Xiao Yuan ellerini kavuşturup başını onların üstüne koydu, pencere kenarına uzandı ve gülümseyerek bağırdı: "Feng Yue, yemek vakti geldi.”
Xiao Fengyue başını kaldırarak pencereye baktı. “Genç efendi? Tamam, hemen geliyorum.”
“Liuan seyahatinden henüz dönmedi mi?” diye sordu Xiao Yuan.
“Liuan bu öğleden sonra döndü genç efendim. Muhtemelen şu anda malların listesini çıkarıyordur.” diye cevapladı Xiao Fengyue.
Xiao Yuan daha sonra gülümseyerek, “Gidip Chungui'yi arayacağım.” dedi. Sonra doğu kanadına doğru yürüdü.
Xiao Fengyue elindeki hesap defterini bıraktı ve bir an için sersemledi.
Doğduğundan beri binlerce insan tarafından sevilen imparatoru düşündü. Ne isterse elde edebilirdi ama şimdi utanç içinde kaçmak zorundaydı. Gururlu ve kibirli bir adam olmalıydı, ona bu şekilde davranan dünyayı küçümsemeliydi. Beklenmedik bir şekilde, çok yumuşak başlıydı ve mevcut durumuna çok çabuk uyum sağlamıştı. Hayat gerçekten de inişli çıkışlıydı.
En şaşırtıcı şey ise imparatorun Taoyuan Köyü'ne geldiğinde adını değiştireceğini söylemesiydi. Ancak Xiao Fengyue ve Yang Liuan bunu anlıyordu. Ne de olsa o eski bir hanedanın eski imparatoruydu. Gerçek kimliğini bilen biriyle karşılaşması durumunda mevcut durumunu açıklaması zor olacaktı.
Ne var ki imparatorun sadece adını değil soyadını da değiştireceğini beklemiyorlardı. Artık soyadı Xiao, ismi Yuan idi.
Yang Liuan ve Xiao Fengyue kafalarının çok karıştığını hissettiler ama daha fazla bir şey sormaya cesaret edemediler. Zaten ismini değiştirse de değiştirmese de ona "genç efendi" diyeceklerdi, bu yüzden rahatsız olmayacaklardı.
Xiao Fengyue sakinleşti, ayağa kalktı ve ana salona gitti. Avluların yanından geçerken uzaktan bir adamın elini yüzünü yıkadığını gördü. Kristal berraklığındaki su damlaları parlak güneş ışığını yansıtarak adamın yüzünün kenarından aşağı kayıyor ve yakasını koyu bir renge boyuyordu. Yaklaşan ayak seslerini duyunca Yang Liuan arkasını döndü. Gelenin Xiao Fengyue olduğunu gördüğünde kaşları gizlenemez bir gülümsemeyle kıvrıldı. “A-Yue!”
Xiao Fengyue bu dizginsiz ve açık 'A-Yue'yi duyduğunda sanki sıcak güneş ışığı kalbinin en yumuşak noktasına vurmuş gibi hissetti. Yang Liuan'a doğru birkaç adım attı. Bir eliyle kendi kol yenini çekerek Yang Liuan'ın yüzündeki su damlalarını sildi. “Malları yeni mi hallettin?”
Yang Liuan, Xiao Fengyue yüzündeki suyu silerken başını salladı. “Hm. Konağa yeni dönmüştüm ki bir haberciyle karşılaştım; bana Batı Shu Krallığı'ndan genç efendi için bir mektup verdi.”
“Prensesten olmalı. Akşam yemeğinden sonra genç efendiye verirsin.” Xiao Fengyue nazikçe gülümsedi.
Yang Liuan başını salladı. “Tamam. Hadi yemeğe gidelim, teyze çağırıp duruyor.”
“Hıhı.” Xiao Fengyue hâlâ gülümserken iki eliyle Yang Liuan'ın omuzlarını tuttu, başını yukarı kaldırdı ve onu dudaklarından hafifçe öptü.
Yang Liuan doğal olarak kolunu Xiao Fengyue'nin beline doladı, gözlerini kapatarak serin dudaklarını öptü, kısa bir an ısıttıktan sonra ayrıldı.
Öpüşmenin ardından ikisi havadan sudan konuşup yemeğe giderken aniden doğu kanadında bir şeyin yere düştüğünü duydular. Durup aynı anda birbirlerine baktılar.
“Gidip bir bakalım mı?” diye tereddütle sordu Yang Liuan.
