Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 82: Üç Kişi Bir Kaplan Yapar 18

 

Gece, açılmamış bir mürekkep kadar yoğundu ve soğuk hava her yönden geliyordu. Xu RenDong soğuktan titredi ve çevresini değerlendirmek için gözlerini kıstı.


Vahşi bir yerdi. Yoğun kar yüzüne doğru esiyordu ve kar taneleri yüzünde ağırlık yapıyor, gözlerini açmayı zorlaştırıyordu. Uzakta büyük bir ev vardı, alacakaranlık sarısı bir parıltıyla aydınlanmıştı, karlı gecede o kadar sıcak görünüyordu ki insanların elinde olmadan yaklaşmak istemesine neden oluyordu.


Neresiydi burası? Zhong Xiu neredeydi?


Xu RenDong etrafına bakındı ve kısa süre sonra rüzgârın ve karın ardında tek başına yürüyen bir figür buldu.


Onlu yaşlarında, zayıf ve ufak tefek, saçları iki at kuyruğu yapılmış bir çocuktu. Kar ve soğuğa rağmen çocuğun üzerinde sadece ince bir palto vardı. Yalnızdı, derin karda sığ adımlar atarak yürüyordu. Kar taneleri saçlarına düştü, eridi ve yeniden buza dönüşerek iki at kuyruğunu sert ve ağır bir hale getirdi.


Onu gören Xu RenDong’un kalbi sıkışmıştı. Sessizce takip etti ve nihayet çocuğun yüzüne iyice bakabildi. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti, kirpikleri buz kristalleriyle renklenmişti, yüz hatları henüz olgunlaşmamıştı ama şimdiden bir güzellik olduğu belliydi.


Zhong Xiu'ydu. On üç yaşındaki Zhong Xiu.


Xu RenDong gözleri aşağı kaydı ve kucağında bir bebek gördü. Bebeğin her tarafı buruşmuştu ve yüzü mosmordu, havasızlıktan mı yoksa soğuktan mı olduğu bilinmiyordu. Kısacası, nasıl bakarsanız bakın çok çirkindi ve göze hiç de hoş gelmiyordu.


Bebek feryat edip ağladı, küçük kolları ve bacakları Zhong Xiu'nun kollarından kurtulmaya çalışırken dönüp durdu. On üç yaşındaki Zhong Xiu hâlâ bir çocuktu ve bir bebeği nasıl tutacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Kundağı çekiştirdi ve bebeği elleriyle sıkıca sardı, başının arkasını, göğsüne yakın olacak şekilde bir eliyle tuttu. Belki de tanıdık bir kalp atışı duyduğu için bebek sonunda ağlamayı bıraktı ve Zhong Xiu'nun kollarında sessizce uykuya daldı.


O ben miyim?


Yeni doğmuş ben.


Xu RenDong kundak kıyafetleri içinde kendine baktı ve kalbi derinden sarsıldı. Bir an için zihni bulandı ve ne diyeceğini bilemedi. Sadece Zhong Xiu'nun nereye gittiğini görmek için sessizce arkasından takip edebilirdi.


Zhong Xiu kucağındaki bebekle yoğun karda zorlukla ilerlemeye devam etti. Yüzü kardan dolayı daha beyaz ve kansızdı. Rüzgâr ve kar her yönden geliyordu ve Zhong Xiu ceketini çekiştirirken titriyor, soğuk ter alnından aşağı sızıyordu.


Belli ki çoktan bitkin düşmüştü ve birkaç adımda bir yürüdükten sonra bir ağız dolusu beyaz hava vererek duracaktı. Ama her seferinde sadece birkaç saniye dinlendikten sonra hızla kendini toparladı, derin bir nefes aldı ve yoluna devam etti. Xu RenDong aniden pantolonunun altında ıslak bir iz olduğunu fark etti. Xu RenDong bu renge çok aşinaydı -kandı.


