Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 100: Karşılaşmak mı? Belliydi Zaten.

Genç asker Bao Yinxin, yaralarla ve iki doz ilaçla birlikte ayrılırken arkasından altın bir parıltı döküldü. Zhang Baizhu, Xiao Yuan'ın omzunu sıvazladı. “Doğu Wu Krallığı Güney Yan Krallığı'nı yenerse sana teşekkür etmek için buraya küçük bir grup gelecek değil mi?”

Xiao Yuan başını salladı. Gülmek istedi ama dudaklarının kenarlarında burukluk belirdi. Gülümsemeye çalışmaktan vazgeçerek arkasını döndü, sessizce kliniğe doğru yürüdü.


Zhang Changsong ilaç almak için ecza dolabının üzerine eğilmişti ki Xiao Yuan'ın içeri girdiğini gördü. Ona bir bakıp, “Batı Shu Krallığı'na ne zaman gidiyorsun?” diye sordu.


Xiao Yuan "Yarından sonraki gün gideceğim." diye cevap verdi.


Zhang Changsong başını salladı. Ona küçük bir ilaç kesesi uzattı. “Batı Shu Krallığı'nda bir sürü zehirli böcek olduğunu duydum. Bunu takarsan onlar tarafından ısırılma ihtimalin azalır. Ayrıca, son yıllarda çok fazla savaş oldu; Batı Shu Krallığı güvenli bir yer olsa da yol uzun, daha da dikkatli olmalısın.”


Xiao Yuan ilaç kesesini alıp giysilerinin içine koyarken gözlerini indirdi. “Hm, anladım. Teşekkür ederim usta.”


Zhang Changsong hafifçe öksürdü. “Mümkünse Baizhu için çöpçatanlık yap.”


Bunu söyledikten sonra Zhang Changsong'un ihtiyar yüzü kıpkırmızı oldu, boynuna bile yayıldı. Aceleyle ana salondan arka salona doğru yürüdü. Xiao Yuan bir süre tamamen afallamıştı, kendine geldiğinde yüksek sesle gülmeye başladı: “Anladım usta! Birini bulacağım-”


Arka salondan aniden bir kükreyiş yükseldi. “Bağırmasana eşşoğlu!!!”


Zhang Baizhu kapının arkasından kafasını uzattı: “N’oldu n’oldu?”


Arka salondaki kükreyiş devam etti: “Bir şey yok! Git şifalı bitkileri güneşte kurut!!!”


***


Temmuz ayının yedisinde, Batı Shu Krallığı'nda, kırmızı renk bütün başkenti boyamıştı. Gong ve suona sesleri her yerde duyulabiliyordu. Tiz sesler her köşede yankılanıyor, sokaklar insanlarla dolup taşıyordu. İğne atsan yere düşmezdi.


“Tanrım, kimin genç hanımı böyle büyük bir görkemle evleniyor?” dedi şaşkın bir adam.


“Hahaha!” Herkes ona gülüyordu. “Batı Shu Krallığı'ndan değilsin, değil mi? Tüm ülkede hangi aileden bir kadın böyle bir gösteriş yapabilir ki?”


“Peki o kim?”


“O Batı Shu Krallığı Prensesi, Prenses Pingyang evleniyor!”


“Demek öyle!”


Onların sesleri kesilir kesilmez uzun ve hareketli bir düğün alayı geldi. Daha da şaşırtıcı olanı, düğün alayında, büyük bir ata binmiş ve düğün kıyafetleri giymiş olan prense dair bir belirti olmamasıydı!


Bunun yerine, sekiz adam tarafından taşınan ve üzerlerine luanniao ile anka kuşu oyulmuş iki büyük tahtırevan vardı. Biri önde, biri arkada olmak üzere, hareketli düğün müzikleri eşliğinde generalin konağına doğru yavaşça hareket ediyordu.


