Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 1:Gri Papağan



  Nemo Light hiç bu kadar utanmamıştı.

  Tek dizinin üzerinde yere diz çöktü ve iki eliyle boynunu boğan yaratığın uzuvlarını çaresizce kavradı. Ne yazık ki, lanet şey kaygandı, kanla ve kaynağı bilinmeyen mukusla kaplıydı, onu sıkıca tutamadı ve çaresizlik içinde yalnızca ensesindeki şiddetli acıya dayanabildi. Bu şey boynunun arkasında bir delik açmış ve içeri girmeye çalışıyor olmalıydı.

  Bir şeyin etini delip geçtiğini ve omurgasını sardığını açıkça hissedebiliyordu. Ve bu duruma sebep olan kişi de onun yanında diz çökmüş, yüzü panik ve suçluluk dolu bir halde çılgınca canavarı parçalamaya çalışıyordu.

  Bu olayın nedeni basitti.

  Yolkenarı Kasabası, Kül Dağları'nın bitişiğindeydi ve Uçurumun girişine en yakın insan kasabası olarak kabul ediliyordu. Minik iblisler küçük kasabalarda tarla fareleri kadar yaygındı. Ara sıra, beyinsiz birkaç orta seviyeli iblis kasabaya giriyor ve gardiyanlar, sıradan kasaba halkının sığınabilmesi için alarm zilini çalıyordu; garnizon onları dışarı çıkardıktan sonra herkes yavaşça olağan yaşamına geri dönüyordu. O kadar çok saldırı oluyor ki, sekiz yaşındaki bir çocuk bile masadan daha fazla şeker alıp mümkün olduğunca çabuk geri çekilmesini biliyordu, bu yüzden kimse bu tür şeylerden dolayı tedirginlik hissetmezdi.

  Yaşlı Light altı yıl önce vefat ettiğinden beri Light Yetimhanesi yalnızca ismen varlığını sürdürüyordu. En büyükleri Nemo Light çocukların yoldan geçen paralı askerler tarafından teker teker götürüldüklerini görünce dişlerini sıktı ve kalan çocukları büyüttü. En sonunda bu yıl geride kalan tek kişi oydu.

  Alarm zilini duyduğu anda haber verecek kimsesi yoktu. Genç adam, Nemo Light, çantasını ve kuş kafesini alıp dışarı çıktı ve ormanın yakınındaki sığınağa doğru yavaş adımlarla ilerledi.

  Ta ki neden geri koştuğunu bilmediği bir aptalla karşılaşana kadar. 

  Bu adam peşinden neyin geldiğinden tamamen habersiz vakur bir şekilde koşuyordu; çürümüş insan cesedi emekler pozisyondaydı, bir top haline gelmişti ve bir örümcek gibi sessizce onu takip ediyordu.

  Nemo'nun aniden kan beynine sıçramıştı. 

  Adamı uyarmak için ses çıkarmak istedi. Ama daha ağzını açamadan, cesetten bir şeyin fırladığını ve çok da uzakta olmayan avına doğru ilerlediğini gördü.

  O anda Nemo'nun bedeni beyninden önce hareket etti.

  İçgüdüsel olarak atıldı ve koşan adamı itti. Karşı taraf hazırlıksız yakalandı ve sert bir şekilde yere düştü. Nemo ise yüz üstü yere çakılma kaderdinden kurtuldu, içgüdüsel olarak sağ eliyle kendini yere dayadı ve bileğini burktu.

  Gelinen bu noktada bu küçük kurtarma operasyonu her iki tarafı da utandırmıştı. Adam bedenen küçük değildi ama Nemo onu kolayca yere sermeyi başarmıştı. Nemo utanç içinde beceriksizce ayağa kalktı ve pantalonundaki çamuru hafifçe silkedi, bileğindeki acının arttığını fark etti.