Elbette, ıslanan kumaşın daha fazla dayanamaması uzun sürmedi. Kan ayak bileklerinden aşağı aktı ve temiz beyaz karda kırmızı bir ayak izi bıraktı.


Şok ediciydi.


Xu RenDong dudaklarını büzdü, ona yardım etmek için bir dürtü hissetti, ama hemen kendi kendine düşündü: Nasıl yardım edebilirdi?


Bu onun anısıydı, yirmi yıl öncesine ait bir şeydi ve şu anda yapabileceği hiçbir şey yardımcı olamazdı. Ayrıca, o şimdi…


Zhong Xiu nihayet aydınlık alana ulaştığında tanıdık bina göründü.


Yetimhaneydi. Tabii ki yetimhaneydi.


Bu gerçekten de onun doğduğu karlı gece, neredeyse öldüğü karlı geceydi.


Xu RenDong, Zhong Xiu'nun kundaktaki bebeğini yetimhanenin kapısına bırakmasını ve kapıyı birkaç kez çaldıktan sonra arkasına bakmadan gitmesini izledi. Hâlâ yavaş yürüyordu, ince bedeni sanki bir saniye sonra çökecekmiş gibi öncekinden daha da zayıf görünüyordu.


Aniden annesinin kollarından ayrılan bebek soğuktan ağlamaya başladı. Zhong Xiu çığlığı duyduğunda adımları durdu ama arkasına bakmadı. Bebek teselli edilmedi ve ve daha fazla ağladı, küçük kollarını ve bacaklarını savurdu, kısa süre sonra battaniyeyi tekmeleyerek narin ellerini ve ayaklarını ortaya çıkardı.


Bu soğuk ısırmasıydı. Ciddi vakalarda dokular ölürdü ve kesilmeleri gerekirdi.


Xu RenDong karanlığın içinde durmuş, tüm bunları sessizce izliyordu. Kar taneleri bebeğin üzerine düştü ve minik beyaz bir kardan adama dönüşene kadar daha da birikti. Xu RenDong neredeyse vücudunda biriken karın ağırlığını hayal edebiliyordu


Hayır, bir hayal değil bir anıydı. Hatırladığı şey vücudunda biriken karın hissi, soğuğun ağırlığıydı.


Ayrıca, çocukken her yıl donarak ellerini ve ayaklarını tanınmayacak kadar çürüttüğünü, müdürün her gün ona sürdüğü merhem ve onu yavaş yavaş iyileştiren bitkisel ilaçlar sayesinde hatırlıyordu.


Neyse ki müdür kapı zilini duyar duymaz dışarı çıkmıştı. Kalın pamuklu pijamasına sarınmış halde, bebeği yerde görür görmez bir çığlık attı ve onu almak için koştu. Sadece birkaç dakika içinde bebek kaskatı kesilmiş ve ağlaması bile kesilmişti.


Müdür bebeği sıkıca kucağına aldı ve etrafına bakındı fakat çocuğu kimin bıraktığını bulamadı.


Müdür içini çekti ve kucağındaki bebekle birlikte hızla yetimhaneye doğru yürüdü. Xu RenDong'un gözleri müdürü takip etti, duyguları son derece karışıktı.


Her neyse, önce Zhong Xiu'yu asansöre bindirmek daha iyiydi.


Ne de olsa rüyalarda her şeyi yapabilirdi. Bunu düşündükten sonra kendine motorlu bir testere yaptı ve bir başlık taktı. Xu RenDong testereli katil kıyafetini giydikten sonra gözlerini kapattı. Bir düşünceyle Zhong Xiu'nun arkasında belirdi.


Bebeğin yükünden kurtulmasına rağmen Zhong Xiu kendini pek de rahat hissetmiyordu. Nefes nefese kalmıştı ve adımları gittikçe yavaşlıyordu. Xu RenDong sessizce onun önüne geçti ve motorlu testerenin kablosunu sertçe çekti. Testerenin dişleri hemen yüksek hızda dönmeye başladı ve alçak, korkunç bir vızıltı sesi çıkardı.


