Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 83: Üç Kişi Bir Kaplan Yapar 19

 

Xu RenDong dikkatinin dağıldığını hissetti. Zhong Xiu'nun meselesi hakkında hiçbir fikri yoktu. Çaresizlik içinde önce diğerlerini göndermek zorunda kaldı.


Rock Keşişi’nin rüyası basitti. İş esnasında rap söylemiş, merhumun ailesi tarafından kovalanmış ve asansörü bulup temiz bir şekilde çıkmadan önce birkaç sokak boyunca koşmuştu. Diğerleri hakkında söylenecek fazla bir şey yoktu. Xu RenDong hikayesinde asansörü defalarca vurguladığı için, herkesin rüyasında asansör vardı.


Sonunda geriye sadece Zhong Xiu kalmıştı.


Zhong Xiu büyük yatakta tek başına yatıyor, huzurlu ve sessiz bir şekilde uyuyor ve öncekinden çok daha düzenli nefes alıyordu. Xu RenDong tekrar denemeye karar verdi, bu yüzden gözlerini kapattı ve Zhong Xiu'nun elini bir kez daha tuttu.


Tanıdık baş dönmesi hissi onu tekrar yakaladı ve güçlü bir çekiş gücü onu rüya dünyasına çekti.


Bu sefer gözlerini açamadan önce etrafındaki insanların gürültüsünü duydu, araya kederli bir müzik serpiştirilmişti.


Bir yas salonuydu ve her yer beyazlarla süslenmişti. Sunağın üzerinde gülümseyen yaşlı bir kadının siyah beyaz bir fotoğrafı vardı.


Sunağın önünde, yas tutan bir kız çocuğu bakır bir leğenin önünde diz çökmüş, kâğıt para yakmaktaydı. Bu kız on üç yaşındaki Zhong Xiu'dan başkası değildi. İşin tuhaf tarafı, sırtına bir düzine bıçak saplanmıştı ve hepsi de omurgasının derinliklerine girmiş, keten giysilerini ıslatmış olmasına rağmen Zhong Xiu bilinçsiz görünüyor, sadece uyuşuk bir şekilde bakır leğene kağıt para atıyordu.


Xu RenDong gözlerini çevirdi ve yas salonunun dışında fısıldaşan, köylülere benzeyen birkaç kadın ve erkek gördü.


"Gerçekten de bu kadar genç yaşta erkeklerle takılmak, cık cık cık..."


"Uzun zamandır onunla ilgili bir sorun olduğunu hissediyordum. Sadece kilo aldığını söyleyip duruyordu ama bakın ne oldu? Demiştim, o bir sürtük, birileriyle yatıyor ve hamile bile kalmış.…”


"Küçük yaramaz piçin doğduğunda onun tarafından boğulduğunu duydum. Kız mı erkek mi o bile bilinmiyor. Bu küçük sürtük zalim…” 


Köylülerin fısıltıları bıçaklara dönüştü ve Zhong Xiu'ya doğru uçtu. Zhong Xiu kalabalığa sırtını dönmüştü, ince omurgası hafifçe kamburlaşmış ve bıçakların omurgasına saplanmasına izin vermiş ancak tek kelime etmemişti.


Xu RenDong karanlıkta dudağını sertçe ısırarak durdu.


Neden sessizce katlanmak zorundasın? Onları yalanlamalı ve durumun böyle olmadığını söylemelisin.


Neden yalanlamıyorsun? Gerçek söyledikleri gibi mi? Bu doğru mu?


Yoksa ben gerçekten bir piç miyim?


Xu RenDong kendi doğumu hakkında çok az şey biliyordu. Aslında müdür bile o zamanlar Zhong Xiu'ya gerçekten ne olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği Zhong Xiu'nun Xu RenDong'u doğar doğmaz yetimhanenin kapısına bıraktığı ve ileride tanınması için kundakta herhangi bir işaret bile bırakmadığıydı.


Zhong Xiu daha sonra birkaç kez yetimhaneye gelmesine rağmen o zamanlar olanlardan bahsetmek için hiçbir girişimde bulunmamış ve müdür de daha fazla soru sormamıştı. Bu nedenle Xu RenDong'un Zhong Xiu hakkındaki bilgisi “o benim biyolojik annem” ve “o ölüyor” ile sınırlıydı.


