Başkent fenerlerle bezenmiş, ışıklar parlamaya başlamıştı. Onlarca li boyunca binlerce mumun yakıldığı görülebiliyordu. İmparatorun doğum günü kutlanıyordu. Pazar hareketliydi, canlı ve kalabalıktı. İnsanlar dalga dalga gelip gidiyordu.
Xiao Yuan merak içinde sokaklarda, tezgâhlarda ve dükkânlarda dolaşıyordu. “Oldukça ilginç. Saray hep çok sıkıcı, uzun zamandır dışarı çıkıp dolaşmak istiyordum.”
Yan Heqing şöyle dedi: “Sen imparatorsun sonuçta. İmparatorluk muhafızlarını ve hizmetkârları istediğin zaman yanına alıp çıkabilirsin.”
“Bu aynı şey değil. Diğer herkes beni takip ederken korkulu görünüyor, senin yanında daha rahat hissediyorum.” Xiao Yuan bir tezgâhın üzerindeki mürekkep boyalı yelpazeye bakarken Yan Heqing'in hafifçe kıvrılan dudaklarını fark etmedi.
İkisi, seyyar satıcıların her yerde bağırıp çağırdığı ve çocukların ceketleriyle kalabalığın arasında mekik dokuduğu koca pazarda batıdan doğuya doğru yürüdüler. Ortalık hareketliydi.
Etrafta dolaşırken Xiao Yuan aniden bir şey gördü, ellerini arkasına alarak dükkana girdi.
Burası bir yeşim dükkanıydı. Dükkan sahibi iki olağanüstü gencin dükkanına adım attığını görünce kurnaz gözlerini çevirdi ve başını eğerek onları selamladı: “Siz iki beyefendi için ne yapabilirim?”
Xiao Yuan parmaklarını göz kamaştırıcı yeşim eşyaları arasında gezdirdi ve sonunda dükkanın en dikkat çekici yerinde durdu: Bir ahşap dolap, içinde ise beyaz yeşim taşından yapılmış bir flüt vardı. Flütün gövdesi bulut desenleriyle kaplıydı, ucunda parlak kırmızı bir püskül asılıydı. Flütten anlamayanlar bile bu şeyin olağanüstü olduğunu ilk bakışta anlardı.
Dükkan sahibi tereddüt etti. “Ah, efendim, bilmiyorsunuz ama bu yeşim flüt bu dükkanın hazinesidir ve fiyatı... cık cık, oldukça yüksek.”
“Ya?” Xiao Yuan kıkırdadı. “Demek gerçekten değerli. O zaman daha iyi bakabilmem için onu çıkarabilir misin?”
Dükkan sahibi bir süre düşündükten sonra dolabı açarak yeşim flütü çıkardı. “Bu naçiz, beyefendiye yüz verecek öyleyse. Sonuçta iyi şeyler paylaşılmalıdır.”
Xiao Yuan yeşim flütü aldı, bir süre elinde oynadıktan sonra Yan Heqing'e uzattı. “Bir dene bakalım.”
Yan Heqing şaşkına dönmüştü: “Flüt çalabildiğimi nereden biliyorsun…”
“Çünkü ben mükemmelim. Tamam, çal da bir görelim.”
Yan Heqing yeşim flütü alıp dudaklarına yerleştirdi, melodik flüt tıpkı berrak sonbahar suları ve bahar esintisi gibi ses çıkarıyordu.
Orijinal kitapta Yan Heqing ve Prenses Yongning'in birlikte çaldığı, flüt ve guqin sesinin romantik bir atmosfer yarattığı birçok sahne kitabın ilk yarısında anlatılıyordu. Ancak Xiao Yuan, Yan Heqing'in solo performansının kalbinde böylesine dalgalanmalar yaratabileceğini beklemiyordu.
Xiao Yuan, zalim başkanların sözlerini ezberleyen bir başkan, çekici ve vahşi bir başkanın yolunda yürümeye çalışan bir başkan, hatta baştan çıkarıcı bir yol izlemeye çalışan bir başkan, yirmi yılı aşkın yaşamında, bir gün böyle bir durumda zalim başkan repliğini kullanacağını asla düşünemezdi.
Kendi karısı için bile değil, haremindeki on üyeyle bir gece geçirebilecek bir harem kahramanı için.
