Lupin'de Ara

DUYURU

Son Bölümler: Qian Qiu Radyo Dizisi

Son Bölüm hsav

Bölüm 124: Yanlış Anladın Galiba

Xiao Yuan, Yan Heqing'in ısrarı üzerine ona olanları açıklamak zorunda kaldı ve o gün yaşananları kısaca anlattı.


Xiao Yuan konuşurken Yan Heqing'in yüzü giderek soldu. Gözleri kızardı. Xiao Yuan'ın omzunu tutan eli gevşedi, yanına düştü ve sıkıca yumruk haline geldi. Her zamanki kayıtsız ifadesi çoktan dağılmıştı. Ay ışığı altında hafif bir öfke onu sardı; yakışıklı yüzündeki berrak gözler, bir hayalet gibi, son derece karanlık ve derindi.


Yan Heqing'in zaten iç yaraları vardı ve şimdi, bir öfke dalgası onu sardığında qi ve kanı yükselmeye başladı. Göğüs boşluğu ağrıdı. Bir eliyle ağzını kapatıp birkaç kez öksürdü. Ağzının kenarlarından kanlar akıyordu ama sadece elini uzatıp ifadesiz bir şekilde kanı sildi. Hemen ardından Xiao Yuan'ın bir adım öne çıktığını, bileğini tutup açtığını gördü. Kan öksürdüğünü görünce gözleri kısıldı. "Sen, sen, neden yine kan öksürüyorsun?"


“Ben iyiyim.” Yan Heqing fiziksel durumunu umursamadı. Bunun yerine, Xiao Yuan'a açıklamak için sabırsızlanıyordu. “Xiao Yuan...”


“Bekle!” Xiao Yuan, Yan Heqing'in sözünü kesti ve hiçbir şey söylemeden onu odasına çekti.


Xiao Yuan adamı bir sandalyeye oturttu, bir mum yaktı ve masanın üzerine koydu. Ardından yüzünde güçlü bir ifadeyle Yan Heqing'in karşısına oturdu. "Devam et."


Yan Heqing, "Sana zarar veren ben değilim." dedi.


Xiao Yuan bir n düşünüp cevapladı. “Sana inanıyorum.”


Yan Heqing her zaman sözünün eri olmuştu. Birinden nefret ederse tek düşündüğü onu nasıl parçalara ayıracağıydı, aldatıcı gerekçeler kullanmaya gerek duymazdı. Bu anlamsızdı.


Yan Heqing, "Senden hiçbir zaman nefret etmedim." diye ekledi.


Xiao Yuan başını salladı. “Bunu birlikte kutlayalım.”


Yan Heqing devam etti: "Sana zarar vermeyi hiç düşünmedim de."


Xiao Yuan ellerini birleştirdi. “Gözlerim doldu.”


Gece rüzgârı mum ışığını savurdu. Kısa bir sessizliğin ardından Xiao Yuan sonuca vardı: “İletişim kurabilmemiz harika!”


Ancak Yan Heqing hiç de rahatlamamıştı. Xiao Yuan'a gözünü bile kırpmadan baktı, sanki bakışlarını kaçırırsa kaybolacakmış gibi. “Xiao Yuan, sen... benden nefret etmiyor musun?”


Xiao Yuan bir elini alnına koydu, gözlerini mum ışığına dikti ve düşünmeye başladı.


Yan Heqing'den hiç nefret etmemişti. Sadece kaderini değiştirmek istemeyen Tanrı'dan nefret ediyordu. Hong Xiu ölmeseydi Yang Liuan ölecekti. Li Wuding ölmeseydi Xie Chungui ölecekti. Tahıl ambarını yakan askerler ölmeseydi Kuzey Krallığı'nın daha fazla askeri ve sivili hayatını kaybedecekti. Ayrıca kendinden, beceriksizliğinden, kadere karşı koyamamasından, bu kadar çok şey bilip de sonunda hiçbir şeyi değiştirememesinden nefret ediyordu. Kuzey Krallığı'nın imparatoru olacağını söylediği halde nihayetinde Tanrı'nın iradesiyle bir yabancı haline gelmişti.


