Lupin'de Ara

ricam var

Arkadaşlar lütfen okurken yorum da yapar mısınız (anonim de yapabilirsiniz) ağladığınızı okumaya ihtiyacım var

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Kötü Adam Olarak Nasıl Hayatta Kalınır - 110. bölüm yüklendi. (hava çok sıcak kendimi tatile çıkarıyorum umarım sonbaharda görüşürüz)

Bölüm 104: Kalbindeki İnanç Sahiden Ciddi


Lin Shenling'in sözlerini duyduktan sonra Xiao Yuan ani bir aydınlanma yaşadı, tüm vücudu titredi. Havaya sıçrayıp arka salona koşmak üzereydi ancak Lin Shenling'in yardım ettiği kişi Xiao Yuan'ın düşündüğü kişi değil, Zhang Changsong çıktı.


Zhang Changsong şifalı otlar toplamak için dağa çıkmış ve kazara sırtını incitmişti. Ağrı o kadar kötüydü ki o yaşlı kemikleriyle geri gelememişti. Neyse ki Lin Shenling'le karşılaşmıştı.


“Genç efendi Xiao?” Lin Shenling Xiao Yuan'ı görünce şaşkınlıkla gözlerini açtı.


Xiao Yuan hemen Zhang Changson'ın yatmasına yardım ederek merhem aramaya gitti. “Shenling, arka salona git ve Zhang Baizhu'yu çağır. Ona ustamın yaralandığını söyle.”


“Genç efendi Xiao, sesiniz?”


“Uzun hikaye, önce git onu çağır.”


“Hm!” Lin Shenling başını salladı ve arka salona doğru koştu. “Affedersiniz, burada kimse var mı?!"


Zhang Baizhu ot toplarken çamura bulanan kıyafetlerini değiştiriyordu. Dışarıdan gelen sesin küçük kırmızı meyveden etkilenen Xiao Yuan'ın sesi olduğunu düşündü ve hiç aldırmadan üstsüz olarak dışarı koştu. “Sorun ne?”


Sonuç olarak dışarı çıkıp Lin Shenglin ile karşılaştığında henüz Lin Shenling’in tepki vermesine kalmadan Zhang Baizhu göğsünü kapatarak çığlık attı ve odaya geri koştu.


“Bey... Hanım... Yok… Beyefendi?..” diye tereddütle seslendi Lin Shenling.


“Beyefendi! Normalde sesim böyle değil!” İç odadan bir çığlık geldi. “Sen, sen, sen kimsin?”


“Beyefendi, anladım!” Lin Shenling lafı fazla uzatmadan, “Dışarıda ciddi şekilde yaralanmış yaşlı bir adam var. Gidip bir bakmalısınız.” dedi.


Zhang Baizhu aceleyle giyinip arka salondan dışarı koştu. Ana salonda Xiao Yuan Zhang Changsong'un sırtına merhem sürmeye başlamıştı bile. Yaşlı adamın iyi olduğunu gördükten sonra, bunun daha büyük bir soruna dönüşmemesi onu rahatlattı.


Bunun üzerine herkes rahat bir nefes aldı. Zhang Baizhu, Zhang Changsong'un olanları açıklamasını dinledikten sonra Lin Shenling'e tekrar tekrar teşekkür etti ve ardından ona sordu: “Hanımefendi, adınız nedir? Tanıdık gelmiyorsunuz. Taoyuan Köyü'ne yeni mi geldiniz?”


Lin Shenling'in cevabını aldıktan sonra Zhang Baizhu arkasını döndü ve Xiao Yuan'ı yakaladı. “Gerçekten bir kız getirmişsin!!!!”


Xiao Yuan onun elini tokatlayarak uzaklaştırdı.


Bu erkek kahramanın karısı! Ne diye bu kadar heyecanlandın?!


Zhang Changsong şiddetle öksürdü ve ikisi de bir anda tahta tavuk kadar sessizleşti. Sonra Zhang Changsong şöyle dedi: “Zhang Baizhu, gidip Lin Hanım’la ilgilen. Xiao Yuan, sana söylemem gereken bir şey var.”


Zhang Baizhu iç geçirip Lin Shenling'i arka salona götürdü. Zhang Changsong sırtına vurdu ve Xiao Yuan'a şöyle dedi: “Bugün uçurumda yaşlı bir zerdeçal gördüğüm için düştüm. Sapı ve yaprakları solmuş ama kökleri ölmemiş ve hâlâ iyi büyüyor. Kardeşinizin deliliğini tedavi etmek için zerdeçalın ilaç olarak kullanıldığı eski bir tarif olduğunu duydum. Bu yüzden onu kazmak istedim ama yaşlanmışım. Kazamamakla kalmadım bir de sırtımı incittim. İstersen gidip kendin kazabilirsin. Fakat Taoyuan Köyü'nden çok uzakta, dağların derinliklerinde.”


Xiao Yuan hemen ona teşekkür etti. “Teşekkür ederim usta.”


