Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 69: Ya Sen Ölürsün Ya Da Ben

 

Endişeleri yüzünden uyuyamadığından kıyafetlerini kaldırıp etrafta dolaşmaya başlamıştı. Xiao Yuan, tek başına bir fenerle masaya oturup elindeki iki saç tokasına baktı. Biri kırmızıydı ve üzerinde oyma çiçekler vardı, diğeri ise beyaz yeşim taşından yapılmıştı. Xiao Yuan'ın aklı hâlâ Hadım Zhao'nun daha önce kendisine söylediği sözlerle doluydu: Wuning Markisi'nin adamlarının ağzı sıkı kalacak mı?


Sonunda bir karar verdi. Xiao Yuan saç tokalarını bir kenara bıraktı ve kıyafetlerini sıkıca tutarak tek başına Taiyi Salonu’na gitti.


İç odaya ulaştığında Xiao Yuan kapıyı iterek açtı ve Yan Heqing'i yatağın kenarına yaslanmış, sabırla onu beklerken buldu. Muhtemelen aldığı yaralar nedeniyle Yan Heqing'in yüzü kansız, solgun dudakları cansızdı.


Xiao Yuan bir sonraki kararını düşündü, endişe dolu sözlerini içinde tuttu.


“Yan Heqing.” Xiao Yuan kollarını kavuşturarak durdu, sesi çok yumuşaktı. “Her şeye rağmen ikimizin de kaçınamayacağı bazı şeyler olacağını düşünmemiştim.”


Yan Heqing ona baktı, onunla odunlukta ilk karşılaştığı zamanı hatırladı; Xiao Yuan odun yığınının üzerine oturmuş, gülümseyerek yan tarafına vurmuş ve oturmasını söylemişti.


Bunun üzerinden ne kadar zaman geçmişti? Ne kadar?


Yan Heqing boğazını temizledi. Sesi boğuk ve kuruydu. “Bana inanıyor musun?”


Xiao Yuan iki parmaklık parşömeni çıkarıp yavaşça masanın üzerine koydu. “Neye inanmamı istiyorsun?”


Aslında Xiao Yuan ciddi bir soru soruyordu ancak Yan Heqing bunu duyduğunda alay dolu olduğunu hissetti.


Parşömen, Yan Heqing'in son umudunu da kesen keskin bir bıçak gibiydi.


Öyle ya, Xiao Yuan'dan kendisine güvenmesini istemeye nasıl cesaret edebilirdi?


Xiao Yuan ona her zaman mümkün olan her şekilde yardımcı olmuş, dostça davranmıştı. Peki ya o? Bazı art niyetli insanlarla iş birliği yapmış, hatta Xiao Yuan'ın Wuning Markisi'nin ellerinde neredeyse ölmesine neden olmuştu.


Yan Heqing, Xiao Yuan ona samimiyetle davranmasına rağmen ona ihanet etmişti. Xiao Yuan'ın yerinde olsaydı kendini affetmesi mümkün olmazdı.


Xiao Yuan'ın kendisine inanmasını neye dayanarak ve hangi yüzle sağlayabilirdi?


Xiao Yuan elini uzatarak masanın üzerindeki parşömeni dikkatsizce açtı. “Yan Heqing, gitmeyi çok istediğinin farkındayım. Ayrıca Kuzey Krallığı'nda sonsuz aşağılanmaya maruz kaldın. Bu ülkeye karşı güçlü bir kin duyuyorsundur, değil mi?”


Yan Heqing sanki tek bir kelime bile duymamış gibi gözlerini indirdi. Yatağın yanındaki mum alevi, pencerenin ardındaki serin rüzgarla titredi. Işık Yan Heqing'in kansız yüzünde dalgalandı fakat gözlerinin karanlığına sıçrayamadı.


Sonsuz aşağılanma ve kin mi?


Doğruydu, bunda bir hata yoktu.


Onun için Kuzey Krallığı tam da buydu.


Kuzey Krallığı'nın zırhlı süvarileri Güney Yan Krallığı'na adım attığı andan itibaren, intikam almayı düşünmediği tek bir gün bile olmamıştı. Güney Yan Krallığı'nın çektiği acıya karşılık vermeyi düşünmediği tek bir gün bile geçmemişti. Prangalardan ve hapisten kaçmayı, tutsaklığın kemiklerine kazındığı yerden kurtulmayı düşünmediği tek bir gün bile doğmamıştı. 


Yan Heqing'in sessizliğini gören Xiao Yuan gözlerini indirerek devam etti: “Bir şeyleri değiştirebileceğimi düşünmüştüm ama görünen o ki boşuna çabalıyormuşum.”


