Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 31: "Bir arı kovanını andırıyor."

 

An Zhe kolu tutarak, "Artık uygunsuz saldırıdan suçlu değil miyim?" diye sordu.

"Hayır," dedi Lu Feng yatak odasına dönerek, "uygunsuz saldırı suçu mağdurun iradesine bağlıdır."

Bu adamda kendine mağdur diyecek kadar utanmazlık vardı.

An Zhe bu adamın içini görmüştü. Kutuyu eve götürdü ve odanın en göze çarpmayan köşesine, Lu Feng'in bir daha güneşi görememesini sağlayacağı bir yere koydu.

Bu sırada televizyondaki haberler bitmiş ve yarının hava durumuna geçmişti; sunucunun tatlı sesi, üssün bulunduğu ovaların ender gelen rüzgarlı bir günle karşılaşacağını söylüyor, kapıların ve pencerelerin kapalı tutulmasını öneriyordu.

An Zhe başlangıçta bir mantarken şiddetli rüzgarlardan korkuyordu çünkü rüzgar bir mantarı paramparça ederdi. Ancak kırıldıktan sonra vücudu değişti ve yavaş yavaş rüzgardan daha az korkmaya başladı. Aksine, rüzgar tarafından savrulma hissini sever olmuştu.

Elini yüzünü yıkayıp yatak odasına döndükten sonra bir süre ders kitabını okudu. Gece ilerlemeye başladığında An Zhe yatmaya karar verdi.

O anda kulaklarında alçak, garip bir ses çınladı.

En dar kanyonlarda yankılanan rüzgar sesi gibi uzun ve dalgalı bir sesti bu. Bazen çok alçak bir inilti, bazen de dik ve keskin bir sesti. Dışarıdaki rüzgar odanın her yerinde uğulduyor gibiydi ama nereden geldiğini bulamıyordu.

Böyle bir sesi ilk kez duymuyordu. Bu odada daha önce birçok gece bu alçak, ıssız sese mutfaktaki su damlaları ürkütücü bir uyumla eşlik etmişti; bu birleşim ona sık sık hala uçurumda olduğu hissini veriyordu - mağarasının dışında, ormanın derinliklerinden esen rüzgar, yosunlu zemine damlayan bitki veya hayvanların mukus ve salyaları. Rüzgar ve mağaranın yapısı bazen garip bir rezonans, bir yaratığın mırıltısı gibi her tarafta alçak bir cıvıltı sesi üretiyordu.

Ancak bu gece ses daha önce hiç olmadığı kadar yüksekti. An Zhe sonunda sesin kaynağının kendi odasında olduğundan emin oldu.

Kaşlarını çattı ve çevresini dikkatle algılamak için gözlerini kapattı, pencerenin dışındaki rüzgarın sesi hariç, ses kendi bedeninin yakınından geliyordu.

Gözlerini açtı, yataktan kalktı, yalınayak yere uzandı, masanın üzerindeki feneri aldı, açtı, yarı diz çöktü, çarşafları kaldırdı ve fenerin ışığını yatağın altına tuttu.

An Zhe gözlerini açtı ve yataktan kalktı. Yerde çıplak ayakla durdu ve masanın üzerindeki el fenerini alıp yaktı. Diz çöküp çarşafı kaldırdı, fenerin ışığını yatağın altına tuttu.

Gözlerinin önünde karanlık, dairesel bir delik vardı - yatağın dayandığı duvarda, duvarın zeminle birleştiği yerde.

Delik bir insanın kafası büyüklüğündeydi ve insan yapımı bir borunun ağzı gibiydi. İçi o kadar karanlıktı ki  hiçbir şey görülemiyordu. Sadece oradan bir rüzgar estiğini hissetti, bir aydır onu rahatsız eden sesin ta kendisiydi bu.

Yarım dakika deliğe baktıktan sonra An Zhe çarşafı indirip yatağına geri döndü. Bir insanın odasının her zaman tuhaf yapıları vardı. Bu gece erkenden uyuması gerekiyordu. Yarın çok önemli bir gündü.