O anda Xu RenDong, Zhong Xiu'nun rüya dünyasında o zamanlar neler yaşadığını gördü ve kalbi hem acı hem de nefretle doldu. Zhong Xiu'nun henüz on üç yaşında olmasına rağmen bu tür dedikodulara maruz kalmasına üzülüyordu. Ayrıca Zhong Xiu'dan bunu yalanlamadığı veya buna karşı savaşmadığı için nefret ediyordu. Susmak kabullenmekle aynı şey değil miydi? Köylülerin söyledikleri doğru olabilir miydi? Gerçekten o kadar aşağılık mıydı?


Xu RenDong bunu kabul edemezdi.


Köylüler hâlâ Zhong Xiu'yu suçlamaya devam ediyordu. Xu RenDong o kadar öfkeliydi ki daha fazla dayanamadı ve karanlıktan dışarı fırladı. Öfkeyle köylülerin yakalarını çekmeye gitti ancak parmak uçları köylülere dokunur dokunmaz önündeki sahne aniden değişti. Şaşırtıcı bir şekilde karanlığa geri dönmüştü.


Arkasından bir kadınla bir erkeğin tartışma sesi geldi.


Xu RenDong geriye dönüp baktığında etrafındaki manzaranın artık bir yas salonu değil, küçük ve kalabalık bir yatak odası olduğunu gördü. Yatak odası çeşitli eşyalarla doluydu ve düzenli bir şekilde toplanmıştı ancak oda çok küçüktü ve bu da iç karartıcı hissettiriyordu.


Orta yaşlı bir adam ve kadın yatağın yanında durmuş, parmaklarını birbirine doğrultarak ve birbirlerine bağırarak tartışıyorlardı.


"Hepsi senin suçun! Sen işe gitmeseydin o kız nasıl böyle bir şey yapabilirdi!”


"Hala beni suçlayacak yüzün var mı? Eğer hiç para kazanamayan sen olmasaydın neden benim bir kadın olarak dışarı çıkıp bu kadar çok çalışmam gereksin ki?”


“Onu iyi eğitemeyen sensin!”


“Bu senin ailenin tohumu! Bir şeyler ters gidince olanlar için beni mi suçluyorsun? Peki ya sen?"


Onlar Zhong Xiu'nun ebeveynleri mi?


Yani anneannem ve dedem.


Xu RenDong tüm bunları sessizce, karmaşık bir ruh hali içinde izledi.


Adam ve kadın şiddetli bir şekilde tartışıyorlardı ve tartışmanın hararetiyle masadan çeşitli nesneler alıp yere fırlatıyorlardı. Nesneler büyük bir gürültüyle yere düştü. Çınlama sesi kulaklara saplanan çelik iğneler gibiydi ve Xu RenDong'un beynini acıtıyordu.


Köşedeki sıska kız yere çömelmiş, kulaklarını elleriyle kapatmıştı bile.


Vücudu küçük bir top gibi kıvrılmış, köşeye yaslanmış, sanki bu onu güvende tutacakmış gibi hâlâ kendi içine doğru büzülüyordu. Ancak bir sonraki saniye büyük ve karanlık bir el onu köşeden kaldırdı, saçlarından yakaladı ve kafasını duvara çarptı.


"Seni kaltak! Tam bir rezilsin, gelecekte ailemizi nasıl göstereceksin!”


"Yazıklar olsun sana! Cehenneme git! Cehenneme kadar yolun var!

 

Sert bir erkek sesi kulakları yırtarcasına gürledi. Zhong Xiu yere yığıldı, kafası kalpleri durduran bir gümbürtüyle teker teker duvara çarptı.


Zhong Xiu haykırdı: "Yapma! Baba! Baba! Lütfen! Lütfen bana vurma! Bu benim suçum değil! Beni buna o zorladı!”


Xu RenDong şaşırmıştı.


O mu? Kim?


Xu RenDong daha fazlasını duymak için kulak kesildi. Ancak adam Zhong Xiu'ya açıklama yapma şansı vermedi ve saçını çekerek onu daha da sert bir şekilde duvara çarptı. Kısa süre sonra duvarda bir kan lekesi belirdi. Alnındaki kan ve kırık saçlar birbirine yapışmıştı.


Adam hâlâ azarlıyordu: “Ailemiz senin yüzünüzden rezil oldu! Cehenneme git! Cehenneme git!"


