Karanlık ve kasvetli bir odada mumların ışıkları titreşiyor, insanları paniğe sürükleyebilecek garip bir etki yaratıyordu.
Karanlık odanın ortasında Yan Heqing'in elleri zincirlerle bağlanmış, yüksek bir yere asılmıştı. Saçları dağılmıştı. Vücudunun üst kısmı çıplak, derisi dehşete düşürecek kadar derin kırbaç yaralarıyla kaplıydı. Kahya Feng bir yandan Yan Heqing'e bakıyor, bir yandan da elindeki dikenlerle donatılmış demir kırbaçla oynuyordu. Bu kırbacın her savruluşunda cilt parçalanır, etrafa kanlar saçılırdı.
“Acıyor mu?” diyerek güldü Kahya Feng. Elini uzatarak Yan Heqing'in yarasına bastırdı, yarayı acımasızca yırttı.
“Ih...” Yan Heqing'in tüm vücudu titremeye başladı, boğazından acı dolu ve bastırılmış bir inilti çıktı.
“Söyle bana, Wuning Markisi ve sen isyanı ne zaman planlamaya başladınız? Kanıtlar nerede? Amanın, sözümü dinlesen iyi olur; acele et ve gerçeği söyle. Eğer şimdi konuşursan daha fazla acı çekmek zorunda kalmayacaksın. Kısa bir an acı çekmek uzun süre bir acı çekmekten daha iyidir.” Kahya Feng nazikçe, insanları ikna edebilecek bir ustalıkla konuştu.
Ancak Yan Heqing onun sözlerini takdir etmedi, aksine alay edercesine güldü.
Kahya Feng çaresizce başını sallayıp Yan Heqing'in vücudunu tekrar kırbaçladı. Dikenler etine takılarak derin yaralar açtı. Yan Heqing çığlıklarını ve iniltilerini yuttu, acıdan neredeyse nefessiz kaldı.
“Şu anki durumda canlı olarak kaçman imkansız, o halde neden bunu kabul edip bu işkenceyi çekmekten kaçınmıyorsun? Majesteleri’nin seni kurtarmasını mı bekliyorsun hâlâ?” Kahya Feng elindeki kırbacı sallayarak üzerindeki kanı köşeye fırlattı. “Uyan artık. Düşmanla bir isyan komplosu kurdun ve neredeyse Majesteleri’nin canını alıyordun.”
Yan Heqing'in soluğu kesildi, sonra acı dolu bir nefes aldı.
“Eğer dayanamıyorsan anlat, Wuning Markisi ile yaptığın gizli anlaşmayı açıkla. Nasıl olsa öleceksin, acı çekerek ölmektense çabucak ölmek daha iyidir.” Kahya Feng, Yan Heqing'in daha fazla dayanamayacağını düşünerek onu tekrar ikna etmeye çalıştı. Ancak Yan Heqing hâlâ ağzını açmayı reddediyordu.
Kahya Feng sözlerini ikinci kez tekrarladı, ardından demir kırbacı bir kenara fırlattı. İşkence aletleriyle dolu duvardan demir bir kürek aldı ve karanlık odanın ortasındaki kızgın kömür ateşine attı.
Acıdan dolayı Yan Heqing'in nefes alış verişi ağırlaşmıştı. Hırıltılı soluğu, yanan sıcak küreğin tıslama sesiyle karıştığında kulağa son derece korkunç geliyordu.
“Sana bir şans verecek kadar naziktim.” Kahya Feng küreği kömür ateşinde ters çevirerek umursamazca konuştu. “Bu taktiklerimin hiçbiri Hadım Zhao'nun gözlerine giremez. Onda nadir bulunan bir tür toz olduğunu biliyor musun? Bir yaranın üzerine serpilirse, sanki on bin karınca onu kemiriyormuş gibi kaşındırır ve acı verir. Bir keresinde bir adamın korkunç bir şekilde öldüğünü görmüştüm, vücudunda öyle çizikler vardı ki iltihaplanacaktı artık. Bu yüzden sana tavsiyem, daha sonra pişman olmaktansa bir an önce konuş!”
Yan Heqing'in hâlâ tek bir kelime bile etmediğini gören Kahya Feng kızgın küreği aldı, Yan Heqing'e doğru yürüdü ve küreği yüzüne doğru üfleyerek bir ısı dalgası yarattı. “Konuşacak mısın? Amanın, söylesene, neden bu kadar inatçısın?”
“Pekâlâ, seni yeterince ikna etmeye çalıştım. Katır inadın için beni suçlama.” Kahya Feng başını salladı. Küreği Yan Heqing'in göğsüne doğrulttu.
“Dur!” Karanlık odanın kapısının tekmelenerek açılma sesine eşlik eden öfkeli bir bağırış onun sözünü kesti. Kahya Feng'in eli titredi ve kürek yere düştü.
Xiao Yuan karanlık odada Yan Heqing'in perişan halini gördüğü anda nefesi kesildi.
“Majesteleri?!” Kahya Feng korkuyla dizlerinin üzerine çöktü, beti benzi attı.
Xiao Yuan onu umursamadı, birkaç adım öne çıktı ve Yan Heqing'in bileklerindeki demir zincirleri çözdü. Yan Heqing ayakta duramadı, doğruca Xiao Yuan'ın kollarına düştü.
Xiao Yuan tereddüt etmeye cesaret edemeyerek kollarındaki adamla birlikte aceleyle Taiyi Salonu’na koştu.
Yan Heqing bütün gün boyunca baygın kalmış, bir türlü uyanmamıştı.
