Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 5: Katlanılması ne zor bir gece.

 

        Gece esintisi artmış, ağaçlar çiçekleniyor, havai fişek ve fenerler yağmurdaki yıldızlar gibi parlıyordu.

        Dünyanın en müreffeh şehri Changan'da gece hala canlıydı. Ve bu gecede, şehrin batısındaki bir konak özellikle kalabalık görünüyor; at arabaları kraliyet mensupları ve soylularla dolup taşıyordu. Büyük bir kısmı bir an gerçekten de oradaydı. 

        Chu Mingyun'un gözleri etrafı taradı, misafirleri karşılamak için gülümseyen yüzüyle kapının önüne duran Song Heng'e takıldı. "Altı nazırın dördü geldi. Sivil yetkililer ve askeri yetkililerin yarısı burada. Bu sınav birincisi neymiş be böyle." Bir anlığına durdu ve alayla, "Ne büyük cesaret." dedi.

        İmparatorluk sınavının birincisi daima insanların yaranmak için acele ettiği bir figür olmuştu. Hanedanlıktan hanedanlığa ve nesilden nesle, onları şahsen görmek ve yakalamak için acele eden insanlar bile vardı. Ancak ilk defa imparatorluk sınavının birincisi çabucak bir ziyafet düzenliyor ve herkesi davet ediyordu. Song Heng hem Chu hem de Su partilerinden insanları bile davet etmişti. Bir an için ev sahibinin ne düşündüğü anlaşılamadı, bu sadece normal ve basit bir kutlama partisi gibiydi, ne imparatorun şüphelerini ne de diğer insanların dedikodularını çekmekten korkuyordu.

        At arabası kalabalığı kapıların önünde seyrelirken konağın içinden bambuların çınlama sesi duyuldu. Song Heng endişeyle etrafına bakınmaya başladı. Chu Mingyun arabanın perdesini indirerek Qin Zhao'ya, "Pekala. Bu kadar otorite gösterisi yeter. Ben önden gideceğim." dedi.

          Qin Zhao, "Ben de seninle geleceğim." diyerek ayağa kalkmaya yeltendi.

        Chu Mingyun gülümseyerek ona baktı. "Ziyafete davetli değilsin. Orada bir sütun gibi durmanın ne anlamı var?"

        Qin Zhao, "Yanında silah getirmedin." dedi.

        "Oraya dövüşmek için mi gidiyorum?" Chu Mingyun elindeki yelpazeyi kaldırdı. "Bu yeterli olacaktır."

        Qin Zhao hiçbir şey söylemedi; ayağa kalkmakta ısrarcıydı.

        "Cık." Chu Mingyun sabırsızlıkla, "Kardeşim, buz gibi bir yüzün varken nasıl bütün gün bir annenin endişesini taşıyabiliyorsun?" dedi.

        Qin Zhao: "..."

        "Senin beni korumana ne zaman ihtiyacım oldu?" Chu Mingyun perdeyi kenara çekip arabadan indi. "Arabada kalıp biraz dinlen."

        Chu Mingyun göründüğü anda Song Heng aceleyle onu karşıladı. Rahat bir nefes alarak, "Chu Bey'in hükûmet işleriyle meşgul olduğunu ve gelemeyeceğini sanıyordum." dedi.

        Chu Mingyun gülümseyerek, "Sınav birincisinin daveti üzerine, meşgul olsak bile buraya gelmek için zaman ayırmalıyız." dedi.

        Song Heng onu konağa bizzat getirirken alçakgönüllülükle konuşuyordu. Avlunun ucu bucağı yoktu, sıra sıra koltuklar doluydu; kızıl elbiseli kadınlar çevredeki müzik eşliğinde yavaşça dans ederken tanıdık memurlar sohbet edip gülüyorlardı.

        Ancak Song Heng'in ayakları başka bir yöne doğru ilerleyerek Chu Mingyun'u konağın üst katlarına götürdü. Chu Mingyun'un garip gözleriyle karşılaştığında hemen, "Chu Bey, bu taraftan lütfen. Sizin için özel bir koltuk hazırlandı." dedi.