***

        "Bedenleriniz

        hala geri dönmek için

        mücadele ediyor.

        "Ve isimsiz kır çiçekleri

        şimdiden çiçek açıyor."

An Zhe, Bai Nan'ın sınav kağıdına sessizce bir şiir dizesi yazmasını izledi; bugün yavruların final sınavıydı ve kopya çekilmesini önlemek için sınav salonunda devriye gezmekle görevliydi.

Dün geceki alçak ses sınıfta da yankılanıyordu ama herkes buna alışmış görünüyordu. An Zhe ayrıca sınıfın köşesinde de göze çarpmayan bir noktada bir delik fark etti, insan binalarında yaygın bir şey gibi görünüyordu. Daha önce fark etmemişti çünkü gün boyunca ortam çok gürültülü oluyor, bu da sesi örtüyordu. Bugün dışarıdaki rüzgarlı delikteki rüzgar sesini daha da yükseltmişti.

Bai Nan'ın bulunduğu yere geçerek ilerledi. Jisha'nın kağıdının karalamalar ve düzeltmelerle dolu olduğunu gördü. Sadece İngilizce sorularında birkaç düzgün kelime ara sıra doldurulmuştu, An Zhe onlara baktı, birkaç tanesini doğru yapmış gibi görünmüyordu.

Yavruların çoğu Jisha ile aynı durumdaydı ve diğer kısmı karalama yapmak için bile çaba sarf etmemişti, önlerindeki kağıt neredeyse boştu. Elbette çok az sayıda -yedi ya da sekiz- yavru kağıtlarını çok iyi bir şekilde tamamlamıştı.

An Zhe yürürken sınıfın köşesine, Sinan adındaki ilgisiz yavrunun yanına geldi.

Sinan'ın kağıdı çoktan doldurulmuştu ki sınav başlayalı henüz yarım saat olmuştu, o herkesten daha hızlıydı.

Şu anda cevapları kontrol ederek oyalanmak yerine siyah kalemiyle kağıdın kenarlarına bir şeyler çiziyordu.

Buna çizim demek uygun olmazdı, uçurumdaki sarmaşıklar gibi düzensiz bir şekilde birbirine dolanan ve kağıdı delip geçen siyah çizgilerdi bunlar. Bir buçuk saat süren sınav bittiğinde karmaşık çizgiler tüm kağıda yayılmıştı, tek görünen sorulara verdiği cevaplardı.

Kağıtlar toplandıktan sonra yavrular hayat öğretmeni tarafından yatakhanelerine geri götürüldü ve An Zhe, kağıtları Lin Zuo ve Colin'in içeride olduğu ofise taşıdı. Lin Zuo matematik ve mantık sınavlarını kontrol etmeyi yeni bitirmişti, An Zhe'nin içeri girdiğini görünce kağıtları aldı ve "Sen ve Colin notları yazın." dedi.

An Zhe itaatkar bir şekilde karşılık verdi ve Colin'in yanına geldi. An Zhe notları bilgisayarın tablosuna girerken Colin de yavruların isimlerini ve notlarını okudu.

"Sinan," diye okudu Colin. "100 puan."

An Zhe notu girdi ve "Çok iyi." diye fısıldadı.

Matematik ve mantık sınavına bakmıştı, toplama, çıkarma, çarpma ve bölme zaten en kolay sorulardı, geometri ve mantık sorularını ise An Zhe pek yapabileceğini düşünmüyordu.

Bu sırada dil ve edebiyat sınavlarını okumakta olan Lin Zuo, "Sinan çok nadir bulunan bir deha." dedi.

An Zhe: "Hm."

"Ama onun A sınıfına geçmesine izin vermeyeceğim." dedi Lin Zuo.

Bu bir aylık yaşamdan sonra An Zhe yavruların eğitim düzenini çoktan öğrenmişti.