Generalin konağına çoktan büyük kırmızı fenerler asılmış, kırmızı tüller örtülmüş, her yer ışıklarla ve rengarenk süslemelerle donatılmıştı. Tahtırevanlar generalin konağının kapısının önüne indiğinde tahtırevanların yanlarındaki hizmetçiler perdeleri kaldırarak üzerlerine anka kuşu işlenmiş kırmızı duvak takan Yongning ve Xiao Pingyang'a yardımcı oldular.


Konuklardan gelen tebrik sesleri arasında iki kadın salona girdi.


Xiao Yuan, anka kuşu taçlı duvak takan, gelinlikler içindeki iki kadının yavaşça kendisine doğru yürümesini izledi. Yongning'in ağabeyi olduğu ve babası öldüğü için Xiao Yuan, Prenses Yongning’in ebeveyni olarak kabul ediliyordu.


Kırmızı örtünün altındaki yüzlerini göremese de Xiao Yuan şu anda ne kadar eşsiz ve şaşırtıcı derecede güzel olduklarını hayal edebiliyordu.


Xiao Yuan Batı Shu Krallığı'na vardığında iki kadın, onunla birbirlerini ne kadar özlediklerini ve son görüşmelerinden bu yana geçen bir yıl içinde neler yaşadıklarını konuşmak için sabırsızlanıyordu. Sadece iyi şeyleri konuşmuş ve kötülerden hiç bahsetmemişlerdi.


Ancak Xiao Yuan bu noktaya gelene kadar ne kadar zorluk ve engelden geçtiklerini tahmin edebiliyordu.


Kökeni bilinmeyen Prenses Yongning, kabul görmek için çok çaba sarf etmişti.


Bir çatı altına girmek ve diğerlerinden daha aşağı olmak, doğduğundan beri bir mücevher gibi korunmuş prensesin deneyimlemek zorunda olduğu şeylerdi.


Xiao Pingyang, Prenses Yongning ile birlikte dağlarda inzivaya çekilip yaşayabilmek için kardeşleriyle taht mücadelesinden vazgeçmekle kalmamış, gelecekte generallik görevinden bile vazgeçmeyi planlamıştı.


Yol boyunca karşılaştıkları dikenler iki kadını da yaralamıştı. Neyse ki gökler bu iki güzel kadını hayal kırıklığına uğratmamıştı.


Düğün yemeğine katılanların hepsi Xiao kraliyet ailesinin mensuplarıydı. Orijinal romandaki Batı Shu Krallığı'nda kadınların egemenliği olduğundan Xiao kraliyet ailesinin çoğunluğu kadındı. Zariflerdi ve içki içip bağırmanın bayağılığını göstermiyorlardı.


Xiao Yuan kendisinin bir yabancı olduğunun farkındaydı. Bu yüzden dansı izlerken sessizce şarap içiyor, yanındaki kadınların konuşmalarına ve hitaplarına kulak misafiri olmaktan kendini alamıyor ve şöyle düşünüyordu:


Hey, bu kişi gelecekte Yan Heqing'in karısı olacak.


Bu da Yan Heqing'in karısı olacak.


Ah, bir tane daha.


Ve bu da Yan Heqing’in karısı.


Yani orijinal kitapta Yan Heqing, sadece Xiao Kraliyet ailesinden bu kadar çok kadınla mı yatmıştı?!


Batı Shu Krallığı, güzel kadınlarının yanı sıra kaliteli şaraplarıyla da ünlüydü. Prensesin düğün şarabının ne kadar sarhoş edici olduğundan bahsetmeye bile gerek yok. Bir kavanoz şarap içtikten sonra Xiao Yuan başının döndüğünü ve bütün vücudunun yüzdüğünü hissetti.


Sendeleyerek ayağa kalktı. İşemek istiyordu. Uşağa sorduktan sonra sarhoş gözlerle generalin konağının arka bahçesine doğru yürüdü. Ana salondan çıktığı anda beklenmedik bir şekilde biriyle çarpıştı.


