Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 181: 1992-2020 51

 

İkisi birlikte dönüp aşağı indi. Şirket çoktan iki kez aramıştı ve daha fazla uzatırlarsa daha korkunç bir şey olup olmayacağı belli değildi, bu yüzden ikisi de hızlarını artırarak aşağıya yöneldi.


Lian Qiao merdivenlerde bir şey olacağından korktuğu için hemen önden yürüdü. Xu RenDong da onu yakından takip etti.


Ancak köşeyi döndükten hemen sonra Xu RenDong’un ayağı her nedense boşluğa bastı ve doğruca öne doğru düştü.


Lian Qiao bir şeylerin ters gittiğini hissederek başını çevirdi fakat tepki verecek zamanı bulamadan sert bir “güm” sesi duydu. Xu RenDong tüm ağırlığıyla yere düşmüştü.


Merdivenlerden düşmenin getirdiği fizyolojik refleksle iki kolunu da önüne uzatmıştı. Başı çarpmamış olsa da her iki kolundaki sinirler şoktan uyuşmuştu ve dizleri sertçe yere çarptığından dayanılmaz derecede ağrıyordu.


Lian Qiao neye uğradığını şaşırdı. Aceleyle ona yardım ederken endişeyle sitem etti. "Neden bu kadar dikkatsizsin?!" Ancak gözleri bir anda merdivenlere döndüğünde ifadesi yeniden değişti.


Bu sırada Xu RenDong kendini acıya dayanmaya zorlamış ve yerden kalkarak alçak sesle, "Özür dilerim, çok aceleciydim." demişti.


Lian Qiao başını salladı: "Hayır, bu senin hatan değil, merdivenlerde bir parça eksik."


Xu RenDong şaşkına döndü. Geriye dönüp baktığında az önce havaya adımlamasının dikkatsizlikten değil, o merdivenin gerçekten de basamaklarının eksik olmasından kaynaklandığını gördü.


İki basamağın tamamı her nedense ortadan kaybolmuştu. Sanki aç bir obur tarafından sert bir şekilde ısırılmış gibi, son derece ani görünüyordu.


Fakat Lian Qiao biraz önce aşağı indiğinde merdivenlerin iyi durumda olduğu açıktı, Xu RenDong aşağı inerken ise kaybolmuşlardı. Belli ki bu değişiklik Xu RenDong'a karşı yapılan bir saldırıydı.


Eğer temkinli olmasaydı bu düşüşle doğrudan karşıdaki duvara kafa atacak, kafası kırılacak ve belki de o anda ölecekti.


Xu RenDong içini çekti. "Sanırım metrodakiyle aynı."


Lian Qiao: “Evet. Çevre değişiyor. Daha fazla gecikmeyelim, çabuk gidelim.” Elini RenDong'a uzattı. "Gel, seni taşıyacağım. “


Ama Xu RenDong elini itti. "Gerek yok. Enerjini boşa harcama, kendim gidebilirim.”


Lian Qiao ona baktı, hiçbir şey söylemeden sadece başını salladı.


İkili merdivenlerden inmeye devam etti. Bu kez ikisi de artık acele etmiyor, dikkatli ve temkinli davranıyorlardı. Neyse ki merdivenlerde daha fazla değişim olmamıştı.


İkili herhangi bir sorun yaşamadan merdivenlerin sonuna geldi. Xu RenDong’un arabası kapının hemen önüne park edilmişti. İkisi tereddüt ederek arabanın önünde durdu.


Binmek mi yoksa yürümek mi?


Az önce Xu RenDong merdivenlerden düştüğünde biraz yaralanmıştı. Kemiklerini incitecek kadar kötü olmasa da yürümesi kaçınılmaz olarak etkilenmişti.


Ancak araba kullanırsa yolda karşılaşabileceği tehlikeler daha da ölümcül olacaktı. Frenlerin aniden boşalması ya da direksiyonun komut dinlemeden kendi kendine dönmesi durumunda kaçacak bir yerleri bile olmayacaktı.


İşi sağlama almak için ikisi de işe yürüyerek gitmeye karar verdi.


Evlerinden şirkete yürüyerek yaklaşık yarım saatte varabilirlerdi. Yol boyunca metro ve otobüs gibi başka toplu taşıma olanakları da vardı. Geçmişten ders aldıkları için elbette binmeye cesaret edemezlerdi.


