Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 29: "Bunlar için senden nefret etmiyorum."

An Zhe olduğu yerde durdu.

Akşam rüzgarı saçlarını savurdu.

İrem Bağı logolu gümüş renkli bir arabanın köşeyi dönüp önlerinde durmasını izledi. Beyaz iş kıyafetleri içindeki bir adam aceleyle arabadan indi ve küçük kızı Lu Feng'den aldı. "Yardımlarınız için teşekkür ederim."

Lu Feng keyifsiz görünüyordu. "Bundan sonra dikkatli olun."

Adam arabaya döndü. "Bu sefer bir kazaydı."

Daha fazla konuşmadı. Adam kapıyı kapattı ve araba İrem Bağı yönüne doğru hızla uzaklaştı.

Lu Feng geri döndü.

An Zhe biraz kızgın hissetti.

Sonra Lu Feng'in ona belli belirsiz baktığını ve kayıtsızca, "Ben iyi bir insan mıyım?" dediğini gördü.

An Zhe sonunda ruh halini nasıl tanımlayacağını biliyordu.

Lu Feng'in onun duygularını alt üst ettiğini hissediyordu, tabii eğer mantarların duyguları varsa.

Bu adamı daha fazla umursamak istemedi ve yanından geçip yola doğru yürümeye başladı.

Daha birkaç adım atmıştı ki omzu tutuldu.

"Yolu göster," dedi Lu Feng. "Yerleşim bölgesine nasıl döneceğimi bilmiyorum."

An Zhe: "?"

"Yolu bilmiyor musun?" diye sordu.

"Uzun yıllardır buraya geri dönmedim." dedi Lu Feng.

An Zhe bunun biraz mantıklı olduğunu düşündü. Albay ya uçurumda ya da şehir kapılarındaydı. Belki de en az yedi yıldır ana şehirde bulunmamıştı. Bu arada An Zhe bir aydır ana şehirdeydi ve dönüş yolunu biliyordu.

Bu yüzden, "Nerede yaşıyorsun?" diye sordu.

Lu Feng düşünür gibi oldu ve göğüs cebinden mavi bir kimlik kartı çıkarıp ona verdi.

An Zhe kartı aldı, Albay'ın kartı desen olarak bile kendisininkinden farklıydı.

Bakışları aşağıya kaydı ve kartın arkasında altın rengi harflerle yazılmış bir dizi rakam vardı.

3124043701.

An Zhe: "..."

Yeni kimlik numarasını hatırladı ve yüzünde herhangi bir ifade göstermeden, "Seni oraya götüreceğim." dedi.

Albay onun yüzünü fark etmiş gibiydi. "İstemiyor musun?"

"Götürürüm."

Böylece Lu Feng'i ana şehirdeki ücretsiz servis aracına bindirdi, her iki tarafta da koltuklar vardı ve iki koltuk birbirine bağlıydı. Kendisi pencere kenarına oturdu, yanında da Lu Feng vardı. Lu Feng yakışıklı bir adamdı ve Yargı Mahkemesi'nin üniformasıyla kalabalığın içinde göze çarpıyordu, bu yüzden otobüse bindiklerinde içerideki herkes onlara bir baktı.

An Zhe, "Son durakta inersin." dedi.

"Teşekkürler," dedi Lu Feng. "Nerede yaşıyorsun?"

"Sana yakınım." dedi An Zhe.

"Tamam." diye karşılık verdi Lu Feng.

Aslında İrem Bağı'nda çalışanların kaldığı yer buraya yakındı ancak An Zhe daha sonradan katılmış ve uzaktaki bir askeri yerleşim bölgesine atanmıştı. Servis aracı sürekli durdu ve yaklaşık kırk dakika sonra onun ineceği durağa ulaştı.

İrem Bağı'ndaki yavrular uslu görünseler de aslında öyle değillerdi, özellikle de soru sorduklarında. Gün boyunca An Zhe'nin halsiz kaldığı dönemler olurdu - şimdi olduğu gibi.

Eskiden olsa yaslanıp bir süre uyuklamayı tercih ederdi ama bugün Lu Feng yanındayken uyanık kalmanın daha iyi olacağını düşündü.

Bu yüzden An Zhe pencereden manzaraya, İkiz Kuleler'e, İrem Bağı'na, her şekil ve büyüklükteki diğer bina ve yapılara bakmayı seçti. İki aydır bir insan şehrinde olmasına rağmen hala rüya görüyormuş gibi hissediyordu.

Seyrederken An Zhe'nin göz kapakları yavaş yavaş alçaldı.

Sonra bilincini kaybetti.