Xiao Fengyue bir süre düşündü. Başını iki yana salladı. “Gitmesek daha iyi. Genç efendi halleder. Gidersek muhtemelen daha fazla sorun çıkarırız."
Yang Liuan dönüp doğu kanadına baktı, iç çekerek sessizce başını salladı.
O sırada doğu kanadında Xiao Yuan, Xie Chungui'nin düşürdüğü mürekkep taşını alıp nazikçe masaya koydu.
Xie Chungui'nin elleri mürekkep lekeleriyle doluydu. Önünde onlarca dağınık pirinç kağıdı vardı, her biri isimlerle kaplıydı. İlk satırda Li Wuding'in adı, ardından Xie Chungui'nin hatırlayabildiği tüm Kuzey Krallığı askerlerinin adları geliyordu. İsimlerin yanında yoğun olarak "Kuzey Krallığı" ifadesi yer alıyordu. Elbette el yazısı düzgündü ancak görünüşü, dişlerini ve pençelerini sallayan vahşi bir canavarı andırıyordu.
“Chungui, Chungui.” Xiao Yuan, mürekkep taşını bıraktıktan sonra elini uzatıp Xie Chungui'nin yazan elini tuttu. “Akşam yemeği hazır.”
Xiao Yuan bıkmadan usanmadan bunu tekrarladı, ta ki Xie Chungui elini hareket ettirmeyi bırakana kadar. Xiao Yuan'a bakan yüzünde sadece sekiz dokuz yaşındaki bir çocuğun gösterebileceği bir cehalet ve masumiyet vardı.
Xiao Yuan onu odadan çıkarıp avluya götürdü ve temiz suyla dolu bir leğen getirerek Xie Chungui'nin ellerini yıkadı.
Xiao Yuan bir keresinde Xie Ailesi'nin nerede olduğunu öğrenmek için Kuzey Krallığı'na gitmesi için birini görevlendirmiş, ancak aldığı haberler yıkıcı olmuştu: Kuzey Krallığı'nın düştüğü gün tüm Xie ailesi evlerinde kendilerini asmıştı. Ülke ile birlikte yaşayıp ölmeye yemin etmişlerdi, hiç kimse sağ kalmamıştı.
“Xiao Abi, Xiao Abi, yemekte ne var?” diye Xiao Yuan’a sordu Xie Chungui, gözlerini kırpıştırarak.
“Hmm...” Xiao Yuan düşünür gibi yaptı, sonra başını kaldırıp gülümsedi. “Teyzenin ördek çorbası yaptığını gördüm."
“Oleyyy! Bunu yemeye bayılırım!” Xie Chungui ellerini bile silmeden sevinçle bağırdı ve ana salona doğru koştu.
Xiao Yuan onun arkasından baktı ama ona seslenmedi. Çaresizce omuz silkti. Leğendeki mürekkepli suyu dökerek ana salona doğru yürüdü.
Ana salonda Yang Liuan ve Xiao Fengyue yemek çubuklarını kıpırdatmadan masada oturmuşlardı. Belli ki onu bekliyorlardı. Xie Chungui bir kase ördek çorbasının tadını çıkarıyordu.
Bir yıl önce Taoyuan Köyü'ne ilk geldiklerinde, Yang Liuan ve Xiao Fengyue Xiao Yuan’dan ayrı bir masada yemeyi düşünüyorlardı. İkisi de her zaman sosyal statüye önem verirlerdi ve Xiao Yuan'ı her konuda yüceltmek istiyorlardı. Xiao Yuan onların alışkanlıklarını yavaş yavaş değiştirmeden önce onları birçok kez düzeltmek zorunda kalmıştı.
“Genç efendi.” Xiao Yuan'ın masaya oturduğunu gören Yang Liuan bir mektup uzattı.
“Hm? Bu ne?” Xiao Yuan şaşkınlıkla mektubu aldı.
“Batı Shu Krallığı'ndan bir mektup.”
“Batı Shu Krallığı mı?” Xiao Yuan hayretle mektubu açtı. Mektubu tekrar tekrar okudu, o kadar şok olmuştu ki neredeyse ayaklanacaktı.
“Sorun nedir genç efendi?” Xiao Fengyue ve Yang Liuan şaşkına dönmüştü.
Xiao Yuan mektubu bir kenara bıraktı, sakinleşti ve, “Ning'er ve Xiao Pingyang evleniyorlar,” dedi, “Beni Batı Shu Krallığı'nın başkentindeki düğüne davet ediyorlar.”