Zhong Xiu çaresizce çırpındı, başını güçlükle çevirdi ve yardım için kadına döndü: “Anne! Yardım et bana! Zorlandım, zorbalığa uğradım. Ben yapmadım…” 


Kadın dudak büktü: "O zaman neden başkaları yerine sana zorbalık etti? Çünkü sen bir sürtüksün!”


Zhong Xiu'nun gözleri bu sözleri duyduğunda şok içinde açıldı. Bir sonraki saniyede, şok ve acıyla dolu o iri gözler sertçe duvara çarptı. Zhong Xiu gözlerini kapadı ve acı içinde çığlık attı.


Bu çığlık ölümün eşiğindeki genç bir hayvanın kederli haykırışına benziyordu ve Xu RenDong'un anında kendine gelmesini sağlamıştı. Ancak o zaman kurtarmaya gitmesi gerektiğini fark etti fakat elini Zhong Xiu'ya doğru uzattığında etrafındaki sahne yeniden değişti. Bir kez daha atlamıştı.


Bu sefer bir okuldaydı. Sınıfta bir düzine çocuk Zhong Xiu'nun etrafını sarmış, pantolonunu indirmeye çalışıyordu. Zhong Xiu çığlık attı ve umutsuzca pantolonunu yukarıda tutmaya çalıştı. Birkaç çocuk onu masaya yapıştırdı, kollarını ve bacaklarını sert bir şekilde tuttu. Diğer yandan kızlar, şöyle diyerek ayaklandılar:


"Çabuk, pantolonunu indir! Bakalım doğum yapmış bir kadın orada neye benziyor!”


"Bir koku alıyor musun? Berbat kokuyor! Annem bütün sürtüklerin kıçlarının çürük olduğunu söylerdi. Zhong Xiu'nun altı çoktan çürümüş olmalı!"


Hepsi genç olmalarına rağmen masum ağızlarından en acımasız sözleri saçmışlardı. Xu RenDong'un kalbi acıdı ve küçük şeytanları uzaklaştırmak için ileri atıldı. Ancak elini uzattığı anda çocukların hepsi ortadan kayboldu.


Onların yerinde gözlüklü genç bir kadın vardı.


Zhong Xiu önünde durmuş, başını eğmiş, küçük yüzü kıpkırmızı olmuştu.


“Öğretmenim, lütfen beni okulu bırakmak zorunda bırakmayın.”


Kadın öğretmen hoşnutsuzlukla kaşlarını çattı, gözlüklerini itti ve şöyle dedi: “Hayır, müdür burada kalmann iyi bir etki yaratmayacağını söyledi, diğer öğrenciler seni örnek alacak ve kötü alışkanlıklar edinecek.”


Zhong Xiu'nun sırtında bir bıçak daha vardı. Dudağını ısırdı ve fısıldadı: "Ama bu benim hatam değil, gerçekten benim hatam değil.”


Kadın öğretmenin gözleri tiksintiyle doluydu: “Gece dışarıda olmasaydın o insanlar nasıl peşine düşebilirdi?”


Zhong Xiu gözlerinde yaşlarla, kırmızı gözlerle açıkladı: "Hayır, çünkü büyükannem hasta ve onun için bir doktor bulmaya gitmiştim.”


“Tamam, tamam, açıklama.” Öğretmen sabırsızca elini salladı: "Eğer ailene haber vermeyeceksen onlara kendim söylerim! Telefon numaraları ne?"


Kadın öğretmenin telefonu açtığını gören Zhong Xiu o kadar endişeli ve korkmuştu ki bacakları tutmadığı için öğretmenin önünde dizlerinin üzerine çöktü. Titreyen elleriyle öğretmenin ceketini tuttu ve yalvardı: "Öğretmenim, hayır, lütfen yapmayın, size söz veriyorum, size kendim söyleyeceğim, eve gittiğimde aileme söyleyeceğim!”


Kadın öğretmen memnun oldu ve ceketinin köşesini Zhong Xiu'nun elinden çekerek nazikçe şöyle dedi: "Ben de senin için işleri zorlaştırmak istemiyorum.”


Karanlıkta, Xu RenDong dayanılmaz bir kalp ağrısı hissetti.


O zamanlar çok şey olduğu anlaşılıyordu… Daha on üç yaşındaydı, neden tüm bunları yaşamak zorundaydı ki?