  "Bir şey sana saldırdı, daha önce  görmediğin bir şey." Sol eliyle, çamura batmış halde olan birkaç adım ötedeki cesedi işaret etti ve hâlâ yerde oturan talihsiz adama durumu açıkladı. Hava çok karanlık olduğundan talihsiz adamın kim olduğunu çıkaramadı. "Sen..."

  Aniden boynunda hissettiği soğuk ve yapışkan dokunuş ona cümlesinin ikinci yarısını yutmasını sağladı. Daha sonra kemiklerine işleyen ve neredeyse onu ağlatacak kadar şiddetli bir acı geldi. 

  Gerçekten kötü bir şansının olduğunu düşündü.

  Böylesine tehlikeli bir yerde büyüyen Nemo, "kötü sona" tamamen hazır olduğuna inanıyordu ancak ölümün bu kadar çabuk geleceğini hiç düşünmemişti. Korkmaya zamanı bile olmamıştı. Ağzını açtı ve nefes almaya çalıştı ama yalnızca garip bir ses çıkarabildi. Yaradan fışkıran sıcak kanın, sırtındaki çulu ıslattığını hissedebiliyordu.

  Belki de psikolojik hazırlığı düşündüğü kadar iyi değildi. Bu bilinmeyen saldırı karşısında elinden geldiğince boğuşuyor, boğulan bir sarhoş gibi var olmayan bir cankurtaran halatını yakalamaya çalışıyordu.

  "Büyücü."

  Ancak ölümün karanlığı beklendiği gibi gelmemiş, acısı da kaybolmamıştı.Nemo'nun kulaklarına ince ve neşeli bir ses geldi.

  "...Sen aynı zamanda bir büyücüsün!"

  Hayır, gerçekten değilim. Ucundan bile geçmem. Sersemlemiş bir halde düşündü.

  "Bir dilek tut, büyücü." dedi ses, her kelimesi emir kokuyordu. Boğucu prangalar sonunda biraz gevşedi ve Nemo temiz hava almak için çabaladı. "Cevabı düşünmem için bir –” 

  "...Geldiğin yere geri dönebilir misin?" Nemo, üç saniyeden kısa bir süre içinde kalbinin derinliklerinden gelen samimiyet ve aciliyetle dileğini söylemek için kendini zorladı. 

  Ses bir süre sessiz kaldı.

  "Hayır." dedi net bir şekilde.

  "Peki 'Beni öldürme'ye ne dersiniz?" Nemo hızla bir sonraki dileğini buldu.

  "Hayır." Ses biraz kızgın geliyordu. "Ya bir dilek tut yoksa seni şimdi öldürürüm."

  "O halde yaşlılıktan ölmek üzereyken beni öldürmeye ne dersin..."

  Bu sefer ses onu görmezden geldi ve boğazının etrafındaki prangalara daha fazla güç kattı.

  "...O halde başka bir dileğim yok." Nemo biraz soğukça söyledi. 

  "Savsaklamanın faydası yok." dedi ses. "Bir insanın dileğinin olmaması imkansızdır."

  Eğer dileği hakkında konuşmakta ısrarlıysa gerçekten de gerçekleşemeyecek bir isteği vardı. Ancak "ölüler dirilemez" bu dünyanın katı kuralıydı. Yaşlı Light çoktan vefat etmişti. Yaş açısından bakıldığında birinin böyle boktan bir yerde bu kadar uzun yaşaması nadirdi. Bunun yanı sıra artık tüm eski aile üyelerinin birer evleri vardı, bu sayede yetişkinliğe kadar rahat bir şekilde yaşayabilirlerdi. 

  Nemo Light her zaman sıradan bir hayat yaşamanın yanlış bir şey olmadığına inanmıştı. Artık genç değildi ve artık gençlik hayalleri de olmayacaktı. İstediğinizi alamıyorsanız bu konuda endişelenmenize gerek yoktu. Kan ve ateşle dolu bu hikayeler her zaman başka bir dünyada geçecekti ve o, bu küçük kasabada önemsiz, sıradan bir insan olarak kalmaya devam etmeyi umuyordu.