Xiao Yuan Taiyi Salonu’nda bir ileri bir geri volta atıyordu. Yaşlı hekim dehşete kapılarak onu teselli etmeye çalıştı: “Majesteleri, endişelenmenize gerek yok. Hayatî tehlikesi yok.”
Xiao Yuan başını salladı. İmparatorluk hekiminin ilaç dövdüğünü görünce birkaç adım atıp elini uzattı. “Ben yapayım.”
İmparatorluk hekiminin yüzü korkudan solgunlaştı. “Majesteleri! Kulunuz sizin böyle bir şey yapmanıza nasıl izin verebilir?!”
Xiao Yuan yine de havanı aldı. “Stresten kurtulmak için.”
İmparatorluk hekiminin onu durdurmak için ısrar etmesine aldırmayan Xiao Yuan ilaca iki sefer vurdu. Yaşlı hekim neredeyse kalp krizi geçirecekti.
Aslında, Xiao Yuan kötü bir ruh hali içindeydi.
Epey kötü bir ruh hali içindeydi. Çünkü yavaş yavaş bir şeyi fark etmişti; orijinal hikayenin gidişatını ne kadar değiştirirse değiştirsin genel yön görünmez bir güç tarafından geri çekiliyor gibi görünüyordu.
Ancak Hong Xiu onun uğruna öldüğü için Xiao Yuan öylece oturup kendi ölümünü beklemek istemiyordu. Bir şeyleri değiştirmek istiyordu.
Çünkü hayatı sadece kendi hayatı değil, aynı zamanda Hong Xiu tarafından kurtarılan Kuzey Krallığı'nın genç imparatorunun da hayatıydı.
Birdenbire iç odadan gelen porselen bir kasenin yere düşme sesi ile Yan Heqing'in öksürükleri hem Xiao Yuan'ı hem de yaşlı hekimi ürküttü. Xiao Yuan hemen ayağa kalktı fakat sonra kendini durdurdu.
İmparatorluk hekimi aceleyle iç odaya girdi. Birkaç dakika sonra aceleyle dışarı çıkarak Xiao Yuan'a rapor verdi: “Majesteleri, uyandı.”
Xiao Yuan başını salladı. İç odanın kapısına doğru birkaç adım attı ama hemen içeri girmedi.
Xiao Yuan çok önemli bir nedenden ötürü kendisine bir yabancı gibi davranmaya çalışıyordu: Kuzey Krallığı ve Yan Heqing'i nasıl dengeleyeceğini bilmiyordu.
İkisi arasındaki çatışmayı görmezden gelebileceğini ve Kuzey Krallığı'nı güçlendirirken Yan Heqing'i koruyabileceğini düşünmüştü her zaman.
Ancak bu dünyada iki tarafı da memnun etmenin bir yolu yoktu.
Hong Xiu'nun ani ölümü Xiao Yuan'ın aniden gerçeği görmesini, hiçbir zaman bir yabancı olmadığını anlamasını sağlamıştı. Hiçbir zaman. Daha önce olsaydı Xiao Yuan yine iki arada bir derede kalırdı.
Ancak şimdi tereddüt etmeyecekti.
Hong Xiu'nun ölümüne saygısızlık edemezdi.
Kesinlikle yapamazdı.
Xiao Yuan derin bir nefes aldı. Kapıyı iterek açıp iç odaya doğru yürüdü.
Yan Heqing yatakta oturmuş, uyandığında yere düşürdüğü porselen kaseyi almak için eğiliyordu. Xiao Yuan içeri girdiğinde porselen kaseyi aldı ve yatağın yanına koydu. Yan Heqing'e dikkatle bakarak sordu: “İyi misin? Kendini nasıl hissediyorsun?”
Yan Heqing vücudundaki acıya katlanarak başını sağa sola salladı. Hafif bir nefes aldı.
“O zaman iyi dinlenmelisin. Yarın akşam geri geleceğim, seninle konuşmam gereken bir şey var.” Xiao Yuan'ın arkasına sakladığı eli yumruk haline gelmişti.
Xiao Yuan'ın arkasını dönüp gidişini seyrederken Yan Heqing'in kalbinin derinliklerinden yavaş yavaş bir huzursuzluk yükseldi. Daha önce belli belirsiz hissettiği o duygu şimdi daha da güçleniyordu. “Xiao Yuan.” Yan Heqing aniden ona seslendi.
Xiao Yuan yavaşça geri döndü. Sıcak siyah gözleri Yan Heqing'inkilere dikildi.
Yan Heqing aniden bu huzursuzluğun kaynağını fark etti.
Wuning Markisi'nin saldırısı ve Hong Xiu'nun ölümünden beri Xiao Yuan ona bir daha hiç gülümsememişti.
“Yan Heqing.” Xiao Yuan sanki son bir karar veriyormuş gibi yavaşça ağzını açtı, nihayet devam etti; sözleri keskin bir bıçağın üzerindeki gümüş rengi ışık gibiydi, son derece acımasızdı. “Şu andan itibaren bana 'Majesteleri' demelisin.”
Yan Heqing yavaşça nefes aldı, sırtı aniden dikleşti. Dudakları aralandı, sanki bir cevap vermek istiyormuş gibiydi. Fakat sonunda tek bir kelime bile edemedi.
Xiao Yuan daha fazla oyalanmadı. İç odadan ayrılarak Yan Heqing'i tamamen yalnız bıraktı.
Uzun bir süre boyunca Yan Heqing'in başı öne eğik kaldı. Eli göğsünü sıkıca kavradı. Yaralarından birine dokunduğunda acı, sinirlerini uyardı. Ancak Yan Heqing bu acıdan habersizmiş gibi görünüyordu. Sadece kalbine daha ağır bastırdı. Şu anda hissettiği şey fiziksel acıdan bile daha acı vericiydi.