Hayat öğretmeninin bir artı ve eksi notlar tablosu vardı ve sınıfta da bir tane vardı. Bu artı ve eksi not kayıtları, her zamanki büyük ve küçük sınavların puanlarına ve son olarak da yavruların son notları olan final sınavının puanlarına eklenirdi. Bu sınıfta en iyi notları alan yavrular A sınıfına terfi eder, eğitimlerine ana şehirde devam eder ve büyüdüklerinde kendi alanlarına göre ana şehirdeki çeşitli kurumlara girerlerdi. Diğer yavrular eğitim ve değerlendirme için askeri üsse girerlerdi. Bir ay sonra ordu da duruma göre eğitimlerine devam etmeleri için bir düzine kadar B sınıfı yavru seçer ve bu yavrular büyüdüklerinde orduda asker olurlardı. Geri kalan yavrular C sınıfı olarak sınıflandırılır ve dış şehir sakinleri tarafından evlat edinilmeyi beklemek üzere dış şehre gönderilir veya kimse onları evlat edinmezse dış şehirde kendilerine tahsis edilen alanda gruplar halinde yaşamaya devam ederler ve o andan itibaren dış şehir sakinleri olurlardı.

Ancak Lin Zuo, Sinan'ın A sınıfına girmesine izin vermeyi düşünmediğini söylemişti.

An Zhe "Neden?" diye sordu.

"Kişiliğiyle ilgili bir sorunu var." dedi Lin Zuo. "Orduya girmek için de uygun değil; bazen üsse karşı nefret beslese de kişisel duygulardan yoksun ve ana şehre hizmet edemez. İrem Bağı onunla ilgili değerlendirmemi onaylıyor. C sınıfına yerleştirilecek. İkinizi daha sonra rahatsız etmem gerekecek."

An Zhe: "…Tamam."

"O çok tuhaf bir çocuk." diye ekledi Lin Zuo. "Hayat öğretmeni bana geceleri sık sık uyandığını ve bazen titrediğini söyledi fakat hastalığının nedeni bulunamadı. Üç yaşına kadar ona bakan kreş öğretmeninden bir arkadaşını kaybettiğini ve bir travma bırakmış olabileceğini duydum."

Sabah olduğunda ve son notlar hesaplandığında Bai Nan da dahil olmak üzere beş yavru seçilerek diğer sınıflarda öne çıkan diğer yavrularla birlikte eğitilmek üzere İrem Bağı'nın yedinci katına gönderilirken Lin Zuo yeni bir sınıfa başlamak üzere üçüncü kata dönüş yaptı. An Zhe ve Colin resmi olarak kalan yavruların sınıf öğretmenleri oldular, görevleri yavruları askeri üsse götürmek ve ordu tarafından eğitilip test edilmelerini sağlamaktı.

Ana şehir oldukça hızlıydı. Öğleden sonra diğer sınıflardan yavrularla birlikte şehirdeki askeri eğitim alanına giden bir servis aracına bindiler.

Eğitim alanı rüzgarlıydı ve ince ince kum getiriyordu. Yine de yavruların keyfi yerindeydi, açık alanda koşup zıplıyorlardı. Yavruları taramakla görevli askeri personel onları teslim almak üzere geldi ve An Zhe ile Colin boşta kaldı. Etrafa bakınabilirlerdi.

Çelik bir bankta yan yana otururlarken Colin aniden konuştu. An Zhe ve o son bir aydır birbirleriyle konuşmamışlardı.

"Yargıca olan nefretimden biraz olsun vazgeçmeye hazırım artık." dedi.

An Zhe ona baktı ve Colin'in bakışlarının bina katmanları arasından geçtiğini, çok soğuk bir ifadeyle uzaktaki İrem Bağı'nın gri kenarına baktığını gördü. 

"Çünkü ana şehrin tamamı Yargıç kadar soğuk ve duygusuz." dedi Colin oraya bakmaya devam ederek.

An Zhe, "Neden?" diye sordu.

"İrem Bağı'nı gördün ya," dedi Colin, "bir arı kovanını andırıyor."