Yan Heqing nihayet bir tepki verdi, parmakları hafifçe oynarken başını kaldırıp Xiao Yuan'a baktı, gözlerinin derinliklerinde bazı duygular belirdi.


Xiao Yuan onun gözlerinde, yaşadığı aşağılanmayı ve kini gördü. Xiao Yuan ona bakarken Yan Heqing yavaşça konuştu: “Neyi değiştirmek istiyorsun?”


Xiao Yuan aniden donakaldı.


Evet ya, neyi değiştirmek istiyordu?


Yan Heqing'in merhameti ve nezaketi nedeniyle Kuzey Krallığı'nda kalmasını ve hayatının geri kalanında imparatorluk muhafızı olarak hizmet etmesini mi istiyordu?


Hayır, bunu hiç düşünmemişti.


Karşısındaki adamı orijinal hikâyedeki gibi görmek istiyordu: Kılıcıyla dünyaya hükmeden, ülkeleri birleştirip halkı güvence altına alan biri olarak.


Bu durumda neyi değiştirmek istiyordu?


Doğru, yaşamak istiyordu.


Ancak o artık Kuzey Krallığı'nın imparatoruydu. Omuzlarında Kuzey Krallığı askerlerinin kararlılığını ve halkının bağlılığını taşıyordu. Tarihin uzun akışı içinde hanedanların değişmesi kaçınılmaz olabilirdi. Ancak bunun bir parçası olduğunuzda, “ülke” kelimesi kemiklerinize kazınacak, kanınızda eriyecek ve göğsünüzün içinde yanacaktı.


Gelecek kuşaklar ona bakıp yuhalayacaklardır. Ama şu anda, ülkenin sınırlarını koruyacak Göğün Oğlu, kırılmaz kemikleriyle ulusu için ölecek hükümdardı!


Nasıl yaşayabilirdi? Neden hâlâ hayatta kalmak için çabalıyordu?!


Kendi yalanlarına inanıyordu, değil mi?


Xiao Yuan sanki aniden suratına tokat yemiş gibi şaşkına dönmüştü. Yan Heqing'e bakıp usulca mırıldandı. “Demek başından beri farkındaydın…”


Sesi giderek zayıfladı. Xiao Yuan yavaşça sustu. Başka tek bir kelime bile edemedi.


Yan Heqing her zaman her şeyi net bir şekilde görmüştü. Sadece kendisi aptalca bir şekilde kendisini bir yabancı olarak düşünmeye çalışıyordu.


Yan Heqing aniden güldü. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Sonsuz bir acı kabardı. Yine de ağzının kenarları yavaşça yukarı kıvrıldı. “Xiao Yuan, Kuzey Krallığı ile Güney Yan Krallığı arasında ölüm kalım ilişkisinden başka bir şey yok belki ama sana karşı ben...”


“Yeter.” Xiao Yuan Yan Heqing'in sözünü kesti. Yavaşça başını kaldırdı. Esasında sıcak olan gözlerinde sadece kayıtsızlık kalmıştı. “Eğer Kuzey Krallığı ve Güney Yan Krallığı sadece bir ölüm kalım ilişkisini paylaşabiliyorsa, o zaman sen ve ben de aynı ölüm kalım ilişkisini paylaşmak zorunda kalacağız.”


Hong Xiu öldüğünde Xiao Yuan kendini saklamıştı.


Hong Xiu Kuzey Krallığı imparatoru için öldüğünden beri, bir kez ve sonsuza dek Kuzey Krallığı’nın imparatoru olmaya karar vermişti. Mademki Yan Heqing, Kuzey Krallığı ve Güney Yan Krallığı'nın birlikte yaşayamayacağını söylüyordu…


O halde Kuzey Krallığı imparatoru olarak Yan Heqing ile birlikte yaşayamazdı.


Xiao Yuan'ın sesi bardağı taşıran son damla oldu, Yan Heqing'in omzuna hafifçe indi. Gözleri sönmek üzere olan bir mum gibiydi, zayıf bir ışık dalgalanıyordu.


Sanki bedeni ikiye bölünmüş gibiydi; bir yarısı Güney Yan Krallığı'nın yıkık ve sefil başkentine bakarken diğer yarısı o gün Yuhua Kulesi'nde pervasızca gülen Xiao Yuan'a bakıyordu.


Vücudun her iki yarısı da hafifçe iltihaplanıyordu. Yan Heqing’in ölmeyi dileyecek kadar çok acı çekmesine neden oluyordu.


Oda bir an için sessizliğe büründü, sadece iki kişinin nefes alıp verme sesi duyuldu.


