Lupin'de Ara

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Qian Qiu Radyo Dizisi -- 2. Sezon -- 4. bölüm yüklendi. (Bilgisayardaki bir sıkıntı nedeniyle devam edemiyorum.)

Son Bölüm

Qian Qiu yeni ekstra!! Geçmiş Günler yayınlandı!!

Bölüm 2: Katiller ve İblise Tapanlar

 

  Ramon'lar kasabadaki tek hanı işletiyolar.

  Piper Ramon otelin gerçek sahibiydi ama hanla ilgili neredeyse tüm işler oğlu tarafından yapılıyordu. Henüz elli yaşında olmamasına rağmen Yaşlı Ramon, gün boyunca meyhanelerde vakit geçiriyor, maceracıların sohbetlerini ve övünmelerini dinliyor, hatta el yapımı ukulelesini çalıp birkaç kelime şarkı söyleyerek kendisini çoktan yaşlı bir adama dönüştürmüştü. Ara sıra, Nemo'nun kitap okumak için ufak tefek işler yaptığı kütüphaneye giderdi ve güneş batar batmaz aceleyle hana geri dönerdi.

  Ancak kasabadaki itibarı her zaman iyi olmuştur. Çok hevesli olduğundan mı yoksa aptal olduğundan mı bilinmez ama kimin ailesi dertte olursa olsun ona yardım edecektir. Maceracılar ciddi şekilde yaralanırsa, Yaşlı Ramon onlara yardım etmek için handan bedava özel bir oda bile ayıracaktır. İyi bir yaşlı adamın bu tür dikkatsiz davranışı, hanın baba ve oğulun karnını doyurmaya anca yetecek kadar gelir elde etmesine yol açtı.

  Gerçekten sıcak kalpli bir adamdan hoşlanmamak zordu ve Yaşlı Ramon'un keskin, güzel bir yüzü vardı. Her ne kadar sık ​​sık kendini berbat etse de gözlerindeki ruhu gizleyemiyordu. Oğlu Oliver'ın ona benzememesi üzücüydü. Oliver Ramon daha çok ciddi bir hancıya benziyor; yakışıklı ve nazik, yüzünde her zaman parlak gözlerine eşlik eden bir gülümseme oluyordu.

  Eğer baba ve oğul aynı zümrüt yeşili gözlere sahip olmasaydı Nemo, Oliver'ın da Yaşlı Ramon tarafından bir yerden alındığından şüphelenirdi.

  Aslına bakılırsa Nemo, Yaşlı Ramon'un sıcak yüreğinden faydalanan biri olarak görülebilir. Eğer Yaşlı Ramon beş altı yaşındaki Nemo'yu on küsur sene önce Sınır Ormanı'ndan almamış olsaydı Nemo bu yaşına kadar yaşayamazdı.

  Bu yüzden karşısındaki bu sahneyi hiç görmek istemiyordu.

  Piper Ramon hafif kambur sırtını düzeltti ve tüm vücudu kınından çekilmiş bir kılıç gibiydi. Sanki dev bir iblise değil de zararsız genç bir geyiğe liderlik ediyormuş gibi Oliver'a gülümsedi.

  Oliver tamamen donmuş görünüyordu. Az önce canavar tarafından saldırıya uğradığından beri, biriken kafa karışıklığı ve çaresizlik sonunda tolerans sınırını aştı. Genç adam başını salladı ve bir adım geri gitti.

  "Ramon Amca..." Nemo karşı tarafa alçak sesle seslendi ama ne diyeceğini bilmiyordu. Gri papağan ayağa kalktı, Nemo'nun kıyafetlerini yakaladı ve zorlukla omuzlarına tırmandı ama Nemo bunu hiç umursamadı...

  Yaşlı Ramon iyi görünmüyordu.

  Altın iplik benzeyen büyü hâlâ canlı bir varlık gibi sol elinde süzülüyordu ama sağ kolunun tamamı neredeyse tamamen etinden sıyrılmıştı, kemikler gözüküyordu. Kurudal denizanasının zehirli dumanı artık genç olmayan bu adamı yutuyordu. Eti ve kanı yavaş yavaş eridi ve ateşe çok yakın bir balmumu bebek gibi kemiklerinin arasından yere damladı. Ama sanki adam acının ne olduğunu bilmiyormuş gibi kaşlarını çatmamıştı, yüzünde hala bir gülümseme vardı.