Yumuşak, mekanik bir ses çınladı. "Son durağa ulaştık. Değerli yolcularımız, lütfen sırayla inin, bir dahaki sefere görüşürüz."

Lu Feng omzuna yaslanan An Zhe'ye baktı.

Batan güneş pencereden içeri sızıyordu ve kirpiklerinin ucunda altın rengi bir parıltı bırakıyordu. An Zhe'nin uyuyan yüzü sessizdi, tek hareketi yükselip alçalan hafif nefes alış verişiydi. Henüz büyümemiş bir çocuk gibi ne saldırgan görünüyordu ne de dışarıdaki herhangi bir şeye karşı tetikteydi. Lu Feng bu şekilde uyumasının onun için iyi olacağını düşündü.

Sonra araç yavaşlayarak durdu. Araçtaki insanlar ayağa kalktı, ayak sesleri koridorlarda çınladı.

An Zhe gözlerini açtı.

Her zamankinden daha rahat uyuduğunu fark etti.

Bakışları yavaşça yana kaydı ve gümüş amblemli siyah giysiyi gördü.

Tüm benliği sarsılarak doğruldu ve Lu Feng'in kendisine baktığını gördü, gözleri soğuk değildi, sanki az önce olanlara kızmamış gibiydi.

Lu Feng ona "Hadi gidelim." dedi.

An Zhe gözlerini ovuşturdu, çabuk uyur ve çabuk uyanırdı, Lu Feng'i araçtan inerken takip etti. Akşam esintisi hafif bir serinlik taşıyordu. İlerideki bir binayı işaret etti ve "Bina 24 orada." dedi.

Lu Feng kısaca bir "Teşekkür ederim." dedikten sonra o yöne doğru yöneldi.

An Zhe de onu takip etti.

Yarı yolda Lu Feng ağzını açtı. "Beni buraya kadar getirmen yeterli."

An Zhe hiçbir şey söylemedi ve onu takip etmeye devam etti.

Blok 4'te Lu Feng asansörün otuz yedinci kat düğmesine bastı ve An Zhe de asansörle otuz yedinci kata çıktı. 01 veya 02 gibi basit daire numaraları doğal olarak başkalarından kimsenin yönlendirmesine ihtiyaç gerektirmiyordu.

An Zhe 01 numaralı dairenin geçen gece sökülmüş olan mührünün kalıntılarına baktı ve Albay'ın bu çirkin hareketinin uzun zaman önce fark edildiğini şimdiye kadar anlamadığını düşündü.

Koridorun karşısındaki 01 numarada kalan komşusunun kapısındaki mühür bir ay önce sökülmüştü ve o da buna kendi gözleriyle şahit olmuştu. Bu, Lu Feng'in o sırada burada bir gece kaldığı anlamına geliyordu, yolu bilmemesinin imkanı yoktu.

Fakat Lu Feng yolu hiç bilediğini iddia etmiş ve An Zhe'den yolu göstermesini istemişti. Bu, Lu Feng'in onunla oyun oynadığını ve ona değersiz işler yaptırdığını gösteriyordu.

Ne yazık ki Lu Feng'in kimlik kartını gördüğünde adamın yalanı ortaya çıkmıştı.

Bu sırada Lu Feng'in "Çok sorumluluk sahibisin." dediğini duydu.

Bu adam gerçekten de ona yol göstermek için buraya kadar geldiğini düşünüyordu - An Zhe'nin yüz ifadesi bu düşünceyle daha da acımasızlaştı ve ona bakan Lu Feng'e baktı.

Lu Feng'in izinden giden An Zhe kayıtsızca arkasını döndü ve 02 numaralı daireye doğru ilerleyerek mavi kimlik kartını sensöre okuttu.

Sensörden tiz bir "bip" sesi geldi ve yeşil bir ışık yandı, ardından bir tık sesi geldi ve kapı kilidi otomatik olarak açıldı.

An Zhe arkasını dönüp Lu Feng'e baktı.

Lu Feng kısa bir süre şaşkınlık geçirdikten sonra, "Hoş bir tesadüf." dedi.

An Zhe'nin yüzü ifadesizdi.

"Sorun nedir?" Lu Feng'in gözlerinde biraz sorgulama var gibiydi. Ancak bir saniye sonra her şeyi anlamış gibi göründü, gözlerindeki bakış bir gülümsemeye dönüştü ve dudaklarının kenarları yükseldi.

"Sana yalan söylemedim." dedi. "Bir ay önce ana şehirde savaş öncesi toplantılarla geçen bir gecenin ardından dış şehre gittim."

An Zhe: "Mühür."

"Ana şehre döndüğümü ordu biliyordu, burayı temizlemesi için birini göndermişlerdi." dedi Lu Feng.