        Tüm yol boyunca yeşeren dalların arasından geçtikten sonra üç tarafı gölete bakan, çevresinden suların dolanarak güneye aktığı, vermilyon rengi bir çardak ortaya çıktı. Arazi, bu açısıyla birisinin gözlerinin altındaki herkesi görebilmesini sağlayabilir ancak aşağıdaki insanlar oraya bir bakış bile atamazdı; çok zarif ve sessizdi.

        Chu Mingyun ağzını açıp iç geçirmekten kendini alamadı. "Eviniz gerçekten çok akıllıca döşenmiş."

        Song Heng güldü. "Ben fakir bir bilginim, burada yaşamayı nasıl karşılayabilirim? Sadece memleketimden tanıdığım varlıklı birisi burayı satın almıştı. Kendisi sınavda başarısız olup evine döndükten sonra burayı boş bırakmanın yazık olacağını söyledi ve bana hediye etti."

        Chu Mingyun umursamazca başını salladı. Birkaç adım sonra nihayet, kendisinden bir adım daha hızlı olan ve çardağı işgal eden başka birini gördü. Bir dizi karmaşık duygu hissederek yanında duran Song Heng'e baktı.

        Chu Mingyun ve Su Shiyu da aynı konumdaydı. Büyük ya da küçük ziyafetlerde her ikisi için de her zaman karşılıklı iki koltuk hazırlanırdı, böylece biri diğerinin önüne geçemezdi. Şu anda imparatorluk sınavını birincilikle bitirmiş bu yeni bilginin Chu Mingyun'un Su Shiyu'nun peşinde olduğunu duyup onun hatırını kazanmak istediği için birlikte oturmaları için bilerek böyle bir çardak seçip seçmediği bilinemezdi. Aşıkların buluşması için gerçekten uygun bir yerdi.

        Bu yöntemle Chu Mingyun'a yaranıp yaranamadığı belli değildi fakat Su Shiyu'yu gücendirdiği kesindi.

        Su Shiyu resmi cübbesini çıkarmış, baştan aşağı zarif, beyaz cübbesini giymişti. Tam bir hizmetçiye bir şey sormak için döndüğü sırada belli belirsiz "tütsü yakmak" gibi sözler duydu. Yaklaşan ayak seslerini duyup döndüğünde Chu Mingyun'un belli belirsiz kaldırdığı kaşını gördü. Yüzünde hafif bir gülümsemeyle onu selamladı. Chu Mingyun yanındaki koltuğa oturmadan önce ona kayıtsızca karşılık verdi. Song Heng hizmetçilerle birlikte ayrılmadan önce bir süre onlarla sohbet etti. Birdenbire çardakta sadece iki kişi kalmıştı.

        Chu Mingyun kalbinin derinliklerinde Song Heng için, Su Shiyu için ve ayrıca kendisi için sessizce iç çekti. Katlanılması ne zor bir gece.

        Avludan gelen yumuşak ve nazik şarkı sesi aniden netleşti. İkisinin de birbirine söyleyecek bir şeyi yoktu. Chu Mingyun arada sırada kendisine yönelen bakışlardan korunmak için yelpazesini bile açtı. Ortam o kadar sessizdi ki, bu tuhaf ve eksantrik atmosfer yemek ve şarap getiren uşağı bile korkutup kaçırmıştı.

        Chu Mingyun şarap kadehini kaldırarak gökteki aya baktı; yüreğindeki iç çekiş henüz dağılmamıştı. Birdenbire bir el uzanarak şarap kadehini kaldıran elini tuttu. Bu el beyaz ve inceydi, parmak kemikleri belirgindi. Chu Mingyun ona baktı, Su Shiyu hafifçe başını salladı.

        Su Shiyu şarabı eline aldı, diğer eliyle masanın köşesindeki tütsü kabının kapağını açarak dolu şarap bardağını içeriye boşalttı. Tütsü kabı hemen söndü, yoğun bir yabancı koku dalgası dışarı sızıp anında dağıldı.