  Yaşlı Ramon, Nemo'nun kendi kendine konuşan selamını açıkça duydu, yüzünü çevirdi ve başını salladı, gözleri birkaç saniye gri papağanın üzerinde kalmış gibiydi.

  "Ollie." Sonra bakışlarını tekrar oğluna çevirdi. "Gerçekten üzgünüm."

  Bu kez Nemo birkaç adım geri gitti. Önünde gördüğü şeyden hoşlanmamıştı. Oliver Ramon'un ruh halini hayal etmeye bile cesaret edemiyordu. Müdür Light yumuşak bir yatakta öldüğünde o da sevdiği birisini kaybetmişti. Nefes alıp vermek acı verici değildi ama yaşlı adam gözlerini kapattığı anda birinin karnına sert bir tekme attığını ve iç organlarının parçalandığını hissetti.

  Dahası...

  "Kemerimde bir hançer var ama ne yazık ki onu sana veremem." dedi Yaşlı Ramon ve sağ omzundan beyaz kemikler görünmeye başladı. "Bu iri adamı kontrol etmem gerekiyor."

  Oliver'ın adem elması sanki konuşma yeteneğini kaybetmiş gibi hareket etti. Babasının omzundaki kemiğe baktı, etin ve kanın kemikten sıcak balmumu gibi aktığını gördü. Hareket etmeye cesaret edemiyordu, sanki derin bir nefes almaya bile cesaret etse bu etin ve kanın daha hızlı eriyip düşmesine neden olurmuş gibi geliyordu. Kıpırdanırsa adam daha çabuk ölecekmiş gibi geliyordu.

  "Bunu sana açıklayacak vaktim yok oğlum." Yaşlı Ramon tebessüm etti. "Bu tamamen benim sorumluluğum... Özür dilerim."

  Hiçbir şeyi açıklamaya niyetli görünmüyordu, sadece defalarca özür diledi.

  "Ama sen o kadar büyümüşsün ki..." diye mırıldandı, erimiş etin altında kaburgaları belli belirsiz görülebiliyordu. "Anneni gördüğümde en azından onun tarafından çok fazla azarlanmayacağım. Hadi oğlum."

  Nazikçe ısrar etti.

  "Çok geç."

  Nemo artık bunu izlemeye dayanamıyordu. Nefesi kesilmişti. Sadece Oliver'ın hayatından geçmek üzere olan bir kabusun içine adım attığını hissediyordu ve sessizce durmak bile karşıdakinin yarasına basmak gibiydi. Bunun farkına varması onu biraz dayanılmaz hale getirmişti. Buradan kaçmak istiyordu ama bacakları zaten o kadar uyuşuktu ki onları kontrol edemiyordu.

  O hareket etmeye çalışırken Oliver da hareket etti.

  Hançerini düzgün bir şekilde çıkardı ve sonra babasına hançerin ucu ona gelecek şekilde sarıldı. Hiçbir şey sormadı ve eriyen etin onu etkileyip etkilemeyeceğini umursamıyor gibi görünüyordu. Genç adam hançerin kabzasını sağ elinde tutuyor, sol koluyla da sanki acısını bu şekilde dağıtmaya çalışır gibi babasına sımsıkı sarılıyordu. Beyaz gömleği sevdiğinin kanına bulanmıştı.

  Nemo onun yüzünü göremiyordu, yalnızca metanetli sesini duyabiliyordu.

  "Sorun değil, baba." dedi, sesi net ve kararlıydı. "Seni suçlamıyorum."

  "...Seni suçlamıyorum."

  Devasa iblis yavaş yavaş şeffaflaştı ve soluk figürü tamamen havaya karıştı. Küçük kasaba hâlâ yanıyordu ama havadaki korkunç baskı hissi kaybolmuştu. Oliver sanki yüzyıllar geçmiş gibi yavaşça eğildi ve babasının cesedini dikkatlice çimlerin üzerine koydu.

  Nemo tereddütle ileri doğru bir adım attı, adımları biraz sendeliyordu. Oliver'ın sırtını sıvazlamak istedi ama bu rahatlatıcı hareketin şu anki durum için tamamen uygunsuz olduğunu hissetti, bu yüzden uzattığı elini acı içinde geri çekti. Ne diyeceğini bilmiyordu ama Oliver'ı yalnız bırakamayacağını biliyordu.