  Ama şimdi aniden gülmek istedi; ölüyordu ve bir süre geciktirmek gibi ciddi bir isteği bile yoktu.

  "Tamam... tamam." Sonunda içini çekti ve asıl  kurbanın bileğini yakalamak için uzandı. Adam hâlâ bu kaygan, bilinmeyen yaratıkla uğraşıyordu ve ara sıra ona bakmak için yüzünü çeviriyordu. Tepkisine bakılırsa bu adam yaratığın sözlerini duymamış gibi görünüyordu. 

  Nemo bu sefer talihsiz adamın kim olduğunu açıkça görebiliyordu. Hancının tek oğlu Oliver Ramon'du. Hatırladığı kadarıyla kendisinden sadece bir iki yaş küçüktü¹. 

  "Çekmeyi bırak Ramon." Nemo sinirle saçını karıştırken ağzındaki tuhaf acı tadı görmezden gelmeye çalıştı. "Neden kasabaya koşuyorsun?"

  Genç adam karşı tarafın bunu aniden neden sorduğunu anlamasa da "Babam takip etmedi." diye dürüstçe cevap verdi. "Açıkça benimle aynı fikirdeydi..."

  Nemo, "Tamam, bizi bu adamın babasını bulmaya götür."  dedi. "Bu benim dileğim." 

  Oliver Ramon ona şaşkınlıkla baktı.

  "Kolay." diye yanıtladı ses, "Böylesine değerli bir fırsatı boşa harcayarak ne kadar aptalsın... ah!"

  O şey - her ne idiyse - sadece Nemo'nun duyabileceği kulakları kanatacak bir çığlık attı. Ensedeki keskin ağrı, uyuşuk bir karıncalanmaya dönüştü, boğulma hissi ortadan kalktı. Soğuk ve yapışkanlığın yerinden birdenbire sıcaklık geldi. Nemo bilinçsizce boynuna dokundu ve elindeki kanı hissetti. 

  Başını eğdi ve sonunda suçlunun yüzünü net bir şekilde görmeyi başardı; yerde kıvranan ve kuş kafesine girmeye çalışan mavimsi-mor bir et yığınıydı. Et yığını sonunda içeri girmeyi başardı ve içerideki yarı ölü gri papağanın etrafına sarıldı.

  "Bu da ne böyle?" diye sordu Oliver dehşet içinde.

  "Bilmiyorum." diye mırıldandı Nemo, kuşu kurtarmakta tereddüt ederek.

  Fazla düşündüğü ortaya çıktı. Sadece birkaç saniye içinde et parçası, suyun kuru bir süngere sızması gibi hızla gri papağanın vücuduna nüfuz etti.

  Et parçası belli ki o zavallı kuştan daha büyüktü ama o anda birdenbire yok olmuş gibiydi; gri papağan hâlâ aynı büyüklükteydi ve birkaç seyrek tüy bile yoktu. Kuş, yırtık pırtık bir toz bezi kadar yaşlıydı ve tüm süreç boyunca herhangi bir direniş hareketi yapmadı, yalnızca birkaç sembolik seğirme yaptı.

  Sonra yukarı fırladı.

  "Neler oluyor!" Gri papağan, şu anda en ufak bir hastalığı varmış gibi görünmeden, neşeli bir şekilde şikayet etti. "Açıkçası sözleşme kurulmuş..."

  Nemo ve Oliver birbirlerine baktılar, diğerlerinin yüzünde sadece anlaşılmaz bir boşluk olduğunu fark ederek hayal kırıklığına uğradılar.

