Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 77: Üç Kişi Bir Kaplan Yapar 13

 

Cam kapıların ardında, merdivenlerin yanında gümüş grisi metal bir asansör duruyordu.


Şaşkınlık içindeki kalabalık bir adım öne çıktı ve asansörün gövdesine dokunmak için ellerini uzattı. Tanıdık soğuk doku gerçekten de örneğe girip çıkmak için kullandıkları asansörün aynısıydı. Ancak asansör düğmesi karanlıktı ve ne kadar basarlarsa bassınlar kapılar açılmıyordu.


Tepedeki ışık bir an için yanıp söndü. Hemen ardından bulanık beyaz bir gölge asansör kapılarından yansıdı. Küçük gölge titredi ve herkes irkildi ancak arkalarına baktıklarında kimse yoktu. Geniş cam oda sessizdi ve sadece kalabalığın hafif, keskin soluk sesleri duyulabiliyordu.


"Bu Toshio..." Film kulübünün cilvelisi Üye C dehşet içinde konuştu. "Toshio burada ve annesi Kayako ortaya çıkmak üzere!"


Xu RenDong, "Öyleyse gereksiz konuşmayı bırak, acele et ve video kaseti bul." dedi.


İşte o zaman kalabalık kendine geldi ve zemin kata koştu. Lian Qiao'nun hikâyesindeki kurguyu takip eden kalabalık, televizyon dolabında siyah bir video kaset buldu. Televizyonun altında eski moda bir oynatıcı vardı. Lian Qiao kaseti taktığında, televizyon ekranında farklı ifadelere sahip insanların yüzlerini yansıtan siyah bir ekran gördü.


Birdenbire oturma odasının ışıkları söndü. Aynı anda televizyon ekranı karıncalandı ve cızırtılı bir ses çıkardı. Sadako daha sonra televizyondan çıkabileceği ve kimse bir kadın hayalet tarafından saldırıya uğramak istemeyeceği için kanepenin arkasına saklanma konusunda zımni bir anlaşma vardı.


Ancak bir süre bekledikten sonra ekranda hala sadece karıncalar ve o sinir bozucu ses vardı.


Lian Qiao kanepenin arkasına yaslanmış, kaşlarını çatmıştı: “Sadako neden henüz çıkmadı, kendini assolist mi sanıyor?”


Konuşmasını bitirmeden, merdivenlerden aniden yuvarlanan cam bilyelerin sesi duyuldu. Hemen ardından tavanda ayak sesleri duyuldu ve bir çocuk cam boncukların peşinden yalınayak koşmaya başladı. Televizyonun loş ışığı kalabalığın yüzünde titreyerek solgun ve korkmuş yüzleri aydınlattı.


Lian Qiao aniden vücudunu gerdi: "Ah!" 


Çığlık, boğulmak üzere olan bir tavuğun çığlığı gibiydi. Xu RenDong başını çevirdi ve sordu: “Sorun nedir?”


Lian Qiao sesini sakin tutmaya çalıştı: “Ayaklarıma bir şey yuvarlandı.”


Işık çok loştu ve Xu RenDong yanındaki durumu göremiyordu: "Cam bilye mi?"


"Boyutu öyle görünmüyor..." Birkaç derin nefes aldı ama dişleri hala takırdıyordu: "Bir insan kafasıymış gibi hissediyorum... Toshio'nun kafası."


"Hm." Xu RenDong biraz hayal kırıklığına uğramıştı. "Eğer bu Kayako değilse tekmele gitsin."


Lian Qiao: “…”


Kalabalık: "…"


Bir gümbürtü duyuldu ve Lian Qiao, “Tekmeledim.” dedi. 


Xu RenDong, “Annesini beklemeye devam et.” dedi.


Lian Qiao: "Tamam."


Kalabalık: "…"


Kayako tehdidi yaklaştıkça Sadako yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Kalabalığın televizyon tarafından aydınlatılan yüzleri giderek daha endişeli bir hal alıyordu. Xu RenDong oldukça sakindi, hatta telefonunu çıkarıp bir e-kitap okumaya başlamıştı. Yüzü telefonun titreyen ışığıyla aydınlanmıştı, yüz hatları narindi ve odaklanmış bir ifade sergiliyordu, büyük bir savaşla yüzleşmek üzereymiş gibi değildi.