  Kasabadan hâlâ yoğun dumanlar yükseliyordu. Oliver cesedin önünde diz çökmüştü, bir mezar taşı gibi hareketsizdi.

  Nemo'nun kahramanlık kompleksi yoktu ama taş kalpli de değildi. Başkalarının acı çektiğini görmek ve hiçbir şey yapmamak ona her zaman biraz suçluluk duygusu verirdi. Küçük kardeşlerine ustaca gülebilse bile, gerçekten açıklanamaz bir acı karşısında ancak suskun kalabilmesi çok kötüydü.

  "Efendi—!" Bilinmeyen bir süre sonra, çok uzaklardan bir çığlık geldi. "Katil!"

  Nemo biraz sersemlemişti ve bir süre kimden bahsedildiğini anlamadı. Ta ki Oliver'ın yanağını sıyıran ok neredeyse Oliver'ın arkasında duran ona isabet edene kadar.

  Açıklayabilirim. Diye düşündü Nemo. Ben tanığım, bunu kanıtlayabilirim...

  Uzun süredir bakımsız kalan gri papağan, kuşlara ait olmayan bir kükreme sesi çıkardı. Uğursuz bir ışık parladı ve zemin boyunca şimşek gibi yayıldı, geride geceleri oldukça dikkat çekici olan korozyon* izleri bıraktı.

korozyon*: metal veya alaşımların oksitlenme veya diğer kimyasal etkilerle aşınma durumu. Örn; demirin paslanması

  "Uçurum büyüsü."

  "...bu uçurum büyüsü..."

  Zırh sürtünmesinin giderek netleşen sesine daha fazla insan sesi karışıyordu. Garnizon geç gelmişti. Çelik zırh, ateşin bulanık ışığını turuncu bir şekilde yansıtıyordu. Nemo onların yüzlerini net göremiyordu.

  "Burada iblise tapanlar var. Bunu rapor etmeliyiz..."

  Nemo yere saplanmış oka baktı. Çok düşünmeden 'Yardım edin.' Yardım istemeliler. Sadece bunu iyi açıklamalılardı, kurtarılabilirler ve her şey sona erebilirdi.

  Eski hayatlarına dönmek için hala zamanları vardı. Oliver bir süre üzülecekti ama sonra bunu konuşabilirlerdi...

  Aniden bir el, şaşırtıcı bir güçle bileğini yakaladı ve Nemo tısladı. Oliver'ın ne zaman ayağa kalktığını bilmiyordu, elleri hâlâ kanlıydı. Nemo'nun bileğini sıkıca tutarak döndü ve geldikleri yoldan geri koştu.

  Nemo neredeyse ileri doğru sürükleniyordu ve aklı daha başına gelmemişti.

  Ancak koşan insanların konuşması hiç de kolay değildi, üstelik mevcut hızları koşmaktan çok çılgınca kaçış demeye daha yakındı. Oliver onu sürüklerken gri papağan yere düşmüştü ve hâlâ onu takip edip etmediğini bilmiyordu. İkisi bu şekilde sınır ormanına doğru tökezleyene kadar koştular. Arkalarından şiddetli bağırışlar ve haykırışlar belli belirsiz geliyordu ama hepsi rüzgar tarafından dağıtılmıştı ve seslerin içeriğini duyamıyorlardı.

  Ormana girdiklerinde onları kovalayanların sesleri nihayet tamamen kayboldu.

  Nemo yere yığılıp öksürmeye başladığında Oliver'ın adımları yavaşlamıştı. Her ne kadar fiziği sağlam olsa da, genellikle yaptığı tek şey kitap raflarını düzenlemekti ve bu kadar yoğun bir egzersize tamamen alışkın değildi. Bütün gece korku, kafa karışıklığı ve endişe biriktirdikten sonra Nemo normal düşünemediğini fark etti; fiziksel ve zihinsel olarak bitkin düşmüştü ve düşüp bayılmayı diledi.

  Bir süre öksürdükten sonra nihayet başını kaldırdı ve önündeki genç adama baktı.

  Oliver sırtı gergin bir halde orada duruyordu. O da şiddetli bir şekilde nefes alıyordu ama pek ses çıkarmıyordu. Orada dimdik duruyordu ve Nemo, dalların arasından süzülen loş ay ışığında yüzündeki gözyaşlarını görebiliyordu.

