testi Konferansı sadece bir şöhret arama gösterisidir. Gerçekten güçlü birisi neden bu etkinliğe katılma zahmetinde bulunsun ki? Chunyang Tapınağı ve Yi Pichen’in isimleri bu kadar ünlü olduğuna göre olağanüstü olmalılar diye düşündüm ancak şimdi görüyorum ki pek de bir şey değillermiş.”
Bir başkasının mekanında olmasına rağmen böyle aşağılayıcı kelimeler kullanıyordu. Yi Pichen buna tahammül edebilirdi ancak arkadaki Chunyang Tapınağı öğrencileri dillerine hakim olamayacaktı, birisi öne çıktı: “Ekselansları çok yetenekli ancak geçmişte Taoist Efendi Qi’ye yenilerek yirmi yıl boyunca kalenin dışında sindin. Şimdi Taoist Efendi Qi göğe yükseldi ve bela aramak için Merkez Ovalar’a koştun! Bu nasıl kahramanlık…”
Son söylediği “kahramanlık” kelimesi Hulugu’nun soğuk bakışları tarafından boğazına tıkandı, yüzü kıpkırmızı oldu.
Hulugu ağzını bile açmadı. Arkasındaki Duan Wenyang konuşuyordu: “Merkez Ovalar’da yirmi yıl boyunca ustama rakip olabilecek bir dövüş sanatları ustası yetişememişken bu şekilde havalanarak konuşmanız oldukça ilginç. Senin yerinde olsaydım kendimi utançtan öldürürdüm. Taoist lideriymiş, hah! Gördüklerimden yola çıkarsam Merkez Ovalar’ın dövüş sanatçıları arasında ancak Qi Fengge yaşasa idi ustama rakip olmaya layık olabilirdi. Ustam Merkez Ovalar’da yetenekli insanların toplanacağını düşünmüş ve Kılıç Testi Konferansı’nın gerçekleşeceğini işitince büyük bir ilgi duymuştu ama cık! Hiç buluşmadan işittiğimizle yetinsek daha iyiydi!”
Orada bulunan Chunyang Tapınağı insanları ve geri kalan bütün Jianghu halkı dut yemiş bülbüle dönmüştü.
Yi Pichen’in dövüş sanatlarını açıkça görmüşlerdi, Sang Jingxing’e karşı harika bir savaş çıkarmıştı. Şüphesiz ki Hehuan Sekti’ni bastırmıştı ancak sevinmeye fırsatları olmadan Hulugu ortaya çıkmıştı.
O buradayken Yi Pichen olsun Sang Jingxing olsun, herkes başını eğmek zorunda kalmıştı.
Yi ve Sang ikilisi zaten sıradan insanların erişemeyeceği bir seviyedeydi. Şimdi ise beklenmedik bir şekilde ulaşılması için dokuz kat göğe tırmanılması gereken Hulugu gelmişti, insanların umutları kırılmıştı.
[Aya kavuşmak için dokuz kat aşmak: Gökyüzü dokuz kattır yani en yüksekteki Ay’a ulaşmak için bütün göğü aşmaları gerekir. Yüce bir şeye olan hayranlığı belirtir. Paragrafta biraz süsleyeyim dedim, “Ay” kelimesi kayboldu :D]
Bazıları yirmi yıldan fazla bir süre önceki savaşı düşündü, onu şahsen göremeyecek kadar genç oldukları için içlerini çektiler. Hulugu'yu yenebilen Qi Fengge hayal gücünün ötesinde olurdu!
Ancak orada bulunan herkes diğerinin havas altında kendi gururunu boğacak değildi. Duan Wenyang'ın sözlerine dayanamayan biri vardı, doğrudan kalabalığın arasından çıktı ve yüksek sesle bağırdı: “Chunyang Tapınağı’na geliyorsunuz ve tüm Merkez Ovaları dahil ederek konuşmaya cüret ediyorsunuz! Biliyorsunuz ki dünyada birçok usta, kuzeyde Budist’ler ve güneyde Konfüçyüsçü’ler var! Onların hepsine meydan okudunuz mu? Az önce Liuli Sarayı dünya kahramanlarının listesini sıraladı ancak Hulugu’dan hiç bahsetmedi! Usta ve öğrencisi birbirlerine şakıyarak mutlu oluyorlar ancak dışarıdan bakanlara sadece gülünç görünüyorsunuz!”
Hulugu'nun yüzü ifadesizdi ama Duan Wenyang gözlerini kıstı: "Adın ne, hangi aileye mensupsun?"
Bu kişinin kalbi sarsıldı, ancak kalabalığın izlediği sırada nasıl sinebilirdi? Sonunda yüksek sesle duyurdu: "Kuaiji Wang, Wang Zhuo!"