Solundaki Zhong Xiu aniden kıkırdadı: "Korkmuyor musun?"


Xu RenDong, "Korkmanın faydası yok, gelecek olan her zaman gelecektir.” dedi.


Zhong Xiu içini çekti: "Daha bu kadar gençsin, yaşam ve ölüm karşısında nasıl bu kadar kayıtsız olabiliyorsun?"


Xu RenDong: “Yaşam ve ölüme kayıtsız değilim, sadece alıştım.”


O sadece ölmeye alışkındı. Söylemesi biraz trajik görünüyor ama aslında alışıldığında aynen böyle oluyordu.


Zhong Xiu bu sözlerde bir şey duymuş gibiydi, şaşkınlıkla ona yan yan baktı. Xu RenDong bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyordu, bu yüzden rahat bir şekilde şöyle dedi: “Merak etme, kesinlikle canlı çıkacağız.”


Zhong Xiu hafifçe gülümsedi ve ona bakarken gözlerinde karmaşık bir ifade belirdi. Dudaklarını oynattı ve bir şeyler fısıldadı.


"Ne?" Xu RenDong net bir şekilde duymadı ve bilinçsizce o tarafa doğru hareket etti ancak  bir anda boynu sıkıldı -Lian Qiao kravatını tutup onu geri çekiyordu.


‘Benim var olmadığımı mı düşünüyorsun?’ Lian Qiao gözlerini kıstı, mutsuz görünüyordu.


Xu RenDong öksürdü ve memnuniyetsiz bir şekilde, "Ne yapıyorsun?.." dedi. Konuşmasını bitiremeden önce Lian Qiao, Xu RenDong'un başının arkasını tuttu ve onu kendine çekti.


Sıcak nefes hızla yaklaştı ve çılgınca bir sahiplenme duygusu onu sardı. Xu RenDong'un gözbebekleri irkildi, en son zorla öpüldüğünde yaşadığı acı verici deneyimi anında hatırladı. Ağzını kapatmak için refleks olarak elini kaldırdı, bunun üzerine Lian Qiao elinin arkasına bir öpücük kondurdu.


Lian Qiao: “…” 


Zorla öpüşme tahmin edildi! Ayrıca savundu! Çok utanç verici!


Xu RenDong kaşlarını çattı: "Sakin ol, etrafta hayaletler var."


Lian Qiao başını sertçe çevirdi, kalbi küle dönmüş gibiydi.


Ama sonra Xu RenDong'un çaresizce ve sevecenlikle şöyle dediğini duydu: “Bu sefer sadece bir dakikalığına öpüşebilir miyiz?”


Lian Qiao dondu kaldı ve şaşkınlıkla başını geriye çevirdi, aniden yaklaşan bir sıcaklık hissetti. Sıcak, kuru parmaklar doğru noktayı arar gibi birkaç kez ağzının köşesine dokundu ve sonunda dudaklarının incisine* dayandı.


*[Üst dudağın ortasındaki yuvarlağımsı nokta]


Xu RenDong yüzünü çevirdi, nişan aldı ve sonra ciddiyetle dudaklarına bir öpücük kondurdu.


Lian Qiao'nun gözleri büyüdü. Xu RenDong'un bir eliyle zorla öpüşmesini engellemesini ve diğer eliyle geri vermesini beklememişti. Ve bu öpücük, nasıl denir, kısa süreli ve deneyimsizdi, çok masumdu ama çok da canlıydı…


Nasıl bu kadar sevimli olabilir?..


Lian Qiao'nun dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı. Yavaş yavaş derin bir nefes aldı ve fısıldadı: “Eyvah.”


Xu RenDong: "Sorun ne?"


Lian Qiao nefes nefese konuştu: "Çeşitli düşüncelerim var."