Şu anda saat neredeyse dokuz buçuktu, mahallenin içi sessizdi, tek bir kişi bile yoktu.


Aslına bakılırsa iş çıkış saati olmasa da bu kadar boş olması normal değildi.


İkisi çevrelerini gözetleyerek mahalle yolunda dikkatle yürüdü.


"Bir kuş cıvıltısı bile yok." dedi Lian Qiao.


"Hm. Sanki dünya durmuş gibi." Xu RenDong cep telefonunu çıkarıp saate baktı, saniyenin hala ilerlediğini ve bu dünyadaki zamanın gerçekten de yavaş aktığını doğruladı.


Ama sanki… tüm dünya durmuş ve onu bekliyormuş gibi bir hisse kapılmıştı.


Bu garip bir histi.


İkisi bölgenin girişine geldiklerinde gerçekten daha da tuhaf bir manzarayla karşılaştı.


Yol da sessizdi. Ancak mahallenin aksine yol insanlarla doluydu. İşe gidenler, okula gidenler, köpeklerini gezdirenler, çocuklarını gezdirenler… her türden insan vardı.


Ancak yoldaki tüm yayalar sanki bir şekilde talimat almışlar gibi durup onlara bakıyordu. Etten kemikten canlı insanlar oldukları aşikârdı ama şu anda kaskatı kesilmiş yüz ifadeleri ve donuk gözleriyle odun gibi görünüyorlardı.


Herkesin gözleri tek bir noktaya odaklanmıştı, o da Xu RenDong idi.


Bu sahne ona Anahtarsız Kilit'te gördüğü güzel hizmetçileri hatırlattı. Ancak bu sefer o zamanki gibi değildi. O zamanlar karanlık ve ürkütücü bir tulou’da tek başınaydı ve hayaletler dünyasında olduğunun farkındaydı, dolayısıyla ince bir uzaklık hissi vardı.


Ama şimdi kendi mahallesinin önünde, her gün işe gidip gelirken geçmek zorunda olduğu ana caddede duruyordu. Gözünün alabildiği her yerde gerçekliğin tüm tanıdık sahneleri vardı fakat her şey gerçeklikten farklıydı.


Yoldan geçenler, araç sürücüleri, hepsi bir balmumu müzesindeki heykellere dönüşmüştü, gerçekçi olsalar da ölü havaya sahiplerdi.


Daha da korkutucu olanı bu insanlar arasında pek çok tanıdık yüzün olmasıydı. Yürüyüşe çıktığında sık sık karşılaştığı köpek gezdiren dede, her gün kucağında bebeğiyle yürüyüşe çıkan teyze ve uyuyakalan genç öğrenci...


Sadece ona bakıyorlardı. Burada olmaması gereken, buraya ait olmayan birine bakar gibi.


Xu RenDong’un kalbinde güçlü bir direniş hissi uyandı. Derin bir nefes aldı ve kendini bir adım atmaya zorladı. Yürüdüğü anda kalabalığın gözleri onu takip etti ve sırtının bir anda soğuk terler akıtmasına neden oldu.


İnsan mı yoksa hayalet mi olduklarını bilinmeyen bu şeyler tarafından dik dik bakılmak şöyle dursun, bu kadar çok insan tarafından izleniyor olma hissinden bile nefret ediyordu.


Lian Qiao içini çekti ve parmaklarını onunkine kenetledi. "Bacağın iyi mi? Hadi daha hızlı gidelim.”


Xu RenDong başını salladı ve adımlarını hızlandırdı.


O yürüdükçe etrafındaki her şey de onunla birlikte yeniden canlanıyor gibiydi. O heykele benzeyen yoldan geçenlerin sadece gözleri onu takip etmekle kalmıyor, vücutları bile kaskatı kesilmiş halde hareket etmeye başlıyordu.


Lian Qiao bilinçsizce silahını kavradı. Neyse ki ikisine doğru toplanmamış, yine orijinal rotaları boyunca ilerlemişlerdi. İşe gitmesi gerekenler işe gidiyor, yürüyüştekiler yürüyordu.


...Görünüşe göre bu insanların şimdilik saldırmaya niyetleri yoktu.


İkili etraflarına göz kulak olurken şirkete doğru yürümeye devam etti.


Dışarıda olmalarına rağmen ikisi de kıyaslanamayacak kadar depresif hissediyordu, bu yüzden yol boyunca hiç konuşmadılar, sadece somurtkan bir şekilde acele ettiler.