Zhang Changsong, bir şey değil, dercesine elini salladı. Xiao Yuan ona tekrar teşekkür etti ve Lin Shenling'i eve götürmek üzere onu bulmaya gitti. Arka salonda Zhang Baizhu, Lin Shenling'i gülmekten kırıp geçiren bazı fıkralar anlatıyordu. Lin Shenling, Xiao Yuan'ın kendisini bulmaya geldiğini görünce hemen vedalaşıp birlikte oradan ayrıldılar.


Xiao Yuan zerdeçalı düşündüğü için o gece defalarca dönüp durdu. Gecenin bir yarısı kalktığında genellikle kanat odasının diğer tarafındaki yatakta uyuyan Xie Chungui'nin orada olmadığını gördü.


Taoyuan Köyü'ne yerleştiğinden beri Xiao Yuan, Xie Chungui ile birlikte bir kanat odasında kalıyordu. Bir yandan akıl hastası Xie Chungui'nin bakımını üstlenmek, diğer yandan da nefes sesi duymadan uyuyamama sorununu çözmek için iyi bir yoldu.


Ama şimdi odaya yayılan ince ay ışığının altında, diğer taraftaki yatak boştu.


Xiao Yuan aceleyle giysilerini giydi, bir mum yaktı ve dışarı koştu. Ancak yan odanın kapısını açınca durdu.


Xie Chungui kanat odasının önündeki avluya bakan basamaklarda oturmuş, çıt çıkarmadan beyaz ayı seyrediyordu. Xiao Yuan bir süre onun taş bir heykel gibi duran sessiz figürüne baktı, mumu üfledi ve sessizce yanına yürüdü.


Xie Chungui yavaşça başını kaldırdı, Xiao Yuan'a baktı ve yumuşak bir sesle, "Majesteleri," diye seslendi.


Xiao Yuan başını sallayıp öyle olmadığını söylemek istedi ama Xie Chungui'nin karşısında bunu yapamadı.


“Majesteleri, Kuzey Krallığı yıkıldı.” Xie Chungui kısık bir sesle mırıldandı.


Xiao Yuan uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra kısık bir sesle cevap verdi: “Evet.”


“Güney Yan Krallığı… Güney Yan Krallığı tarafından yok edildi.”


“Hayır, Güney Yan Krallığı değildi.”


“Ne?” Xie Chungui şaşkınlıkla başını kaldırdı.


Xiao Yuan elini Xie Chungui'nin omzuna koydu. Kendini daha iyi hissetmesini umarak, “Altı Krallığı yok eden Qin Hanedanlığı değil, Altı Krallığın ta kendisiydi. Qin Hanedanlığını yok eden bizzat kendileriydi, yabancılar değil.”


Xie Chungui bir süre mırıldandı, sonra aniden uzanıp Xiao Yuan'ın kolunu sıkıca kavradı, başını eğdi ve histerik bir şekilde bağırdı. “Majesteleri, askeri erzakları zamanında teslim etmedim! General Li'yi öldüren bendim, kardeşlerimi öldüren bendim, hepsi benim suçum!"


Xiao Yuan, Xie Chungui'nin Kuzey Krallığı'nın yıkılmasından dolayı üzgün olduğunu biliyordu, ancak Xie Chungui'nin kendisini bu kadar suçlayacağını beklemiyordu. Xiao Yuan telaşla onu sakinleştirmeye çalıştı ama Xie Chungui'nin iki kez homurdandığını ve sonra boş boş baktığını gördü. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Yüzü şaşkındı. “Xiao Abi? Ben neden buradayım? Ne oldu?”


Xiao Yuan konuşamadı. Xie Chungui'yi yukarı çekmek için elini uzattı. “Bir şey yok, hadi odamıza dönüp yatalım.”


Sekiz dokuz yaşında bir çocuğa benzeyen Xie Chungui aniden göğsünü tuttu ve Xiao Yuan'a, “Xiao Abi,” dedi, “nedense kendimi kötü hissediyorum. O kadar kötü ki nefes alamıyorum.”


Xie Chungui konuşurken, gözlerinde aniden yaşlar birikti. Şaşkınlıkla gözlerini ovuşturdu ve Xiao Yuan'a sormaya devam etti: “Neden ağlıyorum Xiao Abi? Ağlamak istemiyorum. Neden ağlıyorum? Bir şey mi eksik? Biri mi kayıp?  Neden bu kadar üzgün hissediyorum?"


Ancak Xiao Yuan ona cevap veremedi. Kendi kendine sorup durdu: Neşe ve haykırışlarla dolu bu dünyada, neden tüm kederler bir görünüyor da ölüme bağlanıyor?


Xie Chungui bütün gece ağladı ve ancak ertesi gün şafak vakti ağlamaktan yorulduğu için uykuya dalabildi.


O sabah erken saatlerde teyze, Xiao Yuan'ı elinde bir ilaç sepeti ve beline bağladığı küçük bir çapayla dışarı çıkmaya hazırlanırken gördü. “Hey, nereye gidiyorsun Yuan?”


“Şifalı otlar bulmak için dağlara gidiyorum teyze. Birkaç gün sürebilir. Liuan ve Fengyue'ye benim yerime Chungui'ye bakmalarını söyleyebilir misin?” Xiao Yuan gülümseyerek ilaç sepetine vurdu. Sonra arkasını dönüp konaktan ayrıldı, dağlara doğru yol aldı.