  "Sen..." Nemo bilinçaltında iyi olup olmadığını sormak istedi ama bunun tamamen saçmalık olduğunu hissetti. Karşı tarafın dikkatini dağıtmak için konuyu değiştirmeye karar verdi. "Neden kaçtın?"

  "Bir dilek tuttun, değil mi?" Oliver sanki zorla gülümsemeye çalışıyormuş gibi sırıttı ama başaramadı. "O şey uçurum büyüsü kullanıyor. Ne söylersen söyle, sana bir iblise tapan muamelesi yapılacak..."

  Elbette Nemo bir iblise tapanın ne olduğunu biliyordu. İblisleri kontrol etmek için büyü kullanmayı seven bazı sıkıcı adamlar her zaman vardı. Onlar gökyüzünün altında yaşasalar bile uçurumun özlemini çekerler. Ancak anlayışı yalnızca "yasa, iblislerle işbirlikçi olan tüm kişilerin ölüm cezası gerektiren suçlar olduğunu öngörüyor" düzeyindeydi. Oliver'ın ses tonuna göre, bu "ceza" sandığından daha kötü olabilir.

  "O zaman... benimle kaçmana gerek yok." diye kekeledi, "ve birbirimizin masumluğunu kanıtlayabiliriz, anlıyor musun..."

  "Ben bir katilim, bu bir gerçek." Oliver fısıldayarak şöyle dedi: "İblislere inanan birinin söylediklerine kimse inanmaz."

  Başlangıçta karşı tarafın dikkatini dağıtmak istedi ama beceremedi. Nemo'nun cesareti biraz kırılmıştı. "Ama sen onun oğlusun, yapamazlar..."

  "Yani babamı öldürdükten sonra canımı iblisten kurtaran kişiyi terk mi etmek zorunda kalacağım?" Oliver sonunda alaycı bir gülümseme gösterdi: "Bu kadar aptal olmak istemiyorum."

  Sanki onu yukarı çekmeye çalışıyormuş gibi elini Nemo'ya uzandı. Loş ay ışığı altında ellerindeki kan neredeyse siyahtı ve bu son derece göz kamaştırıcıydı.

  Oliver sessizce ellerine baktı ve aniden kusmaya başladı. Nemo o kadar korkmuştu ki hızla yerden kalktı ve aceleyle Oliver'ın sırtını patpatladı. Oliver midesini kusuyor gibi görünüyordu, ne feryat etti ne de ağladı ama tüm vücudu şiddetle titriyordu.

  Nemo burnunu çekti ve başka tarafa baktı. Önündeki tanıdık ormana baktı; yetimhanedeki çocuklara atıştırmalık olarak mantar ya da kuş yumurtası almak için buraya defalarca girip çıkmıştı. Şu anda, sanki birisi onları sağduyuya dayalı dünyadan çekip, aynı manzaraya sahip ama tehlikelerle dolu büyülü bir aleme atmış gibi her şey çok yabancıydı.

  "Hadi birlikte kaçalım." diye fısıldadı, eli hâlâ genç adamın sırtındaydı. Oliver yüzünü sildi ve ona bakmak için hafifçe döndü.

  "Birlikte kaçalım dedim." Nemo bu sefer sesini yükseltti ve bu cümle neredeyse tüm cesaretini harcamıştı. "Yoksa daha iyi bir fikrin mi var?"

  "Buradasın!" Duygularını toparlayamadan sert bir ses araya girdi. İkisi bilinçsizce sesin kaynağına baktı; sıska gri papağan koşarak yaklaşıyordu. "Beni bırakmaya nasıl cesaret edersin?"

  Nemo, kaçış konusunu birdenbire bir kenara attı, çömeldi ve kuşun boynunu tuttu, öfkesi korkusunu ve acısını gölgede bıraktı. "Az önce gelişigüzel hangi büyüleri yaptın?!"

  Gri papağan şaşkınlıkla "Birinin seni okla vurduğunu görmedin mi?" diye cevapladı. "Artık yaşamak istemiyor musun?"

  "...Bunun seninle hiçbir ilgisi yok." Nemo dişlerini gıcırdattı.

  "Bunun benimle hiçbir ilgisi yok?!" Gri papağanın tüyleri anında yukarı kalktı ve sesi bir oktav yükseldi. "Henüz seninle hesaplaşmadım - peki ya gücüm, gücüm nereye gitti? Sözleşme tamamlandıktan sonra her şeyin normal olacağını düşündüm, o yüzden gücümü tüket-"

  Sonunda kanatlarının çıktığını fark ettiğinden Nemo'nun ellerinde çılgınca kanat çırptı.