Öfkeyle bağırıp çağırmak, dışarı çıkıp öğretmeni yerden yere vurmak istiyordu. Ama yapamayacağını biliyordu. Bilinmeyen bir nedenden ötürü, Zhong Xiu'nun anılarına müdahale edemiyordu. Bir kere denediğinde sahne değişirdi. Ona hiç yardım edemezdi.


Düşmanca öfke Xu RenDong'un vücudunda kabardı ve kanının yükselmesine neden oldu, neredeyse bir ağız dolusu kan tükürecekti.


Zhong Xiu kadın öğretmene veda etti ve sırtında küçük bir okul çantasıyla okuldan ayrıldı. Xu RenDong duygularını bastırdı ve onu yakından takip etti.


Dışarısı karanlıktı. Zhong Xiu yüzünü kaldırdı ve zifiri karanlık gökyüzüne baktı, sanki kötü bir anısı uyanmış gibi aniden titredi ve sonra hızla eve doğru yürüdü.


Okulun dışında her iki tarafı da yoğun ekinlerle kaplı toprak bir yol vardı. Zhong Xiu bir mısır tarlasının yanından geçti ve gözle görülür bir şekilde adımlarını hızlandırdı. Mısırlar ondan daha uzun boyluydu ve gecenin karanlığında insanın adım atmaya cesaret edemediği bir orman gibiydi.


Ara sıra rüzgâr esiyor ve mısır tarlaları hışırdıyordu. Zhong Xiu o kadar korkmuştu ki tüm vücudu donmuş, titremiş ve hareket edememişti. Kendine gelmesi biraz zaman aldı, yolculuğuna sessizce devam etti.


Xu RenDong, kalbinde bir ağırlık hissederek sessizce onu takip etti.


Zhong Xiu sonunda eve dönmeyi başardı. Neyse ki ailesi evde değildi. Ama evde başka kimse de yoktu.


Zhong Xiu doğruca yas salonuna gitti, sunaktaki siyah beyaz fotoğrafı sildi, sonra yere oturdu ve boş gözlerle fotoğrafa baktı.


Sırtında hâlâ düzinelerce keskin bıçak vardı ve yaralardan akan kan kurumuştu. Küçük bir kirpi gibi dizlerine sarılarak oturdu ve tek başına yaralarını yaladı*.


*[Travma geçirdikten sonra saklanan, tahammül eden ve kendini teselli eden insanlar için bir metafor.]


Xu RenDong'un kalbi onu gördüğünde kırıldı. Artık kendini tutamadı ve alçak sesle seslendi: “Zhong Xiu.”


Zhong Xiu adamın sesini duyduğunda tüm vücudu sarsıldı. İçgüdüsel olarak geri çekildi ve dehşet içinde karanlığın içinden çıkan Xu RenDong'a baktı: "Sen, sen!..”


Xu RenDong ona güvence verdi: "Korkma…" Boğazı acıyordu bu yüzden sesi boğuk ve alçaktı. "Kötü bir niyetim yok, korkma."


Zhong Xiu yas salonunun bir köşesine büzülmüştü, gözlerindeki panik hâlâ gizlenmemişti.


Xu RenDong içini çekti, siyah beyaz fotoğrafın önüne tütsü çubukları koydu, gözlerini tekrar kapattı ve içtenlikle eğildi. Zhong Xiu ifadesinin ciddi olduğunu ve büyük şehirden bir adam gibi giyindiğini gördü, bu yüzden merakı yavaş yavaş korkusuna galip geldi.


"Sen... büyükannemi tanıyor musun?" Zhong Xiu çekinerek sordu.


Xu RenDong bir süre düşündü ve başını salladı.


İkili bir süre sohbet etti. Xu RenDong'un konuşmasındaki zarafet ve nezaket Zhong Xiu'nun yavaş yavaş gardını düşürmesine ve yüzünün gevşemesine neden oldu. Muhtemelen uzun süre soğuk bakışlara ve şiddete maruz kaldığı için, doğru düzgün konuşabileceği birine nadiren rastlıyordu, bu yüzden buna değer veriyordu.


 Xu RenDong, ona biraz daha yaklaştığını hissetti ve konuyu dikkatlice bu konuya getirdi: "Neden polisi aramadın?"