Xu RenDong: "..." Kulaklarının dibine kadar kızardı ve sıkıntıyla, "Sakin ol!" dedi.


Ama Lian Qiao'nun nefesi kesildi ve daha da sert bir şekilde soludu. Gözleri parlayarak Xu RenDong'a baktı ve alçak bir gülümsemeyle konuştu: "Neden bu kadar kötüsün? Bana sakin olmamı söylüyorken ellerinle ne yapıyorsun?”


Xu RenDong afalladı: "Ne yapıyorum?"


Lian Qiao'nun gözleri kararmıştı, aptalca dedi ki: "Ellerin çok soğuk..."


 Xu RenDong: “…” Masum olduğunu kanıtlamak için sessizce ellerini kaldırdı.


Lian Qiao'nun yüzü anında değişti. Aşağı baktığında bacağının üzerinde kanlar içinde perişan bir beyaz kadın yatıyordu, başını yukarı kaldırmış ve acımasız bir gülümsemeyle ağzını açmıştı.


“Grgrgrgrgrgr…”


Lian Qiao: “Siktir!” Aniden öfkeyle patladı, bacağındaki Kayako'yu tekmeleyip azarladı. "Az kalsın beni iktidarsız bırakıyordun!”


Kayako kanepeden atıldı ve bir kemiksiz çürük et parçası gibi bir takırtıyla yere yumuşakça düştü. Bu kadın hayalet en son ne zaman bu tür bir şikayetten acı çekmişti? Yerde yatıyor ve kanla kaplı başını kaldırıp kızgınlık dolu gözlerle Lian Qiao'ya bakıyordu. Dehşet verici olması gereken bu görüntü, kadının sefil beyaz yüzünde bir ayakkabı izi olmasıyla daha da komik hale geldi.


Lian Qiao bunu düşünmekle beraber hala biraz korkuyordu, Xu RenDong'un arkasına saklanarak anında bir tavuğa dönüştü: "Üzgünüm, suratına tekme atmamalıydım, şimdi izi kaldı."


Kayako bu sözler karşısında daha da öfkelenerek kanlı ağzını açtı ve hızla Lian Qiao'ya doğru sürünmeye başladı. Belden aşağısı felçli gibi görünüyordu, tüm vücudu yerde gevşek bir şekilde yatıyordu, vücudunun üst kısmını desteklemek için sadece iki koluna güveniyordu, ancak fizik kurallarına meydan okuyan bir hızla sürünüyordu. Bir anda Lian Qiao'nun ayaklarına doğru süründü ve yıldırım gibi onu yakaladı!


Kalabalık bu manzara karşısında şaşkına dönmüştü ve Lian Qiao o kadar korkmuştu ki titriyor, hareket edemiyordu. Xu RenDong, Lian Qiao'nun boss’u kışkırtma yeteneğine gerçekten ikna olmuştu, elini uzatıp Lian Qiao'yu kendi tarafına doğru çekti, aynı zamanda öne doğru adım atıp Kayako’nun yüzüne bir tekme de o attı.


Kayako kafası tekmeyle geriye doğru eğildi, bu sefer savrulmamıştı. Arka arkaya iki kez küçük düşürüldükten sonra Kayaoko'nun öfkesi zirveye ulaşmıştı. Hareketlerini sertleştirdi ve başını yavaş yavaş geriye doğru çevirdi, boğazındaki gurultu giderek daha çılgınca bir hal aldı. Her iki gözü de uçurum kadar karanlıktı ve hatta köşelerinden kanlı yaşlar akıyordu.


"Ne yapıyorsunuz? Kaçın!" Xu RenDong bir komutla sol eliyle Zhong Xiu'yu, sağ eliyle de Lian Qiao'yu çekip koşmaya başladı.


Kalabalık panik içinde bağırdı: "Nereye gidiyorsun?!"


Xu RenDong, "Zaman kazanıyorum!" dedi. Asansörün yanına koştu ve umutsuzca düğmeye bastı. Ancak asansör kapısı yine açılmadı. Asansöre ancak Sadako çıktığında girebileceklermiş gibi görünüyordu.