İrem Bağı devasa altıgen bir yapıydı ve gerçekten de bir kovanına benziyordu. An Zhe hiçbir şey söylemedi ve Colin kendi kendine konuşmaya devam etti.

"İrem Bağı kraliçe arıdır, her yıl on binlerce çocuk üretir. Onları üç yaşından itibaren zorlu testlerden geçirir, böylece en yüksek zekaya sahip küçük bir yüzdenin ana şehirde kalmasına izin verirler ki daha sonra araştırma yapabilsinler. Bu çocuklar ana şehir için yararlıdır ve erkek arı konumundadırlar, bu nedenle ana şehirdeki üstün yaşam koşullarına sahip olurlar." dedi. "Geri kalanlar, tüm işçi arılar, koşulların sade olduğu dış şehre atanır. Üs yiyecek ve su tedarikini kontrol ediyor ve işçi arılar ancak paralı asker olup vahşi doğaya giderek, hayatları için savaşarak ve üsse malzeme getirerek hayatta kalabiliyor. Bu malzemeler de üs tarafından ana şehre fayda sağlamak için kullanılıyor."

Kıkırdadı. "Tüm üs bu şekilde işliyor. Ana şehir için değerli olan insanlar yetenekli olanlardır. 6. Bölge'yi hiç sıkıntı çekmeden bombaladılar. Çünkü dış şehrin insanları aslında attıkları çöplerdi."

An Zhe, "Ama ana şehirde çok az insanın yaşamasına yetecek kadar yer var." dedi.

Colin başını ona çevirdi. "Doğru şeyi yaptıklarını düşünüyor musun?"

Bir anlık tereddütten sonra An Zhe başını yukarı aşağı salladı.

"Doğru şeyi yaptıklarını düşünüyorsun çünkü sen hayatta kaldın; burada ana şehirde duruyorsun." Colin heyecanlandı, göğsü birkaç kez şiddetle inip kalktı.

"İnsanlığın menfaati her şeyden önce gelir, onların yaptıklarını haklı kılan şey bu." dedi. "Ama ölen insanlar, havaya uçurdukları insanlar, ailen, arkadaşların, onlar neyi yanlış yaptılar? Onlar insan değil miydi?"

An Zhe bir şey söylemedi. Colin'in sorusu kafasını karıştırmış değildi, uçurumda sürüler halinde yaşayan canlılar vardı ve uzun süren gözlemlerine göre tek bir hayvan için kendisinin hayatta kalması en önemli şeyken sürü halinde yaşayan bir grup hayvan için tüm grubun devamı daha önemliydi. Colin'in hatalı olduğunu düşünmüyordu, sadece böyle bir insanın Virginia Üssü'nde yaşamaya daha uygun olabileceğini düşünüyordu.

Colin onun gözlerinin içine baktı ve sonunda, "Anlıyorum. Senin hiç duygun yok." dedi.

Konuşmaları orada kesildi.

An Zhe dikkatini Colin'den çok daha sevimli olan yavrulara çevirdi.

Ancak bu sırada yavru grubunda bir kavga çıktığı için kaos içindelerdi.

An Zhe ayağa kalkıp yavru grubunun içine doğru yürüdü ve Colin de peşinden geldi.

Kavga edenler Sinan ile başka bir güçlü oğlandı. Sinan'ın gözleri biraz kızarmıştı ve oğlanı can havliyle yere yatırmıştı.

"Bırak onu," diye emretti Colin. "Sinan, puanların düşülecek."

Sinan yine de oğlanı bırakmadı. Colin'in elinden sadece öne çıkıp onları zorla ayırmak gelirdi. Sonuçta yetişkinler çocuklardan çok daha güçlüydü.

Sinan soğuk bir yüz ifadesiyle bir kenarda durdu. An Zhe ona baktı ve "Ne oldu?" diye sordu.

Sinan bir şey söylemedi fakat diğer çocuk yüksek sesle, "Gece uykunda konuşuyordun ve Lily'nin adını sayıklıyordun! Lily uzun zaman önce götürüldü ve kilit altına alındı, bu yüzden onu artık bulamazsın!"