Bu ana yol boyunca dümdüz gittiklerinde Xu RenDong'un şirketine ulaşacaklardı. Yolda yürürlerken ikisi birden önlerindeki kaldırımı çevreleyen, neye baktıkları belli olmayan ve kaldırımı sımsıkı kapatan büyük bir grup insanla karşılaştı.


Ne yaptıkları önemli değildi, merak kediyi öldürürdü. Xu RenDong, "Etrafından dolaşalım" dedi.


Lian Qiao "Hm" dedi ve ikisi yolun karşısına, kaldırımın diğer tarafına geçtiler.


Tam yürümeye devam etmek üzereyken RenDong aniden bir gariplik hissetti. Aynı zamanda Lian Qiao, "RenDong!" diye bağırdı.


Xu RenDong kalbi sıkışırken Lian Qiao'nun onu şiddetle geriye doğru çektiğini hissetti. Birkaç kez tökezledi ve daha durmaya bile vakit bulamadan başının üzerinde güçlü bir esinti hissetti. Sonra büyük bir gürültü duydu, gökten kocaman bir beton blok düşerek önündeki taş yola sertçe çarpmıştı.


Bir anda ortalık toz dumana karıştı. Xu RenDong pantolonuna ıslak ve sıcak bir şeylerin sıçradığını hissetti.


Bilinçsizce iki adım geri çekildi, aşağı baktığında pantolonuna sıçrayanın kan ve et parçaları olduğunu gördü - bir de iğrenç, sıcak bir koku vardı.


“...” Midesinden ani bir kusma isteği yükseldi. Xu RenDong'un boğazını seğirdi, önündeki toz duman dindiğinde devasa beton bloğun altında birinin olduğunu gördü.


Bu kişinin vücudunun yarısı ezilmiş, sadece bir kafa ve iki kol dışarıda kalmıştı. Vücudunun altında büyük bir kan kütlesi yavaş yavaş yayılıyordu.


"İyi misin?" diye sordu Lian Qiao.


Xu RenDong dudaklarını büzüp başını salladı. Yukarı doğru baktı, ikisinin başlarının üzerinde devasa bir vinç duruyordu. Vincin altındaki çekme halatı boştu, havada hafifçe sallanıyordu, beton bloğun vinçten düştüğü belliydi.


Az önce kalabalıktan kaçmaya o kadar odaklanmışlardı ki aslında etraflarında bir inşaat alanı olduğunu fark etmemişlerdi. Neyse ki Lian Qiao'nun refleksleri keskindi, yoksa şu anda beton bloğun altında yatan kişi Xu RenDong olurdu.


"..." Xu RenDong korkunun onu çarptığını hissetti, dudaklarını büzdü ve "Hadi gidelim." dedi.


Lian Qiao endişeli bir ifade takınsa da hiçbir şey söylemeden sadece başını salladı.


Yoldan geçen şanssız adamın vücudunun büyük bir kısmı beton bloğun altında ezilmişti, kurtarılamayacak durumda olduğuna hiç şüphe yoktu. Bununla birlikte Xu RenDong o şanssız kişinin yanından geçerken yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle başını yukarı kaldırdığını ve ardından kanlı elini ona doğru uzatarak davetkâr bir hareket yaptığını açıkça görmüştü.


...Beni nereye davet ediyor?


Xu RenDong'un kalbi acıyla titredi ve bunu Lian Qiao'ya alçak sesle anlattı. Lian Qiao başını bile geriye çevirmedi, gözleri dümdüz ileriye bakarken belli belirsiz şöyle fısıldadı: "Ona aldırış etme. Korkarım ki dünyanın tüm kötülükleri bugün senin üzerinde toplanacak, dayanıklı olmalı ve onlardan etkilenmemelisin."


Xu RenDong acı acı gülümsemekten kendini alamadı.


Elbette bu 2020 gününde öngörülemeyen tüm tehlikelerin kendisine geleceğini biliyordu. Kendisi tehlikenin ta kendisiydi.


Lian Qiao ondan ayrılırsa daha güvende olur muydu?


Bunu yüksek sesle söylemesine bile gerek yoktu, Lian Qiao'nun bunu kabul etmeyeceğini biliyordu. O ve Lian Qiao zaten birbirleri için yaşam gücüydü. Lian Qiao'nun onu yalnız bırakmasını sağlama fikrinin kendisi bile Lian Qiao için incitici olurdu.


