Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 85: Hedefimiz! Soğukkanlılık! Soğukkanlılık! Ve Soğukkanlılıktır!

Xiao Pingyang, Prenses Yongning'i kollarıyla sıkıca sararak gözünün önünü kapadı. Ardından ince kılıcı soğukkanlılıkla sıska askerin göğsünden çekip çıkardı ve her yere kan sıçrattı. Ancak Prenses Yongning'in üzerine tek bir damla bile düşmedi.


Prenses Yongning gözlerini şaşkınlıkla açtı, gözlerinin kenarından yaşlar süzüldü. Vücudunun her yeri titriyordu ama bu korkudan değildi. Xiao Pingyang'ın kolunu sıkıca tuttu, sanki eli biraz gevşese karşısındaki kişi yok olacakmış gibi. “Pingyang? Ping... Pingyang?”


“Özür dilerim, geciktim, gerçekten özür dilerim.” Xiao Pingyang elindeki kanı sildikten sonra elini uzatıp Prenses Yongning'in saçlarına teselli edercesine dokundu.


Ülke düşman tarafından işgal edildiğinde korku hissetmediği açıktı. Tek başına beklerken de korku hissetmiyordu. Ve o asker onu bu şekilde aşağılayıp hakaret ettiğinde de panik hissetmemişti. Ama neden teselli edildikten sonra tüm şikayetler aniden boğazına dolmuş, kalbine ağırlık yapmıştı?


Prenses Yongning, Xiao Pingyang'ın kollarında saklanırken, bastırılmış tüm duygularını haykırmak istercesine neden hüngür hüngür ağlamaya başladığını bilmiyordu. Sonunda gözyaşları dindiğinde bir kez daha kolları havada uçuşarak dans eden o masum kıza dönüştü.


Ortam biraz sakinleştiğinde, Prenses Yongning kızarmış gözlerini sildi ve hıçkırarak, “Ping-Pingyang, sen, neden buradasın?” dedi.


“Kuzey Krallığı ile Güney Yan Krallığı arasındaki savaşın haberleri Batı Shu Krallığı'na ulaştı. Ancak Batı Shu Krallığı her iki ülkeyle de iyi ilişkiler içinde olduğu için asker göndermem uygun değildi, bu yüzden buraya kendim gelmeye karar verdim.”


“Sen, sen, buraya yalnız mı geldin?”


“Hayır, Batı Shu Krallığı asker gönderemese de benim kendi ekibim var. Ancak birlikleri imparatorluk sarayına götürmenin iki ülke arasında anlaşmazlıklara neden olacağından korktum. Bu yüzden seni bulmak için yalnız geldim. Bu arada, saray yerleşkesinin dışındaki handaydım iki kişiyle karşılaştım, seni mümkün olduğunca çabuk dışarı çıkaracağım.” Xiao Pingyang bunu söyledikten sonra Prenses Yongning'in elini tuttu. Saraydan çıkmak üzereydiler ki aniden durdular.


Yan Heqing yatak odasının girişinde duruyordu. Bakışları o ikisi ve yerde yatan iki ceset arasında gidip geliyordu, sonunda gözleri Xiao Pingyang'a takıldı.


Xiao Pingyang kendini ve Prenses Yongning'i korumak için belinden sarkan ince kılıcını çıkardı. Sanki bir sonraki adımda ne söyleyeceğini düşünüyormuş gibi alt dudağını ısırdı.


Yan Heqing bakışlarını sakince yerde yatan cesetlerden birinin etrafına saçılmış altın ve yeşim eşyalara çevirdi, ardından Prenses Yongning'in yırtık kıyafetlerine baktı. Sadece bu birkaç bakışla, burada ne olduğunu kabaca tahmin etti.


Xiao Pingyang paniğini bastırarak sakince ağzını açtı. “Ülkenizin askerleri...”


“Güney Yan Krallığımda askeri kanunlara uymayan hiçbir asker yoktur.” Yan Heqing kayıtsızca onun sözünü kesti, ardından ayrılmak niyetiyle döndü ve şöyle dedi: “Eğer imparatorluk sarayından ayrılmak istiyorsanız, batı tarafını askerler korumuyor.”