  "Bu, dileğimin hâlâ geçerli olduğu anlamına mı geliyor?" Nemo sebebini bilmiyordu ama yaptığı onca şeyden sonra kalbinde tuhaf bir rahatlama hissetti. Bu rahatlamanın nereden geldiğini bilmiyordu. Şu anda muhtemelen bu tuhaf şeyden çığlıklar atarak uzaklaşmalı ve son bir mücadele vermeliydi.

  Ancak hikayelerde bunu yapan kişilerin sonu genellikle iyi olmuyordu. Nemo'nun dudakları seğirdi, belki de vazgeçmeye fazla alışmıştı. İblisin olup biteni bildiği mevcut durumla karşı karşıya kalındığında, kaderi Tanrı'ya teslim etmek de bir nevi çözümdür.

  "...O halde ilk yolu göster." dedi sakince, ensesindeki kanı kayıtsızca silerek.

  Gri papağan ağzını birkaç kez tıklattı ve bir süre düşündü. "Tamam," dedi küstahça, "önce kafesi sen aç."

  Nemo kaşlarını kaldırdı ve kuş kafesini bile açamayan küçük canavarın onu gerçekten öldürüp öldüremeyeceğini merak etmeye başladı. Kafesi açtı ve gri papağan çok çirkin bir hareketle kafesten çıktı ve güm diye çamurun içine düştü.

  "Beni takip et." Canavarın gri papağan hali hiçbir sorun hissetmedi ve hızla tekrar ayağa kalktı.

  ...Ve sonra küçük adımlarla kasabaya doğru yürüdü.

  Nemo'nun hayatta kalma arzusu bir anda ön plana çıktı, böyle bir şey tarafından öldürülmek istemiyordu - en azından hâlâ bir insan olarak en temel haysiyete sahipti.

  Oliver Ramon ise önünde hızla koşan gri papağana baktı, sonra tekrar Nemo'ya baktı. O anda genç adamın yüzünde kalan tek korku ortadan kaybolmuştu, geri kalanlar ise yalnızca sersemlemiş bir yüz ifadesiydi.

  "Soru sorma. Bizi babana götürecek... muhtemelen," dedi Nemo düz bir şekilde. Bilekleri zonkluyordu, boynu kanıyordu ve nefesini tutmak için tüm iradesini kullanması gerekiyordu. "Şimdi soru sorma lütfen."

  Oliver yeni açtığı ağzını kapattı ve anlayışla başını salladı. Ama aynı zamanda böylesine dörtnala koşan bir kuşu takip etmesi de biraz aptalca görünüyordu. Adımları artık tamamen sertliğini kaybetmişti, tereddüt doluydu.

  Ancak bu garip tuhaf atmosfer hızla ortadan kayboldu.

  Henüz kasabaya ulaşmamış olmalarına rağmen bu mesafe, gece gökyüzündeki kırmızı alevleri görmeye yetiyordu. Orada olmaması gereken devasa bir gölge yavaşça onlara doğru hareket ediyor.

  Nemo bilinçaltında nefesini tuttu ve bu sefer korku onu gerçekten etkiledi. Önünde tanıdık binalar yanıyordu; böyle olmamalıydı. Gardiyanlar, Garnizon Birlikleri nerede? Yolkenarı Kasabası yaşamak için güvenli bir yer değildi. Sonuçta Kül Sıradağları'nın ışığıyla lekelenmişti. Ama buranın güvensiz olması buradaki güvenlik önlemlerinin iki katına çıkarılmasından başka bir anlam taşımıyordu. 

  Daha önce hiç böyle ciddi bir durum yaşamamıştı. 

  Gri papağan hâlâ tereddüt etmeden koşuyordu. Oliver durdu ve ifadesi ciddileşti.

  "Durum iyi değil." Hızlı ve endişeli bir şekilde konuştu. "Burada beklemek ister misin? Kendi başıma gidebilirim."

  "Ramon..."

  "Az önce ne olduğundan pek emin değilim ama gerçekten takip etmene gerek yok..."