        Chu Mingyun yelpazesini kapatmış, bir eliyle çenesini destekleyerek onun hareketini izliyordu. Koku havayı doldurduktan sonra anladı ve hemen nefesini tutarak etrafa dikkat kesildi.

        Su Shiyu sessizce oturup fincanındaki çayı içtikten sonra gözleri Chu Mingyun'un üzerine düşerken nihayet konuştu. "Chu Bey bu sefer nasıl kılıç kuşanıp gelmemiş?"

        "Song Heng konağın sıkı bir şekilde korunduğunu vurguladı, dolayısıyla silah getirip şenlik havasını bozmaya gerek yoktu." Chu Mingyun yüzünde bir gülümsemeyle, "Ayrıca, son saray ziyafetinde kılıç kuşanarak pek çok kişinin canını sıkmamış mıydım?" dedi.

        "Nadiren bir kurala uyuyorsunuz ve ne yazık ki bunu yanlış yerde yapıyorsunuz." Su Shiyu usulca güldü.

        Chu Mingyun elindeki yeşim beyazı fincanı çevirdi. "En iyi kalite bir tütsü, en iyi kalite bir şarap; her ikisi de vücuda sızdığında, en iyi kalite bir bayıltıcı ilaç oluşturur. Su Bey, bir tahminde bulunun; bu bilge sizin ve benim dışımda üçüncü bir gücün altında mı çalışıyor yoksa kendini abartarak üçüncü taraf mı olmaya çalışıyor?" Konuşmasını bitirdiğinde bir yanıt beklemeden fincanı yere fırlattı. Yeşim beyazı fincan darbenin gücüyle paramparça oldu.

        Ayaklarının altındaki taş zeminin boğuk bir ses çıkarıp devamında çatlamasıyla doğrudan aşağı düştüler.

        Her ikisi de altlarındaki zemin çökmeden hemen önce ayağa kalktı. Ardından taş platform başlarının üzerinde kapanarak onları sımsıkı kapattı. Göz açıp kapayıncaya kadar ayakları yere bastı. Hava çürük kokusuyla doluydu. Gözlerinin önü zifiri karanlıktı. Chu Mingyun başını hafif bir hışırtı sesinin geldiği yöne doğru çevirdi. "Su Bey... hâlâ hayatta mısınız?"

        Karşılık olarak gelen şey bir alevin dalgalanması ve gittikçe yayılarak bir parıltıya dönüşmesiydi. Su Shiyu etrafı incelerken duygusuzca güldü. "O kadar zayıf değilim. İlginize minnettarım."

        Chu Mingyun bir adım öne çıkarak meşaleyi biraz yukarı kaldırmak için elini tuttu. Su Shiyu kaşlarını çatıp ters ters baktıysa da nihayetinde ondan kurtulmaya çalışmadı. Bulundukları yerin üç tarafı düz taş duvar, tam karşısında dökme demir parmaklıklar vardı. Kapısı bile yoktu. Parmaklıklar arasından dışarıda derin ve uzun bir geçit olduğu belli belirsiz seçilebiliyordu.

        "Göletin yüksek bir yerde olmasına şaşmamalı. Altında bir hapishane varmış." Su Shiyu bir süre durakladı. "Chu Bey elimi artık bırakabilir mi?"

        Chu Mingyun elini bıraktı. "Ziyafete neden bir meşale getirdiniz?"

        "Dün eve döndükten sonra bırakmayı unutmuşum ama bu sonuncusu; uzun süre dayanmaz." Su Shiyu ona baktı. "Yalnız, Chu Bey bir mekanizma keşfettiyse neden bilerek başlatıyor ki?"

        "Hongmen Ziyafeti bu kadar pervasızca düzenlenmişken tek bir çizik bile almadan gitmemize izin vereceğini mi sanıyorsunuz? Chu Mingyun yavaşça, "Neden onun yerine bizim için ne hazırladığını görmüyoruz?" dedi.

