Xiao Yuan, Yan Heqing'in yataktan düştüğünü görünce içinden haykırmadan edemedi: Yaraları! Kanamalarını durdurmak benim için hiç kolay olmadı, şimdi yine açılacaklar!!!
Xiao Yuan, Yan Heqing'in bu kadar abartılı bir tepki vereceğini hiç beklemiyordu. Acaba harem romanının erkek kahramanı çok direkt olan kadınlardan korkuyor muydu? Xiao Yuan bu düşünceyi biraz komik buldu, ağzından çıkmak isteyen kahkahayı zorlukla bastırdı. Hızla öne adım attı ve Yan Heqing'i yatağa geri çekti: “Efendim! İyi misin?! Yaraların acıyor mu? Sargılarını değiştirip yeni ilaç sürmemi ister misin? Yaraların henüz iyileşmedi, tekrar açılmasınlar!"
Yan Heqing'in saçları biraz dağılmıştı. Son derece şaşkındı. Gerçekliğe döndükten sonra tereddütle sordu: ”Az önce ne dedin?”
Xiao Yuan utançtan tekrarlamak istemedi. İtibarını korumak için hafifçe öksürdü. Yan Heqing'i yatağa yatırırken şöyle dedi: “Önemli değil efendim. Şimdi dinlenmelisin. Dikkatsiz davranıp saçma sapan şeyler söyledim. Ciddiye almayın. Ben...”
Xiao Yuan'ın sözleri aniden kesildi. Çünkü Yan Heqing onu kollarına çekmiş ve tek kelime etmeden yatağa yatırmıştı.
Ani sıcaklık Xiao Yuan'ın vücudunu sardığında gözleri yavaşça açıldı.
“Uyu hadi. İyi geceler.” dedi Yan Heqing yumuşak bir sesle.
“Ah... hm, tamam.” Xiao Yuan biraz rahatsız hissediyordu.
Yan Heqing'in nefesi yavaş yavaş düzelirken, Xiao Yuan dalmış gibiydi.
Demek yatarken kucalanmak böyle bir şey, diye düşündü.
Xiao Yuan'ın anılarında, annesi onu hiç kucaklamamıştı. Annesini hatırladığında aklına gelen ilk anı, balkonda oturan, zayıf ve küçük görünen, dışarıya bakan annesiydi. Rüzgar etrafında esiyorken zayıf vücudu her an parçalanacakmış gibi görünüyordu.
Xiao Yuan, annesinin uyku haplarını aldığı o geceyi hâlâ hatırlıyordu. Onu yorganın içine sokmuş ve ona ninni söylemişti. O gün her şey her zamanki gibi devam etmişti, ancak gece yarısı uyandığında yanında ölü annesini görmüştü.
Onu uyku haplarıyla intihar etmenin acısız olacağına kim inandırmıştı? Annesinin yüzünde korkunç bir ifadeyle öldüğü barizdi. Kusmuk ve idrarla kaplı bir şekilde ölmüş, odayı kötü bir koku sarmıştı.
Ondan sonra küçük Xiao Yuan geceleri uyuyamadı; çünkü gözlerini kapar kapamaz korkar ve vücudundan soğuk terler akardı. Tüm rüyaları ölü annesini bulduğu günle ilgiliydi.
Bu travma, o yetişkin olana kadar tedavi edilmedi.
O zamanlar, küçük Xiao Yuan hep şöyle düşünürdü: Biri bana sarılırsa nasıl hissederim, bu hoş bir his mi olur? Uykumda kucaklanmak nasıl bir his olurdu?
Ah, demek böyle bir hismiş.
Xiao Yuan vücudunu hareket ettirdi ve Yan Heqing'in kolunun biraz sıkılaştığını hissetti. Bu küçük harekete karşılık, Xiao Yuan’ın gülümsemekten, gözlerini kapatmaktan ve huzur içinde uyumaktan başka seçeneği yoktu.