An Zhe, Sinan'ın yumruklarını sıktığını gördü.

Lily, bu kulağa küçük bir kız ismi gibi geldi.

"Lily kim?" diye sordu.

Sinan bu kez "Arkadaşım." diye cevap verdi.

"Nerede o?"

"İrem Bağı'nda." Sinan'ın sesi buz gibi soğuktu.

An Zhe, Lin Zuo'nun Sinan'ın bir arkadaşını kaybettiğinden bahsettiğini hatırladı ve anlaşmazlığın nedeninin oğlanın Sinan'ın üzüntüsünü gündeme getirmesi olduğunu tahmin etti.

"Öfkelenme." Çömelip Sinan'ın hizasına geldi ve omzuna hafifçe vurdu. "Bir daha böyle şeylerden bahsetmemesini söyleyeceğim."

Sinan'ın yüz ifadesi değişmedi, bir yavru olduğu açık olmasına rağmen tüm yavrulardan farklı bir soğukluğu vardı.

An Zhe sadece onun saçlarını okşayıp ayağa kalktı. Yavrular eğitim alanında darmadağınıkken Colin diğer yavruya bir ders veriyordu ve o An Zhe'den çok daha başarılıydı, cezadan bahseder bahsetmez yavrular hemen onu dinliyordu.

İlham alan An Zhe, Sinan'a "Bir dahaki sefere kavga etmek yok yoksa puan kaybedeceksin." dedi.

Sinan'ın ağzının köşesi yukarı kıvrıldı ve "Zaten ana şehirde kalmamı istemiyorsunuz." dedi.

Diğer yavrular kelimeler üzerinde tökezlerken bu yavru her şeyi biliyordu.

An Zhe kendini çaresiz hissediyordu ama kimse ona yardım edemezdi.

Tam o sırada, siyah bir araba görüş alanına girdi ve içinden üç kişi çıktı.

An Zhe arabaya baktı ve ortadaki adamla göz göze geldi.

Gözlerini kırpıştırdı.

Lu Feng de onu gördü ve onun tarafına gelirken hafifçe kaşlarını kaldırdı.

An Zhe "Sen de mi buradasın?" diye sordu.

"Bir toplantım vardı." diye yanıtladı Lu Feng. "Sorun nedir?"

"İki çocuk kavga ediyordu." An Zhe'nin sesinde yardım arayan bir çaresizlik vardı.

"İkisini de patakla gitsin." dedi Lu Feng.

Bu sözler An Zhe'nin istemsizce gülümsemesine neden oldu. Sonra Sinan'a doğru eğildi ve "Bir dahaki sefere kavga edersen seni pataklarım." dedi.

Lu Feng ona baktı.

"Çok nazik konuşuyorsun." dedi soğuk bir şekilde. "Sadece dövüşmeye devam etmekle kalmayacaklar, seni de dövecekler."

An Zhe: "..."

İfadesini düzeltti ve kendini biraz sert göstermeye çalıştı, Lu Feng'in onda biri kadar sert olsaydı yavruları eğitirken her şey yolunda giderdi.

Lu Feng ona baktı, dudakları kıvrıldı ve bakışlarını Sinan'a kaydırdı.

Bakışları aniden durdu.

"Ondan uzak dur." dedi Lu Feng bir an sonra soğuk bir şekilde.

An Zhe ne olduğunu anlamasa da refleks olarak Lu Feng'in sözlerini dinledi ve iki adım geri çekildi.

Lu Feng iki adım öne çıkarak An Zhe ile Sinan'ı ayırdı, eldivenlerini giydi ve Sinan'ın çenesini tutarak onu güneşe bakmaya zorladı.

Gözleri kamaştıran güneş ışığı altında Sinan'ın göz bebekleri küçüldü.

"Onda bir sorun var." Lu Feng elini çevirip Sinan'ı yakaladı. "Deniz Feneri ile iletişime geçin."

Sonraki Bölüm