Zhong Xiu, sesi duyduğunda şaşkınlıkla başını kaldırdı. Kansız yüzü dehşetten bembeyaz kesilmiş, gözleri açılmış ve maskeli adamın uzun boylu figürünü berrak gözlerine yansıtmıştı.


Xu RenDong elinde testere ile yavaş yavaş yaklaştı. Zhong Xiu o kadar korkmuştu ki bacakları gevşemiş ve karın içine düşmüştü. Altında göz kamaştıracak kadar kırmızı, büyük bir kan lekesi belirmişti.


Kanaması durmamış mıydı?


Xu RenDong'un kalbi acıdı ve hareketleri yavaşladı. Zhong Xiu korkuyla dolu küçük bir yüzünü kaldırdı ama aptalca bir şekilde nasıl kaçacağını bilmiyordu. Xu RenDong motorlu testereyi kaldırdı ve onu kesmek üzereydi. Zhong Xiu çığlık attı ve elleriyle yüzünü kapattı.     


Kaçman gerekiyor!


Xu RenDong’un, testere başının üzerindeki bir dala saplanmış da onu çıkarmaya çalışıyormuş gibi yapmaktan başka çaresi yoktu. Zhong Xiu iki saniyeliğine afalladı ve sonra kendine geldi. Hızla ayağa kalktı ve yetimhaneye doğru tökezledi. Xu RenDong, Zhong Xiu'yu gönderdikten sonra kimi göndermesi gerektiğini düşünerek onun arkasından koştu.


Zhong Xiu sonunda arkasında vızıldayan motorlu testereyle yetimhanenin önüne koştu. Yetimhane parlak bir şekilde aydınlatılmıştı ve alacakaranlık sarısındaki ışıltısı insanlara bir güvenlik hissi veriyordu. Xu RenDong bile ona baktığında kendini rahat hissediyordu. Beklenmedik bir şekilde Zhong Xiu koşarken aniden durdu. Xu RenDong neredeyse zamanında duramayarak ona çarpacaktı. Kazara Zhong Xiu'yu ikiye bölebileceğinden korkarak motorlu testeresini aceleyle kenara koydu.


Tam olarak ne yapmak istiyorsun?


Xu RenDong kaşlarını çattı ve Zhong Xiu'nun dönüp tekrar vahşi doğaya doğru koşmasını izledi.


Yardım istemek yerine kimsenin olmadığı bir yere koşuyorsun. Beyninde bir problem mi var?


Rüzgar ve kar gittikçe ağırlaşıyordu, bu şekilde koşmaya devam ederlerse Zhong Xiu'nun donarak mı yoksa kan kaybından mı öleceğini bilmiyordu. Xu RenDong kaşlarını çattı ve kabloyu sertçe çekerek testere dişlerinin uğultulu bir ses çıkarmasını sağladı. Bir anda Zhong Xiu'nun yanına geldi ve onun yolunu tekrar kesti.


Zhong Xiu bağırdı. Bu kez kıçının üzerine oturmak yerine başını çevirdi ve sırtı hala yetimhaneye dönük olarak başka bir yöne doğru koştu.


Panik yapıyor gibi görünmüyordu, yetimhaneden kasten mi kaçmıştı?


Xu RenDong’un kafası karışmıştı. Birkaç kez daha saldırdı ve Zhong Xiu'yu yetimhaneye doğru yönlendirdi. Ancak Zhong Xiu hâlâ vahşi doğaya doğru koşmaya kararlıydı ve durdurulamıyordu.


Canına susamışsın!