Sonraki birkaç gün boyunca, Xiao Yuan orijinal kitabın konusunu hatırlayarak Yan Heqing ile konuştu. Ancak hatırlayabildiği tek şey ilk cümleydi, gerisi gelmiyordu. Bu nedenle diyaloglar genellikle biraz garip oluyordu.
Örneğin, orijinal kitapta Lin Shenling şöyle diyordu: “Dinle, efendim, kırlangıçlar var. Yaşlıların dediğine göre kırlangıçlar her bahar buraya gelirler...”
Xiao Yuan cümlenin kalanını hatırlayamadığı için kendine hakim olamayıp şöyle derdi: “Her bahar buraya gelip kırlangıçlara ‘Hey, neden buradasınız?’ diye sorarım ve kırlangıçlar ‘Buradaki bahar en güzeli! Evet! En güzeli!’ derler...”
Xiao Yuan, yüksek sesle şarkı söylemekten kendini alıkoyabildiği için orijinal hikayeye büyük saygı duyduğunu hissetti.
Bunun bir başka örneği de, bir gün Xiao Yuan dağa çıktığında derede akik kadar kırmızı bir koi sazanı gördü. Orijinal hikayede Lin Shenling'in de derede kırmızı bir sazan gördüğünü ve geri döndüğünde Yan Heqing’e anlattığını hatırladı.
Bu yüzden o da dönünce Yan Heqing'e şöyle dedi: “Efendim, bugün derede kırmızı bir sazan gördüm... uh... kırmızı bir sazan...” Bunu söyledikten sonra, Xiao Yuan sonra ne söylemesi gerektiğini hatırlayamadı, bu yüzden uzun süre kekeledi: “Kırmızı sazan... evet, kırmızı sazan... kırmızı sazan, yeşil sazan ve bir eşek!”
Yan Heqing: “...”
Xiao Yuan'ın sözleri birbirinden çok kopuktu, ancak Yan Heqing onu sorgulamadı ya da küçümsemedi. Xiao Yuan, bir roman kahramanı olarak bunun muhtemelen bir "kız"a karşı tahammül edebileceği son şey olduğunu hissetti.
Yan Heqing'in yaraları yavaş yavaş iyileşmeye başladı ve tekrar açılacağının hiçbir işareti yoktu, bu da Xiao Yuan'ın bu sefer hikayeyi doğru bir şekilde takip etmesinin bununla bir ilgisi olduğuna daha da ikna olmasını sağladı.
Ama...
İşte sorun da burada.
Nasıl olur da bunu düşünmemişti?
Orijinal kitapta öpüşme ve sarılma sahneleri çok ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştı, peki Xiao Yuan böyle bir durumda Lin Shenling gibi davranmayı nasıl başaracaktı?!!! Dahası, ya Yan Heqing'in gözleri aniden iyileşirse ve yanında duranın başından beri Xiao Yuan olduğunu fark ederse? Parçalanıp dağa gömülecekti!
Xiao Yuan endişeliydi, gerçekten çok endişeliydi.
Ve Xiao Yuan bu konu hakkında endişelenirken iki gün daha her zamanki gibi geçti.
O gün Yan Heqing ahşap kulübede dinlenirken Xiao Yuan dışarıda ilaç hazırlıyordu. Aniden, kulübeden çok uzak olmayan çalılıklardan bir hışırtı sesi geldi. Xiao Yuan bunun bir porsuk ya da başka bir küçük hayvan olabileceğini düşündü ve korkutmak için oraya bir taş attı.
Sonuç olarak çalılıklardan bir çığlık geldi. Xiao Yuan çok korktu.
Çünkü bu bir insan sesiydi.
Xiao Yuan kötü yaratığın kim olduğunu merak ederek dikkatlice çalılığa doğru ilerledi. Aniden, çalılardan karanlık bir gölge fırladı, uludu ve Xiao Yuan'ı yere serdi. İkisi hemen bir top haline geldiler.