Bu yüzden Xu RenDong hiçbir şey söylemedi, sadece Lian Qiao'nun elini sıkıca tuttu.


Yolculuğun geri kalanının tehlikelerle dolu olduğu söylenebilirdi. Elinde keskin bir bıçakla kalabalığın arasından aniden fırlayan psikopat, kaldırımın ortasında açıklanamaz bir şekilde kaybolan rögar kapağı ve hatta bir anda patlayan vitrin camı bile vardı.


Tehlikeli olmasına tehlikeliydi fakat bu yüksek düzeyde tetikte olan iki adam için hiçbir şey ifade etmiyordu. Ancak bunların hepsi RenDong'u hedefliyor ve o bazı şeylerden kaçınamıyordu. Sonunda RenDong'un vücudunda birçok yara oluşmuştu.


İkisi her türlü zorluğu atlattıktan sonra nihayet şirkete vardı.


Xu RenDong rahat bir nefes aldı. Lian Qiao, şirket binasının girişine baktı ve aniden "Yol boyunca hiç hayaletle karşılaşmadık." dedi.


Xu RenDong kaşlarını çattı. Sahiden de yol boyunca karşılaştıkları şeyler gerçek hayatta olabilecek her türlü tehlikeydi. Tehlikeden ziyade kaza gibiydi. Buna karşın şaşırtıcıdır ki daha önce ölen ve hayalete dönüşen takım arkadaşlarından hiçbiri şimdiye kadar ortaya çıkmamıştı.


Xu RenDong iç çekti. "Sanırım hepsi beni şirkette bekliyor."


Lian Qiao başını kaldırdı ve onlarca katlı şirket binasına bakarak dudaklarını ısırdı. "Bu bina çok yüksek, yangın falan çıkarsa istesek de kaçamayız."


Xu RenDong güldü. "Bayrak dikmesene."


Lian Qiao dilini çıkarıp ona gülümsedi. Böylece ikisi beraber şirket binasına girdi.


Ofis on beşinci kattaydı. İkisi cam kapıyı iterek açtığında şirkette her şeyin her zamanki gibi iş gibi olduğunu görünce şaşırdı.


Herkes masasının önünde oturmuş harıl harıl çalışıyordu ve ikisi içeri girdiğinde bile sanki umursamıyor gibilerdi. Sadece aceleyle başlarını kaldırıp bakmışlar, sonra tekrar işlerine dalmışlardı.


Meslektaşlarının tepkisi ile dışarıdaki ürkütücü yayaların tepkisi arasında büyük bir tezat vardı. Bu durum Xu RenDong'u biraz duygulandırmıştı.


"Değişmişler." dedi Xu RenDong.


Lian Qiao onunla birlikte kendilerine ait olan masaya doğru yürürken bir yandan da bugünün 2020 yılı olduğunu ve etrafındaki meslektaşlarının hepsinin gerçek hayatta RenDong’un grubundakilerle değiştiğini düşündü.


Lian Qiao iç çekmekten kendini alamadı.


Xu RenDong'un bu meslektaşlarıyla normal bir ilişkisi vardı ve genellikle çok fazla temas kurmuyordu, bu nedenle çok fazla sevgisi olmadığı söylenebilirdi. Bunun bir hayalet dünyası olduğu gerçeğinden bahsetmiyoruz bile. RenDong bunu çok iyi biliyordu. Birlikte vakit geçirdiği iş arkadaşları olsalar bile eğer gerçekten onlara karşı harekete geçmek isterlerse RenDong’un onları öldürmesi gerekecekti, asla yumuşak davranmayacaktı.


Lian Qiao iç çekti, neden iç çektiğini kendisi bile bilmiyordu. Sadece biraz sıkıntılı hissediyordu.


İkisi masaya geldi. Xu RenDong saate bakmak için bilgisayarı açtı, şu an öğlene çok yakındı. Masanın üzerinde Xu RenDong’un bugün yapması gereken işlerle ilgili yapışkan notlar bulunan birkaç belge vardı.


RenDong onlara bir göz attı ve "Pasif davranırsam ve dünyayla birlikte ilerlemezsem ne olur acaba?" dedi.


Lian Qiao da, "Dünyanın sonu geldi ve sen hala işe gitmek zorundasın, daha ne kadar sefil olabilirsin?" diye yakındı.


RenDong bunu ciddi ciddi düşündü ve "Fazlasıyla. Bu, dünyanın sonunda fazla mesai yapmak olurdu." dedi.