Zhong Xiu başını eğdi ve ayakkabılarına baktı: "O zamanlar tek bildiğim zorbalığa uğradığımdı, bebek sahibi olmanın yolunun bu olduğunu bilmiyordum. Genelde sürekli zorbalığa maruz kalırdım ve büyükannem her zaman sabırlı olmamı söylerdi, bir süreliğine katlanmanın daha kolay olacağını söylerdi, bu yüzden bu sefer ben de dayanabileceğimi düşündüm…”


Trans halinde karnını okşadı: "Ama karnım büyüdükçe büyüdü ve giderek daha belirgin hale geldi. Kendimi iyi hissetmiyordum ama büyükanneme söylemeye cesaret edemedim. Büyükannem hala kilo aldığımı düşündü ve tembel olduğum için beni azarladı.”


Xu RenDong bir an sessiz kaldı: "Öyleyse neden doğurdun? Neden ondan kurtulmadın?”


Zhong Xiu yüzünü kaldırdı, iri gözleri şaşkınlıkla doluydu: "'Ondan kurtul' derken ne demek istiyorsun?"


Xu RenDong, "Kürtajdan bahsediyorum." dedi.


Zhong Xiu hâlâ anlamadığı için başını eğdi.


Xu RenDong bir an afalladı, ancak o zaman Zhong Xiu'nun kürtajdan haberi olmadığını fark etti. Bilinçsizce sunağa doğru baktı ve bunun nedenini hemen anladı.


Zhong Xiu'nun ailesi tüm yıl boyunca dışarıda çalışıyor ve onu görmezden geliyordu. Zhong Xiu çocukluğundan beri büyükannesi tarafından büyütülmüştü. Doğal olarak kırsaldaki yaşlı kadın cinsellik eğitiminin ne olduğunu bilmiyordu ve bu yüzden Zhong Xiu “zorbalığa” maruz kaldıktan sonra ne olduğunu anlamamıştı, kürtajdan bahsetmeye bile gerek yoktu.


Meyvenin olgunlaştığı ve Zhong Xiu'nun gizlice çocuğu doğurduğu Ekim ayında herkes ne olduğunu anladı. Böylece Zhong Xiu'yu suçlamaya geldiler.


Başından sonuna kadar kimse bu genç kıza bunu kimin yaptığını sormamıştı. O gece büyükannesine doktor bulmaya giden bir kızı mısır tarlasına sürükleyerek canavardan da beter bir suç işleyen kişi…


Zhong Xiu, Xu RenDong'un kürtaj açıklamasını dinledi ve düşünceli bir şekilde başını salladı: “Demek ki yine de böyle olabilirdi.” Tekrar karnını ovuşturdu ve oldukça üzgün bir ifadeyle, "Bilseydim, onu aldırmak daha iyi olurdu.” dedi.


Xu RenDong ağzında bir acı hissetti, sanki dili tutulmuştu. Uzun bir süre sonra sordu: “Ondan bu kadar nefret ediyorsan neden doğar doğmaz onu boğmadın?”


Zhong Xiu aniden gülümsedi: "Bunu düşündüm."


"Bunu düşündüm" şeklindeki iki kelime, Xu RenDong'un kalbine sertçe vuran ağır bir çekiç gibiydi.


Xu RenDong acı acı gülerken Zhong Xiu ekledi: "Ama ona bir bak. Çok küçük, buruşuk ve çok acınası. Unut gitsin, o yanlış bir şey yapmadı.”


Xu RenDong sessizdi. Zhong Xiu ona baktı, aniden bir şey hatırladı ve gülümseyerek sordu: "Bu arada, henüz adını bilmiyorum. Adın ne senin?”


Xu RenDong ağzını açtı ama tek kelime edemedi. Kalbindeki duygular kabardı ve artık Zhong Xiu ile yüzleşemez oldu. Bu yüzden döndü ve yas salonunu terk etti.


Zhong Xiu'nun evinden ayrıldıktan sonra Xu RenDong köy yolunda tek başına yürüdü. Gökyüzünde yıldızlar azalmıştı ve toprak yolda hiç ışık yoktu. Loş ay ışığında yolu zar zor görebiliyordu. Her iki taraftaki mısır tarlaları, Xu RenDong'a çok kötü bir şeyi hatırlatarak esintiyle hışırdıyordu. Adımlarını hızlandırdı ve bölgeyi terk etti.


Bir süre soğuk rüzgar tarafından savrulduktan sonra nihayet görevini hatırladı. Uzun süre köyü aradı ama yine de hiçbir şey bulamadı.


Asansör yoktu.


Zhong Xiu'nun rüyasında hala asansör yoktu. Tam olarak ne oluyordu?