Wang ailesi yaşamak için Hehuan Sekti’ne veya Tujue'ye güvenmiyordu, neden korksundu ki? Üçüncü oğul Wang bunu düşünürken biraz daha cesaretlendi.
Duan Wenyang bir kaşını kaldırdı, sesi hafifçe yükseldi: "Ah, Kuaiji Wang ailesi mi?"
Konuştuğu anda kolu uzandı ve gökten inen kırbacı bir yıldırım gibi doğrudan üçüncü oğul Wang’a saldırdı!
Üçüncü oğul Wang diğerinin hamlesini izledi ancak kılıcını çekmek için zamanı yoktu, yalnızca geri çekilebilirdi. Ne var ki hızı diğeriyle boy ölçüşemezdi. Fazla uzağa gidemeden kamçı bileğini kavramıştı, acı içinde kıvranıyordu, neredeyse bileği kırılacaktı!
"Ah!" Bağırmaktan kendini alamadı, elindeki kılıcı da yere düşmüştü.
“Üçüncü bey!” İkinci bey Wang’ın gözleri fal taşı gibi açıldı ve destek olmak için ileri uçtu.
Ama birisi ondan daha hızlıydı. Kılıcını çekerek havayı kesti ve Kılıç Enerji’si dalgalanarak bir anda Duan Wenyang’ı dört bir yandan kuşattı. Duan Wenyang şaşırdı. Rakibinin becerilerinin zayıf olmamasını beklemiyormuş gibiydi. Bu sebeple kırbacını çekip rakibine odaklandığında onun aslında güzel ve genç bir kadın olduğunu gördü.
Gökler altındaki dövüş sanatları sadece hız kullanılarak kırılabilirdi. Duan Wenyang’ın kamçısı kimseye aman vermeden birbiri ardına savruluyordu. Böyle bir baskı altında olmasına rağmen genç kadın oldukça rahat görünüyordu ve performansı düşmemişti. Ünlü bir tarikattan geldiği, bir usta tarafından eğitildiği ve zamanla oldukça başarılı olabileceği görülüyordu.
Ama sonuçta Duan Wenyang listenin ilk onu arasında yer alıyordu. Son sırada olsa da bu şişirilmiş bir balon olduğu anlamına gelmiyordu. Genç kadının dövüş sanatları becerileri yüksek olmasına rağmen henüz yeterince olgunlaşmamıştı ve tecrübeden yoksundu. Üç hamle ve iki hareketten sonra genç kadının zayıflığını buldu ve kırbacını savurarak üstünlüğü ele aldı.
[Çabasız ve hilesiz bir şekilde]
Genç kadının bu dövüşe ilgisi yoktu, sadece üçüncü genç bey Wang’ı rahatlatmak istemişti. Şimdi amacını gerçekleştirdiğine göre elbette ki geri çekilecekti. Süzüldü ve Duan Wenyang ile kafa kafaya bir mücadeleye girmekten kaçındı.
“Beni kurtardığınız için teşekkür ederim Genç Hanım Gu!” Üçüncü bey Wang biraz heyecanlıydı. İlk görüşte bu güzelliğe kalbini kaptırmıştı ancak hiçbir şey yokmuş gibi davranmıştı. Şimdi tehlikeye düştüğünde bu güzelliğin ona yardım eli uzatacağını beklemiyordu.
"Teşekküre gerek yok.” Gu Hengbo’nun ifadesi değişmemişti.
Üçüncü genç bey Wang’ın davranışı tabii ki pervasızdı ama haksız olduğu söylenemezdi. Hulugu’yu karşılarında görmüş olan herkes suspus olmuşken sadece üçüncü genç bey Wang’ın karşı çıkması onun cesaretini gösteriyordu. Kurtarılmış olsun veya olmasın bu davranışı gelecekte kesinlikle hatırlanacaktı.
Bu noktada Gu Hengbo Shen Qiao tarafından eğitilmiş olmanın hakkını veriyordu. Bakış açısı kesinlikle başöğretmen ağabeyi ile aynı idi.
Gu Hengbo'nun müdahalesi sayesinde üçüncü bey Wang herhangi bir ciddi yaralanma yaşamadı. Yine de bu usta öğrenci ikilisinin dövüş sanatlarının ne derece yüksek olduğunu görebiliyordu. Ustası bir kenara, kalpleri bu öğrenciyi bile yenemeyeceklerini hissediyordu.
Chunyang Tapınağı’nın Hehuan Sekti ve Budist sektlerine karşı bir ittifak kurma planı başarısız olmuştu.
Li Qingyu'nun eli kılıcının üzerindeydi ama bir el uzandı ve kolunu sıkıca kavradı.
Bu Yi Pichen'in eliydi.
O esnada Hulugu Gu Hengbo'ya baktı ve aniden sordu: "Qi Fengge senin neyin oluyor?"