Aniden arkasından bir çığlık yükseldi. Xu RenDong arkasını döndüğünde Kayako’nun birinin sırtında uzandığını, solgun beyaz kollarının adamın omzuna dolanmış olduğunu ve adamın boynunun kırılmış olduğunu gördü. Yine de bu noktada henüz ölmemişti, sadece kan çanağına dönmüş gözleri açıktı, Kayako tarafından manipüle ediliyordu ve bu tarafa doğru yürüyordu.


Görüntü son derece korkunçtu; boynu eğri büğrü, hâlâ kan kusan ve boğazından köpükler gelen genç bir adam ve arkasında korkunç beyaz bir kadın hayalet. Acılı ve çaresiz yüzünü yavaş yavaş bir siyahlık tabakası kapladı ve acı dolu bakışlar yavaş yavaş kızgınlığa dönüştü. Gözleri Kayako'nunki gibi kara deliklere dönüştü ve gözlerindeki parıltıyla Xu RenDong'a ölümcül bir şekilde baktı.


Hem Xu RenDong hem de Lian Qiao refleks olarak bir silah arıyorlardı. Zhong Xiu onlardan bir adım öndeydi, bir lambader aldı ve hiç tereddüt etmeden adamın kafasına indirdi. Adam geriye doğru savruldu ve yere düşerken arkasındaki çirkin yaratık aniden ortadan kayboldu. Kurbanın yüzünü saran siyah aura da sonunda kayboldu ve kansızlaştı, gözleri arkaya yuvarlandı, görünüşe göre ölmüştü.


Kalabalığın yüreği ağzına geldi ve hepsi içgüdüsel olarak geriye doğru gitti. Birden bir kız çığlık attı: "İmdat!..”


Kalabalık hep bir ağızdan ona baktı ve arkasındaki duvardan sızan iki beyaz kol gördü; biri beline dolanmış, diğeri ise çığlık atamasın diye ağzını kapatmıştı. Kız çaresizce başını salladı ve çırpındı, kollarını ve bacaklarını savurdu ancak arkasındaki kollar onu demir bir mengene gibi kavramış, duvara doğru sürüklüyordu. Koyu yeşil duvar bir bataklık gibi oldu ve vücudunun yarısı çoktan duvarın içine girmişti, tamamen batmak üzereydi.


"Mmmmff! Mmmm!" Kız gözyaşlarına boğuldu, belli belirsiz yardım istedi. Herkes, Kayako'nun başını üzerinden çıktığını ve uzun siyah saçlarının kızın yüzünü kapatarak aşağı sarktığını açıkça görebiliyordu. Kayako'nun gözlerinin akı kalabalığa kızgınlıkla bakıyor, sessizce hepsine dehşet saçıyordu.


O anda kimse yardım elini uzatmaya cesaret edemedi. Sadece Rock Keşişi yüksek sesle bağırarak çoktan ayağa fırlamış, kızın kolunu çekmiş ve tespih tanelerini Kayako’nun başına fırlatmıştı.


Ne yazık ki tespihin Kayako üzerinde hiçbir etkisi olmamış, aksine onu yeniden öfkelendirmişti. Kayako bir çığlık atarak Rock Keşişi’ni sertçe yakaladı. Korkunç beyaz parmaklar keşişe dokunduğu anda Xu RenDong "Bırak!” diye bağırdı ve aynı anda keşişi yakasından tutup kendine doğru çekti.


Rock Keşişi ellerini bırakır bırakmaz tüm vücudu Xu RenDong tarafından geriye sürüklendi. Kız da Kayako tarafından anında duvara doğru çekilmişti. Bir anda sefalet çığlıkları yok oldu. Koyu yeşil duvar kağıdında hiçbir şey yoktu, böylesine büyük ve canlı bir insan sanki hiç var olmamış gibi ortadan kaybolmuştu.