  "Ramon!" Nemo hâlâ gevezelik eden genç adamı yakasından yakaladı, "O aptal papağan durdu!"

  Genç adam gözlerini büyütüp şaşkınlıkla ona baktı.

  Nemo'nun dudakları biraz titredi. Oliver'ın sırtı kasabaya dönük olduğundan gördüklerini göremiyordu. Sonunda gölge, ateş tarafından açıkça aydınlatılacak kadar yakınlaştı ve maalesef ki bu sefer Nemo onun ne olduğunu biliyordu.

  Kurudal denizanası asla böyle bir yerde görünmemelidir. 

  Adı her ne kadar zararsız gibi görünse de kurudal denizanası gerçekten güçlü bir iblisti ve yarım ayak bile güç açısından üst iblis sınıfına adım atmıştır. Nemo'nun iblisleri inceleme konusunda hiçbir zaman pek tutkusu olmadı ama bu tür biraz ünlüydü; onların tuhaf alışkanlıkları maceracılar tarafından sıklıkla şaka konusu oluyordu. 

  Onlar Uçurumdaki büyük tembel hayvanlarla eşdeğerdirler, diğer canlılara karşı çok az ilgileri vardır ve temelde saldırma istekleri yoktu. Uysal kurudal denizanası tek bir şey yapar; kendi yaşam alanlarında ileri geri süzülür. 

  Yalnızca görünüşlerine bakılırsa neredeyse güzeller. Kenarına düzgün bir şekilde yerleştirilmiş simsiyah gözlerden oluşan bir daire ile soluk şapka şeklinde bir kafa. Vücudu akan dumanla kaplanmıştı, dumanın içinden ölü dallar gibi çıkan yalnızca birkaç soluk kemikli çıkıntı vardı. Şu anda alevler gökyüzüne yükseliyor olsa da süt beyazı duman hala büyüleyici bir parlaklıkla parlıyordu.

  Gerçekten tek yapmaları gereken şey ileri geri süzülmekti. Bu dumanlar bir zamanlar hayata ait olan ve onunla temas eden her şeyi sindirirdi. Bu özellik onlarla başa çıkmayı zorlaştırıyordu ancak hiçbir maceracı -kör değilse- onlarla baş etmek için uğraşmazdı. Uçurumda kurudal denizanasıyla karşılaştıklarında sessizce etrafından geçerek onu atlatabiliyorlardı. 

  Yaşam alanlarını asla terk etmezler ve hiç kimse bu kadar işe yaramaz ve tehlikeli iblisleri çağıracak kadar aptal değildir.

  Ancak burada olmaması gereken başka bir kişi daha vardı.

  "Tamam." Gri papağan çok uzak olmayan bir yerden yüksek sesle seslendi. "Aradığınız adam bu-"

  Kurudal denizanası onlara doğru hareket etmiyordu ama biri tarafından başka bit yere sürükleniyordu.

  Dumanın içinden altın iplik benzeri büyü belirdi. Canavarın devasa bedeniyle karşılaştırıldığında örümcek ipliği kadar ince ve kırılgandı ancak kurudal denizanasını sıkı bir şekilde tutabiliyordu. Altın iplikler birbirine dolandı ve sonunda bir insanın beş parmağıyla buluştu.

  Parmakların sahibi, hırpalanmış gibi görünen hancıydı ve başını kaldırıp Oliver'a kocaman gülümsedi.

  "Merhaba oğlum, özür dilerim" dedi. "Beni öldürmen için sana gaile* vereceğim."
Gaile: dert, sıkıntı, üzüntü, keder, uğraştırıcı iş, çekilmesi zor yük anlamlarına gelir.



-

Yazarın tek cümlelik girişi, 
“Ayrım gözetmeksizin yemek yenilebilir, ayrım gözetmeksizin dilek tutulamaz.”







                            ∥ İçindekiler ∥  Sonraki»