Xiao Pingyang, Yan Heqing'in onları bu kadar kolay bırakacağını hiç düşünmemişti. İrkildikten sonra ince kılıcını geri çekti. “Teşekkür ederim.”


“Bir dakika bekleyin!” Prenses Yongning aniden Xiao Pingyang'ın arkasından birkaç adım atarak Yan Heqing'e seslendi.


Yan Heqing bir adım öne çıkıp ona yandan bir bakış attı.


“Majesteleri ağabeyim, o nasıl?” Prenses Yongning'in göğsü korkuyla ağırlaşmıştı, trajik bir haber duymaktan korkuyordu; fakat sormazsa kendini daha da kederli hissedecekti.


Yan Heqing'in gözleri tamamen soğudu, birkaç saniye olduğu yerde dondu kaldı ve sonra sessizce uzaklaştı.


Sorusuna nasıl cevap vereceğini bilmiyordu, çünkü kalbinin derinliklerinde Xiao Yuan ve Kuzey Krallığı imparatoru asla aynı kişi değildi; Prenses Yongning'in sorduğu majesteleri ağabey sadece Xiao Yuan'a atıfta bulunmuyordu.


Prenses Yongning son derece huzursuz hissederek Xiao Pingyang'a baktı. Xiao Pingyang elini sıktı ve yumuşak bir sesle şöyle dedi: “Merak etme. Şimdilik saraydan ayrılalım bir.”


***


Xiao Yuan soğuk bir zindana atılacağını düşünmüştü ama uyandığında kendini yatak odasında, kendi yatağında uyurken buldu. Olayların bu şekilde gelişmesi kafasının gerçekten karışmasına neden oldu.


İlk kafa karışıklığının ardından Xiao Yuan kol ve bacaklarının son derece güçsüz, vücudunun yanıyormuş gibi sıcak ve boğazının çok kuru olduğunu fark etti. Uzanıp alnına dokundu, beklendiği gibi ateşi vardı.


Bu yıl onun için çok şanssız geçmiş ve son birkaç gün içinde talihsiz olaylar birbiri ardına yaşanmaya devam etmişti.


Xiao Yuan, Kuzey Krallığı'nın genç imparatoru ile tanışma şansını elde ederse onu yakasından tutup şiddetle sallayacağına ve yüzüne bağıracağına yemin etti. “Vücudunu çalıştır be kardeş, kendine nasıl aktif diyebilirsin?! Zayıf bir aktifin geleceği yoktur! Hem de hiç!”


Bu arada, günün büyük bölümünde donmuş olsa da, daha da fena bir acı çekmek yerine en azından sadece ateşi çıkmıştı.


Xiao Yuan kendinden güç alıp yatağa oturdu. Kolundan delici bir ağrı geldi. Xiao Yuan kolunu kaldırıp baktığında hançerle kestiği yerin temiz beyaz bir bezle sarılmış olduğunu gördü.


Yan Heqing, bu... onun öfkesini dindirmiş miydi?


Xiao Yuan kaşlarını usulca kaldırdı.


Boş ver gitsin, erkek kahramanın aslında ne düşündüğünü tahmin edemiyordu.


Ateş ve ağrı nedeniyle baş ağrısı çeken Xiao Yuan yavaşça yataktan kalktı, masaya tutunarak kendine bir fincan su doldurdu. Küçük porselen fincanı henüz suyla doldurmuştu ki yatak odasının kapısı aniden tekmelenerek açıldı. Dışarıda ayı kadar iri bir adam belirdi.


İri adam önce Xiao Yuan'a yapmacık bir gülümseme gösterdi ve ardından kapıyı arkasından kapattı. Yavaşça Xiao Yuan'a doğru yürüyüp sordu: “Ne yapıyordun sen?”


Bu adamın kasten aptalca davranmaya karar verdiğini düşünen Xiao Yuan ancak sabırla cevap verebildi. “Su içiyordum.” 


“Ha, su içiyormuş.” İri adam homurdandı ve birdenbire Xiao Yuan'ın karnına bir yumruk attı.