Gu Hengbo, Shen Qiao'nun taş platformun kenarındaki bir köşede durduğunu çoktan fark etmişti. Bu sırada elinde olmadan ona baktı ve cevap erdi: “O kişi benim ustamdır.”
Onun Qi Fengge ile ilişkisini duyan Hulugu'nun çehresi biraz değişti. Yi Pichen ile dövüşürken bile diğerine doğru dürüst bakmamıştı. Şimdi Gu Hengbo’yu dikkatle inceledikten sonra eski kayıtsız ifadesine geri döndü.
Bir öğrenci olarak ustasını çok iyi tanıyan Duan Wenyang güldü ve dedi ki: “Eğer bu öğrenci yanılmıyorsa bu kişi Qi Fengge’nın tek kadın öğrencisi Gu Hengbo’dur. Kendisinin becerileri yeterince iyi olmamasına rağmen birkaç tane ağabeyi var. Bunlardan biri, Xuandu Dağı'nın başöğretmeni pozisyonunu bile devraldı ve aynı zamanda küçük kardeşim Kunye onun kılıcının altında can verdi. Tesadüfen o da bugün burada.”
Bunu söyleyerek Shen Qiao'nun yönüne baktı: "Taoist Rahip Shen, seni görmeyeli uzun zaman oldu. Nasılsın?”
Bir anda herkesin bakışları sessizce Shen Qiao'ya düştü.
Shen Qiao yarı görünmez bir şekilde kenarda duruyordu. Doğal olarak artık kenarda durmaya devam edemezdi. Bu yüzden kılıcını kaldırdı ve yavaşça ilerledi, rakipten uzak olmayana kadar yürüdü ve sonra durdu.
“Beni düşündüğün için teşekkür ederim. Neyse ki büyük bir olumsuzluk yok.” Sesi çok huzurluydu ve Hulugu’nun ortaya çıkışı onu germemiş gibiydi.
"Sen Shen Qiao'sun." Hulugu'nun bakışı yüzünden elindeki Shanhe Tongbei kılıcına kaydı, Hulugu'nun yüzünde bir parça nostalji belirdi.
"Evet, bu zavallı Taoist Shen Qiao. Bugün selefin gerçek yüzünü görmek bir nimettir. Ustamın vefat etmiş olması üzücü. Aksi takdirde selefin hala dünyada olduğunu öğrenseydi çok mutlu olacaktı. ”
Duan Wenyang karşı tarafın, ustasının ölü taklidi yaparak yirmi yıl boyunca Tujue’de saklanması ve ancak Qi Fengge öldükten sonra ortaya çıkmaya cesaret etmesi konusunda alay ettiğini düşünmüştü ancak yüzündeki ifadeye bakınca… Bu barışçıl ve nazik ifade belki de bu tür bir anlamı içermiyordu.
“Becerilerinin seviyesi çok yüksek ancak şu an benim rakibim olacak seviyede değilsin. Belki üç beş yıl sonra benimle rekabet edebilirsin. Ama sen Kunye’yi öldürdün ve şimdi karşılaştığımıza göre senin bu dağdan canlı çıkmana izin veremem.
Hulugu'nun yüzü durgundu. Sözleri ise Shen Qiao’nun hayatının ellerinde olduğu anlamına geliyordu.
Shen Qiao gülümsedi ve sadece iki kelimeyle cevap verdi: "Öyle mi? ”
Bu durumda sözlerle anlaşmaya çalışmak açıkça işe yaramazdı. Yüzü sakindi ve kalbi gergin olmayabilirdi. Seyirciler için ise bu eğlenceli bir gösteriydi. Ancak sadece bu durumu yaşayan birisi Hulugu’nun bedeninden yayılan enerjinin baskısını hissedebilirdi.
Öncesinde Yi Pichen de bu işkenceyi çekmiş olmalıydı.
Diğer kişinin gücü çoktan kelimelerle tarif edilemeyecek bir seviyeye çıkmıştı.
Her şey göklerin tecellisidir, sırlar sırdır, sadece hissedilebilir, kelimeler tarifsizdir.
Kazanabilir miydi?
Shen Qiao önündeki kişiye baktı ve nefesi bile o kadar hafifti ki neredeyse hiç hareket yoktu.
Bu, Jianghu'ya girdiğinden beri onun en zor savaşı olacak.
Tehlike derecesi, onunla Sang Jingxing arasındaki savaştan daha az değil.
O, Qi Fengge’nın öğrencisiydi. Ustasının mirasını aldığında bu savaş alnına yazılmıştı, kaçınılmazdı.
[Çince metince bulamadım ama İngilizceye çeviren eklemiş?] Yazarın söyleyecek bir şeyi var:
Shen Qiao: Bana bak, yönetmen bir bölüm daha banyoda kalmanı istiyor.
Muhterem Yan: Ah, sorun değil, borcunu bir gün … ile ödeyeceksin.
Shen Qiao: ???