Oturma odası nefes kesici bir sessizliğe gömüldü. Herkes birbirine baktı ve Gacchanal'ın bir sonraki adımda nerede ortaya çıkacağını merak etti. Televizyon hala hışırtılı bir kar sesi çıkarıyordu, titrek ışık herkesin yüzünde parlıyordu ve herkesin yüzü son derece çirkindi.


Oturma odası boğucu bir sessizliğe büründü. Herkes bir an sonra Kayako'nun nerede görüneceğini bilmeden dehşet içinde birbirine baktı. Televizyon hala cızırtıyla karıncalanmaya devam ediyor ve titrek ışık yüzlerinde parlıyordu. İfadeleri son derece çirkindi.


Birden Lian Qiao'nun yüzü sevinçle aydınlandı ve asansörü işaret ederek, "Sadako çıkıyor!" dedi.


Kalabalık hep bir ağızdan asansöre doğru baktı. Gerçekten de asansör kapısının ortasında bir boşluk açılmıştı. Beş solmuş parmak içeriden uzanmış ve kapıyı yavaş yavaş açıyordu.


Kalabalık kendinden geçmişti, asansör nihayet açılmıştı, bu da kaçıştan sadece bir adım uzakta oldukları anlamına geliyordu! Boşluğun genişlediğini ve kapının arkasından uzun beyaz elbiseli, çıplak ayaklı bir kadının çıktığını gördüklerinde kimse kıpırdamaya cesaret edemedi. Kadının başı öne eğikti ve uzun, dalgalı saçları yüzünü o kadar örtüyordu ki yüz hatları hiçbir şekilde görünmüyordu.


Başkan tezahürat yaptı: “Gerçekten Sadako!”


Hemen ardından herkesin aklını başından alan bir hamle yaptı ve Sadako'nun kapıyı açmasına yardım etti.


Asansördeki Sadako: “…” Bu kişinin beyninde bir sorun mu var?


Asansörün kapıları kısa süre sonra zorla açıldı ve Sadako, beyaz bir elbise giymiş, başı öne eğik halde dışarı çıkmadan asansörün içinde durdu. Başkan daha fazla bekleyemedi, elini uzattı ve “Çabuk dışarı çık!” dedi.


Kalabalık: “…” Onun da bir hayalet olduğunu unuttun mu?


Beklendiği gibi Başkan Sadako'nun koluna dokunduğu anda Sadako aniden başını kaldırdı. Uzun, siyah saçlarının arasında aniden bir göz belirdi, gözünün büyük beyazının içinde sadece küçük bir siyahlık vardı. Gözü garip bir şekilde döndü ve Başkan’ın gözleriyle buluştu. Başkan'ın gözleri aniden büyüdü, yüzündeki kaslar kasıldı ve boynunu sertçe kavradı, boğazından sert bir nefes kaçtı.


Sadako ona bakmayı bıraktı ve başını bir kez daha eğip uzun saçlarını sarkıtarak yavaşça asansörden çıktı. Başkan boynunu iki eliyle tutarken gözleri ve dili dışarı çıkmaya başladı. Gözleri hızla yukarı yuvarlandı ve ardından bir gümbürtüyle ağır bir şekilde yere düştü.


Gerçekten de kendini boğarak öldürmüştü!


Kalabalık dehşete düşmüştü. Kayako zaten yeterince korkutucuydu ve Sadako tek bir bakışıyla birini öldürebiliyordu! Kalabalığın bacakları zayıflamış ve yere düşmüştü, ürkek olanlar çoktan altlarına işemiş ve "Dayanamıyorum!" diye bağırmışlardı. “Yardım edin! Biri bana yardım etsin!”


Adamın çığlıkları Sadako'nun dikkatini çekti. Sadako başını hafifçe yana çevirdi ve yavaşça adama doğru yürüdü. Adam çığlık atarak geriye doğru süründü, istemeden televizyon dolabına çarptı ve sonunda duygusal olarak çöktü, yüzünü kapatıp ağladı.


Sadako sanki bir şey sezmiş gibi aniden adamın önüne atıldı, uzun siyah saçları neredeyse adamın yüzüne bulaşacaktı. Adam tepki veremeden bir çift beyaz kol aniden TV dolabının derinliklerinden gelerek onu yakasından tutup içeri sürükledi!