        Su Shiyu hiç oralı olmadı. Bakışları önündeki demir parmaklıklara takıldı. "Kılıcınızın demiri çamur gibi kestiğini duymuştum, ne yazık ki bugün bunu görme şansım yok."

        Chu Mingyun demir parmaklıkları tutmak için uzandı. Bir adım geri çekilerek kolundan yelpazeyi çıkardı ve umursamazca gülümsedi. "Şimdilik dalga geçmeye devam edin; ama bu da aynı derecede iyi." dedi. Sözlerini bitirdikten sonra yelpazeyi sıkıca kavradı. Bir hamlede parmaklıklara doğru savurarak kıvılcımlar saçtı. Metalin taşlar üzerinde çıkardığı gürültülü gıcırtı sesinin ardından bir adam boyunda bir delik açıldı, parmaklıklar büyük bir gürültüyle yere düşerken paramparça oldu.

        "Her halükârda, mevcut durumda en iyisi sizin ve benim güçlerimizi birleştirip buradan çıkmamız." Su Shiyu onu hücreden çıkarken takip etti.

        "Ya?" Chu Mingyun bu sözleri duyunca arkasını döndü. Yelpazeyi eliyle kapatarak doğrudan Su Shiyu'nun çenesini tuttu. Biraz daha yaklaştı. Belirsiz gözleriyle gülümsemesine rağmen buz gibiydi. "Bu sözlerin... bir davet mi yoksa rica olarak mı değerlendirilmeli?"

        "Güçlerini birleştirmek" sözleri gerçekten gülünçtü. Bu hapishanede tek başına olsa bile üstesinden gelemeyeceği bir şey değildi. Ayrıca Su Shiyu ne kadar düzgün ve terbiyeli olursa olsun, nasıl bakılırsa bakılsın bir yük olacaktı. O burada ölseydi Chu Mingyun bundan fayda sağlayacak, hiçbir şey kaybetmeyecekti. Gerçekten de güçlerini birleştirmeye gerek olduğunu düşünmüyordu.

        Su Shiyu kısık bir kahkaha attı. Yelpazeyi kavramak için elini kaldırdı. Yavaşça gözlerini kaldırarak ona baktı.

        Chu Mingyun muhtemelen ilk kez karşısındakine bu kadar yakından ve dikkatle bakıyordu. Uzun, ince parmaklar, koyu bulut deseniyle işlenmiş beyaz bilgin cübbesi... Gözleri Su Shiyu'nun kolundan omzuna, açık renkli boynuna ve bir gülümseme kondurulmuş koyu renkli dudaklarının kıvrımına, ışığın sıcak parıltısı altında çizilmiş bir resimden fırlamış gibi görünen kaşlarına ve soğuk bir ifade veren bakışlarına doğru ilerledi.

        Böyle bir adamla olacaksa kesik kollu olduğu söylentilerinin tüm şehre yayılması gerçekten acı bir şey değildi.

        Bam diye bir ses. Yelpaze Su Shiyu'nun elinde azar azar kırıldı. Elini geri çektiği sırada dudaklarının kenarındaki gülümseme derinleşti. "Ne kastettiğimi gayet anlıyorsunuz."

        Chu Mingyun'un bakışları titredi, dudaklarından hafif bir kahkaha döküldü. Yelpazeyi meşalenin ışığında yakmak için elini kaldırdı, sonra da kuvvetle fırlatıp attı. Kağıt yelpaze zifiri karanlık tünele dalarken bir ateş demetine dönüştü. Dönerken kıvılcımları her yöne dağılarak duvarları kaplayan lambaları aydınlattı ve nihayet taş duvarın diğer ucuna çarptı. Yerde küle dönüşürken düşüşünün yumuşak sesi duyuldu, ancak tünel çoktan ışıl ışıl aydınlanmış durumdaydı.

        Yüzünde gözünde bir dereceye kadar gülümseyen bir ifade vardı. "Su Bey, bu taraftan lütfen."


Sonraki Bölüm