Yan Heqing ifadesiz görünüyordu ancak parmakları hafifçe bükülmüştü. Xiao Yuan kaşlarını çattığında parmak uçları hareket etti. Xiao Yuan iç çektiğinde avucunu sıktı.


Ardından, Xiao Yuan'ın başını kaldırıp ona gülümsediğini gördü. Gülümsemesi öyle kaygısızdı ki o gün Yuhua Kulesi'nde paylaştıkları şarabın kokusunu alabiliyor gibiydi.


Xiao Yuan gülerek şöyle dedi: "Senden nefret etseydim seni dağda gördüğümde toprağa gömerdim. Seni kurtarmakla uğraşmazdım."


Yan Heqing onun kaygısız gülümsemesine baktı ve birden ağzını açtı. "Xiao Yuan, ben..."


“Biliyorum, biliyorum.” Xiao Yuan yüzünde bir gülümsemeyle Yan Heqing'in omzuna vurdu. “Aramızdaki yanlış anlaşılma açıklığa kavuştuğuna göre bundan sonra da yakın dostlar olmaya devam edeceğiz!”


Yan Heqing'in sözleri aniden boğazında düğümlendi. Xiao Yuan'ın sözlerini çok yavaş bir şekilde tekrarladı. “Dost mu?”


Bir süre durakladıktan sonra yavaşça başını salladı. “Tamam, acelem yok.”


Xiao Yuan onun sözlerindeki gizli anlamı duymadı ve erkek kahramanın aurasının tadını çıkarma fırsatını değerlendirerek mırıldandı: “Yakın dostlar olarak birbirimize göz kulak olmalıyız. Yani ben zorbalığa uğrarsam bana yardım etmelisin, tamam mı? Sen zorbalığa uğrarsan...”


Şu dönemde kimse Yan Heqing'e zorbalık yapmaya cesaret edemezdi.


Yan Heqing dudağı hafifçe kıvrıldı. “Tamam, sana göz kulak olacağım.”


Xiao Yuan defalarca başını salladı. “Evet, evet, evet. Bana göz kulak ol.”


Yan Heqing, Xiao Yuan'a baktı. “Xiao Yuan, sana son kez soruyorum, benden gerçekten nefret etmiyor musun?"


Xiao Yuan gülümseyerek, “Hayır, senden nefret etmiyorum.” diye yanıtladı. “Senden daha önce hiç nefret etmedim ve gelecekte de nefret etmeyeceğim.”


Yan Heqing kaşlarını kaldırdı. “Öyle diyorsan, bundan sonra... ben... kibar davranmayacağım.”


Xiao Yuan: “Neden kibar davranasın ki?! Biz dostuz, nazik olmaya gerek yok!”


Yan Heqing ağzının kenarını hafifçe yaladı. Az önce kan öksürmüştü, kanın hafif tatlı kokusunu aldı. Xiao Yuan'ın sözlerini net bir şekilde duyup aklında tutması için sözlerini yeterince uzattı: “Tamam, sen öyle diyorsan.”


Sanki kalbinden uzun zamandır taşıdığı bir endişeyi bırakmış gibiydi Xiao Yuan. Sırtını gerdi ve kendini yatağa attı. Uzun ve derin bir nefes aldı, sonra kapıya en yakın yatağı işaret ederek konuştu: "Sakıncası yoksa bu gece burada uyuyabilirsin. Hastalığım henüz iyileşmedi, bu yüzden etrafımda biri olmadan uyuyamıyorum. Sabah ustamdan nabzını kontrol etmesini isteyeceğim, vücudunu iyileştirmek için iyi bir reçete var mı diye bakacak. Tamam, hadi uyuyalım. Çok geç saatlere kadar uyanık kalırsak ya ani ölümle karşı karşıya kalırız ya da kel kalırız!"


Yan Heqing hafifçe mırıldandı. Mum ışığını söndürdü. Karanlıkta, bir kez daha ağzının köşesini nazikçe yaladı.