Yakası sıkılıp boğulurken adam güçlükle nefes alabiliyordu. Sadako ise neredeyse yüzünü onun yüzüne bastırıyordu; siyah saçları sanki canlıymış gibi dönüp duruyor, adamın ağzına ve kulaklarına gömülüyordu. Adam bir eliyle yakasını çekiştirirken diğer eliyle de umutsuzca Sadako'nun saçlarını ağzından çıkarmaya çalıştı. İki kadın hayalet onu öldürmek için yakalamış ve o da ortada kalmıştı, ne ilerleyebiliyor ne de geri çekilebiliyordu, sadece çaresizce ölüme katlanabiliyordu.


Kalabalığın yüreği korkuyla titredi: “Başladı! Sadako, Kayako'ya karşı! Bu kaçmak için en iyi zaman!”


Kadın hayaletlerin uğruna savaştığı zavallı adamın iniltisi üzerine kalabalık asansöre doğru koştu. Lian Qiao en hızlı olanıydı ancak asansöre henüz ulaşmıştı ki Sadako zavallı adamı çoktan bırakmış ve ona doğru hamle yapmıştı!


Sadako niyetlerini çoktan sezmişti ve onlara doğru çullanıyordu. Asansöre zamanında binebilseler bile kapıyı kapatmak için çok geç olacaktı! Sadako onlarla birlikte asansöre binecekti!


Xu RenDong anlık bir karar verdi ve Lian Qiao'yu asansöre doğru itti: “Önce sen git!” Aynı anda Zhong Xiu'nun elindeki lambaderi kaptı ve şiddetle Sadako'ya vurdu!


Bir elektrik çarpmasıyla lamba Sadako'ya vurdu ve Sadako'nun saldırısını biraz engelledi. Bunun etkili olduğunu gören Xu RenDong saldırısına devam etmek üzereydi ki arkasından Zhong Xiu'nun çığlığını duydu.


Aynı anda asansörden ağır bir patlama sesi geldi.


Çınnn…


Xu RenDong'un kalbi yerinden fırladı ve inanamayarak başını çevirdi. Kalbi anında sıkıştı.


Asansör kapıları kapanmıştı.


Lian Qiao'nun bedeninin yarısı hâlâ dışarıdayken asansörün kapıları sıkıca kapanmıştı.


Lian Qiao'nun vücudunun yarısı yavaşça kapıdan aşağı kaydı ve kırık bir musluktan akar gibi çok fazla miktarda kan fışkırdı. Asansör kapısının tamamı kanla kaplanmış, sümüksü ve kırmızı bir kapıya dönüşmüştü. Lian Qiao'nun vücudunun yarısı sonunda yere kaydı ve kendi kanından oluşan bir havuzun içine düştü. Bacaklarındaki kaslar hâlâ kasılıyordu ve bağırsakları belindeki yarıktan dışarı akıyordu.


gözbebekleri küçüldü ve zihni bir anlığına bomboş kaldı. Vücudundaki tüm kanın bir anda çekildiğini hissetti, kulakları uğuldadı, gözleri karardı ve hiçbir şey göremedi.


Tek görebildiği Lian Qiao'nun belinden bölünmüş olduğuydu.


Aniden bileğinden keskin bir acı geldi. Xu RenDong başını boş boş indirdi ve koluna dolanan siyah saç tellerini gördü. Sadece bu da değil, göğsü ve beli de sık saçlarla kaplıydı. Sadako, siyah saçlar derisi boyunca yüzerek ağzına ve burnuna girip nefesini keserken ve iç organlarını dürterken kulaklarının arkasından acımasızca güldü.


Kısa süre sonra gözleri de siyah saçlarla kaplandı. Bilincini kaybetmeden bir saniye önce Zhong Xiu'nun ağladığını ve ona doğru koştuğunu gördü. Sonra boğuldu ve Kayako tarafından acımasızca karanlığa sürüklendi.


Her şey yeniden bitmişti.