Bir süre sonra Xiao Yuan kolundan yavaşça küçük beyaz bir porselen şişe çıkardı, yatağın kenarına doğru yürüdü ve Yan Heqing'e uzattı.


Yan Heqing küçük porselen şişeye baktı, onu alıp eliyle ovuşturdu. Kısık bir sesle sordu: “Bu ne? Yoksa sen…”


Beni öldürecek misin?


Xiao Yuan cevap vermedi.


Yan Heqing derin bir nefes aldı. “Xiao Yu-”


Xiao Yuan onun sözünü kesti, sesi kararlılıkla doluydu. “Bana ‘Majesteleri’ de.”


“Xiao. Yu. An.” Yan Heqing sanki kasten Xiao Yuan'ın adını her seferinde bir hece söyleyerek haykırdı. Gözleri Xiao Yuan'a dikilmişti. Onu yutacak gibiydi sanki. Bir eliyle porselen şişeyi sımsıkı kavradı. Eklemleri beyazlaşmış, parmakları kızarmıştı. “Xiao Yuan, bunu gerçekten içmemi mi istiyorsun?”


Xiao Yuan'ın gözleri dalgalandı. Boğazına bir yumru oturmuş gibi hissetti. Tereddüt ederek başını yavaşça salladı.


“Peki, içeceğim.” Ancak bu iki kelime Yan Heqing’in tüm gücünü tüketmiş gibiydi. Sonunda gözleri küller gibi karardı. Biraz mücadele ettikten sonra geriye sadece umutsuzluk kaldı. Yan Heqing beyaz porselen şişeyi açtı ve şişedeki acı sıvıyı tek yudumda içti.


İçtikten sonra Yan Heqing Xiao Yuan'ın gözlerine baktı, sanki sonuna kadar Xiao Yuan'ın içini görmek istiyormuş gibi. Gözlerinin arkasındaki ruhu söküp çıkarmak ve ardından bedenini açmak istiyordu. Böylece bu ruh onun isteksizliğine ve çaresizliğine iyice bakabilirdi. “Xiao Yuan, neden Kuzey Krallığı'nın imparatoru olarak yeniden doğmak zorundaydın, neden…”


Uzuvları yavaş yavaş gücünü kaybetti, Yan Heqing'in sesi giderek zayıfladı. Kısa süre sonra alnını tuttu ve öne doğru düştü. Yan Heqing'in yataktan düşmek üzere olduğunu gören Xiao Yuan aceleyle ileri atılıp onu tuttu.


Yan Heqing, bilinci yitmeye başladığında Xiao Yuan'ın sesini duydu; belli belirsiz ve çok uzaktaydı, o kadar gerçek dışıydı ki… “Ben de bilmiyorum. Belki de seninle tanışayım diyedir.”


Yan Heqing'in tamamen baygın olduğunu gören Xiao Yuan uzun bir iç çekti. Hem bunu yapmak zorunda kaldığı için, hem de başka çaresi olmadığını hissettiğinden.


Xiao Yuan, kısa bir süre önce Yan Heqing'e karşı dürüst olacağına yemin etmiş, rahatça gülerek ona şöyle demişti: “Yan Heqing, benim imparatorluk muhafızım olmak ister misin? Seni koruyacağım ve kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim.”


Ve şimdi söylediği şeyi yapıyordu.


Fakat bu aynı zamanda Yan Heqing'i Kuzey Krallığı imparatoru olarak koruduğu son andı.


Bundan sonra ikinci bir sefer olmayacaktı.


Eğer gelecekte birbirimizle tekrar karşılaşma şansımız olursa bu, savaşın kollarında olacaktır.


O gece saray yerleşkesinin kapısında bir araba imparatorluk muhafızları tarafından durduruldu. Kısa bir süre sonra tekrar geçmesine izin verildi. Saray yerleşkesinden ayrıldıktan sonra araba doğruca batı istasyonuna gitti ve bir daha geri dönmedi. İmparatorluk muhafızlarının komutanı bu haberi duyunca onlara bağırdı: “General Li bu birkaç gün içinde saraydan çıkan tüm arabaların ve atlıların dikkatle aranıp denetlenmesi gerektiğini söylemedi mi?”


“Ama...” dedi genç muhafız başını tutarak. Mağdur olmuş hissediyordu. “O arabanın geçmesi için Majesteleri’nin emri vardı.”


“...Majestelerinin emri ha. Peki, siz nöbete devam edin, bu arada bugün günlerden ne?”


“Üçüncü ayın üçü.”


“Üçüncü ayın üçü…” Muhafız komutanı bulutlu gökyüzüne baktı.


“Cık, hava bozuyor.”