Lian Qiao: “…” Çok mantıklı konuşuyorsun.


İkisi birbirlerine baktılar ve gülmekten kendilerini alamadılar.


Bu yolculuk sırasında ikisinin de sinirleri hep gergindi. Şu anda nihayet biraz rahatlayabilmişlerdi.


Ancak gardlarını tamamen indirmeleri de mümkün değildi. Xu RenDong iş meseleleriyle ilgilenmeye koyulurken Lian Qiao çevresi konusunda tetikte olarak her adımda yanında kaldı.


RenDong bir raporu işlemeyi henüz bitirmişti ki meslektaşları aniden "takırdayarak" sandalyelerini çekti ve aynı anda ayağa kalktı.


İkisi de refleks olarak silahlarını kaldırdı; meslektaşlarının garip bir şey yapmadığını, sadece gülümseyerek bir araya geldiklerini fark etmemişlerdi.


 "Hepiniz gelip deneyin bakalım yaptığım pirinç topları lezzetli mi?" Genç bir kadın iş arkadaşının elinde, içinde çeşitli renklerde pirinç topları bulunan küçük bir beslenme çantası vardı. Lian Qiao onun adının Liu XiaoQi olduğunu hatırladı.


Meslektaşları tezahürat yaparak beslenme çantasındaki pirinç toplarına uzanıp hepsini afiyetle yedi. Yedikten sonra hepsi övgü doluydu.


Liu XiaoQi ikisini selamladı. "Siz de gelin, kibarlık etmeyin."


RenDong ve Lian Qiao birbirlerine baktıktan sonra Lian Qiao başını hafifçe salladı. Elbette RenDong dünyanın sonundaki bir NPC tarafından kendisine verilen bir şeyi kolayca yiyemezdi, bu yüzden kibarca "Bizi boş verin. Midemiz iyi değil, soğuk şeyler yiyemiyoruz.” dedi.


Liu XiaoQi hayal kırıklığıyla yüzünü buruşturdu. "Öyle mi? Peki öğle yemeğinde ne yiyeceksiniz?”


Lian Qiao, "Hadi dışarı çıkıp yiyecek bir şeyler bulalım." dedi. Sonra RenDong ile birlikte ayağa kalkıp ön kapıya doğru yürüdü.


Meslektaşları Liu XiaoQi'nin el emeğini öve öve bitirememiş ve ikilinin gidişine pek tepki göstermemişti. Ancak ikili kapıya doğru yürürken biri bağırdı: "Xu RenDong, fazla uzaklaşma. Öğle yemeği arası sadece yarım saat, işe zaten geç geldin, öğleden sonra yine geç kalırsan patron seni kesinlikle tüm gün devamsız olarak işaretleyecek."


RenDong ona kafa sallayarak Lian Qiao ile ofisten çıktı.


Şirket 15. katta yer alıyordu. Asansöre binmek imkânsızdı, daha önce merdivenleri tırmanmışlardı ve o kadar yorgundular ki şu anda bir öğle yemeği için tekrar merdivenleri tırmanmak istemiyorlardı. Neyse ki sırt çantasında hâlâ biraz peksimet kalmıştı. RenDong Lian Qiao'yu merdiven boşluğuna getirdi, merdivenlere oturdu ve peksimetleri suyla birlikte yedi.


Eylemlerindeki rahatlığı gören Lian Qiao gülümseyerek, "Her zaman burada yemek yemek için saklanır mıydın?" dedi.


"Hm." dedi RenDong peksimetleri açarken sakince. "Öğle yemeği arasında ofis biraz gürültülü oluyor. Bu yüzden dinlenmek için sık sık buraya saklanıyorum."


Gün ortasıydı ve iki kattaki tavandan tabana cam pencerelerden bol miktarda güneş ışığı sızıyordu. Hava sıcaktı, insanı tembelleştiriyordu.


Koridorda kimse yoktu, sessizdi ve parlak güneş ışığı nedeniyle hiç hayalet yoktu.


Lian Qiao biraz rahatladı, gülümseyerek "Ofisindeki hava genellikle bu kadar iyi midir?" diye sordu.


RenDong, "Muhtemelen. Çok da umurumda değil.” dedi.


Lian Qiao: "Peki gerçek dünyada olsaydın onun pirinç toplarını yer miydin?"