  "Her şey normal olacak mı...?" Oliver sonunda ayağa kalktı.

  Gri papağan kanat çırpmayı bıraktı.

  "Evet." Nemo boynunu yakalamıştı ama yine de gururlu bir duruş sergilemeye çalışıyordu. "Ben onun dileğini yerine getirdim, o bana bedenini verdi, sorun ne?"

  "Bu şey gerçekten bir iblis mi?" Nemo sonunda kendine geldi, "...İblisin sözleşmesinden mi bahsediyorsun?"

  "Ben Üstün Şeytan Bagelmaurus." Gri papağan başını şiddetle kaldırdı ama şekli nedeniyle bu hareket ona en ufak bir caydırıcılık sağlamadı.

  "Öyle olduğunu sanmıyorum." Nemo konuşmadan önce birkaç saniye tereddüt etti. Gri papağanı tutmayı bıraktı ve yere düşmesine izin verdi. "Bu çok..."

  Efsanedeki güçlü ve gizemli üstün iblisle karşılaştırıldığında bu çok aptaldı.

  "...Anladım." Bu sefer dikkat başarıyla başka yöne çekildi ve Oliver biraz canlı görünüyordu. "İblislerin yalan söylemesi çok yaygındır."

  Gri papağan alayla gülümsedi. Bir kuşun böyle bir hareket yapması etkileyici olmaktan çok gülünçtü.

  "Denersen anlarsın." Nemo'ya öfkeyle homurdandı. "Etimden ve kanımdan bazı kısımlar vücudunun içinde. Her ne kadar onları neden kontrol edemediğimi bilmesem de... Şimdi üstün iblisin büyüsünü kullan."

  Sonra uzun bir dizi anlaşılmaz heceler söyledi. Nemo ona biraz utançla baktı.

  "Hatırlaması zor." Açıkça itiraf etti. Böyle kötü bir durumda beynine eziyet etmek istemiyordu.

  Papağan gözlerini devirdi ve daha kısa olan bir büyü seçti. Bunu on kereden fazla tekrarladıktan sonra Nemo sonunda garip telaffuzu ezberlemeyi başardı.

  Tereddüt etti ve yaralanmamış sol elini uzattı ve hızla bir dizi heceyi okudu. Oliver yanından birkaç adım geriye gitti ve nefesini tuttu——

  Hiçbir şey olmadı.

  "Bu imkansız!" diye ciyakladı papağan. "Yanlış telaffuz etmiş olmalısın!"

  Nemo içini çekti ve bunu açıkça bir daha tekrarladı; yine de hiçbir şey olmadı.

  Üstün bir iblis olduğunu iddia eden gri papağan tamamen şaşkına döndü. Nemo'ya boş boş baktı, açıklanamaz derecede acınası görünüyordu.

  "Sihir konusunda hiç yeteneğim yok ve en temel aydınlatma büyüsünü bile etkinleştiremiyorum." Nemo omuz silkti, yüreği biraz rahatlamıştı -artık bu şeyin onu öldürme niyeti yok gibi görünüyordu. "Yanlış kişiye yalan söyledin."

  "Hadi gidelim." Oliver yere bakarak ellerindeki kanı ovuşturdu. "Bu gece ormandan geçmek daha iyi... Sınırı geçtikten sonra bizi doğrudan yakalayamazlar."

  Nemo yorgunluktan bayılmak üzere olduğunu hissetse de yine de başını salladı. Peki ya sınırı geçtikten sonra ne yapacaklardı? Acı bir şekilde düşündü.

  Nereye gideceklerini ve yapacaklarını bilmemelerinden korkuyordu.

  Sersemlemiş gri papağanı görmezden gelerek, "Tamam, hadi gidelim." dedi.

  "Durun! Oradaki velet..." gri papağan aniden arkalarından bağırdı, "Elimde hâlâ kanıtım var, babanın az önce ne yaptığını bilmek istemiyor musun?"

  Sesi mutlu ve kötü niyetli geliyor.

  "Bilmek istemiyor musun? Baban neden üstün iblisin üzerinde 'hakimiyet' kullandı?"


Yazarın tek cümlelik özeti, 

“Hadi beraber kaçalım.”



            «Önceki  ∥İçindekiler∥  Sonraki»