An Zhe, "Ya..." diye mırıldandı.

Yine de artık adama güvenmeye niyeti yoktu.

Arkasını döndü ve evine gitti. Tam o sırada Lu Feng'in kapısından aniden kısa ve acil bir "Dııt." sesi geldi.

Arkasını döndüğünde Lu Feng'in kartını okuttuğunu gördü. Kart sensöre açıkça doğru bir şekilde yerleştirilmişti ancak kırmızı bir ışık yanıyordu.

Lu Feng kaşlarını çattı.

An Zhe ona şüpheyle baktı.

Lu Feng'in bir numarayı tuşladığını ve mevcut durumu kısaca anlattığını gördü.

İletişim cihazının diğer tarafından bir açıklama geldi.

Telefonu kapatan Lu Feng, An Zhe'ye baktı ve "Ana şehrin kimlik kartı üç yıl önce güncellenmiş fakat benimki kalmış." dedi.

An Zhe, Lu Feng'e gerçekten haksızlık etmiş olabileceğini düşündü.

Fakat, fakat...

Ana şehirdeki yollar hiç de karmaşık değildi ve tüm binalar göze çarpacak şekilde numaralandırılmıştı, bu yüzden bir mantar olan o bile servis aracına biner binmez ne zaman inmesi gerektiğini biliyordu.

Bir an için tereddüt etti. Ama sonunda sporu uğruna, "Öyleyse... benim evime gelmeye ne dersin?" dedi.

Lu Feng memnuniyetle onu takip etti.

An Zhe, Yargıç'a kanepeyi gösterdikten ve televizyonu onun için açtıktan sonra mutfağa yöneldi.

Mutfağa girmeden önce "Yemek yedin mi?" diye sordu.

Lu Feng yemediğini söyledi.

An Zhe'nin bunu söylemekteki niyeti aşağıya inip ortak salonda yemek yiyebileceğini ima etmekti ama Lu Feng'in cevabının gizli bir anlamı vardı. Görünen o ki An Zhe bugün iki kişilik yemek yapacaktı.

An Zhe fazladan iki patates kesti. Ana şehirdeki ortak salonda yemeklerin yanı sıra malzemeler de tedarik ediliyordu ve bir ay boyunca kendi çorbasını pişirmeye alışmıştı - salonunkinden biraz daha dolu ve lezzetli olurdu.

Patatesleri ve küçük pastırma parçalarını tencereye koydu, suyu döktü ve sütü ekledi, ocağı açtı, tencerenin kapağını kapattı ve oturma odasına döndü.

Televizyonda dağıtım merkezinin yenilenmesinin sorunsuz bir şekilde ilerlediğine dair haberler yayınlanıyordu.

Lu Feng ise kanepede An Zhe'nin ders kitabını okuyordu, görünüşe göre keyfi yerindeydi.

Bu adam iyi günündeyken kabadayı, kötü günündeyken ise hiç konuşmayan biriydi, tıpkı bir ay önce trende kendisiyle hiç konuşmak istemiyor gibi göründüğü zaman olduğu gibi.

Aldatılmış olmanın verdiği fevri duygular yatıştıktan sonra sakinleştiği ve mutfakta patates doğrayarak geçirdiği zaman içinde An Zhe, Lu Feng ile olan ilişkisi hakkında derin derin düşünmüştü.

Sporunu bulmanın anahtarı Lu Feng ile iyi bir ilişki kurmakta yatıyordu.

Bir insanla iyi bir ilişki kurmanın ön koşulu onun nelerden hoşlandığını öğrenmekti.

Böylece An Zhe, Lu Feng'in yanına oturdu ve bu kişinin ders kitabında bir sonbahar sahnesini anlatan kısa bir şiir okuduğunu gördü.

Lu Feng "Bunu sen mi öğretiyorsun?" diye sordu.

An Zhe ona "Hala öğreniyorum" dedi.

Lu Feng'in soru sorma girişimi, An Zhe'nin bu adamın iyi bir ruh halinde olduğunu doğrulamasını sağladı.

Bu nedenle, "Albay." diye seslendi.

Lu Feng ders kitabını bıraktı ve ona baktı. "Ne var?"

"Daha önce, trende..." dedi An Zhe gözlerini hafifçe indirerek ve fısıldadı, "benimle konuşmak istemiyor gibiydin, yanlış bir şey mi yaptım?"

Lu Feng ona manalı bir bakış attı.

"Hayır," diye yanıtladı. "Benimle alakalıydı."

An Zhe: "Öyle demek."

Lu Feng: "Kafana mı takıldı?"

An Zhe: "...Hm."

Kısa bir sessizliğin ardından Lu Feng elini uzattı.