Xu RenDong yavaş yavaş sabrını kaybetti ve artık kedi fare oyunu oynayacak sabrı yoktu.  Oynamayı bıraktı ve Zhong Xiu'yu bir tavuk gibi kaldırarak çırpınmasına ve tekmelemesine izin verdi. Rüzgâr ve kar gittikçe ağırlaşıyor, yüzüne acıyla çarpıyordu. Xu RenDong sadece pelerinini çıkardı ve Zhong Xiu'yu pelerine sardıktan sonra onu bir çuval gibi sırtında taşıdı.


Zhong Xiu sırtını tekmelemeye ve yumruklamaya devam etti ancak on üç yaşında bir çocuktu ve kan kaybından dolayı son derece zayıftı, bu yüzden tekmelemesi ve yumruklaması bir kedi yavrusunun tırmalaması gibiydi, hiç de ölümcül değildi.


Xu RenDong hızla yetimhaneye geldi ve kapıyı açtı. Yüzüne çarpan sıcaklık anında yüzündeki buzu ve karı eritti. Yetimhanedeki tanıdık manzara içini ısıttı. Buraya döndüğü sürece korunabileceğini ve tüm zararların önleneceğini hissetti.


Arkasındaki Zhong Xiu hâlâ hafifçe debeleniyordu, bu sayede Xu RenDong onun henüz ölmediğini anlayabiliyordu. Ama artık çok yaklaşmıştı, kanı pelerininden Xu RenDong'un sırtına akmaya başlamış, tüm sırtını ıslak ve yapışkan bir hale getirmişti.


Küçük bir çocuk nasıl bu kadar çok kanayabilir?


Xu RenDong'un kalbinde tarif edilemez bir his vardı. Duygularını bastırdı ve asansörü bulmak için etrafına bakındı. Göz alabildiğine tanıdık bir manzara, yerlere saçılmış oyuncaklar, duvarlardaki çocuk resimleri, on yılı aşkın süredir yaşadığı yer vardı.


Ama asansör yoktu.


Gerçekte yetimhanede asansör bulunmadığı doğruydu. Yine de burada neden bir tane yoktu?


Zhong Xiu'nun rüyasında sadece tek bir bina vardı ve o da yetimhaneydi, yetimhane dışındaki yer vahşi bir yerdi, nasıl asansör olabilirdi?


Ama burada değilse nerede olabilir?


Arkasında, Zhong Xiu'nun hareketleri giderek zayıflıyordu ve onun nefes nefese kaldığını güçlükle duyabiliyordu. Xu RenDong'un kalbi sıkıştı, Zhong Xiu ölüyordu ve hiç zaman kalmamıştı.


Xu RenDong'un bunu düşünecek vakti yoktu, bir düşünce ile ışınlanarak müdürün odasına geldi. Müdür bebeğin vücudundaki kanı sıcak bir havluyla siliyordu. Xu RenDong yarı ölü Zhong Xiu'yu müdürün kollarına verdi ve onun dehşet dolu bakışlarını görmezden gelerek doğrudan zihnini rüya dünyasından çıkmaya zorladı.


Büyük bir çekiş gücü anında Xu RenDong'u yakaladı. Kısa bir baş dönmesinden sonra gözlerini açtı ve tekrar odadaydı.


Zhong Xiu'nun durumunu kontrol etmek için hemen eğildi. Neyse ki yüzü çok solgun olmasına rağmen hâlâ nefes alıyordu. En azından henüz ölmemişti.


Xu RenDong rahat bir nefes aldı ve kısa süre sonra tekrar kaşlarını çattı.


Zhong Xiu'nun nesi vardı? Neden rüyasında bir asansör yoktu?


Xu RenDong büyük yatağın diğer tarafına bakmaktan kendini alamadı. Çarşaflar buruşmuştu ve insan figürü hala belli belirsiz görülebiliyordu ama yatak boştu. Bu onun kalbini boş ve huzursuz hissettiriyordu.


Kaşlarını çatıp tekrar iç çekti.


Yapacak bir şey yoktu. Lian Qiao gitmişti ve meseleleri tartışacak kimsesi yoktu. Bunu tek başına çözmek zorundaydı.