Xiao Yuan'ın başı çarpışmadan dolayı ağrıdı. Bir an başını örttü ve nefes almak için başını eğdi. Aynı anda yandaki birinin “Prensim!” diye bağırdığını duydu.


“Ben iyiyim.” Adam Xiao Yuan'ın kolunu tuttu. Yanındakilere iyi olduğunu ifade ederek nazikçe gülümsedi. Sonra Xiao Yuan'a dönüp sordu: “Arkadaş, bir yerin incindi mi?”


Xiao Yuan başını ovuşturup elini salladı. “Hayır, hayır.”


“Güzel.”


“Prens Xiao, Prenses Pingyang sizi bekliyor.” dedi genç bir uşak.


“Ah... doğru, hadi gidelim.” Adam başını sallayarak Xiao Yuan'ı bırakıp uzaklaştı.


Xiao Yuan acıdan kendine geldi ve adamın sesinin kendisine çok tanıdık geldiğini hissetti. Başını ovuşturdu ve dönüp baktı. Ancak sarhoşluğu nedeniyle sadece belirsiz ve bulanık bir figürün uzaklaştığını görebildi.


Mantıksal olarak Xiao Yuan, Batı Shu'da Xiao Pingyang dışında kimseyi tanımıyordu, bu yüzden bunun sadece bir yanılsama olduğunu düşündü ve başını ovuşturarak bahçeye doğru yürüdü.


İşedikten ve bahçeden gelen serin esintiyle savrulduktan sonra Xiao Yuan'ın kafası artık çok daha berraktı. En azından artık adımları titrek değildi ve insanları bulanık görmüyordu.


Xiao Yuan ana salona geri dönmek için acele etmedi. Bunun yerine bahçede dolaştı. Manzara çok güzeldi ama ne yazık ki sivrisineklerin vızıltısı Xiao Yuan'ı çok rahatsız ediyordu. Beline dokunduğunda Zhang Changsong'un ona böcekleri kovması için verdiği kesenin bir ara kaybolduğunu fark etti. Sarhoşken bir yerde düşürmüş olmalıydı.


Xiao Yuan'ın ana salona geri dönmekten başka çaresi yoktu. Ancak içeri adımını attığında belinde kılıcı olan siyah giysili bir imparatorluk muhafızı aniden önünde durdu. Xiao Yuan o kadar şaşırmıştı ki yarım adım geri çekildi. Kendi kendine, ben bir şey yapmadım, diye düşündü.


İmparatorluk muhafızı düz bir yüzle uzanıp ona küçük bir ilaç kesesi uzattı. “Daha önce ikiniz çarpıştığınızda bu sizden düşmüştü. Prensimiz onu aldı ve benden size geri vermemi istedi.”


Xiao Yuan ani bir farkındalıkla başını salladı. “Teşekkür ederim.”


İmparatorluk muhafızı başını salladı, arkasını döndü ve konağın kapısında duran bir adama doğru yürüdü. İmparatorluk muhafızı adama kısa bir süre fısıldadıktan sonra adam başını salladı ve generalin konağından dışarı çıktı.


Xiao Yuan'ın gözleri imparatorluk muhafızının yürüyüşünü takip etti ve sonunda prensin yüzünde durdu.


Ancak, tek bir bakıştan sonra Xiao Yuan aniden vücudundaki tüm kanın kafasına hücum ettiğini hissetti. Az önce içtiği şarap uzuvlarını sarsıyordu. Vücudu öyle kaskatı kesilmişti ki doğru düzgün nefes alamadığını hissetti. Adama dikilen gözleri, gördüklerine inanamadı.


Prens gümüş ve beyaz işlemeli bir turna cübbesi giymişti. Duru ve zarif yüz hatları gerçekten yakışıklıydı, gözleri sıcak ve parlaktı, dudakları güzel ve kahramanca bir gülümsemeyle kıvrılmıştı.


Bu prens ve Xiao Yuan'ın önceki hayatındaki orijinal görünümü tamamen aynı görünüyordu. Hatta boy pos açısından bile. Tamamen aynıydı.