RenDong başını salladı. "Muhtemelen hayır. Midem gerçekten kötü olduğu için onu yediğimde ishal olurum. Ayrıca pirinç topları gibi şeyler mikrodalgada ısıtıldığında yenmesi zor olur."


Lian Qiao: "Peki başka şeyler yaparsa? Mesela kalpli kurabiyeler… kalpli küçük kekler falan…”


RenDong, sözlerini kavradığında biraz şaşırmaktan kendini alamadı. "Kıskanıyor musun?"


Lian Qiao gülümseyerek elini kaldırdı. RenDong'un ağzının kenarındaki kurabiye kırıntılarını sildi. Gözleri büyülenmiş bir şekilde dudaklarında oyalandı, sesinde bir miktar kıskançlık ve sevda vardı: "Senin gibi biri nereye gidersen gitsin beğenilir. Yanındaki o genç kadının senden hoşlandığının uzun zamandır farkındayım. Yalnız sen...” Durdu, sonra keyifle başını salladı. “Boş ver, söylemedim say. Yoksa beni yine kıskançlıkla suçlayacaksın."


RenDong çaresizce, "Böyle bir zamanda neden hala bunları düşünüyorsun...?" dedi.


Lian Qiao başını çevirerek pencereden dışarı baktı, parmakları ise hâlâ RenDong'unkilerle iç içeydi. Güneş ışığı nezaketle gülümseyen yüzüne düşüyordu, o kadar sıcaktı ki dikkat dağıtıyordu.


"Bir anda, seninle huzur içinde sessizce oturmanın, mutluluğun bir rüya gibi olduğunu hissettim."


"Bu bir rüya değil." dedi Xu RenDong. "Bir örnekte olsak bile ikimiz birlikte oturuyoruz, el ele tutuşuyoruz ve bu gerçekten olan bir şey. Uzun, çok uzun zamandır birlikteyiz." Konuşurken yüzü hafifçe kızardı, utangaçlığını bastırdı ve devam etti: "Uzun, çok uzun zamandır birbirimize aitiz."


Belli bir cümle Lian Qiao'yu etkilemişti. Dönüp şaşkınlıkla RenDong'a baktı. Gözlerinde, kısacık ve yakalaması zor olan açıklanamaz bir duygu parladı.


Hemen sonra tekrar gülümsedi. Yanaşarak RenDong'un dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu.


"Hm... Uzun, çok uzun zamandır birbirimize aitiz."


İkisi peksimetlerini bitirdi ve kısa bir moladan sonra geri dönmek için kalktı. Tam merdiven boşluğundan çıktıkları sırada çöpleri çıkarmak için gelen Liu XiaoQi ile karşılaştılar.


Liu XiaoQi ikisinin elindeki peksimet paketlerini görünce yüzü aniden biraz çirkinleşti.


Xu RenDong onun bu ifadesinin ne anlama geldiğini tam olarak anlayamadı, bu yüzden çöpü atarken gelişigüzel bir şekilde ona sorunun ne olduğunu sordu.


Liu XiaoQi dudak büzdü. "Öğle yemeğinde bunu mu yiyorsunuz?"


Xu RenDong, "Öğlen vakti rahat rahat yiyoruz, bu kısa bir öğle yemeği molası değil mi?" dedi.


Liu XiaoQi: "Öyleyse neden yememeyi..." Sözlerini bitirmeden gözleri parlayarak hızla başını salladı. "Unut gitsin, önemli değil." Sonra dönerek ofise geri döndü.


Xu RenDong'un kafası karışmıştı. Arkasını döndü ve Lian Qiao'ya sordu: "Onun nesi var?"


Lian Qiao: "Bak ne diyeceğim, sen bazen rahatsız edici derecede alık oluyorsun. Gerçekten aptal mısın yoksa aptal ayağına mı yatıyorsun bilmiyorum…” 


Xu RenDong bir an düşündü ve sonra farkına vardı. Yüz ifadesi hemen garipleşti.


İkili ofisin girişine döndü. Xu RenDong kapıyı itmek için elini uzattı fakat elini kapıya koyar koymaz tıslayarak geri çekildi. "Çok soğuk!"


Lian Qiao kaşlarını çattı, sırt çantasından bir sopa çıkardı ve cam kapıyı sopayla iterek açtı.


Kapı açılır açılmaz içeriden güçlü bir soğuk rüzgâr esti. Her ikisi de ürperdi ve vücutlarındaki soğuk tüyler diken diken oldu.