Hayat, ah, gerçekten tahmin edilemez, gerçekten kavrayışın ötesinde, gerçekten şaşırtıcı, gerçekten, Tanrım, sadece akışına göre gidiyor!
Xiao Yuan yeşim flütü işaret edip dükkan sahibine gururlu bir tavırla şöyle dedi: “Bu flütün fiyatı ne kadar olursa olsun alacağım.”
Dükkan sahibinin içi sevinçle dolmuştu ancak yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. “Efendim, bu yeşim flütü boş verin, yüz tael altın değerinde o.”
Yan Heqing yeşim flütü dükkan sahibine geri verdi. Dönüp Xiao Yuan'a sordu: “Satın mı alacaksın?”
Xiao Yuan’ın ağzı kulaklarına varmıştı. “Satın alacağım.”
“Yanında hiç para var mı?”
Ruhuma böyle aniden darbe vurmasan olmaz mı?
İkisi Taiyi Salonu'nun penceresinden çıkmışlardı ve kesinlikle yanlarında hiçbir şey getirmemişlerdi. Ayrıca, sıradan insanlar yanlarında bu kadar rahat bir şekilde yüz tael altın taşımazdı.
Xiao Yuan uzun süre düşündü ve şöyle dedi: “Burası başkent, değil mi?”
Yeşim dükkanının sahibi acıyarak düşündü: Bu genç efendi çok çekici görünüyor ama ne yazık ki genç yaşına göre çok aptal.
“O halde bir çözümüm var.” Xiao Yuan, Yan Heqing'i yeşim dükkanından dışarı sürükledi. Yan Heqing'in kafası çok karışmıştı. “Nereye gidiyoruz?”
“Wuning Markisi’nin konağına.”
Orijinal kitapta Wuning Markisi mistik bir karakterdi, çünkü bu kitaptaki tüm kötü adamların en kötüsüydü, diğerleri gibi sadece bir top yemi değildi.
Ülkeye zarar vermiş, tahtı gasp etmek istemişti. İktidar peşinde koşmuş ve bu yüzden isyan etmişti. Yine de iyi bir marki olarak tanımlanıyordu…
Çünkü erkek kahramanın tarafındaydı.
Wuning Markisi, isyan konusunda çok kararlı olan uzaktan bir akrabaydı. İmparatorun yerine geçmeye çalışıyordu ancak askeri gücü yoktu, bu yüzden Güney Yan Krallığı ile güçlerini birleştirip isyan etmek için asker ödünç almaktan başka şansı yoktu.
Wuning Markisi'nin sarayda hapsedilen Yan Heqing ile Güney Yan Krallığı arasındaki tek bağlantı olduğu söylenebilirdi. Ancak tüm bu komplolar açığa çıktığında Yan Heqing erkek kahraman halesiyle güvenle kaçmış, Wuning Markisi onun yerine sefil bir duruma düşmüş ve Kuzey Krallığı imparatoru tarafından kafası kesilmişti.
Yan Heqing ve Xiao Yuan, Wuning Markisi'nin malikanesine doğru yürüdüler, kapıya vardıklarında muhafızlar tarafından durduruldular. “Kimsiniz?”
Xiao Yuan gülümseyerek cevap verdi. “Markiyle görüşmeye geldim.”
Muhafız ona ters ters baktı ve büyük bir güçle kükredi. “Sen markiyi istediğin gibi görebilecek nitelikte misin?”
Xiao Yuan basitçe cevap verdi: “Evet.”
Muhafız onu baştan aşağı süzdü. “Kimsin sen?”
“İnsan dürüst olmalı, kimliğini saklamamalı. Adım Xiao Yuan, fakat bizim çevrede bana ‘Genel Başkan’ derler. Bana Başkan Xiao diyebilirsin.”
“...” Yan Heqing alnını tuttu.
Muhafız kılıcını tek hamlede çekti, hiddetle şöyle dedi: “Nereden geldin deli herif, hemen burayı terk et, kılıcımın gözleri yok.”
Kılıcını çekip Xiao Yuan'a doğrulttu sırada Yan Heqing öne çıkıp Xiao Yuan'ı arkasına alarak ona kalkan oldu. Muhafızın kılıcını tuttu ve soğuk bir şekilde şöyle dedi: “Git ve markiye imparatorun onu görmeye geldiğini bildir.”