Parmakları bir an An Zhe'nin boynunda gezindi, sonra aşağı inerek boynunda asılı duran mermi kovanını çıkardı.

An Zhe biraz endişeyle ona baktı; Lu Feng'in mermi kovanının varlığını ne zaman keşfettiğini bilmiyordu.

"Karaborsa hanımını öldürdüğüm sırada onun yanındaydın. Onun emrinde mi çalışıyordun?"

An Zhe başını salladı. "Ben sadece Patron Shaw'la çalıştım."

"3260563209, şehir kapılarında." diye devam etti Lu Feng. "Takım arkadaşın mıydı yoksa erkek arkadaşın mı?"

"Sadece arkadaşın." dedi An Zhe.

Lu Feng boynundaki mermi kovanını kavradı ve "Bu kim?" diye sordu.

An Zhe hiçbir şey söylemedi, söyleyememişti. Ancak sessizlik de bir cevaptı.

Sessizliğin içinde Lu Feng daha fazla sormadı ve mermi kovanını yakasına geri soktu.

"Çok fazla insan öldürdüm. Ama son birkaç toplu katliamda sen de vardın." diye sessizliği bozdu Lu Feng. "Bu koşullar altında hâlâ iyi bir insan olduğumu söyleyebilmen beni şaşırtıyor."

An Zhe geriye baktı ve durumun sahiden dediği gibi olduğunu gördü.

İlk karşılaştıklarında Lu Feng, Vance'i öldürmüştü. Bir sonraki karşılaşmalarında Du Sai vardı ve o gece heterogenezler şehre karışmış, Lu Feng dış şehirde yetmiş üç kişiyi daha öldürmüştü.

Bir ay sonra, yine karantina duvarının arkasında durmuş, sayısız silah sesiyle Hesap Günü'nün gelişmesine tanık olmuştu.

Sonunda dış şehirden ayrılan trende Lu Feng 6. Bölge'yi havaya uçurma emrini verdiğinde de An Zhe yanındaydı.

Lu Feng, An Zhe'nin bağlantılı olduğu birçok kişiyi öldürmüştü.

Ancak bu, An Zhe'nin Lu Feng'in iyi bir insan olduğunu düşünmesine engel değildi. Her şeyden önce Lu Feng'in heterogenezleri ayırt etmede çok isabetli olduğunu biliyordu. Bir de Lu Feng tarafından bir heterogenez olarak tanınmış ve sonra öldürülmüş ya da 6. Bölge havaya uçurulduğunda onlardan biri olmuş olsaydı bile bu konuda söyleyecek bir şeyi yok gibiydi; insan üssüne geldiğinde insan kurallarını kabul etmek zorundaydı.

Lu Feng, ölüm cezasını uygulayan adamdı.

An Zhe, "Bu yüzden... üzgün müsün?" diye sordu.

"Hayır." Lu Feng ona baktı ve "Ne yaptığımı biliyorum." dedi.

"Peki..." An Zhe'nin ağzından sadece bu tek kelime çıktı.

Peki bu ruh hali değişimleri de neyin nesiydi?

Ama sanki Lu Feng onun aklından geçenleri görmüş gibiydi.

"İlkeleri ihlal etmedim." dedi Lu Feng. "Yargılarımın doğru mu yanlış mı olduğunu kimse sorgulamadı."

An Zhe, genç yargı memuru Seraing'in kendisine söylediklerini hatırlayarak "Öldürdüğün insanların doğruluğu veya yanlışlığı konusunda emin değil misin?" diye sordu.

"Hayır, eminim." Lu Feng pencereden dışarı baktı, yeşil gözleri donmuş bir göl gibi ıssız ve boştu. "Sadece bazen aklıma takılan... yaptığım tüm bu seçimler. Tam olarak neyi yargılıyorum ve sonunda beni kim yargılayacak?"

An Zhe onun sözlerini tam olarak anlamamıştı. İnsanlar çıldırdıklarında başkalarının anlamadığı anlamsız şeyler söyleyebilirdi.

Ama yine de anladığını hissetti.

Lu Feng'e bakarak, "Bunlar için senden nefret etmiyorum." dedi.

Bir süre durakladıktan sonra, "Sen yanlış bir şey yapmadın." diye ekledi.

Lu Feng ona baktı ve uzun bir sessizlik oldu. O kadar uzun bir sessizlikti ki An Zhe o gözlerin donmuş bir göl değil de yumuşak soğuk bir su olduğu yanılsamasına kapıldı.

Lu Feng sağ elini uzatıp An Zhe'nin saçlarını okşarken alacakaranlık yavaş yavaş odanın üzerine çöktü.


Sonraki Bölüm