“Neler oluyor, klima neden aniden bu kadar soğudu?" Xu RenDong kollarını ovuşturdu.


Lian Qiao başını kaldırdı, yüzünü hafifçe sildi ve gülerek "Sebebi klima değil, bir dondurucu." dedi.


Xu RenDong donakaldı. Çünkü Lian Qiao'nun ellerinde eriyen kar görmüştü.


Az önce esen soğuk rüzgâr kaşlarının üzerinde anında bir buz tabakası oluşmasına neden olmuştu.


Gözlerinin önündeki beyaz sis tabakası ofisin içindeki manzarayı kapatarak net görmesini zorlaştırıyordu. Muhtemelen şu anda ofisin içinde yine bir tür değişim meydana gelmişti. Yine de bir göz atmak için içeri girmeleri gerekiyordu. Sonuçta, ayrılmadan önce iş arkadaşı özellikle "öğle yemeği molasının sadece yarım saat olduğunu" hatırlatmıştı, eğer bilerek tekrar geç kalırsa basit şeyler olmayabilirdi.


İkili sırt çantalarından montlarını çıkarıp giydi, fermuarlarını çekti ve ellerinde silahlarıyla içeri girdi.


Beyaz sisin içinden geçerken gözlerinin önünde bambaşka bir manzara belirdi.


Tüm ofis kelimenin tam anlamıyla ultra düşük sıcaklıkta bir dondurucuya dönüşmüştü, her şeyin üzerinde beyaz bir don tabakası vardı. Floresan ışıklar açık olmasına rağmen ofis gri ve kasvetliydi, soğuk bir his veriyordu.


Birkaç iş arkadaşı hâlâ masalarında oturmuş, klavyelerini tıkırdatıyorlardı. Saçları ve kıyafetleri buz sarkıtlarıyla kaplı olmasına rağmen vazgeçecek gibi görünmüyorlardı, sadece klavye hareketleri biraz sertti. Parmakları kuruyup çatlamıştı da.


İkil, dikkatlerini artırarak meslektaşlarının yanından temkinle geçti. Durgun ifadeleri ve buğulu gözleri olan bu insanların dondurucudaki dondurulmuş etler gibi olduklarını gördüler. Bir grup uyuşmuş zombi gibilerdi


Hepsi birer zombiye dönüşmüş olsalar da çalışmaya devam etmekte ısrar ediyorlardı, gerçekten de takdire şayandı.


Xu RenDong her nedense bunu komik bularak iş arkadaşlarına selam vermeye çalıştı. İş arkadaşları yavaşça başlarını çevirdi, sanki onunla konuşuyorlarmış gibi dudakları seğirdi.


Biraz önceki coşkunun tam tersiydi. Ancak hepsi canlı insanlardan zombilere dönüştüğünden tavırlarındaki değişiklik makuldü.


Xu RenDong montuna sıkıca sarınsa da üşüdüğünü hissederek Lian Qiao’ya döndü. "Buranın sıcaklığı çok düşük."


"Ne yazık ki artık dışarı çıkamayız." Lian Qiao öfkeyle homurdandı. RenDong onun işaret ettiği yöne baktı ve az önce geçtikleri cam kapının o anda ortadan kaybolduğunu fark etti.


Yerinde kalın buzdan katı bir duvar vardı.


Xu RenDong kaşlarını çattı, buzdan duvarın önüne döndü ve levyeyle duvara vurdu. Buz duvarda ağır, donuk bir ses çıktı. Sadece bu sesi duyduğunda bile bu duvarın kaba kuvvetle kırılamayacağını anlamıştı.


Her şey bitmişti, dondurucuya kapatılmışlardı.


Kollarını kavuşturdu, yüreğinde biraz çaresizlik vardı ama pişmanlık yoktu. Ne de olsa olması gerekenden kaçınılamazdı. Örneğin gidişatını takip etmezlerse örnek onlara sadece daha ağır cezalar verecekti. Bu, Xu RenDong’un herkesten daha iyi anladığı bir şeydi.


Bundan kaçış yoktu. Ellerinden yalnız bu durumla yüzleşmek gelirdi.


"İşte sorun burada." Lian Qiao etrafına bakındı ve "Buradan nasıl çıkacağız?" diye sordu.


Xu RenDong bir süre düşündü, sonra patronun ofisini işaret etti ve “Gidip izin isteyeyim mi?” dedi.


Lian Qiao: "?"